3
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
102
Okunma
Özledim elim seni…
Bir el değilsin aslında,
bir harita değil,
bir masal değil…
Sen,
Kars’ın buğusu,
Ardahan’ın ayazı,
Iğdır’ın güneşi,
Çıldır’ın sessizliği kadar
gerçek bir elsin.
Dağını özledim önce.
Bir dağ ki,
çocukluğumun omzunu taşıyan
koca bir baba gibiydi.
Taşını özledim,
soğukluğunda bile
sıcaklık saklayan o suskun yüzünü.
Yaylanı özledim…
Çimenini,
üzerine vurunca ses veren
o canlı, o diri nefesini.
Çayırını özledim;
ekin kokusuna karışan
rüzgârın türküsünü…
Irgatını özledim,
eli nasırlı, kalbi pamuk gibi adamları.
Dağda hayvan güttüğüm günleri,
kaval sesine karışan o ince sızıyı…
Biçtiğim ekini özledim,
gün batarken terime sinen toprağın duâsını.
Sahandaki tereyağını özledim,
dumanı üzerime
bir iyi haber gibi çökerdi.
Balını özledim,
arıların bile helâl çalışkanlığını öğrettiği o tatlıyı.
Ekmeğini özledim,
sofraya konunca yoksulluğu bile
nimete çeviren hâlini.
Elim…
Taşına oturup efkarlandığım
o uzun sessizlikleri özledim.
Patika yollarını özledim,
çizilmiş kader gibi
beni bir yere götüren o ince izlerini.
Çocukluğumu özledim sonra;
küçücük ama bana koca gelen
mahalle aralarını,
bir taşın ardına saklanınca
dünyanın beni bulamayacağına inandığım günleri.
Duvarını özledim,
taşını özledim,
insanlığını özledim.
Köy kahvesinde dökülen kelimelerin
temizliğini,
yürekten kopup gelen o hoş muhabbeti özledim.
Ve şimdi…
Elim,
sen yokken anladım;
insan bazen bir yerin
yalnızca toprağını değil,
kendini de özlüyormuş.
Özledim elim seni.
Dağını, taşını,
ekmeğini, aşını,
çocukluğumu, yaramı,
içimde saklı ne varsa…
Hepsini birden.
5.0
100% (6)