1
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
205
Okunma

Pencereye bakıyorum;
yağmurun camda bıraktığı izler
sanki kaderin bana çizdiği yollar gibi.
Ama o yolların her biri,
senin gözlerinde son buluyor.
Gözlerin…
Pasifik kadar derin,
kıyısında kaybolan gemiler gibi içine çekiyor beni.
Bazen karlı bir dağ gibi hırçın, korkutucu,
ama zirvesinde açan tek çiçek kadar zarif ve sade.
Bir bakışın,
hem fırtına, hem huzur,
hem tufan, hem liman.
Saçların…
Bir nehir gibi omuzlarından süzülürken
ben kendimi Nuh’un tufanında buluyorum.
Her telinde bin yılın sırrı gizli,
rüzgâr estiğinde
Troya’da yanmış kulelerin dumanını taşıyor.
Ellerin…
Bir çocuğun dokunuşu kadar masum,
ama aynı zamanda
bin yıllık heykelleri yontmuş çekiç kadar güçlü.
Parmaklarının ucunda
kaybolmuş uygarlıkların kaderi gizli,
ve ben her temasında
tarihi yeniden yazıyorum.
Adımların…
Bir şehrin kaldırım taşlarında yankılanırken
ben modern bir metronun karanlığında
bozkırlara açılan bir kapı buluyorum.
Her adımın bir efsane,
bazen Amazon ormanlarında bir yolculuk,
bazen Mezopotamya’da bir dua gibi.
Sesin…
Bir lir gibi titriyor kulaklarımda,
sanki Apollon’un tellerinden kopmuş bir nota.
Ne zaman adımı fısıldasan,
ben zamanın zincirlerinden kurtulup
başka bir çağda buluyorum kendimi.
Ve ben—
her çağda, her şehirde,
her mitolojide, her film sahnesinde
seni arıyorum.
Troya surlarında da aradım,
bir metro istasyonunda da.
Gözlerinde tanrıları gördüm,
ama kalbinde,
sade bir kadın oldun bana.
Ey zamansız hasretim,
hem masalsın, hem gerçeğim,
hem sonsuz bir efsane,
hem de yanımdan geçen sıradan bir yolcu.
Ama bil ki,
benim için bütün çağların tek kadınısın;
gözlerinde hem evrenin doğuşu var,
hem de kalbimin en sessiz duası.
5.0
100% (2)