3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2147
Okunma
Bir varmış mı, yok muymuş?
Evvelin Zamanında
Fatih’te
Varlıklı bir Soy’un Oğlu yaşarmış.
Baba;
Kuyumcu Başı, Saray’da.
Han, Hamam, Köşk Çırağan’da.
Oğul;
Bilmem-Kaç-Dil bilir.
Abası yamalı, cılız, mütevazi Ulema.
"- Aman Mir’im, öleceksin. Ye birazda Tereyağ’ı, Bal’ı."
"- Yağı azalan Kandilin, Işığı bol olur, Oğul."
"- Süt?"
"- Su içerim Şerbet diye."
"- Et?"
"- Soğan-Zeytin neme?"
"- Baklava-Börek?"
"- Sanki yedim, Yalın Ekmek."
Kimse anlamazmış onu,
Katık yaptığı
Kuru Ekmeğe Tuzu.
Önce "Garip" demişler, sonra "Abdal"
Aşık, Bey, Beyefendi
derken;
"Sanki Yedim Hoca" olmuş.
Adı da bir Camii’ye konmuş.
"- Gel beraber üşüyelim."
Diye,
verirmiş Aba’sını Fakir’e.
"- Bölünen Acı yarılanır.
Paylaşılan Mutluluk katlanarak çoğalır."
Dermiş.
Nevsine Hakim olanın; "İnsan",
"Bencil" olmayanın hür olacağını söylermiş.
Ahali tok. Herkes mutlu. Esnaf kızgın.
Hırs’sızlar artmış, Hırsız azalmış.
Kadı’da, Hünkar gibi işsiz kalmış.
Ben Yalancının Yalancısı
bilmeden Cahil;
"Olmak ile Sahip Olmak" farkını,
paylaştım Sokak Çocuklarıyla mutluluğu;
Aşşağı atarak Oyuncaklarımı üçüncü Kattan,
Balkon’dan.
Unutmam;
"Sanki" değil, hakikisisini yediğim dayağın Acısını
Babamdan.