1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
127
Okunma
Surlara yaslanmış bir akşamüstüydü,
gökyüzü bakır rengi,
deniz ağır ve sessizdi.
Sen yanımdaydın,
ama aramızda koca bir tarih vardı;
suskun, görkemli, dokunulmaz.
Tahtakale’den geçtik,
baharatların kokusu doldu içimize,
ama içimdeki tek tat sendin.
Sözlerinse,
soğuyan bir kahve kadar çabuk bitti.
Bir cami avlusunda oturduk sonra,
çınarların altında.
Gölgeleri uzun, kökleri derindi,
bizim hayallerimiz kadar.
Ama kökleri olan şeyler yaşar;
bizimki, rüzgârda savrulan ince bir yapraktı.
Gece indiğinde,
Kız Kulesi uzaktan yanıp söndü.
Sen gözlerini çevirdin başka tarafa,
ben içimden bağırdım:
“Sev, ne olur sev!”
Ama sesim boğuldu Boğaz’ın sularında.
Şimdi sabahları Eminönü’nde martılarla uyanıyor şehir,
ben ise hâlâ o akşamüstünde kaldım:
surların dibinde,
gidişine şahitlik eden taşların arasında.
Ve anladım…
Bazı aşklar,
deniz gibi görünür uzaktan,
ama yaklaştığında sadece bir uçurumdur.
Atlayamazsın,
geri de dönemezsin.
Sen beni orada bıraktın;
iki yakası hiç birleşmeyen bir şehrin tam ortasında.
5.0
100% (2)