her çağıl
özlemin yanağını
uzak bir kuş dudağı ıslatıyor
...
adım teşir
yağmurda kaldı gözlerim
ıslak ve deli
deniz toplayan medcezir
solumun acısına tuz
ağır düş yarasıyım
üç nokta konmuş bitiş içinde
parantez tutsağı ayrımcı aklım
uykusuz
geceye ruhum çıplak
uğrunda ateş suyu içtiğim
bir
kadının kaçağı hayallerim
eflatun notlar biriktirmiş
lacivert
hüzün bulvarında
esmer asıllı
beyaz bir rüzgar
saçlarımın ağaçlarına takıldı
mevsim Sokrates ayazlı şiir
kokusu Yunan esanslı antik çağ
yıldızlardan koparabildiğim
atların gölgesinde açmış fırtınayı
beynimin dramlarına serptim
tiyatral hüzzam birinci perde
ardından son acısıyla
pencereler örtülür ruhumda
bir yudum günah içsem diyorum
çarmığa gerilmiş kentin
çivilerle sabitlenmiş tenhasında
zaten bu ayıp ayinler
oniki vurduğunda beni hatırlatıyor
acım realist bir flazof
yaramdaki kan hala eski bir
savaşçı
nasılda sürgünüm göçebe
zamana
solo bir macera göğsümün çeperi
sanırım ölü taklidi yapıyorum
Azrail korkusu binbir telaş gözlerim
Nuh’un tufanı heybemdeki
aşk Zebur’dan önce
kendimden sonra kadar kutsal
sevdam
sabrın mucize kentinde
nakarat ilahiler söylüyorum
repliğini unuttuğum bir film sahnesinde
defnedilen yalnızlık sürüsüne yolcuyum
yakamda bir yortu
havari ıslığı duyduğum herşey
tespihle sonumu çeken
bir dervişin ellerindeyim
yazgım seyyah notları
soru işaretli ünlem ile
bitti tarihten önceki acılarım
...
gece kuşları aç bir resim doyurdu
günün kirlenmiş boyalarıyla..!