0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
55
Okunma

O, bir tat değil, bir anı. Bir rengin, bir kokunun, bir emeğin damıtılmış özü. Başlangıçta, yazın en parlak günleri, yanakları çatlayana kadar olgunlaşmış domateslerin ve kapya biberlerin tarladaki arsız cömertliği var. Güneşin tüm sıcaklığı, toprağın tüm mineralleri, o etli kabukların altına hapsolmuş.
Sonra, o ritmik eziyet başlıyor. Kaynama kazanlarının başında saatler süren bekleyiş, buharın göz yakıcı sıcaklığı. Bir sabır ritüeli, büyükannelerin elinden çıkan sihirli bir dönüşüm. Kıpkırmızı, canlı ve coşkun olan, yavaş yavaş kararıyor, derinleşiyor. Kıvamı koyulaştıkça, ruhu da yoğunlaşıyor. Artık o sadece bir ezme değil; o, güneşin kışa saklanmış gücü.
Kokusu... Ah, o keskin, tatlı ve hafif ekşi koku. Bir mutfağa yayıldığında, o evde bir şenlik olduğunu, bir yemeğin sadece doyurmak için değil, yaşatmak için piştiğini anlarsın. Her kaşıkta, bir yaz gününün tüm o telaşını, bereketini ve sıcaklığını taşıyor.
O, tencerenin dibine konulan ilk yağın üzerinde usulca kavrulurken, yemeğe sadece renk değil, derin bir karakter verir. Bir anne fısıltısı gibi, her yemeği daha tanıdık, daha yuva kokulu yapar. Salça, sıradan bir domatesin ölümsüzleşme biçimidir.
Hüseyin TURHAL