1
Yorum
18
Beğeni
0,0
Puan
3065
Okunma

ekim yağmurlarıyla
..
ifşa et beni geceye
karanlığın derisine sür hasreti
aykırı ol
sanatsal yalnızlığıyla, biz adlı umuda
kır kemiklerini, biraz ağrılı olsun aşk
öyle ya
çayın deminde ki tazelik gibi durmaz
bazende
bayat acılarıyla yakar terini sevda
bilirsin..
durma
kelepçele o kentten bu kente yolları
çıkmazlarda kala, kala gebersin özlemlik
..
yerçekimi bittiği vakit
kederli ruhunu bırak düşsün göğün uçurumuna
görecektir ki kar toplamış bir bulut kabilesiyim
zannetmesin dağılırım toprakların vahim pasına
havanın ışık hızıyla süzülerek kaybolurum
ve hissedemez ne buzul çağı, nede ekside aşk beni
geri, geri giden trenlere benziyor adımlarım
sırtıma bakan bilmediklerimle kavra beni
alışkın değilim çiçeklerin tozlarına
baharı rüyaların rahminden doğarken gördüm
kısık bir gaz lambasıyla aranırken bizi
deli raporlarına ikamet ederken buldum kendimi
..
uzun sessizlikler içinde lal resimler vardır ya
hani suretlerin kıpırtısız hüznünden akar anılar
kapı çerçeve kırılsa kanın donmuşçasına duymazsın
devrilse betonlar hükümlü avluların ağaç gölgelerine
çevirip başını şaşkın bakışlarla öldürmezsin aklını
sadece fotoğrafların kanamasıdır gözlerinden akan
gerisi iklimsiz, saatsiz, takvimsiz bir kayboluştur
işte tam o kayıpların mezarlığına defnet beni
üzerime örteceğin bir deniz mavisi ve gece laciverti
uğraşma toprakla, çakılla, duayla, sabırla, ağlamayla
tarihi kesik olan sevdaların yarasına serp kalanımı
birde her asrın ayak iziyle gelip düşlerimi sula
olur mu.?
..
anlaşılamaz değildi sana sevdalar dizmelerim şiirlere
apaçık kavgalar tertiplediğim beyaz sayfalarla savaşımdı
dağlardan geçmiş zemherinin deriyi yırttığı zamanlarda
ölü çocukların gülümseyişleri asılıydı yıldız, yıldız arşa
onların yarınlarını katıp yüreğime çoğalttım sana hayatı
paragraf başlarıydı hiçbir başlangıcı içermeyen karmaşalar
hissederek tasvirledim işte
gözlerinde mercanları, saçlarında vatanı
beyaz atlı prensler, şatolar, krallar yoktu mısraların ülkesinde
varoşlardan sabah yedide inen işçilerin cıgarası yanardı harflerde
birde
titremekten geberen Allahsız acılara göğüs geren insanlar vardı
kalemin siyahından düşerdi tramvaylar dolusu şehirler
buruşturup attığım müsveddelerde kalırdı kasaba yalnızlıkları
şair değildim ki sevgili, şair değildim ki ütopya yaratayım
sadece karalardım gecenin tenha düzlüğünde sana dair herşeyi
herşeydi bildiğim, bilmediğim kadar
hep senli tümseklere takılıp düşmelerim
..
sonra
akşam voltalarında rehin kaldı kirpiklerime mülteci kitaplar
baş ucumda yediveren renkleriyle kristalize duygular duvarı
mektupların açık kapısında duran mor sedefli parmaklarım vardı
Rum meyhanesinden sağılan kardeş yoksulluklar türküsü arasından geçip
vaftiz edilmemiş terk düşler dükkanına sattım neyim var neyim yoksa
dramatikti boşlukları sığ sokaklarda pervane kelebeklere ağlamak
özümde intihar etmiş hayal resitali senfoniler sustuğundan beridir
bütün lal kayıplarımla senin sesinde gezindiğimden haberin bile yoktu
bilmezdin kırık kemiklerimin altında saçlarına masallar anlattığımı
Don Kişot olduğum sabah beşlerinde siyahlara hücum konutu vermelerimi
Roobin Hood gibi umutlulardan umut alıp sahipsizlere dağıttığımı bilmezdin
soluğum bir çığlık olup rüzgarın sırtında pencerene çarptığını, ah çarptığını
duymazdın, duyamazdın !
..
ve asfaltların yan koltuklarında belli aralıklarla seyahat ederdi sesler
hasretler vardı tellerin içindeki küçücük evrenin hüzünbaz geçmelerinde
kadınlar kıyametti uzak bir adamın sakallarından intihar eden özlemlere
adamlar çaresiz bir gurbetin yabancı ayazında üşürdü dokunamadığı tenle
ben ne asfaltım bunca tedirgin yığılma da, nede tellerdeki kelime ölümleri
kendime kurulmuş rakamsız, harfsiz haliyle yol üstü bir bardak çaydım o kadar
zulada terine sinmiş coğrafyaların antik hikayelerinden arta kalan anlamlar
ve manalarına göçebe olmuş zakkum renkli gülüşünden hasır altı bir bahar vardı
artık resmi olmayan illegal bir aşkın Babil efsaneli adamıyım,
yoncalar kendine yurt bulduğu zaman, kentler ayıkladığında karanlıktan
meçhul dervişler simyacı hular serince ırmakların suyundaki yazılara
demirden ağır sessizlikler yer altına çekilip rüyalar açınca şarkılar
ve beşinci iklimin kutsallığıyla değişince dört mevsimin ezber sancıları
korkulu olsa da metni sözcüklerinin, bana hep bir ağızdan seslen sevgili
..
kaybolmaya ramak kalmıştı, gözlerin tutup çekti beni zifiri ayinlerden..