0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1006
Okunma
Kendi özgür yörüngesinden kaçmış
Köleleşmiş gezegenler arasında
Çarmıha gerilmiş bir kaç yıldız düştü avucuma.
Ölümün kıyısına öylece uzanmış güneşleniyorlardı
Aralarından ışığı en titrek olan bir tanesi
Kederini azaltmaya çalışıyor gibi baktı bana
Yanına sokulup ölümünü azaltmak istedim ama
Çek ayaklarını ecelimin üstünden der gibi
İtti beni ve yörüngesine doğru uzaklaşıp gitti..
Gevşek dokulu bir hayalin peşinden gitti belki de
Gözlerinde belli belirsiz titrek bir ışıkla
Ölümden yapılmış bir tahta oturdu
Loş engizisyondan yapılmış bir perdenin arkasından
Kendi ışığının sesini kısarak
Zamanın kemirdiği azık torbamızın içinden
En taze hayallerimizi ve umutlarımızı alıp gitti.
O gittikten sonra biraz etrafımı gözlemledim
Menekşeden yapılmış asmalar birbirine dolanmıştı
Koca bir şehir yapayalnız uzanıyordu kendi gölgesinde
Rüzgarlar en yüksek kulelerin boynuna sarılmıştı
Avlusu, ağlayan çocuklara açılan mabetler;
Ve kendi açlığını bir türlü doyuramayan saraylar
O eskiyen duvarlarının dibine çökmüş ağlıyorlardı.
Derken denizden bir nur yükseldi dalgalarla
Göğün o en karanlık yanlarına doğru
Taştan yapılmış çiçeklere su verir gibiydi sanki
Unutulmuş tapınakların ruhuna, ruh üflüyordu
Asıllar ayrılıyordu gölgelerinden bir bir
Mezarlarında dirilen babalar en arkadan
Yataklarından kandırılarak ayrılmış sulara
Gitmeleri gereken yolu gösteriyordu.
Avucuma düşen o yıldız geldi tekrar
Merhamet bekler bir pişmanlıkla baktı bana
Saçlarından taradım usulca
Yüzük parmağını uzattı bana
Kendi göğüne nişanladım
Tıpkı özgür gezegenler gibi...
....