4
Yorum
5
Beğeni
4,9
Puan
1317
Okunma

Sesin kulaklarımda ’tın tın’
mazi gibi,
dayanmak zor;
yudumlarken tek tek harflerini adının
katlanmak belki de,
gelmeyeceğini bile bile!
Şimdi çok uzaklar da,
hasretle baktığın yollar biliyorum bu şehirde
Meriç gibi akıyorsun asi asi içime;
Edirne’de sisli bir sabah!
Şurası Bulgaristan,
Şurası Yunanistan,
el birliği ile yürekleri delinmiş analar
hamile yavrularını kan içinde gören babalar
burunları, dudakları kesinlen çocuklar, yaşlılar
ihtilal akşamının en kanlı Pazar’ı gibi, ertesi gün
hep eksiltip bir dün
o gün biter bitmez, ertesi gün;
hiç gelmeyeceğini bile bile
aynı çiçeklerin arasında
ayaklarıma dolanan kedilerle
ağlıyorum;
cıva gibi, büsbütün.
Şimdi çok uzaklarda olduğunu gözü yaşlı anlatan laleler
düşerken ellerime yaşların misali
hıçkırıklarında boğulduğum bir Cuma vakti
besliyorum hiç kirletilmemiş
yüreğimin o en çok senli sessizliğini.
Sesin ’tın tın’ kulaklarımda,
radyonun hiç bitmez hışırtısı
pencereye tutunmaya çalışan yağmur damlaları
yokluğunun hasretinde kum olmuş z/aman adımları,
hep bir var oluş intibahına özlemli siyahlığında
ellerinle dindirirken bir ülkenin ahını;
nice feryatlara gebe uykusuz gecelerde
yudumluyorum tek tek adın gibi, tekrardan aşkını;
sen varmışsın gibi şu denizin üstünde.
Çok, çok hasretlik edilmeye alıştık doğduğumuzdan beri
bu senin hasretinde son olmayacaktı; belli
ama binlerce müezzin aynı makamda her gün çağırdığı yerde
bu imgeleri yalnızlık olan ülke de
neden aynı özleme özlem katıyorsun
her sen gibi yazılan senelere?
Oy vahama dökülen serap
oy yarama bastığım şarap
uyumayıp da, rüyalarıma bırakamadığım cenap;
gözlerin oldu Kızılırmak akıyor içime
yüreğimde yokluğun Fırat,
doğacak güneşe hasret bir elimde ekmek
doğacak yarınlara sebep sensizlikten bana kalan tat.
Sen, o c/an
sen o k/an iken eski günlerdeki gibi
hani bir Kasım, yıl bin dokuz yüz doksan
geldiğin an iki bin noksan olur y/adımdan.
Gelme!
Öyle tuzunu akıta akıta,
şehrime çiçekleri açtıra açtıra
bir yağmurun ikindi vakti,
inim inim susarken Cennet rüyalarına
Gelme!
Gelip de görme kirli yüzümü, bakma gözlerime;
sesin kulaklarımda hâlâ beş vakit ezan gibi
tanıdık bir yol bulurum aşk için elbet,
sensizlik dahi olsa sonu, biter bu gurbet.
gök yarıldığında,
İsrafil o tatlı notayı ikinci kez çaldığında,
gemiler artık Kevser şarabında dolandığında;
susar z/ar olup bizi ağlatan gamlı hasret.
Şimdi e/bed olmayan andır bu senli y/anış;
gelip de bir de sen b/ağlayıp, sulama günahlarımı
her gün ahlarıma.
.
5.0
90% (9)
4.0
10% (1)