2
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
183
Okunma

Ey tahtın gölgesinde vaaz eden sahte derviş,
Sözünde zikir yok, dilinde yalnızca iki yüzlülük,
Bir elde tesbih sallarsın, diğerinde ihanet,
Hak diye ağlarsın, ama saraydan dilersin minnet...
Minberden değil, köşkten iner hükmün,
Kulağında mazlumun duası yok,
Sarayın altın kubbesinde yankılanır her sözün...
Gözünde nur yerine ihtirasın parıltısı,
Yüreğinde iman değil, menfaatin taksimi.
Mazlum açken tok yatar,
Zalimin sofrasında nemalanır garibe konuşursun...
Tarih sana aynadır ey riyakâr,
Firavun hâlâ yaşar, Nemrut hâlâ bağırır,
Samiri yine altın buzağıyı cilalar,
Ve sen onun tezgâhında bekçi olursun.
Sonra dersin, “Biz olmasak halk yol bulmazdı.”
Oysa Kur’an haykırır:
“Biz sizi saptırmadık, siz zaten sapmıştınız.”
Zulme alkış tutan minare gölgeleri,
Yalancı hancılar, sahte sufiler,
Hepsi aynı kuyuda çırpınır,
Aynı ateşte odun olur...
Ey hakikat yolcusu!
Din bezirganının izini sürme,
Onun izi kanlı kararlarda, karanlık sofralarda gizlidir.
Nur arıyorsan, arama softalarda değil,
Kendi yanan vicdanında durur...
Bil ki Allah’ın kelamı eğilmez kimseye,
Ne sultana, ne de sahte şeyhe.
İlmi pazara sürenin duası yoktur,
Cehennemin çırası, işte onlardır...
Erol Kekeç/11.07.2023/Sancaktepe/İST
5.0
100% (2)