6
Yorum
19
Beğeni
0,0
Puan
3501
Okunma

sararmış yaprakları arasına sokulduğum kitabın
en münferit yerinde açıklıyorum
aklanması zor savaşları
...
bağımsız filmlerin
bir kaç kişiye perde açmasıyla başlıyorum
kalabalıklardan uzak tenha doğruları seyretmeye
milyonlarca bir çift gözün
hayatı rehin alarak
negatif senaryolara aktığı zamanda
isimlerini kimselerin bilmediği oyuncuların oynadığı
loş ışık altında
ve tütün sarılığına bata çıka yazılan
hikayeleri basıyorum ruhuma
duvarları rutubet içen sinema salonlarında
boş koltukların
dejenere aşklardan koparak gelecekleri beklemesi
üzerime sabırsız bir kayboluşun resmini çiziyor
oysa
perdeye düşen sahnelerin alt yazısız sadeliğinde
hayatın pozitif konuşmalarını tespit ediyorum
duygularıma gem vuramadığım seyri açık gişede
fişlenmiş ırkların kardeşliğini düşlüyorum
filmin eşkıyası vuruldukça dağların zemherisinde
arkama düşen cadde üzerindeki sinemada
çoğul kapalı gişelerin
milyon dolarlar bastığı perdesinde kapanıyor gece
kapısının kuytusunda titremeye rehin çocukların
üstüne başına basa basa geçen marjinal dağınıklık
birazdan kentin renkli karnına oturur
ve satılmış üç beş simidin susamı kalır
evine giderken
zar zor ekmek alacak olan babanın tablasında
...
kimliğime saklı duran ihtilal yalnızlığımı
hiç hesaplamadım
varsa yoksa siyah bir çocuğun tespiti gereksiz adında
yasadışı şiirler topladım kıymık batmış bir ülkenin
kanayan karanlığında
kelimelerin kitap sayfalarından alınıp götürüldüğünü
ve kapak resmindeki insanın ölüsüne küfürler edildiğini
çocukluğumu ergenliğe sürgün ettiğimde öğrendim
karanlığın yırtılması adına aşktan vazgeçildiği
ütopik kavgaların gerçeğinde sıyrıldım dayatmacı kavramlardan
her duvara yazılan bozuk harflerin
tek tek nasıl bir yıldız doğurduğunu
anaların ağıt meydanlarında
kayıpların ardından söyledikleri türkülerde duydum
roboski’nin otuzbeş etmediğini
düştükten sonra ölümün
katırların ardından ağlayan vicdanlardan öğrendim
şimdi sayısı doğruyu geçmeyen insanlarla
rutubet kıyılı sinema salonunda
arzın merkezindeki sıcaklığı hesaplıyorum
ki
soğuk gel git düşlerden hiç kurtulamadımki sevgili
kırlangıçlar göç ettiğinde
geride kalan güzle yıkandım
her düştüğüm kaldırım taşı
şubat enkazı basıyor avuçlarıma
seyri dramatik gerçek bir film gibiyim
hesapladığım bir sıcak iklimin
sessizliğine gidiyorum
ağrılarımı mektup zarflarının yapışkanlığına adadım
hiç bir adrese ait olmayan ölü bir ben bırakıyorum
...