0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
11
Okunma
Ateşin İçindeki İnsan
Burası dünyadır, gölge gibi gelir geçer,
Nice kıymet verdik; kalan yalnız bir avuç keder.
Ektik, biçtik; ekmeğin bereketini unuttuk,
Lokmamız doyurmadı, birbirimizi de yuttuk.
Sanki burada kalıcıyız, ebediyyen duracakmışız gibi,
Yüz bin yıllık düzen kurduk—hâlbuki nefesimiz bile ödünç gibiydi.
“Demokrasi, nizam, cumhuriyet” dedik durduk,
Ama Hakk’ın koyduğu nizama gözlerimizi yorduk.
Kimi zaman hüküm verdik, hükmün Sahibine bakmadan,
Kimi zaman sefanın tuzağına düştük, aklımız olmadan.
Binbir put diktik gönle; her birine “Allah” deyip kandık,
Kendi nefsimize secde ettik de, secdeyi Hakk’a sanıp aldandık.
Derken görünmez bir afet geldi; hastalık gökten indi,
Kibir dağı eridi; “Allah” deyince dil, gönül yine dindi.
Aczini bildi insan; fakat yine yapamadı “Allah’lık”,
Her nefes “ben” dedi, ruh kaldı kapısız, ışıksız, yalnızlık.
Ey insan, sanma ki soyun sopun seni ebedî kılar,
Şeceren değil, amelindir seni nura ya da ateşe çıkaran.
Nefsine uyanın sonu, nefsin ateşinde yanmaktır;
Hak’tan yüz çevirenin hâli, kendi eliyle kapanmaktır.
Eğer kendine düzen vermezse insan denilen bu mahlûk,
Kendi kurduğu tuzaklarla sarar etrafını, olur kendi avı, kendi korkuluk.
Tuzak içinde tuzak kurar da yine kendine kurar,
Nefsine kul olan, kendi ateşini kendi ocağında yakar.
Ey yolcu, bu dünya konaktır; sen ise bir misafirsin,
Hakk’ın kapısına dönmedikçe, yolun ne yoldur ne de sensin.