2
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
867
Okunma
Neden konuşayım ki şimdi
yıldızlar siperlerin üzerinde yığılırken dün gibi,
bir şölen daha bitiyor.
Bir akşamüstü sohbeti bu, kırılıyor elleri duanın
imkansızlığı seçmenin yolunda tütün ekiyor ay,
boşalıyor salgılarıyla yeşil muammalar kente.
Sormuyorum, bayraklara sarılı bir yanım,
diğer yanım muhalif her şeye
yorgunluğun inziva tokası kanatlanıyor yıldızlarda
sereserpe bir rol çekiyorum poşetten.
Bunların hepsi bir yağmurlu gecenin hatırasıydı
kimse bilmedi, kimseye anlatmadım geceleri nerede olduğunu
hep yaşadığımı bildiler, o kadar.
Dedim ki bir mana çalıp, kılıfına göre geçirilebilirdi zaman
yoğun bir yanılgıydı bildiklerim,
düğmeleri hep açık kaldı bu yüzden yüreğimin.
Kırmadım,
sadece sorduğum yaraydı, yara çokça kanadı durmadan
durmadan kanayan yaralara alışık değildim.
Bahar geldi sonra. iğrenç kokular süründü toprak insanca
kendimi sevmeyişimi anlatabilirdim
bir gar da hep tren sesi vardı
ya da bir aşk da yorgan kiri
karıştırmadım hiçbir şeyi, her şeyi uzak tuttum.
Derken atıp tuttular ardımdan
’yaşamak doğasında hidroklorür özlü gözyaşlarıyla beslendi’
ne diyecektim bu saçmalığa
ağlamadım,
ellerimle deştim beyazlığını,
kağıt her yeni gün bir kadındı gölgesiz.
’ölümüne günahlardı değişip acımasız olmadan önce,
insan öldüren bir sinek gibiydi gerçek de.’
Fark ettim de, artık soyunacak bir kabuğu kalmamıştı dünyanın
yaşlı ve yuvarlaktı öteden beri
heyecan vermiyordu kollarıma sarılışı her gece.
bir iğne buldum
bir de iğneyi vuracak bir el
düşünmeden dünyadan öcünü aldını o el.
pamuğu kaybettim sonra, kanadım, kanadım
durdurulamadım.
Ne yazık ki koparılmış bir domates tohumunun, özgür bırakılacağı
hiç olmayacağı leşler üremeye başladı o iki delik arasından.
Öpmek istedim kendimi, ayıp olur dediler
oysa dünya dönmüyor muydu var olduğundan beri?