5
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
1218
Okunma
Yanağı sarı boyalı eylül
Yürüdü yorgun adımlarla, yorgun yüzüyle
El yakan vitrinde yüzlerce göz,
Kayıp gitti isimsiz bulutlar bırakarak ardında.
Yarasalar özgürdü kendi yalnızlığında.
Gökyüzü yıldız yıldız
Mendirekte karabasan hıçkırıklar
Havayı ateşleyen gol sevinçleri
Lodosu tersine çevirdi zifiri karanlıkta.
Deniz yırtıldı ağ gezgini adamların elinde.
Ağlar, titreşim rüzgârı
Sakağı yüzlü uykuydu umut.
Sevgiden, coşkudan uzak
Demlendi kumrular gibi ıssızlığında iskelenin
Zaman kıt, aşk göçebe çocuk şarkısı
Yaşam çizgisinde, yanık kokular arasında
En ilkel gülüşünü sergiledi ay rıhtımda
Saklayıp büyüttü Züleyha’nın aşkını bir mavi peri.
Suya yansıyan böğürtlen dalında
Bir yakadan öbür yakaya
Yusuf’un çiçeğini taşıdı teni fosforlu adam
Bir de umarsızlığın ölü bedenini tan vakti
Onlar ellerine is bulaşmış,
Göğsünde gecenin hırçın dalgasını taşıyan
Günü ölü yaşayan sahnedeki hayatlar
Geceyi doğuş bilip,
Sınır tanımayan, evsiz, yurtsuz insanlar
Asılı tutsaktırlar Paşa kapısında.
Kimi sur dibinde, balıkçı meyhanesinde kimi
Sersefil harcadılar gökyüzünü.
Düşünceli bir sessizlik içinde
Aylak dolaştılar yıldızları unutup
Çöktüler sonra telefon kulübesine.
Yolunu kaybetmiş, kararsız uçurtma gibi
Ak kâğıtlara kara leke bırakarak
Rüzgâr neden esmesin gönlünce şimdi?
Yağmur neden yağmasın adsız öyküler üstüne?
Ne düşünecek, ne bir laf edecek vakit var
Bırakın acılarını yıkasın sular
5.0
100% (7)