1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
1272
Okunma

felsefe yapan bir kadın vardı bir zamanlar
ağzında dolaştırdığı üç beş kelime ile
ideal bir hayatın resmini çiziyordu.
ve bu resmin içine sığdırdığı
ütopik bir mutlulukla
çevresine şuh bir kadının
nasıl olması gerektiğini
kaçak bakışlarıyla gösteriyordu.
kaçak bakışlar diyorum çünkü
kendine döndüğü zaman
asıl kendisi oluyordu.
neyse..
bir gün evine gittim apansız
salaş bir meyhaneyle karşılaştım sanki
kırık dökük şişeler
etrafta darmadağınıktı.
sonra iki adım ötedeki hole girince
bir masanın altında
kıskıvrak topak bir hamur gibi
kendine sokulduğunu gördüm.
yüzünden düşen bin parçaydı
sanki o yaldız saçan yüzü kaybolmuştu
ve benim gördüğüm acaba
o muydu dediydim kendime.
bir an durakladım
ve sonra yüzündeki kaçamak bakışlardan
o olduğunu anladım.
ne oldu dedim
neden yüzün gülmüyor dedim
neden insanlara baktığın gibi
kendine bakmıyorsun?
yüzü salça gibi oluvermişti
damdan düşer gibi başına inen
bu sorular karşısında.
kısa bir iç geçirdi
aldığı nefesi hissedebiliyordum
ve ne söyleyeceğini
çok merak ediyordum.
birini seviyorum dedi
ojesi dağılmış dudaklarının arasından.
ve sonra sağanak yağmurlar gibi dökülürken
bar bar bağırıyordu
neden ona söylemedim
neden hep güleç yüzümün içine sakladım derken
meselenin ne olduğunu anlamıştım
ve doğrusu ona çok acımıştım.
şimdi diyorum da
saklamanın bir anlamı var mı
içimize sıkıştırıp
ruhumuzu darmadağın etmenin
hiçbir anlamı yok.
çünkü biz başkasını değil
kendimizi aldatıyoruz.
bu kadının da yaptığı buydu
başkasına gülerken
kendine hep ağlıyordu.
o günden sonra
onu neşeli görmedim.
ne oldu bilmiyorum ama
çok uzak bir kente yerleştiğini
sonradan öğrendim..
3 ağustos.
5.0
100% (1)