3
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
2116
Okunma
Dağda Masumluğuna İnandığım Lavanta Çiçeği’ne Ağıt
dağda masumluğuna inandığım lavanta çiçeği
sessizliği karıştırıp ay yapıyorum kendime
avcuma yaklaşma sebebim belki de bu
riyâsız bir sandalye arıyorum
geçmişimin güzel görüneceği bir pencere
anlamsız uykusuzluk değil zamandır
dünyadır, dönüp duran akbaba gibi başucumda
-acılar yok yere-
dur demeliyim orospu lakırtısı genzime
sabaha yakınım istediğim oldu
gece bekçisi der bana babam
ağzımdan kuş düşürdüğüm için
gölgesine kanar durur, yıllanmış şarabı bekletirim içimde
bilmeden
kurban olduğum tanrılar
şimdi kimden can alır
öğütülmüş kısraktan kan mı aratılır
yolu bulamaz, yol
gövdenin dönmediği adımdır
kaybolan çocukların mektubu nedense tanrılardan önce gelir
kapım eskir
kim uzansa portakal kabuğuna dönmüş korkulara
içimdeki dağ ezilir
gezinip durur yazma isteği
ve yazamayacak hâl bütünlüğü
ne yapsam
bazen yapamadığımdadır.
sanki arduvaz taşıydı kalbim
cehennem ortasında!
bilmeliydiniz
nasıl kimsesizdim içlerinize bakarken
yalımın önemsendiği bir çağda
ormanlar niye yansındı? insanlar niye –(!)
kimin yuttuğunu aldık ağzımıza
ve neyin kurcalamasını yapıyorum
küllerimi avuçluya avuçluya
aşk seçeyim desem yıldızlar daha yakın
süt desem bulutlar bunca beyaz
güzellik desem içime koşmak olmaz
garip yığıntısındayım
küsmeye telâşlı.
El Capitan Dağı!
hayat
dik sevişmelerine
örtecek direncim kalmadı.
*
uzatılacaksa uzatılsın bu nehir
isli bayırlarda koşacağım kalmadı
ot dönmüyorum yıldırıma
iç çekmiyorum çekmecelerdekine bakıp bakıp
kaldırdım dağı! baktım yok
bir lavanta çiçeği bile
belkim yok
kalkmaz da günlerin hışırtısı üzerimden
sinsî yılanlar avutuyor dikenleri
bulsam sarınacağım o huzur denen
sonsuz uykuya
yok kutsadığım savaşlar
yok ekmeğini elinden aldığım
yok oh dediğim
Ey! hayat
büyük lokma
boğazımda durmadan kaldığın
sönük duvar
silik küvet
kim kesecek bu sana haykıran ellerimi
yine benden başka.
büyük konuştum
büyük denizleri gördükçe
ağlayışım benzedi
çamur hazinem oldu
kuytularda bir sevgi sıcaklığı aradım belki
çocuktum
çok çocuklu bir omuzdum
yaşlandım geldim geleli
öldüm ilerlerken
ölünce dur yaşa dedi!
geçti
üzerinden
yığınlarca kamışsız meyveler
tadına bakılmadık heyula kalmadı bende
kin tohumları ekmedim fakat
koşturdu üzerime bıçağa kurban olmuş tanrılar
neyi ayırt etmeye gelmişlerdi
ne yapılabilirdi sivrî bir emelle
birbirine berkit, ayrı ne durabilirdi?
bacaklarını yalnızca ne için açarsa
o mudur insan
toprağın keyfine mi ölüler
gidin başka yere gömün benim berbat gecelerimi
hükmen mağlup olduğum suları
kanıya kanıya bakıştığım memeleri
içimde saf memeleri
kalplerini örten
kötülüğün demek istemediği
-
ne varsa yüzüme ekleyip
bakmadım mı göğe?
sanki isteksizdi silâhlanırken
avcıma âşık olduğum
günler geri gelmeden
kaçışıyorum çiftliğimden.
gece bekçisi der bana babam
gündüzleri insanlara görünemediğimden
belki olurdu cennet eczası
bir dokunuş
ah bin okuyuş
isterim ben!
Ey! sümüklü böcek
görkemsiz halaylar
zincirsiz korkuluklar
ussuzlar
neresine dönsem batıyor zaman
alın beni kuşlar! götürün
siz daha iyi bilirsiniz
adresi kara bu dünyayı
ya da hapistekiler
bir tünel bir kuyu kazalım
gitmek için buralardan!
suçum yoktu baba
gece bekçilerinin suçu olmaz mezarlara bakmaktan başka
şiir saklamaktan, yakmaktan hattâ
bir kadına daha çok inanmaktan
bir adama daha çok utanmaktan
bir yaşâma daha çok azalmaktan
çiğ süt emmiş kadın düşüyor gece yatağıma
gözümü açıp bakamıyorum
ağlamaktan…
Payanda
5.0
100% (8)