0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
91
Okunma

(Yaşar Kemal’e Saygıyla)
Kuş yok, ses yok, gölge bile yok.
Bir taşın yanına oturuyorsun,
taş seni tanımıyor.
Toprak da suskun.
Bir yel geçiyor saçlarından —
anlamıyor seni.
Güneşi doğuran o sabahlardan
ne iz kalmış, ne umut.
Dönüp bakıyorsun ardına,
yol yok.
Yol olsan, yürüyen yok.
Bir ağacın gövdesine adını yazsan
yüz yıl sonra bile
kimse okumaz seni.
Diyorsun ki kendi kendine:
“Ben var mıyım?”
Sesin yankı olur,
ama cevap yok.
Sadece dağ,
sadece taş,
sadece unutulmuş bir ses gibi
kendine dönüyorsun.
Yalnızlık,
bir taş gibi ağır,
bir rüzgâr gibi sessiz,
bir gece gibi uzun.
İnsan ki bazen
bir çobanın bakışı kadar sıcak arar bir şeyi.
Bazen bir kekliğin ötüşü,
bazen bir gölgedir özlediği.
Ama dağda gölge bile yok.
Güneş kavuruyor omzunu,
ve yüreğini.
Keklik ötmez.
Rüzgâr gül taşımaz.
Hiçbir ses gelmez ovadan.
Çünkü orada da kimse kalmamış.
Ne çoban,
ne türkü,
ne de seni anlayacak bir çift göz.
Geceleri yıldızları sayarsın,
bir dost gibi.
Sabah olunca unuturlar seni.
Yalnızsın.
Biri omzuna dokunsa ağlayacaksın,
ama kimse yok.
Bir çığlık atsan
geri dönmez sesi.
Ve o anda anlarsın:
Yalnızlık,
insanın içini oyan
kökü sökülmüş bir ağacın
çamura batmış çığlığıdır.
Gözlerini kaparsın,
bir kuş sesi hayal edersin.
Ama kanat sesi yok.
Hiç olmamış gibi…
Çın çın ötüyor yüreğinin kökünde
şu dünyanın ıssızlığı.
Ve yine diyorsun içinden,
en sessiz, en yorgun halinle:
"Tanrı kimsenin başına vermesin
böyle bir yalnızlığı."
5.0
100% (2)