7
Yorum
24
Beğeni
0,0
Puan
5209
Okunma

gölgende sanığım
tüm deliller seni sevdiğimi gösteriyor
hazırlan taş özlem
suların akıntısı duvar
aşk üzerine ispatlanmış
bir suçla geliyorum
...
zamana
ayak uydurduğum kadar
kırılarak
paramparça bir saklıyla sevdim
gün doğumlarında
çıplak ayak toprağa basan
gözleri parlak çocukların
yüreğinden izledim seni
perdesi daha açılmamış
ve uykunun kabrinde usul dururken zaman
yeni yeni eflatundan sarıya dönen
şafaklarda açılan balıkçılarda seyrettim suretindeki acıları
öyle kanadım ki kokuna hasret ıssızlığında
kendime çatarak
gördüğüm yalnızlıkları dövdüm ağlayarak
suskun korkular
üzerime serilince
tütünlü öksürükleri sardım yokluğuna
tuhaf duruyorum
seni sevdiğim şarkıların hecelerinde
nasıl bir suskunluk yaratıyorsun
duyumsadığım notaların
iklimine asılıyorum yağmurların elleriyle
kar bastırdığında
saçakların olmadan önceki halinde
buzlanmış sensizlikle üşüyorum
tuhaf duruyorum
anlatamadığım sende
her dilime dokunan şekilsiz harfler
kayıp gidiyor gözlerinin hayali göğünde
tutamıyorum
şizofren zamanı
ardıma düşen mülteci geçmişe
dönüyorum küfürlü sanatsal pişmanlıklarla
anlatamıyorum
özüme çarpıp düşen sağanak aşkını
ve çömelip toprağın çıplak etinde yanan izlerine
sımsıkı dokunuyorum
çok uzak sınırlar çizilmiş
ayrılığın farklı ülkelerinde
farklı lisanlar duyumsadım
farklı aşklar büyüyen meydanlarda gezdim
içime kaçan düşlerimde süpürdüm kül bulutlarını
anlamlı gelen her gün çoğalmasında
geceye doğru ayıkladım seni
ahşap hayallerin
fişlenmiş kaçağı yüreğim
aklımın zıvanadan çıkan
bütün yorgunluklarını
fotoğrafın kainatına düştüğün an unutuyorum
gözlerine giyinmiş toprağın
kuru yaprakları avuçlaması ne güzel
ki
güz doğduğunda
kasımın eklemlerinde yağıyor hüzün
bastıra bastıra küf artığı zamana
kışın puslu gecelerine dayanıyor yokluğun
kelimeler tanımaktır sende
en çokta şiirlerin cıgarasında yanarken
hafif bir duman altı havasızlığı
ve mutlu tasvirler çizdiğim yanağı karalamalı hayaller
uykusuzluk bulaşan vaktin
pranga acılığında
yavaşça korkmak olmadığın kentten
baksana
sustuğum kadar konuşuyorum
konuştuğum kadar anlaşılmaz oluyorum
kaçmak istediğim saatin takıntılarından
kendimi vurduğum limanda
denize dökülüyor yolcusuz trenler
havada koşan çelik yığınları
martı kanatlarına iniyor süresiz kapatılmış aşklarda
bir tek sana demir alan gemiler vuruyor yüreğimi
aklımın dağlarına kadar ulaşan suları yararak
ucu mektuplar ağlayan özlemler getiriyor sana
kelimeler tanımaktır gözlerinde
en çokta sustuğun anda konuşurken toprak rengi
kapısı derviş bir düşün
seyyah mutluluğudur seni sevmek
umut eken yolculuğun
filizlenen güzelliğidir
en azından çocuk kalmak
çocuk gibi görmek hayatı
karıncanın yükünü dert edinmek
ihtiyar bir suskunlukla
dertleşmek seni sevmek
durup dururken ağlamak özleme karşı
inadına tutunmak ay ışığı yarasına
dövülmek
kalabalık yalnızlıkta
sövülmek
titrediğim en büyük pişmanlıklar tarafından
yüreğimin kıyısına
seyir defteri yazan
bir kaptanın düşlerinde sevmek seni
hep aynı peron önünde
gelmeyeni beklemek
acımak
onca acıyla uyuşmuş bir anda
dışarıda sessizliğin kokusunu duyumsamak
özlemek seni sevmek
hemde ölü bir dünyayı yaşatırcasına
bazen
kurumuş gülün
ve ölü bir kelebeğin
kitap arasındaki
o açıklanamayan sonu oluyorum
halbuki
toprağın karnında olmalı gül
dağılıp parça parça çiçeklere konmalı kelebek
hep aynı düşünemiyorum kimseyle
karanlık saklıyorum
ışıklı kristal hücremde
bağıramıyorum
ki
bağırsam
adını haykıracak nefesim
olduğum gibi kalıyorum bazen
bazen yıkılıyorum her insan gibi kendime
ve ansızın bir rüzgar çalıyor pencere pervazımı
perdeyi havalandırıp gözlerime bırakıyor suretindeki anlamı
donup kalıyorum
avucuma doluyor romatizmal sancılar
zatürre başlıyor yüreğimin kavgasında
ve korunuyorum senle
ispatı açık bütün yorgunluklardan
duvara düşüyor suretinin anlamı
içimde şarkılar söyleyen çingene kadın
ve gülüşümde kemanla dans ediyor ruhlar
bir palyaçonun
maske ardında sakladığı gibi işte
gerçek
ve gerçeğin kibiri
hayatın aşk tutulmasında
doğrudan acısını çeke çeke
gerçek
ve gerçeğin zifiri yanı
anımsadığım gibisin sen
birazdan istiridyenin içinden çıkıp
geleceksin
hep aynı bakıyor gözlerin
bütün dünyayı sararak kirpik ucundaki sağanaklara
yağıyorsun kara kıtaya
hep aynı kokuyor tenin
hiçbir çiçeğin özünde olmayan uçurum yanıyla
bir palyaçonun
maske ardında sakladığı gibi işte
sen oradasın
gerçek ve gerçeğin onurlu kadını
...
kentin buğulu gözlerinde
sarılmak yüzündeki gülen çocuklara...!