0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
99
Okunma
Tanrıyı var ettiler,
Otoritelerini gökyüzüyle mühürlemek için.
Görünmeyeni gösterdiler,
Kendilerini görünmez güçlerin gölgesinde yücelttiler.
“Bu kutsaldır” dediler,
Ama kutsallık sadece onların sesiyle yankılandı.
Dillerine gökleri doladılar,
Yeryüzünü kontrol etmek için…
Cennet ve Cehennem çizdiler kalabalıklara,
Altınla örülmüş hayaller ve ateşle çevrilmiş korkular…
Cennet; itaatin pazarı oldu,
Cehennem; itirazın çukuru.
Ve halk, kalbiyle değil korkusuyla secde etti.
Düşünmedi,
Sorgulamadı.
Çünkü sorgulayan,
Cenneti kaybederdi.
Kurallar yazıldı,
Ancak kimin için?
Güçlünün işine geldiği gibi şekillendi her satır.
Yoksulun duası susturuldu,
Adalet sadece güçlüye okundu.
Fıtratına yenik düşmüştü toplum,
Ama düşen onlar değildi sadece —
İnsanlığın sesi de çürüyordu içten içe.
İnsan doğası,
Bir aynadır Tanrı’nın izine,
Ama o ayna toprakla sıvanmıştı.
Sorgulamak,
Bir zamanlar en doğal eylemken,
Artık bir suçun ilk adımıydı.
Ve insanlar düşünmeyi bıraktığında,
Düşünceler birilerinin silahı olmuştu.
Sorular yükseldi içimizden:
“Tanrı neden bire hizmet isterken, birliğe suskun?”
“Neden hep bir elçi etrafında toplanmamızı diler?”
“Neden iman, teslimiyet değil de fetihle sonuçlanır?”
Eğer Tanrı sonsuzsa,
Neden hep tek bir yolu gösterir?
Eğer aşkınsa,
Neden hep bir aracıya ihtiyaç duyar?
Eğer adilse,
Neden sessiz kalır zulme karşı adına yapılan?
Belki de Tanrı vardı,
Ama insanlar onu susturmuştu.
Belki de din,
İnançtan değil, ihtiyaçtan doğmuştu.
İhtiyaç; yönetmeye,
İtaat ettirmeye,
Korkuyla şekillendirmeye…
Ama artık bir çağ başlıyor,
Sorgunun çağı.
Korkuların değil,
Gerçeğin konuşacağı.
İnancın susturulmadığı,
Ama inanç adına susturulmadığımız bir çağ…
Ve o çağda,
Tanrı sessiz olmayacak.
Çünkü biz artık
Gerçeği arayanları değil,
Gerçeği doğuranlarız.