1
Yorum
18
Beğeni
0,0
Puan
391
Okunma

sırtım mıydı/omuzlarından eserken yel, kanatlarında kapılarının yüzüme çarpan.. yolda mıyım...yolun kaldırım tutan hangi tarafında.. geliyor muydum bir yerden ve gidecekmiydim nereye ve sen, beklediğim en kalabalık yolculukken..
(...)
dedim ya
öz-lü-yo-rum
ötesiz ve berisiz
artsız/astarsız
sınırsız.
yersiz ve yurtsuz
halılar gibi
asılı kalırken
havada zamAN
kapatır gibi yapıp
gözlerimi
parmak aralarımdan
sana b-akıyorum
teninle/tenimde
bilediğim
keskin bir jilet/sin
şimdi
YARalanmadan kurtulamam,
sen kurtulmam için
yaralarken beni..
bana b-ak
ve sadece bana
ne yaptığına bak.
hala döküyorsun,
her yerime kendini.
her şey eksik,
içim ıslak ve derin
üzerime siniyor bir şeyler
söylesene
götürdüğün neydi?
sen TEK olansan,
ben neden bu kadar
yalnızım?
kapım
yüreğimden
üç basamak sonrası
aklım/ellerim/yüzüm
ve ayna
vaha diyalektiğinde
çölden söz ediyoruz
biz seninle
kimse konuşmadı bu dili
kayıp bir ruhun dili olmalı
aynı harfler
ve aynı seslerle
başka anlamlara
çekilmeden
ve başkalaşmadan
kendi içinde
İÇİN/gibi ıslak.
uzandın
kıvrılıp ve kapatarak
gözlerini
soğuk değil mi?
solgun evet
tenine değmemiş
bütün çiçekler
kokun yayılıyor
ciğerlerime
bir yağmur sonrası
ölüm bir başka gerçek
en az yokluğun kadar..
biliyorum.
dil ucuna kadar gelip,
yutkunuyordun
mavi asitli bir şekeri
yuttuğunda
düşlerin ve dişlerin
arasına
sıkışacağına bakmadan.
sana öğrettiğim
hiçbir şeyi
unutmamalısın
denizin tuzunu/
kokusunu ve iyotunu ki
sonrası derin.
neden göremem?
sende olmayanı.
defterlerin
şekilsizliğinde
kalır
sayfaların kırılganlığı
üşüdü avuçlarımdaki
av mevsimleri.
bir kış daha şimdi
evet.
ve kapı eşiğimizde
ten/beyaz,
dolanıyorum,
sarıyorum dışımdan
içimedoğru
sarma/şık..
ödeşemiyorum
kendimle bile
elma suyu koy
yarısına kadar bardağın
ve vodka
devrilsin gövdem
sana doğru
son-RA
gözlerinin elasını
sok ceplerime..
avuç içlerim neden terli?
sıkıca tutuyorsun değil mi?
düşmemek için
belki de
gitmek icat edilmemiş
sanki hiç
doğru ve düzgün
kaçıramıyorsun
kapatıyorsun
yarı açıkomuzlarını
ve sonra saklanıyorsun
avuçlarına ki ben,
buğulu camlara
çiziyorum seni
ters ve yüz..
belirgin bir iz gibi
ve itiraz gibi aslı/astarsız
boşluğu gibi çivinin
ve ilerlemek gibi
akışkan bir sıvının içinde
kalabalıklar içinde
flu bir leke kadar
duruyorum bazen
görkemli tarihini
izler gibi
insan oğlunun.
hepsi bu mu
ve her şey
bu kadar mı diye
ki sen,
ardına bakıyorsun
kimi arıyorsun
avuç içlerindeki izlerden.
kendinde olmayanı
anlamak ister gibisin
dağa/taşa/suya
bana değil
sana asla..
ışıklarını takip et
tünelin,
sonunu bulmak
istercesine
gövdeler bul
yaprak yaprak
aşk kokan
ve yasla nefesini/soluğunu
cazip geliyormuş gibi
sanki sevişmek..
boşluklarına otur
merdivenlerin
sendromlar dağıtsın
saçlarını
kan toplarken çanakları
gözlerinin ki
sen elma dersen,
inanacağım dudaklarına...
sahi,
boğulmak ne demek?
boşluk,
nasıl tarif eder kendini?
doğuştan bir köre
kırmızı rengi anlatır gibi
imgeler üflüyor dudaklarım.
üşüyordum evet
ateşi bulmaya
denk geliyordu her şey
o zamanlarda
sırtını tırnakladığım
o omuz
onca ağırlığı taşıyamayacaktı
artık
mor bir gece
şiire bulaşmıştı/Atlas
yüreğimdeki
bitimsiz mevsimleri
bu yüzden biliyorum
ve terliyorum
uyu şimdi...
(...)