0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
1205
Okunma
Yalnız bir mırıltı sakla şimdi
içlerinden şehirler geçen şarkılar söyle Galata’da
yüksek mimari eserleri,
uluyan gözleriyle yorgun atların fantezisi
kedilerin hiçbirinin umurunda değil gökdelenler
baş aşağı en renkli natürmort çizen iki kaş arasında
sigara molası vermiş kadının üşüyen elleri
ben gördüm mesela, sonra utandım da soru sormaktan
yarın mıydı, yoksa dün gibi mi hakeza
hakçası en doğal yanıtlar taşıdım şimdiye kadar
kendi günahımı soruşturmadığım gibi, üstüne sayısız hatıra
aynı renkte göçmen kuşları kanatlandı
gün doğdu, battı, tekrardan çöküş
vazoların altından toprak taşıdı avuçlarım lavaboya
bir boy daha büyüdü peygamber çiçeğim
işbirlikçi bahar umut verdi, umut yaşamaktır diye de ekledi
renkleri koyulaştı devinim evrelerim sonrası
göğün hıçkırığın da havlayan bir kuş gördüm
ünsüz sözleri yaktı bu şakacı takım elbiseliler
etiyle kemiğiyle verilen bir çağ olduk
kurtlar neşeliydi, papağanlar çığırtkan her zamanki gibi
içine şimdiki zamanlar eklenmiş periler sarardı
bir tablonun en manasız yerinde duraksadı an
dili cennete ait buruşuk hüzünler karıştırdı çocuklar
silmeye çalıştım perdesiyle göz yaşını ahir zamanın
ay soğuk bir avuç içini andırdı, gün kantene döndü
sımsıcak bir bitiş alnına çizilmişken kıkırdağına genç kızın
elma ağacına bir kurt daha tırmanıverdi
kahverengidir dedi ölüm, toprak nasıl da soğuk
anne dedirtmiyorlar burada, burası görülmemiş savaş
tanıdıkların seslerine şahit oluyorum
ovalar, göller, çöller, vadiler; nasıl da dümdüz
çiçeklerin kokusunu alıyorum
bir de gün aşırı dua sesi
hafiften seyrediyorum boğazı
kurşuni bir ses bölüyor ağır metallerin arasından
Ah en güzel çiçektir o hiç görülmemiş ‘tanrı’
eğil dünya, avuçlarımdan rahmet içereceğim sana
o en güzel çiçek kokacak elbet ruh baliğ olduğunda
yeter ki sen hakikati kayaların arasında sıkışan kuşa fısılda
5.0
100% (1)