6
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
2102
Okunma

öğle paydosunda;
kimle gönderdi anam azığımı
yoklardım, bir-kaç dükkanı
yanışından tanırdım heybemizi,
boş gözünü ikiye katlar önüme alır,
sırtlardım haftalık azığımı
azığım yedi güne on yufka
Ümmü Teyzemden deri peyniri
harçlık bir-kaç haftada bir
ikibuçuk lira
gönlü olup verecekte
arada bir Ebemden dört yumurta,
ilk yıl Mustafa Abi’yle kaldık evde
ev dediğim bir kiralık oda
adambaşı on lira kira
pencerenin birinin bir köşesinde
kitaplarım
diğerinde bulaşık yıkardım
yorganı üstüme çekip ders çalışırdım
üzerimde elbiselerim, çorabım,
çalısız odunu tutuşturamazdım
ne sobası yanan tanıdığım,
ne yakınlarda bir köylüm, arkadaşım
ne de birinin sobasından ısındım
on yaşında bir köy çocuğu
elbiselerimle uyuyakaldığım olurdu
soğuk; ıbrıktaki suyu dondururdu
eski hayvan pazarında
pembe yada mavi naylon topla
top oynardık mahalle çocuklarıyla,
kimi benden yaşça büyük, kimi irice
ben kaleciliği de beceremeyince
ilk gelen oyuna dahil edilirdi
bana da "-ufaklık dışarı" denirdi.
yazılıda kopya vermediğime kızanlar vardı
Ayşe, Gülşen, Nuray, Gönül
sınıfımızın kızları
Ramazan, Halil İbrahim, Molla ve Mustafa
I-B deki bazı arkadaşlarım
Imağın Recep’le aynı sırada otururduk ikimiz
Nedim Yürekli müdür,
coğrafyacı Halis Baş başmüdür muavini
Gülnihal hanım Türkçeci
Özdemir Öztürk matemetik
İsmet Tıraş alamanca öğretmenimiz
"-was is das" derdi hoca, almanca dersinde
"-das!" "-is!" "die!" "-lampe" diye
sınıfça bağırıdık var gücümüzle
yüz kere yazmamız gerekirdi her satırı
bilmezdik anlamını
doot komt tugut e geyt in di şule•
sanki almancadan başka ders yoktu,
ya a başka ders çalışmak
günde 24 saatten fazla zaman
biraz da cesaret ister
top oynayanları seyrederken bile
elimizde almanca kitabı olurdu nedense
hatta bir defasında gecenin üçünde
öğretmenin evine gitmişim,
bende saat ne gezer.
böylece “zalım” denilen Hocanın gözüne girdim
ilk dönem bütün notlarım altıydı,
ikinci dönem daha da yükselttim
Halis Baş, Basmacının oğlu Arif ağabeyle
3/D sınıfına çağırttırdı
örnekler vererek saydım
isim tamlamalarını,
“okulun bahçe kapısının anahtarı”
her derse ayrı öğretmen geliyordu
ve hepsi illa kendi dersini istiyordu
İskitlerin, Hunların din ve inanışları
kendi ailemizin dininden daha kutsaldı
Gılgamış Destanı, Hammurabi Kanunları
Dolmen taş masa, Mezopotamya
bizi çok ilgilendiriyordu
Frigyalılar, Lidyalılar, İyonyalılar
savaşlar, barışlar, antlaşmalar
açılar, mercekler, genleşme katsayıları, özgül ağırlıklar
debi, rejim, gel-git, büyük-küçük dolaşımlar
mitoz-amitoz bölünme,
terliksi ve tek hücreli diğer hayvanlar
hayatta ne işimize yarayacaklar
“spor”un ne olduğunu sormuştu
beden eğitimi öğretmeni
kimi “top”,
kimi “futbol”,
kimi “maç” dedi
kimi “antıraman”,
kimi de “Fenerbahçe”
müzikten sözlüye kalktı Terzilerli Nami (Karataş)
gözleri sol elindeki porteli uzunlamasına defterde,
güya notaları okuyordu
sağ elini aşağı yukarı sallarken,
sanırım herkesin kafadan attığını sanıyordu
“-doo, mee, muuu” dedi
beyaz önlüklü Özdemir Öztürk matematik öğretmeni
ellerinde devamlı pergel-gönye iletki
derse girer-girmez herkesi kontrol ederdi
ders bitene kadar sağ elinde tebeşir
sağ eli tebeşir rengi
sanki sağ omzu diğerinden daha yüksekti
yaz tatillerinde bile Yalvaç’tan gitmezdi
Sakarya Ozanlar Lisesine tayin edildi
Çukurovalı Şencan Güler; coğrafya dersine girerdi
Gelibolu’da yapmış askerliğini
subay elbiseli nişan fotoğraflarını gösterirdi
ve konu nerden başlarsa başlasın
illâ “evlenme vaadiyle kızlık bozmaya” gelirdi
(ders coğrafya, yurtdaşlık bilgisi değil ki
hem öyle bile olsa,
böylesi bir işe kim-neden kalksın
on onbir yaşındaydık daha!)
“üç yıldan başlar” diye öğüt verirdi,
cezası katlanırmış olursa kastın
haa birde 6136 Sayılı kanuna muhalefet!
edersen devlet memurluğuna veda et
koca bir ders yılı bu minval üzere geldi geçti
“ama onları mebbus yapar, siyaset”
baharda; yılsonunun gelmesine sevilenlerden çok
arkadaşlarından ayrılığın acısı sardı hepimizi
ama yine de; zayıfı olanlar bile, derslerden çok
sosyal etkinliklerle ilgilenirlerdi
trampet takımı, 19 Mayıs hareketleri
müsamere, piyes, yarışma, tartışmalar, karşılaşmalar
fıkralar, taklitler, türküler şarkılar
Celle, Şerbo, Kazayağı, Kutu, Selami,
Kaplan, Kalem, Fındık, Çelebi, okulun ileri gelenleri..
benden de ufaktı Kötür(ö)nekli Hüseyin
koşuda ben en arkadaydım,
o açık ara önde gelirdi
son hafta, son saatler türkü şarkı
fıkralarla geçti
Fındığın doğal (küfürlü) Nasirettin Hoca fıkrasını
öğretmen küfrederek kesti
“ellerimde büyüttüğüm, solar iken dirilttiğim
çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin”
“arım balım peteğim, gülüm dalım çiçeğim
bilsemki öleceğim, yine seni seveceğim”
“sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı
hangi kapıyı çalsam, karşımda buruk-acı”
“indim havuz başına, bir kız çıktı karşıma
sevda nedir bilmezdim, o getirdi başıma”
“gök yüzünde yalnız gezen yıldızlar
yer yüzünde sizin kadar yalnızım”
atom numaraları, simgeler ezberlenirdi
Atatürk Lisesinin deney camları toz renkli
bir labaratuvarı
ve yıllardır kapısı açılmamış okul kütüphanesi
alttaki salonda iki "pimpon masası" vardı
yaşlı, saçları beyaz, tepesi kel, koca burunlu
"Kemal Amca"
çay ve kuru pasta satardı..
biz liseye geldiğimizde ise;
ne valeybol, ne ping-pong, ne labaratuvar
ne gezi, ne duvar gazetesi, ne kollar
ne kuru pasta
ne koca burunla Kemal amca
ne o ablalardan eser kalmıştı
sadece yakışıklı Mustafa’nın “evet-hayır” yarışması
o kadar…
İbişağa da bu okulun hademeliğinden emekli,
kızı bizim köyden evli, evleri Görgü’deydi
Şafkıye Yenge hem herkese laf yetiştirirdi
hem de torununa ninni söylerdi
"-dan dini dandini dasdana
danalar girmiş bostana
koğ bostancı danayı
yemesin lahanayı
eee eee e"
el-bebek, gül-bebek büyüdü
Mithat evlerinin neşesi
ne babasını gördü,
ne de annesine doyabildi.
..
ne de yavrusuna
………
DİPNOT
yanış: süsleme, bezeme, motif, desen
• dort kommt Turgut er geht in die shhule : Turgut geliyor, o okula gidiyor demekmiş
mebbus : mebus, milletvekili, parlamenter
Sevgili Öğretmenlerimin ellerinden öpüyorum.
Fotoğraf: Matematik ve Fenbilgisi Öğretmenimiz Sn Özdemir Öztürk.. Sıhhat ve afiyet diliyorum
5.0
100% (10)