9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1242
Okunma
I.
kalbim ırzını korudum, gidişinin sisine susuyorum şimdilerde.
anlamalıydım…
bir ayrılığı işaret ediyordu dudaklarının depremi, ki kaç faili meçhul duygunun katilidir.
’ ben gidiyorum, rüzgarımı alarak’ diyordun sisli aynama bıraktığın notun
Şimdi yelkenler diziyorum yalnızlığımın gözlerine, buğulanıyor...
dolmuyor yelkenine rüzgar.
çoğu kez saçlarınla dağıtmıştı aynanın yüzündeki yaşlılığın sisleri,
ne yüzler eskitmiş kim bilir.
unutulmuş bir eşya gibiyim eskiyorum,
tavan arasında unutulmuş bir yaşam.
elimde ayrılığın resmi yüzüme bakakalıyorum, bu yüz kimin?
ben ölü bir kukla diyeyim, sen yine sinirlendir beni
‘’ çalılar çiçek açsa bıyıkların gibi olurdu’’ diye
yüzüme bakıyorum, yivlerinde tozlanmış sızılar.
eskitiyorum yüzümü ki kurtulayım kabuğumdan,
unutulmuş bir eşya gibiyim, tahtadan bir şövalye ve süpürgeden bir at
tozlu…
kırık..
eskimiş…
II.
şimdi etrafında oturduğumuz o büyük masa, yalnızlığın boşluğunu taşıyor
serseri bir rüzgar doluyor diline.
konuşmasa büyük aşkların ve savaşların tutanakçısı bir bilge gibi durur renginde
anlatıyor durmadan, elini yarama bastırarak
ilk zaferin şarabını ve dudaklarındaki kızıllığını anlatıyor.
kalbim çok acımıyor aslında, belki çok düşünüyorum ondan
dayıyorum çok gün görmüş yüzüne canımın yüzünü,
elimi yarama bastırıp gidiyor tozlanan her şey.
ah bir sussalar…
sokağa bakıyorum çocuklar kendi halinde bir şarkıda
annemi hatırlıyorum, oda böyle bakardı ardımdan,fethe giderken kiraz bahçelerini
o zaman biz sokak kahramanlarıyız
süpürgeden atımız, tahta kılıcımızla savunuyoruz güzelliği.
ganimeti eşit dağıtıyoruz yarenlerimize, hak yemek yok
en fazlası sevdiğimize küpe yapıyoruz yani kirazdan
bazense bozguna uğruyoruz, kara şövalye bağ bekçileri sürüyor kara atını üstümüze,
bizim atlarımız o zaman beyaz,
kirden ve günahtan utanmadığımız zamanlar o zamanlar.
beklide o yüzden sevmem düdük sesini, kirazımızdan eder çocukluğumuzu
birazda az ağlamalı, çok kanamalı dizler bırakırdı ondan
III.
ağlardım…
’ neren ağrıyorsa düşünme oranı yavrum, ağrını geçer’ derdi annem
geçer mi bu cam kırığı hüznüm, bilmiyorum.
az önce verdim çocukluğumu, zayıf sıska beyaz atlı bir eskiciye
eğer-lenmiş belkiye, kayboldu karasında yolun
düşünceli ağır aksak,
cama dayanarak dinledim şarkımızı
gidenlerin ardından...
gidişinden habersiz aynı tonda söylüyor,
benimse sesim bir yağmur bulutu gibi dolu
yağdı yağacak…
IV
süpürgeden atımı bağladım oyuncak kutuma.
içimde Donkişot hüznü, Rossinante’nin boynu bükük
süpürge at ve kiraz şövalyeleri
Dulcinea ki en büyük aşktır,biline!
bende gizli olanın adı, uzak…
hadi süpürge atım, sür kanımı dört nala
içimde ince bir sızıntı, sıcaklık ve boşluk koşuyor kanım dört nala.
kızıla bürünüyor arınmış suyum.
yükseliyorum...
arnavut kaldırımlı sağlı sollu bahçeler
bir yol kenarı kuyusu çatlamış gözkapaklarım altında gözlerim
çatlamış dudaklarım, kurutulmuş bir akşam sefası
ki bıyıklarım nasılda yeşermişti yağmurunla
kesilen takatimde pencerede uçuşan kuşlara yetişemiyor gözlerim,
yılkıya bırakılmış bir at
dalları kesilmiş bir ağaç gibiyim,
kabuğundan sökülmüş ağacın, bıçak yarası aşk hatıraları
ki nasılda akmıştı ellerin o ağaç altında saçlarıma,
omuz başımda kırlangıçların, keskin bir bıçak gibi kanatmışlardı şah damarımı
sen damarımı…
kulaç atmıştı şehvet tenimde, çoktan geçti dudak izlerin omuz başlarımdan
şimdi unutulmuş bir mezar gibi kemiğine çöküyorlar
V.
kırbaçlattım kalbimi, lime lime ettim.
acımıyor aslında, çok bakıyorum yarama ondan
bağışlasam kalbimi, şarabını damıtırım belki
bir sur gibi taş kesiliyor bacaklarım, kızıl bir toprak gibi uzatıyorum ellerimi
ah ellerim çocuksu ellerim, nasılda severdi tenini
şimdi yemişten kesilmiş asmanın, bağ bozumunu yaşıyorlar.
kuyusunda damıtıyorlar bedenimi, düştüğüm zindanın en mahrem sellerine tanıklar
üşüyorum, şimdi bir sokak lambası altında sana sarılma vaktidir
tamda vaktidir, sonbahar bahanesi öpücüklerin
eylül her şeye kefildir, ki ihanete en yakışan aydır
göbek bağımda durur acısı...
terk edilmişlik okşuyor saçlarımı, aynada bin bir yüz hiç biri benim değil
hiçbir ses o şekilde diyemeyecek merhaba…
üşüyorum, ki sıcaktır kanım bilek damarlarımdaki yangından bilirim
hüzün hakim tüm tenime, şeytan kıran dualara sığınmıyorum
atıldığım kuyuda, çalıntı gök, budanmış dallar ve yağmurum var
yağıyor damarlarım...
süpürgeden atım ve kılıcım yok kınımda, büyüdüm kirlendi dünya
kesildi sesler, artık yok bıyıklarım.
şimdi uçuşurken düşlerim ve geçmişim silinirken kanımda
aklımda tek bir soru var aslında.
bir ömür kaç gidişe sığar?
kubilay yıldız