0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
204
Okunma
„GENCO ERKAL HER ZAMAN HAK ARAYANLARIN ARKASINDA DURDU; Bizim kuşakların toplumsal gelişmelerinin içinde yaşayanlardan, Genco Erkal’ı ya bir tiyatro sahnesinden ya da toplumsal etkinliklerin içinden tanımamış, sesi, sanatının gücünün tadını almamış insanlar azınlıktadır... Sağlık sorunları nedeniyle zorunlu uzaklaşma yıllarının içinden genç kuşakların, bir biçimde çok kolay ulaşabildikleri teknolojiyi kullanarak meraklanıp paylaşamadıkları üretimlerinden yararlanıp, kendi toplumsal kimliklerine de yarattığı değerlerden değer katacaklarına inanmak istiyorum.
*
Kirli çıkar ittifaklarının, sanatçıları, yaratıcıları, öne alan düşmanlığı elbette boşuna değil. Görünmeyen elleri, kirli güç kayaklarıyla en çok onları susturmak üzere savaşıp durmaktalar. Güzele, insana, yaratana, üretene, haklar için savaşım vermekten vazgeçmeyenlere insanlık tarihi boyunca, elbette ülkemizde de çok düşmanlık yapıldı, yapılacak. Düzenin acımasızlığı, kirliliği ile doğru orantılı olarak sanatçının sesinin kitlelere ulaşmaması için elden gelen kirli oyunlar oynanacak... Ancak ne yaparlarsa yapsınlar Genco Erkal gibi sanatçılar, en ağır sağlık sorunları ile boğuşurlarken bile sahneyi son nefeslerine kadar hiç terk etmeyecekler. Bizimle vedalaştığı son seslenişinde bile, bize insan gibi durmayı öğretiyor. Uğurlar ola...“ (3 Ağustos 2024 günü Sayın Yazar Şükran Soner’in Cumhuriyet Gazetesi’nde 31 Temmuz 2024 günü 86 yaşında aramızdan ayrılan Usta Sanatçı Genco Erkal için yazdığı köşe Yazısının baş ve sonundan alıntıdır. Yazının tamamını okumanızı öneririm.)
KAYIK
Ne yürünür,
ne sırtın-geri dönülür
oturulur yalnızca,
kayıkta.
Gittiğin yerdir deniz,
ittiğin yerdir deniz;
İki tahta kürek
seni-beni itip-çekecek...
Güzel ama birader,
rahat bir koltuk oturduğum yer,
burası Tiyatro bre!
Kayık nere, deniz nere?
“Dur hele!” der
sözümü keser;
“İlkin başlangıç zili çalsın,
sonra alalım demir,
sende halatı,
-yani bağını-
karadan bir kopar-çöz,
yola koyulalım, anlatacağım söz!”
Balığı, karayı, sığ dipteki kayaları,
hırçın deniz rüzgarlarını,
karanlığı yaran deniz fenerini,
tersden esen yeli,
arkandan iten
yada karşıt gelen akıntıyı ben
Genco denen,
bu balıkçının
küreğinde anladım.()
SAHNE
Yüzün karaya dönük olsada
-ki sahne karadır burada-
geriye doğru
aldığın yoldur rotan
ve hedefin olan
kayığının burun doğrultusu.
Denizin üstü ve dibi
-yönü bilinmeyen bir gelecek gibi-
sonuz ıssızlık,
hem aydınlık, hem de karanlık
burada dostundur artık.
Günün gözleri vardır,
karanlığın keskinliği ise denizin dibine kadardır.
Su gibi görmelisin sen bu yolculuğu;
Deniz durgun oldumu
kürekler hem seni çeker,
hemde sana yön verir.
Burada
Kayıkçı, kürek ve kayık senin efendindir,
ama asla
ve hiçbir zaman kölen değil!
“Neden?”
“Sen, kürekler, kayık
ve ben
bu engin denizde
hiçbirimiz karadaki yaşama bağlı değilizdir artık.
Hani “Sıkı bas ayağını yere!”,
yada “Gideceğin yönü iyi hesapla!”,
yok efendim “Aldanıp tongaya basma!”
gibi şeyleri bilemezsiniz,
-Farkettinizmi bilmem-
usta bir dil-çabukluğuyla “sen ve ben” den
“Siz”e geçiverdi hemen;
Sana, balığa
ve yolculuk yaptığın kayığa
yalnızca aracıdır deniz.
Hedefiniz yolculukda sizi yönler;
Yokuş aşşağı,
bayır yukarı,
tümsek-çukur gibi yoktur engeller.
Teoride özdeştiğiniz fikir
karada karşıt gibidir
kayıkta ise hepsi denizdir.”
KAYIKÇI
Deniz üstü kayık,
aslında kayık değil, çekilen bendim artık.
Küreklerdeki elleri öyle usta idi ki;
Ne geçen zamanı, ne Liman terkedilen
ne denizi, nede sonsuz engini,
unutum o kürekleri çekerken.
Denizin şapala-şap fısıldarı,
rüzgarın yönü,
zamanın sağı-solu
arkası önü
havadaki ıslık çalan uğultu,
onun kamçılı sesi,
nefesi gibi
hırçın bir rüzgar oldu kulağımda.
O ses,
o derin nefes,
o gırtlaktan sökülerek çıkan,
o güneş ışınlarıyla tenimi yakan
ona özgü dalgalar
güverteme çarpar,
bulutsuz bir gökte fırtına kopar.
Burada
karada havasızlıktan boğulan balık telaşıyla
çırpınacaksın,
yada ayırt edeceksin kayığın gövdesini
kendinden,
seveceksin kürekleri
seni çeken.
Örneğin,
“Dün bu yolda bir yılan gibi
yatan dal parçası bu değilmiydi” yi
anımsayarak;
Gittiğin -yani seyr’ettiğin-
yola iyice bakacaksın,
"yılan" ile "dal" bağını hatırlayarak
bir at gibi koltuğundan sıçrayacaksın.
BALIK;
“Benim beynim küçük.” demiyeceksin;
Yaşam mücadesi denen
dört duvar arası karada yaşayan,
alışkanlıklarına bağımlı insan,
senden farklıdır
ve o daima haklıdır.
Çünki affı olmayan özür;
“O kendini hep üstün görür.”
Hani mini-minicik beyni olan,
deniz denen sonsuzlukta dirençsiz yaşayan
balık senden çokça hürdür,
gezer-tozar dilediği gibi gümbür-gümbür
denizin engininde,
özgürdür.
-Değildir senin gibi azıcık-
Senin kol-el-avuç-parmak-tırnak dediğine
onun ihtiyacı da yoktur artık.
Niçin kendini savunsun,
yada hasmına vursun?
O ne alır nede satar,
birikim denen şeyden de anlamaz;
Sömürü, övünme, kâr
Diye bir şeyi de bilmez ve kullanmaz.
Malı, mülkü, para ve itibarı
ne yapsın?
Ver yansın
vucuduyla feth eder deryayı.
Bir usta kitap gibi anlayarak
bir sevda şarkısı gibi duyup
bir çocuk gibi şaşarak,
güzel şey zannımca balık olmak;
Balık gibi utangaç,
balık gibi ürkek,
balık gibi
kendine özgü cessur cesaretini kendine vererek,
sadece deyayı görerek.
onun içinde
-için değil, içinde-
mesafe duygusu olmaksızın,
salıverir kendini ansızın.
Bir sabun gibi
avucunda kayıp yol alarak,
denizi yalayıp-yararak;
”Cup!” denen
bir sıçrayışla
kopup-uzaklaşıverirsin kendinden,
“Tiyatro” denen bu yerden.
FIRTINA
Fakat;
İçgüdü ile yol alarak
mantıksız-pusulasız
rotasız, haritasız
istediği koyu, limanı bulur, sığınır.
ve
akıl almaz bir şeyi orada bekler.
Hayır!
Asla değildir arzusu fırtınanın geçmesi,
aksine
başlaması, patlaması, dahada hırçınlaşması
anlaşılmayacak derecede çoğalması;
Bitmeyen,
öncesi düşünülmüş,
ardı-arkası kesilmeyen kelimelerle örülmüş,
kıvamı kavram seviyesinde esen rüzgar gibidir
kelimeler onun oyununda.
Onu destekleyen ışık, dekor, muzik koyunda,
bu deryanın dibi sahne,
üstü fırtınadır aslında.
Bu denizde;
Kâh itilir,
kâh çekilir,
-yine bir kelime ikilemesi-
katlanılır diyeyim bizde “çekmek” yerine,
nereden eseceği rüzgarın
nede üstten bastıracak dalganın
sezintisi bellidir.”
Denir.
Sinen yada süpürülen,
dıştan gelen
sahnedeki
dalgalar şamarlar seni,
yoktur artık rahat
ve içinde biriken baskı
ha patladı
ha patlayacak!
Sıkışmış kalmışındır kayık denen koltukta,
yoktur yer kaçacak.
Bu dalga, bu dalga-dalga fırtına,
bu huzursuz dingi
seni kah yukarı çıkarır, kah dibe vurur
balığın sevdiği
denizin dibi de budur
MEKAN
Onun gözünde
yoktur geri,
yön ileri, hep ileri;
Sağsız-solsuz
dipsiz-sonsuz
içi-dışı üstsüz bir derya
dır Tiyatro onun anlayışında.
İçe atılan,
gömülü, yaşanmamış ve yaşanamayan
ama arzulanan bu gizli hırsı
nereden bileceksiniz?
Ne deniz ne balıkçı
nede kayıkçı olmadınızki siz!
O dim-dik bir inmedir,
dışa doğru dolup-taşan bir iğmedir;
Bir şıçramayla duygu olur patlar,
içten-dışa çıkar,
yarar kabını anında
gerilimi kıvılcım olur
edimi salonu doldurur.
İstesende durgun kalamazsınız,
sakin olamazsınız;
Onun gibi kıvrak, onunla kaynaşarak
olmuşunuzdur kaygan bir balık
Bu engine ona yetişmek, onu yakalamak
zordur artık.
Bu mekanda ne bir mesafede vardır,
-ki o sana yakın adeta yapışkandır-
ki sen onun dışında
sanki denizde bir yaratık
bir balık olmuşsundur artık.
Fakat
Gün-gece dakika
ve hatta
saniyeler yada saat
yok olduğundan,
kıymetsizdir burda zaman.
ZAMAN;
Ne güneş, ne ay, nede yıldızlar
yoktur balık için bu karanlıkta.
Gözleriyle daha iyi
görebilmek için denizin dibini
dalar;
Dip gecedir,
üstte çıkar güneş aydınlıktır orada.
İstediğince
geceyi gündüz yapar
gündüzü gece,
kedi gözlü balıklar.
Senin göz yuvarların
burada iki yana bakar
-değildir artık karadaki gibi ortadan ayrı-
herbiriyle görürsün başka bir yeri
yani gözlerinin gördüğü;
Burun hizasında üç-boyut-derinlikli
tek düze bir şey değildir,
dördüncü boyut olan zamanıda içine alır,
“çok yanlı, yep-yeni bir çeşit” şekil olarak kalır.
Artık senin
“Görüyorum!” dediğin
yani algıladığın,
bam-başka bir şeydir.
Göz kürenin içine baş aşşağı yansıyan;
hem üst, hem alt, hemde iki yanda
“kavrama” olarak görme anlamıyla
beyninde simetrisini izlediğin,
hatıranda haznelediğin
vede geçek sandığın
“Bilinç kavramı” burada kalkar.
Yerine algıladığın;
yassı, zamanı hızlı, kaygan ve erişelemeyen
dört boyutlu başka bir “ben” gelir.
Bu beynine beliren,
sonsuz olan şeyin adına da
deya denir.
-gel de balık olma!-
KARA
Sen yüzersin kayıkla
ulaşırsın karaya,
mutlu olduğunu sanırsın,
ama yanılırsın!
O kara dediğin yer ve zemin
kayboluşundur senin.
Hem bacak kaslarını zorlayıp yorulacaksın,
hemde yol alacaksın,
kazancın ise; Her yanın çelme,
çekememezlik, yalan ve fitne!
Kanunlar tutsak yapar,
-onları kendi ellerinle yaptığın halde-
engeller seni;
Sana barikat kurmuştur insanlar,
her yönün zora köstek,
hava sanıyormusun ki
denizdeki gibi
dirençsiz gelecek?
Sıka-boğa bağımlı kılarak,
nefes bile aldıarmaz sana o dipsiz kursak.
Karada zaman tersin-geri çalışır,
ilerlediğini sanarsın,
oysa o seni sona yaklaştırır
“ilerleyen yada önünde duran”
Sadece seni kullanandır.
Emeğini çalan,
yada alın erini sağan
insanlar vardır karada,
başarın takdir göreceğine
yerilir,
hakkın iç edilir
ve hatta sana “enayinin biri” bile derler,
bazen seni kendi içine hapsederler.
İçin öyle dar ve karanık olur ki;
Hayal etmek,
uçmak, kanat açıp kurtulmaktır tepki,
olmak istersin tüğ kanatlı bir kelebek,
arzularsın konmaya,
doyasıya koklamaya
rengarek, çiçek-çiçek...
Hayır!
Dışarının zalim kuralları vardır;
Kendi salyanla ördüğün koza gibi,
seni bağlıyan, sıkıştıran, boğan
kabuğunu delme, kırma, dışına çıkma özlemi,
kurtulma ve hür bir yaşama varış...
Kaynar suda biter bu yarış,
Lifinden ipek olur,
özlemin,
o güzelliğin
rüyada da olsada
son bulur
burada, karada.
KANAT
Bir kanat çırpması vardır ki
Alabalık’ın;
“Pırrr” der gibi,
kuş olmasıya...
Ama bunu ben artık burada
demiyeceğim,
Balık gibi kuşu da övmeyeceğim,
Kazanç ve yararlarını da söylemiyeceğim,
Siz elinize bir kalem alın,
kendinizi özgür bir kuş yada kelebek sanın,
yazın iyi ve kötülüklerini,
o zaman anlayacaksınız beni.
ALABALIK
Mekanı engin deniz,
dört duvarsız sahnede,
önsüz-arkasız,
üstsüz-altsız
zamansız bir doğa gezginiyiz biz.
“Ben” denen herbirimiz;
Hem uçar, hem konarız
dağa-taşa,
hemde dalarız
deniz gibi hatıralara
böyle çok yönlü varız
Göçebeyiz,
göçmen kuşu gibi;
oluş ile yokoluş arası yaşamda
var olduğumuz,-doğduğumuz
yere geri dönmek isteriz.
Ama;
“Geriye doğru
değildir bu arzu,
“ileriye ve yeniye!” denir,
buda asla emir değildir.
Kulaç, yüzgeç, kanat, bacak hepsi içimde var;
Uçarak şelale üstüne sıçrar,
havada-suda yararak karşı akıntıları,
dalgaları
ve hatta yenilmek pahasına...
“Yenme” derken yok olmayı kastettim burada,
“Yenilmeyi” değil!
-şu türkçe ne güzel bir dil-
Yenilerek yol almak kolay değil.
Hiçbir zaman yok olmaz bence,
içgüdü denen sona giden bir düşünce,
daima ileriye doğru yol alır;
Ruh denilen,
cüssemden giden,
asla kaybetmez hep kazanır
başka bir cüsseyle gelir ama
yeniden doğaya,
Bunların hepsi felsefe...
Ne diyorduk biraz önce,
söküle-söküle buralara vardık
vede ilmiğin ucunu kaçırdık?
Eeevet Alabalık;
Doğduğu yere varıp,
Yumurtlayıp yok olacağını orada
bilmiyormuydu ki o ölmek pahasına?
Siz
Bunu bir bile-bilseniz,
yeniden doğuşdur bunu anlamak.
Gelmeseydim bu yere tüm zorlukları aşarak,
ne ben vardım nede ebedi bir hayat;
“Ben Alabalık’sam,
ararım yılmadan
günsüz-gecesiz,
bir zamanki takvimsiz,
tümümün tümüdür derya.
Hepsi, ama hepsi;
Tek ve dop-dolu, engelsiz-duvarsız,
üstsüz-altsız,
dipsiz zamansız deniz dibi..
Özlemim; Sınırsız bir yaşam,
ve hedefim ona varmam.
“İnsan” olduğunu sandığımız
yalnızca cüsse değildir varlığımız;
Hayallerimde balıksam, olurum engin,
yüzerim rahat,
kuş gibi havada özgür ve dingin,
sonsuza açarak kanat,
çıkmışımdır yola
Genco’luğımla varmışımdr sona
ama
düşünce olarak daima varım
ve ustam Nazım Hikmet gibi enginde bahtiyarım.”
Burada siz;
“Kayık, Deniz,
zaman, mekan, kelebek, kuş
ve balık olmuş;
Deniz ile kara arası
tiyatro denen bir mekanda
Alabalık oyunlarını kısım-kısım seyrederken,
perde birden kapanır,
ışıklar dolar salon denen kafanıza hemen,
olmuşsunuzdur balık!
Ben bilmem siz evinize
Hangi duyguyu özümleyip-benimsemişsindir artık.
() Sayın Yazar Şükran Soner’in ŞİİRİN HİKAYESİ’ndeki köşe yazısında bizlere tavsiye ettiği; “Genç Kuşaklar İnternet’ten yararlanarak onun eserlerine ulaşacaklar! ” umuduna bende katılıyorum.