6
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
1717
Okunma

Sonunda işte bir ışıkmış ömrümün pusulası
Sen yandıkça o da yanar bir yerinde
Gidecek yolun kalmadığında boşuna bekleme
Sorulara yanıt yoktur soğuk bir yürekte
Çocuktum, âşıktım
Güneş vuran bir üzüm tanesinin içindeki ışıktım
Başının bir savruluşuyla uyandım
kirpiklerinden saçılan güneştoplarıyla
Dudak mı, dil mi, bir tutam saç mı kimliksiz bir öpüştü
bedenimden akan
Gün boyu gözümün önünde dönüp durdu yüzün
Rüzgârla uçup gelen bir ayçiçeği yaprağı gibi
Sarıydı, maviydi, pembeleşti durup dururken
Yüzün, gözümün önünde dallardan dökülen narlardı
Isırdığım tüm meyveler, düşlerimdeki o tenin kokusu
Cevizli bahçede uyuyan çıplak kollu pembe çocuk
Gece boyu öpüşler sonrası sabah güneşiyle olgunlaşan kayısı
Düşlerce uzak durdu önümde, sen bana böyle yakınken
Kargılardan güneşlikler ördü esmer tenli hasırcılar
Onların tanıklığıyla serildim şiptik ayaklarına
Dudağında tırtıklar, karpuz sergilerinin çocuk cebinde bağ bıçağıydı
Kuru otlar üstünde dilim dilim çatlayan hayat meyvemi aldı
Kendimi tanımak istediğimde baktığım aynaydın
Hüzün törenleriyle diktin ömür fidanımı
Senle ve senden uzak yaşadım yakın ve uzak saatleri
Düşündüm senden uzak, yaşanacak bir şey kalmadığını
Her an vazgeçilebilecek bir alışkanlıktı yaşamak
Yalnız aynada tanıdık yüzüne rastladığım geceler istekli uyandım
Güneş eritti, gözyaşlarıma aldırmadan altın ve ipeğimi
Oraya buraya sarmış asmalarda solgun yapraklar
Ah bir aralanabilse, yüzün çıkacaktı karşıma
Dünya, derinden soluyan göğsün gibi dalgalandı bir an
Dalları eğildi ağaçlarının, dudaklarım toprakla buluştu
Bekledim, bekledim
Bir sınır nöbetçisi gibi bekledim gözlerinin yedi rengini
Hiç sonlanmayacak bir bakışın özleminde
Bir yüzün, bir yüzün, bir yüzün boyunca dolaştım sarı sonsuzlukta…