0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
1792
Okunma

...
Senin memleketinde doğuyorum şimdi
Karşıdan gördüğüm evine doğru yürüyor cesaretim
Her adımda senin aldığın gibi nefes almaya
senin yaptığın gibi adım atmaya çalışıyorum
Senin gözlerinle bakıyorum etrafa
Bu yol, şu toz, şu toprak, şu kaldırım taşları
Şu koşuşan ince belli karıcalar...
Şu karşı ki evin balkonundaki renk renk çiçekler
...
Biri sarışın biri esmer iki ayakkabı boyacısı
Tam karşılarında otopark
Yolun bitiminde tadilat var konakta
Upuzun bir bezi sarkıtmışlar aşağıya
Sanki gök kubbeden bir parça dalgalanıyor yel vurdukça
Sesi kulaklığımdan yükselen
Mavi gözlü kadın söylüyor aynı anda
Şarkılar seni söyler…
Sana gelmeye çalışan heyecanlarım beni yordu mu ne?
Ama daha yolun başındayım
Durup soluklanmanın sırası değil
"Haydi bismillah" deyip
çıkıyorum merdivenleri birer birer
Sana geliyorum” hissi daha bir canlanıyor içimde
Büyüyor büyüyor kocaman bir dağ oturuyor yüreğime
Allah’ım bu kalp, nasıl çarpıyor böyle?
Kafesinde çırpınan bir kuş olsa gerek
Canını alacakmış gibi kaçıyor ölüm meleğinden
Çığlık çığlığa ürkmüş, feryatlarını
Acaba duyar mı çevredekiler?
Şu uçan kelebek, şu şakıyan kuşlar, şu pati pati yürüyen çocuk
Kaçışan siyahlı, grili, puslu yeşil gözleriyle bakan şu kedi
Şu pencereden sarkarak birbiriyle konuşan kadınlar
Bu koku da neyin nesi?
İncir ağacı nasılda fethetmiş sokağın tarihi dokusunu
sen hiç serçenin ağzından yedin mi bir inciri ya da kara dut’u?
Önce bakındım
Emindim burasıydı
Başımı kaldırdım gökyüzüne
Baktım gözlerimle seni görebileceğim bulutların arasına
Sonra pencerelerde balkonlarda aradım seni
Hadi sen yoktun ama en azından gölgeni
Görebilseydim keşke…
Begonya saksısının içinden uzattı başlarını kumru yavruları
Şu oynayan çocuklar, şu emzikli kadın, hafif kambur masal kedisi
Şu uzun ağaç, şu kayada duran emektar kayık bir de belinden bükülmüş yaşlı kürekleri
Sordum seni önce adını bilmediğim madam’a
“Madam tanır mısın onu?”
Baktı gözlerime; gözleri lacivert bir gece
Işıldıyor yaşına rağmen
Yıldızlar uçuşuyor ikindi vakti
Gözlerimde hala pazılın son parçası
Aklımda yanıt bekleyen soru
" Bilir misin madam...?"
Göğsüne kadar açık yakası
Biraz mor biraz yeşil karışımı
Diz kapaklarında uçuşuyor etekliği
Ayaklarında eski moda terliği
" Madam, ne olur inat etme. Biliyorsan söyle bana"
Ellerinin ve omuzlarının üzerinde güneş yanığı lekeler
Saçının dibi gelmiş kumral ve natürel
Tırnaklarının cilası solmuş biraz hüzün var
Parmakları sarkıtmış kendini omzunda tuttuğu çantasından
Boncuk boncuk terliyorum
"Hiç mi tanımıyorsun ? Adını söylesem belki bilirsin"
Kısıyor gözlerini
Isırıyor lebini takma dişiyle
O an gözleri gözlerimle konuşuyor
Anlaşıyoruz
Dönüp arkasını sallayarak gidiyor kalçasını
Sanırsın ki madam daha otuzunda bir afet
Ah be madam baştan söylesene tanımadığını
Vallahi tükettin ömrümü geri kalan yanını…
Gülüyor gözlerim çakmak çakmak çocuklara
Onlar hemen anlıyorlar seni soracağımı
O heyecanla yaklaşıyorum yanlarına
Yüreğimin atışını hiç sorma
Sanırsın ki az sonra çıkıp uçacak yerinden
İşaret ediyorum, kumral saçlı çocuğa
Puslu siyah gözleriyle yanaşıyor yanıma
" Sen, küçük, tanır mısın benim sevdiğimi?"
Elinde oynarken kaybettiği misketlerin yarısı
Ağzında annesinin verdiği şekerlerden bir kaçı
Başını kaldırıp bakıyor bana
Sanki gökte bir elma ağacı ya da üzüm bahçesinde bir şarkı çalıyor kanun
Elimle tutuyorum elini
"Bırak gökyüzüne bakmayı.
Tanıyorsan ne olur söyle bana yerini ”
…
Bir sonraki çocuğun yanına gidiyorum.
Toprağın içinde küçük bir kamyon var elinde
Hın hın” diye tozu toprağa katmanın derdinde
Nasılda yaramaz bakıyor hıncırca
Seni tanımasını beklemek zor iş kanımca
Sarışın bir çocuk koşup geliyor uzaktan
“Abla diyor ben tanıyorum onu.
Aşağı sokağın başında oturuyor
Bakıyorum yüzüne dikkatlice
Küçük bir ben’i hafif belirgince
Gözleri nazardan mavi boncuk
Burnu kaf dağında bir cüce
Aklıyla beni uyutacak ayakta yumurcak
Ben sevdiğimin kokusunu bu sokakta aldım
Başka yere götürmedi beni yüreğim
Uzaktan okşadım tatlı yanağını
Ve döndüm sırtımı incir ağacının cennet kokan soluğuna
“Bulurum elbet”
Soracak o kadar insan var ki
Şu konuşan kadınlarda çok meraklı
Kesin biliyorlardır
Benim onlara sormamı bekliyorlar
Sanki soracağım soruyu anlıyorlar
Belki de seni çok iyi tanıyorlar
Biri daha ben gelmeden gidiyor
Ya bir acelesi var
Ya da ocakta unuttuğunu anladı yemeğini
Estire estire uçuşuyor etekleri
Başında yazması pek de afili
Mavi demirli pencereden bakıyor meraklı taze
Kucağında bir yaşında
Belki ilk belki ikinci bebesi
Biraz da safça bakışlarından belli
Soruyorum” Tanıyor musun onu?”
Dudağı aralanıyor dişlerinin üzerinden
Yüzünde ince bir gülüş belirgince
Söyledi söyleyecek derken
İçimde bir umut ışığı belirirken
Hah işte hasret bitti
Vuslat yaklaştı derken
Kırılıyor kağıttan kayığımın yelkenleri
“ Bilmiyorum” diyor arsızca
Bende dönüp yapıştırıyorum cevabı umarsızca
“ Sen ne bilirsin ki zaten!”
Gülüyor şakasına söylediğimi sanarak
Ben ise mağlup etmenin huzuruyla ilerliyorum sokak boyunca
Seni bekliyorum o merdivenin başında
Elimde küçük bir saksı içinde senin için diktiğim zambaklar
Nasılda kokuyorlar ahh bir bilsen
Bilirsin tabi; insan kendi kokusunu hiç bilmez mi?
Şu Marmara’nın güneş batımına sarılmış haline özeniyorum
Belki kıskanıyorum da belli etmiyorum
Sıkıca tutuyorum ellerini
Rüzgar dolanıyor boynumda
Biraz üşüdüm mü ne?
Yanaşıp sokuluyorum kuytuna
Dalgalar vurdukça sahil boyuna
Yosun kokusu demleniyor Üsküdar’da
Ve ben daha bir aşkla bağlanıyorum sana...
Nasıl anlatmalı bilmem ki
Şu kız kulesi, şu mavi deniz, şu uçuşan martılar
Kaybolan gün, şu şavkına düşen mehtap, şu hercai menekşe
Şu giden vapur, şu kararan bulut, şu yalnız tekne
…
Kim bilir ezelden ebede bu kaçıncı aynı noktaya bakışımız
Seni senle yaşamak bu olsa gerek.
Varlığım varlığın uğruna ölümü hiçe sayarken
Belki toprak ile hüzün yer değiştirecek…
...
5.0
100% (4)