12
Yorum
45
Beğeni
0,0
Puan
547
Okunma
Turunç, bir gurbet tadı
gölgeli dehlizde mor gürültü
izinde sürülmemiş uykuların
leylağa küsmüştür çocuklar
Mürekkep, kurur şimdi
Köpüksüz kalır o deniz
Yıldızlar düşer ağıt olur
yalnızlık
sözsüz
sessiz
ve uzun
Göğü yarar o çığlık
Kelepçeler sesi, kör bir ayna
Geç gelen yorgun tan
Zakkum çiçekleri içerde çatlar
korkunun gölgesi köşelere tüner
Kâbus, kâ-bus
Hüzün lambası yorgunu...
sarkık düşlerin kıyısında
turunç kokulu bir anı
sıkışır avuç çizgilerine
acı bir narenciye tadı
kir harmanlanır Şehnaz bir nakış’a
Tanrı’nın eli yıkar avuçları
Küllerde yüzük, bir sır
Teselli arar Kızıl döş üstünde
yazdan güze akarken inceden inceye
sırtına yükler o bohçayı
Kopar kökünden o fidan
geride kalır kuru yel
alnındaki teri siler ovalar
Gözleri ufuklara gömülür
suskun bir ağıt olur
tütün tarlasında yara
Fırtına, kırar dünü
Kıraç bir toprak iz bırakır
mühürsüz bir sırrı fısıldar
Çamurlu bir dilde yutulmuş
Alnına çöker, gölgesi acının
Gönül, bir garip sürgün
Kırılır o ney
Sebebi, o aşk
Kılıç bilenir
yadigârı sürükler
kapıyı kapatır
efkârını sürükler
gider...
Bütün yollar sahipsiz
ıssızdan terk eder
gecenin beline ıssızlık ulur
kirli bir aydınlık düşer gözlerine
Kıyıya vurur kayık
Hüzün lambası başına dikilir
duvarlardaki yüzleri
yoklar, birer birer
aranan, yitik bir mevsimdir
Anlamaz, her vadide yakılan bir çıra
Kum sızar gözlerine
Rengi solar
Hicran sır olur yüreğinde
derinleşir
gözlerini diker
Gözünün ulaştığı menzile
Hiçbir dağın olmadığı yere
....