hiç fark ettin mi Handan
öyle anlarımız olmuştu ki bir şey bizi sevmeye zorlamıştı
şiir dolmuştu pencerelerimize kalbimiz daha hızlı atmıştı
ruhumuz esaretin tüm bağlarını kopararak benliğimizden fırlamıştı hani
bu neydi bilir misin küçüğüm
esaretten yılmış ruhumuzun bedenevimize isyanıydı
__________________________
hiç kimsenin hiçbir
zaman ayak basmadığı
hiçbir şekilde kirletmediği gönlümün bu;
ıssız vadisine sürükledim seni Handan
içimin derin uçurumlarından geçirerek dolaştırdım seni
bu yolculuğun tehlikelerini korkmadan küçümsedin
oysa ben kaç defa ürpermiş, kaç defa kanım donmuş
kalbim durur gibi olmuştu
buz tutmuş yamaçlarımda açılan çatlakları sakin bir bakışla ölçtün
köpükler saçan çağlayanları geçtin
geçtin ve göz kırptın
sessiz bir davet oldu gözlerin, dönüşü olmayan yollara
hoş geldin küçüğüm
vakti midir şimdi;
dakikalara, saniyelere girmenin
evet vaktidir
damarlarımda akan kanıma kadar seni işlemenin
sabahı görmemiz belki bir asır sürecek,
şehrimin ara sokaklarını
geceler boyu yürümelerin,
hiç bitmeyecek
ve ben adımlarında can bulacağım
tüm
dünya uykuda uyurgezer gibi,
hep benim yüreğimde gezecek
içime sığdırdığım kâinat,
sana meftûn olduğumun
farkında olmadan dönecek
bana söz ver küçüğüm
beni uslu uslu seveceksin
zamandan ileri geçmeye hiç heveslenme
zaman da biziz, mekân da
çıkart bedenini saran tutku elbiselerini
aşka soyun, benliğin çıplaklığı gözlerimde parlasın
benlik nedir Handan;
aşkın zıttı olan bir tutku mu
benden korkuyor musun
sevgilim
asıl senden korkmalı,
gönül sokaklarımda dolaşmanı önlemeli
senin çağında hayal gücü en lezzetli yemişleri çürütür
senin çağında bir insan hiçbir şeyden yararlanmasını bilemez
her şeyi tatmak, ele geçirmek, tüketmek ister
sonra da
dünya nimetlerinin önemsiz olduğuna şaşıp kalır
haydi inan bana, usul usul yürü
bir sözün, bir bakışın tarif edilemez bütün zevklerini
doğmakta olan bu
aşkın ucu bucağı görünmez hiçliklerini
birer birer, doya doya tat tutkularına esir olmadan
neredeyiz biz bir bak
görüyor musun şu ormanımdaki gür ve avare bitkilerin gücünü
çalılıklara to
kadını patlatıp acı kahkahalar atan rüzgârın
eğip büktüğü ağaçların sisli tepelerinde
büyük halkalar çizerek süzülen şu kırlangıç sürüsünü
görüyor musun
her tarafa alçalan ve yükselen şu uğultuyu
işitiyor musun
ya esaretinden kurtulamamış ruhlar gibi
ağlayan ve hıçkıran dereleri
doğum sancısının pençesinde inleyen toprağın can çekişini
haydi uzat ellerini
sevgilim
bu eşsiz serenadın gölgesinde dans edelim
bilmem kaç defa
gece inerken, ay yükselirken, şafak sökerken
bir b
aşka sessizlik olan öğle
vakitlerinde
gökte, havada, her yerde görünmeyen bir mıknatıs gibi
aşk denilen bilinmeze itildiğimi hissetmişimdir
o anlarda o kadar şiddetli, o kadar güçlü sana bulanırım ki
beni kapsayan şu kâinata bulaştırırım seni
gecenin
mavi tüllerine serpilen şu
beyaz yıldızlara bakıp
aşkımızın seni ağlattığı hiç olmadı mı Handan
onların önünde hiç şiire akmadın mı
sonsuz duygular için pek zayıf olan insan
sevgisini hep bir noktaya toplamaktan hoşlanır
sen de benim
gönül penceremden uzatıp başını
yıldızlardan birine tutuldun
ışıklarının titrek parıltıları içinde sanki âşık bakışlar buldun
seni okşayan,
gönülden inen ve sana:
- ’ümit et, bizden geldin bize döneceksin
sana seslenen, seni çağıran biziz...’
diye bir ses duyar gibi oldun
o ses
esaretten yılmış ruhunun ilahi bir atılışıdır
ah bu soğuk!
gönül şehrime kar yağıyor Handan
bütün tenime zehirli iğnelerini batıran bu derin acı
çiçekleri solduran onları ateş gibi yakıp kavuran
düşüncenin ta derinliklerine kadar işleyen manevi hastalık
her şeyin üzerine
beyaz kefenini çeken soğuk
gökkuşağı renklerini, suyun akisleri,
çiçek tomurcukları
genç kızların yatakları üstüne o puslu ve kurşun renkli örtüsünü çeken soğuk
soğuk sırlı ıslak kanatlarıyla bedenimi yalıyor
seni benden, beni senden
bizi insanlardan, insanları bizden uzaklaştırıyor
terkedilmiş harabe bir şehir oluyorum
...
çık artık bu puslu ve karanlık vadiden
çık içimden Handan
vakit geç oldu, dönelim küçüğüm
ben ıssız, sen taze bahar
henüz yolun başındayız....