1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
1305
Okunma
I. Fasıl
toplayın benden geriye ne kaldıysa
kitapları, ayakkabıları
masa lambalarından yayılan cılız sarı ışığı
mumlardan yayılan titrek sarı ışığı
çocukluğumu ve merdiven altında saklandığım geceyi
kar değil şu yağan, yağmur değil üzerimize
buz tutmuş damlalarıydı gökyüzünün
mavi mermiler halinde
yarılırken sevişmek o sonsuz gecede
karanlık kasabalar, rahatsız kaldırım taşları
ve düşürmesi bir köy çocuğunun cebinde sakladığı bir dilim mutluluğu
ruhu bedeninden dışarı uzanınca o kırlangıç
evet kırlangıç! kişi kırlangıç!
resim resim, çizgi çizgi ak kağıdın üstünde
kendi anlamından ayrılırdı aşk
kaldı bir başına çıplak bedenler içinde
ah gölgesi kendinden büyük adamlar
ve göğüsleri olan kadınlar
ah o bitmeyen kavgası yeryüzünün
bizi oyalayıp duran kalabalık
evlerin iç huzuru ardından
toplayın çocukluğumdan geriye ne kaldıysa
sarı sıcak yazları, aydınlık cumartesileri
mutluluğu ve merdiven altında saklandığım o geceyi
rüzgar değil şu esen, duymuyorum hem kimseyi
hiç kimseyi ve hiç bir kelimeyi
dünya döner... döner dünya...
dönerken demirden bir çalılık
kesip durur varolmak şu sonsuz bedenimi
bakın! dedim, haykırdım
bakın buraya!
büyük laflar etmeyi bilmiyorum
intihar, yakamoz, antibiyotik
köşeli laflar etmeyi bilmiyorum
intihar, yakamoz, antibiyotik
savaş meydanlarında düşerken gladyatörleri Antik Yunan’ın
sıradan bir hayat olmalıydı elimizde
kimseyi kurtarmadan, sadece kendi kendimize
büyük laflar etmek için geç
vazgeçmek için çok erken
II.Fasıl
Antik Yunan’ın gladyatörleri düşerken, düşten de erken
nasıl hatırlatmasın ki İbrahim’i?
yeşeren her tomurcuk, masmavi dağ lalesi
yırtarken kışın karanlık kefenini
yaşamaya uç veren
incecik bir kardelen
Ah İbrahim...
yükseltmeseydin keşke
çıtayı bu kadar yükseğe
tapınırken uyandık parlak bir yıldıza
"neden" diye sormadı insanoğlu
tarihler boyu süren bu kavganın ardından
ateşi bulunca anlam kazandı soğumak
şekilden şekile girmesi tabiatın
sudan susmayı öğrendik
ve gereğini masmavi bir öfkenin
(dökülürken dağların eteğinden
hiddeti berrak su tanelerinin)
ne gereği vardı arzı ters yüz etmenin
ne manası vardı ki güneşle uyanmanın
gökyüzünün dikeni, parlak bir yıldıza tapınmanın
tarlalar doldurdu düzlükleri...
ilk tasa, ilk evi Ademoğlunun
ah yeryüzü, ah güzelim nemi yeşeren toprağın
İbrahim faslı
bizi eski iskelede bıraktılar İbrahim
ve orada bulacaklar bizi yine
sorma neden? nasıl diye
bizi eski bir kayığın gölgesine bıraktılar İbrahim
sarhoşlar, ayyaşlar ve dilenciler içinde
nasıl hatırlatmasın ki hem İbrahim’i
yeşeren her tomurcuk, güzelim dağ lalesi
yırtarken kışın karanlık kefenini
yaşamaya uç veren incecik bir kardelen
bizi eski bir denizin kenarına bıraktılar İbrahim
maviliklere doğru, maviliklerden gelen
tapınırken parlak bir yıldıza
yarım ay, tam gece
atlıkarıncalar yuva yapmıştı şehrin eteklerine
parlak ışıkların, parlak gölgeleri bir de
değil mi ki gökyüzünde yankılandı duruşun
yansımak icat edilmemişti henüz
yanmak en tazesiydi de acıların
yüzünün akı, gözlerinin ışığı İbrahim...
uyandık o rüyadan da
aklımızda değil engel
engel yüreğimizde
engel bir düzlüğün eksilmesi
dişe dokunur bir yokluk
elle tutulur hüzünlerin gerçekliği
yakmazdı da İbrahim’i
kalabalık denen zorbanın kırmızıdan mürekkep hiçbir cehennemi
ey güzel Allah’ı İbrahim’in
ateşe attılardı İbrahimi
5.0
100% (3)