‘ bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın…’
y. odabaşı
/ve kent suskun yalnızlığına bürünür
ve sokaklar da boyalı yosmalar
ve kir, kan, ter
ve günahkar
geceler
ve seyduna inceden d/okur
alamut kalesinin türküsünü/
sevaplar usulca lekelenir yoldan sapanların ellerinde
kendi ıssızlığına yürür dargın kalabalıklar
bahar kokmaz kimsesiz sokaklar
adımlarını emanet etmez kimse kimseye
rüzgar eser, yine de süpüremez karanlığı bir köşeye
bir
çocuk herşeyden habersiz çığlığını bulaştırır
geceye
avucunda kaybolan göğsünden süt sağar ana, bebeğine
ve kent suskun karanlığına bürünür hevesle
içi ışımayan nice insanların kan
kırmızı gözleri sukunete gömülür
iyimserlikten uzak tebessümlere, umut sıcak tutan bir battaniye gibi sarılır özenle
bir adam kendi çığlığında boğulur sessizce
bir
kadın hüzünlü bir şiir doğurur ezgiyle
özgürlük diler müebbet yiyen bir mahkum
mutluluk diler parıldayan gözleriyle bir genç kız
daha çok odun diler ısınmak için bir sokak çocuğu
çöpten kemik diler bir köpek, ziyafet kıvamında
‘daha temiz insanlar’ diler bir çöpçü
ve sabah olmadan uyuyabilmeyi sıcak yatağında...
a/yaz kar diler,
yağmur bulutu
gece sabahı diler, bıçak ekmeği
ve bir bıçağı yine bir bıçak biler
paslanmış dilleri parlatır sıcak bir
gülüş
çünkü doğrudur; ‘çivi çiviyi söker’
gece dağlanır ürkütücü heybetiyle
yeni hikayeler
doğar, ışığı yanan her evde
ve insanlar
doğar, ve insanlar ölür
zordur
gecenin yükü, zordur karanlığa göz kırpmak
birileri terk eder kenti
gece şahittir,
geceyi terk edemez yolcu
ve
güneş yeniden
doğana dek
ne ayak izleri silinir, ne kalplerin sancısı diner
ne de
gecenin hüznü….
-kirli soluklarla temiz nefesler birleşir, davetsiz hayatlara doğru-
fulya/ocak2011