2
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
133
Okunma

Bazı sabahlar,
gün doğmadan önce uyanmak isterim.
Ama şimdiki zamana değil,
çam kokan, taş sokaklı, fırın dumanı tüten bir zamana…
Perdeyi açtığımda
karşımda beton değil,
bir çınar gölgesi olsun isterim.
Etrafında sedirler,
sedirlerde söze kıymet veren yüzler…
Ben o eski selamların insanıyım.
Avlu kapısını “hayır ola” diye açan,
bir fincan kahveyle
bir ömrün muhasebesini yapanlardanım.
Şimdi her şey hızlı,
ama hiçbiri derin değil.
Kahveler köpüksüz,
kelimeler yorgun,
ve insanlar…
İnsanlar kendine bile misafir gibi.
Üzerime bol gelen bir gömlek gibi bu çağ.
Ne sevmesi oturuyor üstüme,
ne susması…
Sanki her duygunun bedeli peşin alınmış,
ama kimse tatmin olmamış.
Oysa ben,
bekleyerek sevenlerdenim.
Bir çayın demine saygı duyan,
bir çocuğun bakışına diz çöken…
Gecikenin bahanesini değil,
geldiği haliyle kıymetini bilenlerden.
Şimdi herkes bir diğerinin üstüne basa basa yaşıyor.
Ama hiç kimse birbirine dokunmuyor.
Taş atıyorlar birbirlerine,
ama o taşla duvar değil, uçurum örüyorlar.
Benim zamanım,
bir yaşlı adamın bastonuna yasladığı dualardaydı belki de.
Ya da bir annenin yemenisine sinmiş sabırda…
Şimdi sabır,
yalnızca bir ekran yüklenirken hatırlanıyor.
Eskiden “tamam” diyen sustururdu sözü.
Şimdi “tamam” bin parçaya bölünüyor.
Hiçbir kelime yerini bulamıyor artık.
Ve ben,
bir çiçek gibi susuyorum.
Açsam da görülmeyen,
solsam da umursanmayan…
Ama yine de bekliyorum.
Çünkü bazı ruhlar,
yalnızca eski zamanın toprağında yeşerir.
Ve bazı insanlar,
bir kitabın arasında unutulmuş çiçek gibidir:
kurumuş görünür ama hâlâ kokar.
Ben işte o kokunun hatrına,
bir göl kenarında oturmak istiyorum.
Zamanı içime çekmek,
ve geçmişin sesini dinlemek…
Belki de vakit,
bir gün yeniden eski saatine döner.
5.0
100% (4)