1
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1453
Okunma

birlikte bakarken yorgun göçmen kuşların yolundan
kar’dan şapka gibi erimesine dağların
gecelerini emanet ederdik sabahların
tarihten alınmış ama tarihte kalmamış
adresine sevdanın
sokaklarında silinmeye yüz tutmuş
duvarların yazılarına olurdu yolculuğumuz
dalgınlığa
unutmuşluğa kana kana sinmiş
alın çizgilerimize denk
doğum sancısı gibi
budanmış güllerin künyesine bir kentin
ve
tek avuntusu günlerin
-kucaklaşıldığında-
ilk bırakanın bizim olmamasıydı
ayrılığın azlığında da çokluğunda da
belki düşlenilen satırında bir masal ülkesinin
hayalleri bile uğramasa da
geçerken yıldızları
içinden ağlamak geçen!
kahırlı bir gezegenin
acının da sevincin de diğeri ahbabımızken
lehimli sevdamıza
destanlarımız yeterdi yeryüzünde düşler kurmaya
duyulmayan çığlığında
boşalan bulutun terine
komşu düğünde çalan davul
camide okunan sala
geceyi ışıltan bir avuç yıldız gibi
sokak lambalarının altında
kazıyıp kuytuların karanlık yalnızlığında
kapı altından süzülen duman gibi
ellerimiz pas yanığı
bozkır buğusu, meşin kokusu
ellerimiz kayın ormanı olurdu
ve
yüreklerimizde
suya, ateşe, toprağa, tohumun çiçeklenişi gibi
yaşlı sakız ağacının yanında
büyümeye tepizlenen
yediveren pembe dudaklı sabiler otururdu
esrimiş insan bedenlerinde öbeklenen
küçük bir su birikintisi bile bir direnişçiyi anlatırdı
kayışlı geçiş!
laçka heyecan!
sonra
yaşarken görmek adına gönlümü şımartanım
gülün kokusu kalırdı dalında,
bazen hapşırtan
bazen yüzümüzü okşayan
acıların savurduğu asilik geçerdi içimden
yamacı yaban bülbülü
yükü pamuk ipliğinde
bırakmazdım gözyaşlarımı bir çocuk gibi ağlasın
kendime ceza verirdim
hiçbir cellât’a borcum yokken bile
- yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çekenler-
yeni gölgelikler peşindeyken
kurum tutmamış yüreğime resmini nakşederdim
aşarken maksadını sözler
bir sümüklü böceğin arkasında, sümük bırakması gibi
cennetin zeminine açılan küçük deliklerine
bile olsa
sen lades derken, ben hep kısa çöp çekerdim
şaklayan mazur fırtınalar
köpüren muzip dalgalar
birini karşılarken mahcup bakışlarını yere çevirip
sesi çınlayan sürgün çocuklar,
ve belki sırtlarını sıvazlayan tanrılar
muhabbete
müebbete
tuzla şeker rengi sırça saraylar
iskelesiz
kıyıya çizilen çizgi
kâğıt gemi enderun
ayrı ve karşıt olmak gibi
müftü yorumlar
kadı uygular
-vurun-
acılar!
acılar ki
birbirini kemiren bu dünyanın insanlığının
ortak rengi,
’bir daha mı geleceğiz bu dünyaya’ demenin derdi
sırsız, sacayağı yarası
yüreğime gelince
sadece sevmeye yaramıyormuş anladım
susmanın hangi yanda durmak olduğunu da
gözümün karası
şimdi esaslı şeyler var elimizde
artık zil takılı tabutlar yapmıyorlar
’atını senatoya konsül olarak sokmaya çalışanları’
görünce insanoğluyla kızı
’imparatorların tanrıların oğulları olmadığını’ anladılar
bir kara gökyüzü düşse de üstlerine örtüsüz
ve
artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır dediler...
kenan can yoldaşlar
03.06.1992. Yeşil evler. Adana.
5.0
100% (1)