0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
12
Okunma
Toprağa bakmak acıtmaz sanıyordum.
İnsan her gün üstünde yürüdüğü şeye nasıl yanar ki diye düşünüyordum.
Meğer yanıyormuş.
Hem de sessiz sessiz, içten içe.
Bir gün yüreğinden birini bıraktığında oraya,
toprak değişiyormuş.
Rengi aynı kalsa da
ağırlığı insanın göğsüne çöküyormuş.
Artık bastığın yer yol olmuyor.
Her adım bir vedaya basıyor.
Toprak konuşmuyor
ama hatırlatıyor.
Ne kadar güçlü sandığını,
neyi koruyamadığını,
neyi geri alamayacağını.
Bir mezar sadece ölüye ait değilmiş.
Yaşayana da pay düşüyormuş.
Her gün biraz daha
içine gömülmek gibi.
Ve bunu kimseye anlatamıyorsun.
Çünkü acının dili yok,
toprağın sesi çıkmıyor.
Herkes geçip gidiyor üstünden.
Saatler işliyor, gün batıyor.
Ama senin içinde
zaman orada kalıyor.
Bir avuç toprak
bir ömürlük boşluk bırakıyormuş meğer.
Ne kapatabiliyorsun,
ne üstünü örtebiliyorsun.
Yağmur yağdığında ferahlamıyor içim.
Daha da ağırlaşıyor.
Sanki gökyüzü bile
yardım edemiyor artık.
Toprak sabırlı diyorlar.
Ama ben her baktığımda
onun benden aldığını görüyorum.
Geceler daha zor.
Karanlıkta toprağın ağırlığı
daha çok bastırıyor göğsüne.
Gözlerini kapatınca geçmiyor.
Aksine,
yarım kalmış cümleler
bir bir diziliyor içine.
Gülüyorsun belki, konuşuyorsun.
Ama içindeki yer
hep aynı yerde açık kalıyor.
Toprak kapatıyor sanıyorlar.
Hayır.
Toprak sadece saklıyor.
Acıyı da,
özlemi de
yaşayana bırakıyor.
Ve sen hayatta kalmayı öğrenirken,
bir yanın hep orada kalıyor.
Ne tamamen gidebiliyor,
ne geri dönebiliyor.
İnsan bazı kayıplardan sonra
aynı insan olmuyor.
Sadece adı aynı kalıyor.
Ve sonra anlıyorsun…
Bu acının bir çıkışı yok.
Bir tesellisi,
bir “alıştım” cümlesi yok.
Toprak zamanla kapanmıyor.
İnsan sadece
kimse görmesin diye
üstünü düzeltmeyi öğreniyor.
Bazı kayıplar
insanı hayatta bırakıyor
ama içini hayattan alıyor.
Ve sen yaşamaya devam ediyorsun.
Evet…
Ama eksik.
Hep eksik.