1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
2385
Okunma
Sahne açılır…
Gözlerim ilk kez onu görür.
Kalbim, telaşlı bir serçe yavrusu gibi çırpınır.
Bilirim…
Benden daha narindir,
Bir rüzgâr değse incinecek.
Ama ellerime dokunmamı yasaklarlar.
Perde değişir…
Dere kenarındayım.
Sadece bileklerime kadar suya girmek isterim.
Suyun sesi davetkâr,
Güneş tenimi okşar.
“Boğulursun.” derler,
Suyun kokusunu bile içime çekmeme izin vermezler.
Baharı sahneye çağırırım…
Ilık bir gün girer içeri.
Hafif bir meltem, göldeki kuğuların tüylerini ürpertir.
Arılar, çiçeklerin üstünde
Kendi müziklerine dans eder.
Bir güvercin, asırlık çınarın dalında
Sessizce beni izler;
Sanki benim hikâyemi yazmaktadır gagasında.
Ama fonda fısıltılar başlar…
“Yapma.” derler.
Karışırlar.
Kıskanırlar.
Ne olduğunu bile bilmeyenler,
Kendi eksikliklerini bizim masumluğumuza boca ederler.
Oysa ben huzur bulmuştum.
Narindi, güzeldi, saftı…
Ama hayat sahnesinde
Senaryoyu hep başkaları yazar.
Onların “olmalı” ve “olmamalı”larıyla şekillenir rollerimiz.
Bizim tebessümümüzden ne istediler?
Kimseye zarar vermeden,
Bir masanın iki ucunda,
Ferah bir sohbette kurduğumuz huzurumuzdan…
Işıklar yavaşça kararır…
İç çekişlerimiz bile yarım kalır bu dünyada.
Ve perde kapanmadan önce,
Kendi kendime fısıldarım:
“Bir parça huzur bulmak…
Bu kadar mı zordu
Çiçekli Gülen bir kırın sabahında??”
5.0
100% (3)