4
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
949
Okunma
Zamanla yıkanacak tutkulu düşleride aldı ahın.
Ne sen böyle bir ölümü hak ediyordun
yağmur damlasıyla irkilen balıklar gibi,
ne de ben, tanıdık kentinin şiirinde meçhul misafir!
Hiç, bir bilinmezliğin en güzel tanımlamasıydı oysa
gecelerin sanrılarında şehirleri saklarken saçların!
Eski filmler gibi,
çözünürlüğü düşük hayallerin vardı pembeyi severken
dahası erkek olmayı merak edip, sırlı kadınlığının.
Ne çok bilmek isterdin;
’bir insan kaç defa ölebilir, ölmeden’
kelimelerin en sessizlerinden çekip
portakal kabuklarını dişlediğin saatleri özleyip!
Sonra erkek adam olmak için
ne kadar kan akıttığını bir yerlerinden, bilmek isterdin!
İlla kan akmalıydı, gözlerinle görmeliydin şeytanı
inanabilirdin o zaman belki sevgiye, kadere belki de!
Bir de hikayesiz saatleri varken gümüş kolyenin
içine koyduğun son resim olurdu görücü bir Azrail’in.
Ellerini uzattığında artık tutumayacağını bildiğin
hayali olurdu olur olmaz göz bebeğini uyuttuğun saatlerin.
Tanıdık bir yüzün
sevmediğin hüzün
devam ederken kirletmeye her öğün;
yazılmış yüzlerce söze aşık olup büyümek istediği küçüklüğün.
Hiç beklememelere takılıp kalmadan
sarı ışık da elinde peçeteyi yere attın.
Ağzından çıkacak kelebekleri görmek istemedi, kimse.
Bu yüzden yüreğini tırmalayan tırtıra kaldı onca bahane!
Bunları da zaman yıkadı ağlı tutkuların adına
bunları da sanırım, sen susup bir daha ağlamayınca!
5.0
100% (7)