0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
103
Okunma
Bir sahil kasabasında,
Büyük bir aşkın yankısı düşer dalgalara...
"Nerede o eski sevgiler?" derken
İki güzel insan tanıdım,
İki güzel yürek —
Aynı toprakta doğmuş, aynı sokakta büyümüş
Ve aynı okulda, yan yana mezun olmuşlardı.
Salih ile Meryem…
Adeta dillerde bir destan gibi,
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin misali
Bir kez daha yazılıyordu aşkın tarihi.
Senaristler yolları aşardı sırf görmek için
Bu saf sevgiyi, bu masum gülüşleri.
Ama her hikâyenin bir gölgesi olur…
Ve bu hikâyede de vardı hüzünle örülü satırlar.
Salih, küçük yaşta yitirmişti ailesini,
Bir trafik kazasında —
Annesi, babası yoktu,
Ama dedesiyle ninesiyle huzurluydu yuvası.
Meryem ise yedi kardeşten biriydi,
Güzelliğiyle su gibi
Okuduğu romanlarda kaybolur,
Kendini bir kahraman sanırdı gizliden gizliye.
Ama kimselere söylemezdi,
İçindeki o uzak diyar hasretini.
Salih’in hayata tutunuşuydu Meryem,
Meryem ise onsuz eksik hissederdi kendini.
Nereye gitse, gölgesi gibi peşinden…
İnsanların imrenerek baktığı
Benzersiz bir aşktı bu…
Zaman geçti, ayrılık vakti yaklaştı.
Asker yolu gözükünce
Meryem’in yüreğine çöktü sessizlik:
"Beni habersiz bırakma Salih,
Her gün ara… unutma!"
Salih gülümsedi:
"Sen benim nefesim,
Kimsesizliğimi unutturan yüreğimsin."
Bir gün, mezarlığa götürdü Meryem’i.
Kapının önünde durunca,
"Niye geldik buraya?" dedi.
Salih, mezarın başında dua etti sessizce:
"Bak anne, bak baba…
Size kalbimin diğer yarısını getirdim."
Gözleri doldu Meryem’in,
Salih’in sessiz acısı,
Sinesinde derin bir yara gibi yankılandı.
"Yarın gidiyorum," dedi Salih,
"Sizi ilk kez yalnız bırakacağım burada…
Ama bir gün elbet kavuşuruz."
Sarılıp ağladılar,
İki göz, iki çeşme…
"Sus," dedi Meryem,
"Sen ağlama…
Bu can bu bedenden çıkmadıkça
Senin için yaşayacak."
Ertesi sabah, terminal kalabalıktı.
Salih’in elleri titriyordu vedada.
Anneannesi, boynuna sarıldı:
"Bahtsız yavrum… kınalı kuzum…"
O an herkes ağladı.
Otobüs hareket etti.
Salih, yavaş yavaş sahip olduğu her şeyden
Uzaklaşıyordu artık…
Birliğe varır varmaz aradı Meryem’i:
"Sensiz nasıl geçer buralar bilemem,
Alışmaya çalışıyorum
Sensizlikle dolu o dipsiz kuyulara…"
Ama zamanla, mektuplar cevapsız kaldı.
Telefonlar sustu…
Ve bir gün öğrendi:
Meryem, ailesinin baskısıyla nişanlanmıştı.
Günler geçti.
Teskere yaklaştı.
Son çarşı izninde bir yüzük aldı Salih,
Ama içinde bir burukluk vardı,
Bir uğultu gibi…
Tezkeresini alır almaz
Koşarak döndü kasabaya.
Sokağın başındaki kafede
Gördü onları…
Meryem, başkasının yanındaydı.
O an bir kâğıt aldı eline,
Ve yazdı:
"İnsana en büyük acıyı
En sevdikleri yaşatırmış…
Önce ailem,
Sonra sen…
Ama artık yok gücüm
Bu acıyı taşımaya.
Ben doğarken ağlamışım,
Yaşarken ölmüşüm…
Çokmu...
Erkan ŞEREMET