0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
104
Okunma
Kıdem kîlinden açıldı der-i kevn,
Sırr-ı ezel ile vücûd oldu îkân.
Turâb içre gizlendi envâr-ı hayât,
Hakîkatden açıldı envâr-ı sıfât.
Dünyevî hâtun verdi habb-ı vücûd,
Rahme kondu hemân cevher-i meşhûd.
Dem-i kudretten oldu şarâb,
Oldu cism ü cihâna mazhar-ı tâb.
Levh-i Mahfûz ile tahrîr olundu sır,
Kudret-i Hakk’a şâhid oldu her zer.
Rahmet nidâ kıldı: “Gebe oldı”,
Kevser-i mey ile gönüller dolı.
Vakt-i tayyînle sancılar zuhûr itdi,
Bir oğul kim, cemâle pür-nûr itdi.
Hakîm nigâr aldı ol nev-zâdı,
Zerrece noksân bulunmaz sûreti.
Melekler güldi, ervâh dahi handân,
Bezmi kevn oldu şevk ile bî-had.
Müjde buyurdu: “Ellerimizden zuhûr,
Oldı bu sırr-ı münezzeh, pür-nûr.”
Anaya verdiler ol şâh-ı cihânı,
Şefkatin sadrına koyup emzirdi cânı.
Lâkin felekten tez oldı nümû,
Her nefesle kemâl buldı o sû.
Aydan aya serpilip oldu civân,
Nûr-ı hikmet saçdı her demde nihân.
Lâkin açılmadı zebân-ı beyân,
Söz yerine çıktı hırıltı hemân.
Homurtusu arşa işitildi,
Sırr-ı ma‘nâ dahi gizlendi.
Ey hayret, bu mı evvel-i insân,
Sırr-ı Hak mı, yahûd nişân-ı ezelî kân?
Turâbdan ol semâya uzandı,
Bir avuç kîl ile kevn boylandı.
Nigâr seyreyledi, gözler yaşladı,
Âdemin nakşıyla gönül coşdı.
Hikmet dedi: “Bu beşer kudret nişânı,
Hakk’ın defterine yazılmış fermânı.”
Rahmet dedi: “Gör bu işin şevketini,
Âleme nümâyân eyledi hikmetini.”
Çocuk büyüdü, elleri işre hazır,
Her hareketde zuhûr itdi kudret-i sır.
Lâkin zebân açılmadı lübb-i kelâm,
Gizlü kaldı mu‘ammâ-i kevn ü nîzâm.
Dağ gibi kuvvetle yürürdi yerde,
Nefesi titretir arşı her perde.
Hikmet dedi: “Bu sır mestûr,
Perde ardında mahfî bir nûr.”
Müjde buyurdu: “Vakt olur, açılır,
Sırr-ı kelâm âleme saçılır.”
Âlem hayranda, nücûm müşâhid,
Bir beşer doğdu ki şânı bî-had.
Nûr-i kudretten oldu şarâb,
Ol sebebdir ki cism buldu şitâb.
Levh-i Mahfûz’da yazıldı bir kez,
Sırr-ı ezel oldu âleme âvez.
Nigâr ağladı sevinç yaşlarıyla,
Âlem sustu, dinledi nârâlarıyla.
Sadr-ı mâderde büyüdü şefkat,
Sırr-ı rahmetle doldu her hikmet.
Süt-i merhametle geçti tifl-i za‘îf,
Cân bulup oldu nev-civân-ı latîf.
Dağları oynatırdı dest-i kuvvet,
Toprağı işlerdi şevk-i kudret.
Lâkin zebân açılmadı lisân-ı beyân,
Sustu, mestûr kaldı ma‘nâ-yı nihân.
Hikmet baktı, gönlüne hayret düştü,
“Bu ne sırdır?” dedi, gözyaşı düştü.
Rahmet buyurdu: “Muammâdır bu,
Perde-i kevn içinde mestûr oldu.”
Kâtip yazdı defter-i Levh-i Mahfûz’a,
Nakş olundu levh-i kader-i hüve.
Nücûm hayranda, semâ gürledi,
Arz titredi, deryâ kabardı.
Sâhil-i kevn bu nefesden doldu,
Gizlü sırla âlem nûra boğuldu.
Mahlûkât seyreyledi hayrân,
Ol beşerin kudreti oldu burhân.
Her kemâl onda açıldı tezden,
Lâkin lisân kapandı sır denizden.
Müjde buyurdu: “Bu sır Hak’tan gelür,
İlm-i kevn ile kalbler delür.”
Rahmet dedi: “Bu cevher asl turâb,
Turâbdan doğdu, oldu şem‘-i hicâb.”
Hâlet-i kudret açıldı görünür,
Her zerre hayretle âlemi sürünür.
Çocuk baktı, gözleri nûr saçdı,
Lâkin dili perdeler ardına kaçdı.
“Bu mı Âdem, bu mı asrın evveli?
Sırr-ı Hak mı, kudretin rehberi?”
Ey nazar kıl, muammâyı keşf eyle,
Kilden açılan kudreti tefekkür eyle.
Her nefesle doğar bir kevn-i cedîd,
Sır içinde muammâ, hayretle şedîd.
Söz söylenmez, lâkin ma‘nâ taşar,
Sırdan sırra âlemler aşar.
Ey beşer, ey gönül, bil hikmeti,
Turâbdan zuhûr itdi nûr ü kudreti.
Mesnevî tamâm oldı elli beyit,
Sırr-ı Hak’dır, hayretle seyr it.
FATİH DİŞBUDAK