5
Yorum
22
Beğeni
0,0
Puan
2198
Okunma

palyaço ...!
acının rengini
suyun ıslaklığına boyamış
hudutsuz sevdalar
haziranın
kurumuş öksürük tadındaki gecesinde
kaçak birer yolculuk olup
Lac deresinin bağrını adımlıyor
bir yol üstü lokantasında
saçlarına Amed düşmüş adamın
kuru soğana uzanışında binbir telaş
ve olmayacak bir yalnızlığın ezikliği kokuyor nefesi
acının rengi
boylu boyunca dökülmüş
akranları çoktan büyümüş kül kalıntılı köylere
ölüsü çocuk bombaların
Ramallah’dan kalkıp
Reyhanlı’ya çığlık taşıması aklımın kanlı Maraş’ı
ey Roboski ahlı ağıdım
mavinin içine sığınaklar düşlediğim
koca bir dünya kardeşliği yanıyor gözlerimde
nasılsın eşkıya türküleri diyerek geçtiğim vakit
sesini doldurdum
toprak damların tarhana kokulu analarından
önce semaha duran Mevlevi göçlerle yıkandı ruhum
ve adını bile hatırlamadığım
lehçesi tanıdık, yüzü çatlak
ihtiyar bir yarayı selamladım
Uğur’un Ceylan’ın gözlerinde
...
bir sürekli şehirlerarası hasrettir ülkem
gurbet yorgunluğunda
sılası demli özleyişler
dört duvar kentlerin siyah zamanında ağlaşır
cüssesi ağır işçilerin
avuçlarına doldurdukları resimlerde
dalıp giden çocuksu bakmaları susar acı renginde
tütün kağıdına bastırılmış türküler
duvara asılı sazın yüreğinden koparılıp
gazete üstü bir kadeh ağrının yanına koyulur
yıldız kayar
uzakta bir kurşun seker çocukların esmer derisinden
ve acının rengi
her yönün her hasat zamanında
farklı duyguların tarlasından toplanır
şimdi Filistin diye bir hikayenin
ateş tutmuş gözleriyle
Cudi’nin yanağından seyrediyorum
Zigana’dan kopan aşkları
tenime gölgesiyle bağdaş kurmuş ey rüzgar
bana
düşleri masallara ayrılmış bir çocuk bağışla
dini dili ırkı mezhebi ayırt edilmeyen gülümseyişiyle
acıta acıta savur aklıma
birazdan hayatın közleri dumanlarını basar gözlerime
sakın ağladığımı sanma
sanma
yada bilki ağlarım her canı yıkılmış canlı gibi
ağlarım işte sorma ...!
üşüme