0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
97
Okunma
Bu rıhtım, dünyanın en uzun süren vedasına ev sahipliği yapar,
Bir granit yığınından çok, unutulmuş anıların sandığıdır.
Yalnızlar Rıhtımı; adı bile, tuz kokusu gibi genzi yakar.
Burada her adım, eski bir ezginin, yarım kalmış bir melodinin ritmiyle atılır.
Kışın ortasında kalmış bir yaz güneşiyim ben.
Ve işte yine o kahrolası deniz, sonsuzluğun alaycı aynası.
Mavi, binlerce tonun arasından en çok senin gözlerini çalar.
Ne zaman baksam, ufuk çizgisi bir bıçak gibi keser göğü,
Ve o kesikten içeri sızar, dinmek bilmeyen, keskin poyraz.
Poyraz, zalim bir postacıdır; mektup getirmez, sadece sesi taşır.
Her estiğinde, içimdeki kırık cam parçalarını havalandırır,
Ve o camların üzerine düşer, sensizliğin ağır gölgesi.
Burası, gemilerin değil, hayallerin battığı yer.
Gemi düdükleri bile artık melankoli çalar.
Ayrılık, bir matematik problemidir; çözümü olmayan.
Sadece bilinmeyenler çoğalır, denklemin her iki tarafında da.
Nasıl oldu da, iki yarım, bir bütünden daha az kaldı?
Hangi kozmik hata, o iki elin birbirine değmesini imkânsız kıldı?
Şimdi parmak uçlarımda, yokluğunun soğuk izi, bir buz kristali.
Ve o kristal eridikçe, içime sızar o zehirli tat: sensizlik.
Bir okyanusun ortasında, bir damla su kadar tek başına kalmak bu.
Kalabalık caddelerde bile, sadece senin boşluğunla çarpışıyorum.
Her yüz, senin yüzünün bir karalaması;
her ses, senin sesinin bozuk bir kaydı.
Yaşamak, sadece nefes almaksa, evet, yaşıyorum.
Ama ruhum, çoktan o ilk vedanın mührüyle mühürlenmiş, mühürlenmiş...
Ah, hüzün!
Sen benim kadim dostum, en sadık yol arkadaşım.
Rengini, rıhtımdaki paslanmış demirlerden, denizin derinliklerinden aldın.
Omuzlarıma yaslanan ağırlığın, artık omurgamın bir parçası.
Gülümsemeyi unutan dudaklar, sadece rüzgârın tuzunu tadar.
Her akşam çöküşünde, gökyüzü bile isyan eder sanki,
Siyah bir fırçayla boyanır, yarınsızlığın tablosu.
Ama en kötüsü ne biliyor musun?
O hayalet şehir: Mazi.
Orada, her şey hâlâ ilk günkü gibi canlı, dokunulabilir.
Oysa bu rıhtım, oraya giden tüm köprüleri dinamitlemiş.
O eski neşemiz, o aptalca şakalarımız, el ele yürüdüğümüz o patikalar...
Şimdi hepsi, sisler ardında kalan, boğuk birer fotoğraf.
Mazi, bir müzedir, ama giriş serbest, çıkış yasak.
Ve poyraz, o müzenin koridorlarında sürekli esen, tozlu bir fısıltı.
Burada,
Yalnızlar Rıhtımı’nda, her şey olduğu gibi duruyor.
Sadece ben...
ben, seni ilk gördüğüm günkü ben değilim.
Ben artık, bu poyrazın, bu ayrılığın, bu sensizliğin taşınan,
yıpranmış ve yorgun bir gölgesiyim.
5.0
100% (1)