11
Yorum
28
Beğeni
0,0
Puan
6584
Okunma

ne olurdu sanki
aynı trenin aynı istikamete giden yolcusu olsaydık
üzerinde gece siyahı bir elbise
avucunun içinde saklasaydın ellerimi
...
düşlerden arta kalan zaman
ayık hiçbir hayali bırakmıyor aklıma
varsa yoksa uzaklığın yağmura asılı hasretleri
geceyi giyindiğim boş bulvar yalnızlığında
yanıma düşen bir gölgeyle gelseydin
belki camekana çarpıp yanı başımıza düşen
bir kuşun sahipsizliğinde hatırlardık birbirimizi
sinema önündeki kalabalığın içinden
bize doğru yürüyen bir çocuk olurdu hayat
ortamıza geçer ellerimizden tutup
gülümserdi ay ışığı saklanırken denize
kentin üşümesinden geçerdi
tanımadığımız suretli acılar
aynı adımları attığımız vaktin
yelkovanı sen
akrebi ben olurdum
eski bir evin
kırık penceresi çarpar
sen birdenbire ruhuma kadar sarılırdın
korkunu bile aşkla anlatırdın bana
sessizliğe batmış
perdesi çekik yorgunluklar düşerdi ardımıza
biz yarın gelecek mavi göğün turnalarını düşlerdik
ben anlatır sen dinlerdin
sen gülerdin ben gülerdim
sonra uğultulu bir şarkı kopardı kentin kıyısından
beraber ağlaşırdık hiçbir coğrafyaya ait olmadan
gemiler asılmış limanın uykusuna inerdik
lacivert renk giyinmiş suların sesiyle
martı çığlıkları karşılardı bizi
karşımızda İstanbul
sarılırdın bana
içimde başlardı kıyamet
ve gözlerimde dağılırdı arz
yüreğimin ortasında
sevişirdi utangaç tüm çocuk yanlarım
kent usul usul derinliğine hapis olurken
biz sevdanın hürriyetinde sağardık bulutları
tane tane düşerken yağmur
gözlerinin içinde dolaşan evrene düşerdi aklım
ıslak toprak kokusunda saçların
rutubet havaya karışık hüzünler
ve olduğumuz zamanın varlığını kutsardı tanrı
...
ne olurdu sanki
şu yaralı yokluğunun içinden
kan olup aksaydı gelişin
gelişin
kırmızı
gelişin vuslat yanığı
bas bas bağırdığım
çığlıklar postaladığım
aklımın firarında sakladığım şiirlerine
dilinden düşen merhabayla
son üç noktayı koysaydın be sevgili
...!