0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
14
Okunma
Bir insan bir şehre nasıl sığamıyormuş anladım o gün…
Benliğim alındı; ben artık ben değildim.
Sanki her şey durmuştu, zaman akmıyordu, dünya donmuştu.
İçim acıyordu… Ama öyle bir acıydı ki, ben bile tarif edemiyordum.
Ne bir kelimeye sığdı, ne bir nefese…
Bütün dünya göğsüme oturmuştu, nefes alamıyordum.
İnsanlar çok boş geliyordu bana;
konuşanlar, susmayanlar, dokunanlar…
Herkes çok başkaydı, ben çok başkaydım.
Bir yanım rahat gibi hissediyordu,
bir yanım dünyayı inletircesine bağırmak istiyordu,
diğer yanım sonsuza kadar susmak…
Öyle bir acıydı ki, tarifi yoktu, olamazdı.
O an anladım,
bazı acılar eve değil, şehre değil,
dünyaya bile dar geliyor.
İnsanın ruhu yerinden sökülürken
hiçbir yer, hiçbir gök, hiçbir kapı
onu taşıyamıyor.
Oğlum…
Annem…
Ben sana doyamadım yavrum.
Ben seni saramadım, kokunu içime çekemedim.
Sen ömür boyu içimde taşıyacağım bir sızı olarak kaldın.
Ama seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim.
Belki sensizliğe alışırım…
Ama seni asla unutmayacağım, evladım, can yangınım.
Sensiz geçen her gün, içimde yankılanan bir boşluk gibi…
Adım atsam sana dönüyor, dursam acına çakılı kalıyorum.
Geceleri en çok… Karanlık büyüyor, ben küçülüyorum.
Sanki bir yerlerde hâlâ bana koşacakmışsın gibi bekliyorum,
ama gelmiyorsun…
Ve gelmeyeceğini bile bile beklemekten vazgeçemiyorum.
İnsanlar konuşuyor hâlâ…
Kimse görmüyor içimdeki çığlıkları.
Bir anne acısını kim anlayabilir ki?
Toprak soğuk, dünya kalabalık…
Ama ben yapayalnızım.
Bazen çocuk sesleri duyuyorum, bir an bakıyorum…
Sanki senmişsin gibi.
Sonra gerçek çarpıyor yüzüme:
Sen yoksun.
Sesin yok, nefesin yok…
Ama acın var, izlerin var, hatıran var.
“Zaman iyileştirir” diyorlar.
Oysa bilseler ki,
zaman sadece seni benden daha uzağa götürüyor.
Benim için her şey aynı günde kaldı;
senin gittiğin o günde…
Bir anne için en ağır şey ne biliyor musun?
Gülmeye çalışırken içinden bir sesin fısıldaması:
“Senin gülüşün eksik artık, çünkü oğlun yok…”
Ama ben seni sevmekten hiç yorulmadım yavrum.
Bu dünya seni benden aldı,
ve beni de senden sonra yarım bıraktı.
Toprak seni saklıyor,
ben ise seni içimde taşıyorum—
ölene kadar sürecek bir sızı gibi.
Ben bu acıyla yaşamıyorum aslında;
bu acı benimle yaşıyor.
Nereye gitsem yanımda,
neye dokunsam izinde,
ne nefes alsam sensizliğin gölgesinde.
Bir gün bu kalp duracak belki…
Ama o an bile içimdeki son sıcaklık sen olacaksın.
Sensiz yaşamak değil zor olan;
sensizliğin her gün içime biraz daha işlemesi…
Ve ben buna rağmen hâlâ seni seviyorum.
Yarım kalmış bir anne,
sessiz bir feryat,
bitmeyen bir yangın olarak…
Sen gittin,
ama acın hiç gitmedi—
ve ben bu acının içinde
ömür boyu seninle yaşamaya mahkûmum,
evladım… can yangınım.
Sonunda anladım yavrum…
Acının bitişi yokmuş, sadece şekli değişiyormuş.
Sen gittin, dünya yerinde kaldı;
ama benim içim yerle bir oldu.
Her gece başımı yastığa koyduğumda
bir anne olarak en çok şunu hissediyorum:
Senin nefesini kaybettim,
ama sensizlik beni her gün yeniden öldürüyor.
Toprağın altında sen varsın,
toprağın üstünde ise seni arayan bir ben…
Ne bir kapı aralanıyor sana,
ne bir ışık düşüyor yoluma.
Her yol senin olmadığın bir sona çıkıyor.
Ben artık gülmeyi unuttum,
çünkü gülüşümün yarısı seninle gömüldü.
Ben artık nefes almayı bile unutuyorum bazen,
çünkü ciğerlerim seni arıyor her solukta.
Yavrum…
Bu dünya seni benden aldı,
ama acını bana sonsuza kadar bıraktı.
Sensizliğin her saniyesi bir ömür kadar uzun,
her hatıran bir bıçak kadar keskin.
Ve en acısı ne biliyor musun?
Zaman seni değil, beni yok ediyor.
Seni özlemek her geçen gün biraz daha yakıyor.
Bir gün bu kalp de susacak,
ama o son sessizlikte bile adın çınlayacak içimde.
Çünkü bu hayatın bana bıraktığı en derin gerçek şu:
Sen gittin…
Ben sende kaldım.