5
Yorum
15
Beğeni
0,0
Puan
1868
Okunma

kordan geceyi gezdiriyor bulut
kâh siyah, kâhi mavi parıltısını
akıtıyor akşama hunilerden
arınıyor kopuyor mavi göğünden
denize düşüyor ses, sis kendini salıyor
dudağını siliyor suyun altında
kızıl dili dağılmışken enginlere
gelişi güzel dizilmiş yağmur taneleri
gizemli, amaçsız bir el gezdirip savuruyor
akşama boşaltıyor karanlığı ökçeyle
sessizliğin kıyısına; yer kararıyor
sema’da koşuşan yıldızlar
birbirini çiğniyor derin kuyuda
sesler yelin ucunda; çığrışıyor
geçmişin çıngırağıdır çalan
kalbine dokunuyor içre; titriyor
ölü göğün felaketi o sarnıça
başı bir gövdesi bir tarafa düşüyor
ses el sallıyor gülümsüyor
ölüme yürüyen güzelliğin bin bir rengi
umut mu, yoksa kader midir?
gelip serpildi
ses ve sis; çelişir sarmaş dolaş olurlar
dudaklarında kül tadı
yalçın kayalara çarpıp yankılanır
alevlenirler umut kıvılcımı ile
yağmur çığlıkları ışık çığlıkları ve akşam
yarasına bakar küllenen
ne tufanlar görmüşlerdi oysa
ses ve sis -bıçkılaşmadan- önce
salın eteklerine öyleyse bir avuç sızı
çünkü dudak yarayı öpmeden önce öldü
milattan önce’ye çıkan yolda
hangi insan onarır o halde söyleyin
yabancıysa hançer!
o yarayı millattan sonra!