4
Yorum
17
Beğeni
5,0
Puan
225
Okunma

Issız çölün ortasındayım, savrulmuş kumlar rüzgâra,
Ay gizlenmiş karanlığa, yıldız düşmüş mezâra.
Ne bir ses var, ne bir nefes, ne bir yoldaş bu seferde,
Yalnızlığın kaleminden dökülür yazılar kedere.
Ufkun ardı sisle dolu, yollar kaybolur birden,
Gönlüm, susuz bir nehirden akmaz artık derinden.
Her adımda yankılanır, sessiz çölün nidâsı,
Görünmez bir el dokunur, kalbimin en derin yarasına.
Beyabânın ortasında bir gölge gibi sürüklenir,
Hatıralar kumlar üstüne düşer, sonra tükenir.
Bir vakitler bir gül açar, ardından diken savurur,
Her güzellik solduğunda, kalbim yeni bir yara doğurur.
Bir serap belirir uzak, altın ışıkla parlar,
Yaklaşınca anlar insan, aslında hile saklar.
Tıpkı dostun tebessümü, ardında gizli hançer,
Tıpkı ömrün vefasızlıkla insana ettiği keder.
Ey çöl! Ey susuz gönlüm, ey zamandan kopmuş an,
Her izim sende kaybolur, her nefesim bir ferman.
Beyabânı aşar mıyım, yoksa onda kalır mıyım?
Her kum tanesi bir mezar; ben de birine yazılır mıyım?
Yürürken gölgesizliğe düşer önümde ihtiyar,
Bir zamanlar ümit taşken, şimdi taşta bile yorgunluk var.
Çölün dili sessizliktir, taşın dili suskunluk,
Gönlümün derinliklerinde büyür kimsesizlik, korkuluk.
Ve birden bir rüzgâr eser, kumlar örter izlerimi,
Sanki dünya silmek ister bunca solgun gözlerimi.
Ben, beyabân ortasında bir avare yolcuyum;
Ne sonumu bilen vardır, ne de var bir bulduğum.
5.0
100% (9)