3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1191
Okunma

piraye’ye
yeşil manolya yaprakları arasında
gelin çiçekleri bembeyaz
ne bir kirlilik ne de sömürü izi
rüzgar dansediyor dalların arasında
mendereslenerek dönüyor ırmak
kokuyor kokuyor kokuyor manolya
yok olmanın yazgısal sonu
yoksulluğun ve ömrün
bir yol kenarında otlara bürünmüş
suskunluğu martıların
çığlıklarımın sonu nerede
hani yeni çağlar başlayacaktı
sezar’ın sunduğu yeşilde.
doğuşu evrende bir yıldızın
bir pınarın kayalara vuruşu kendini
hızlı hızlı acelesi var gibi
bütün gece akan
duygular çakışıncaya kadar
minik dalgalar üstünde
bütün gün kirliliğin üstüne
parlayancaya kadar kanatları
çeliğin içine işleyene kadar
gemiler ilerliyor gökyüzünün kanatlarında
yağmalanıyor boğaziçi’nin dokusu
yoksul balıkçı teknesi byzas
evini kendi üzerine kuran
martıların gagaladığı istanbul bu
gecekonduların hep birden türkü söylediği
dağların yankılarının uzantısı
körfezlerin boğazlara sindiği
güneş ve mavi saatler
deniz feneri önünde
aynayı parlatıyor sütunların saydamlığı
yazın tatlı sıcaklığı taşaklarımda..
her kaldırım taşının kenarından
ayrık otlarının ve çiçeklerin fışkırdığı
eski kentler yok artık
beton parçaladığından beri dokuları
ben her bahar çilleniyor ve kuruyorum
renkleri giyinmem olanaksız
bırakmıyorlar gözbebeklerinde uçayım
üstlerinden düşlerin kol gezdiği
tepelerine alevlerle tırmanıp
ormanının sularımla açayım
ben artık aramaktan
ve bulmaktan yoruldum her şeyi
bıktım beton kentlerden
beton sevgili taslaklarından
bırak ormanının gölgesine kaçayım.
sıfırikionüçbindokuzyüzdoksanyedi