7
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
482
Okunma

(Bu hayalde anlatılanların tamamı gerçek ürünüdür)
(O büyük meydanda rıhtıma yakın bir bahçede
sarılmanın sözcüklerini düzeltiyorduk
“her şey vatan için - her şey vatan için!”
diye bağıran bir kitle geçiyordu yanımızdan
kalplerindeki demirden, gözlerindeki kumdan
ceplerindeki banknottan tanıyorduk onları
yakacak bir vatan buldukları için şükredenlerdi olanlar
gülümseyen halkları arkasından vurduktan sonra
yüzlerine yapışan kalıcı sahtelikten tanıyorduk onları)
*
“gelmeyen vapurları beklemekle ünlüdür burası”
dedi siyah şapkalı kız rıhtımı işaret ederek
insan gelmeyecek olanı niye bekler
diye soracaktım, avuçlarıyla ağzımı kapattı
biliyordu biz konuşurken bekleyişin bizi dinlediğini
tanışalı birkaç asır olmuştu ama her buluşmada
yeniden tanışıyorduk siyah şapkalı kızla
kaç kez kaybedip kaç kez bulmuştuk yüzlerimizi
kaç kez sırtımızdan vurulmuştuk düşüncelerin yolculuğunda
bize mektuplar yolluyordu öldürülmüş gülümseyişler
doğdukları şehirleri bulmamızı istiyorlardı bizden
günbatımının en iyi izlendiği yere götürüyorduk onları
her gülümseyişten bir karanfil kalıyordu bize
o karanfillerden düşsel gemiler yapıp denizlere açılıyorduk
bir keresinde karanfilini düşürmüştü siyah şapkalı kız
başka denizlerden gelen bir martı alıp uzaklaşmıştı
onu izledik çılgınlar gibi koşup ardından
yakalamak için değil; beyaz ve mavinin şarkısına eşlik ederek
“bazen bir martının peşinden gitmek gerekir”
adındaki o şiiri hatırlamıştık hatırlamanın yasaklandığı bu çağda
bulutlardan indirmiştik o şiiri; aşk henüz ölümden büyük değildi
siyah şapkasını eski bir öyküden ödünç almıştım
yıldızlara konuşmayı öğreten kadim bir çarşıdan.
karşılığında avuçlarımda biriken anı taneciklerini vermiştim
para geçmiyordu orada; çünkü sonsuz unutuştan kaçmak için
anı tanecikleri kullanılıyordu bütün alışverişlerde
en fakirleriydi anısı olmayanlar
eskiden de yakışıyordu ona siyah şapka ama şimdi
yüzünde biriken zaman, uzaklık, rüzgâr ve anlam
daha çok açığa çıkarıyordu henüz açılmadığımız denizleri
büyülü bir sessizlikte doğanın fısıldayışını dinliyorduk
şarkısını söylüyordu sarılmanın toparlanmış sözcükleri
gerçek dibimize kadar sokulmuştu, fark etmemiştik
(sesleri irileştikçe sahtelik yükselmekteydi
ozanları öldürürken getirdikleri tekbirden tanıyorduk onları
bakışlarındaki çölden yüreklerindeki silah deposundan
dillerinde Allah varken
beyinlerinde dolaşan şeytanlardan tanıyorduk onları)
gerçek dibimize kadar sokulmuştu
fark etmemiştik
masumiyet çağının sularında dolaşmaktan
bir ağlayışa dönüşmüştü doğanın fısıldayışı
“insan denen vahşi!”
dedi irkilerek siyah şapkalı kız
bir baktık; ağaçların ortasında çığlıklar mağarası
bir baktık; kuşlar, yapraklar, böcekler, toprak
birleşip o büyük çığlığı elinden tutup getirmişler
yanıp küle dönmüştü gelmeyen vapurlarıyla ünlü o rıhtım
zihnimdeki kanamayı gösterdi siyah şapkalı kız
kalemimdeki kurşuni yorgunluğu
kalp krizi geçiren kuşların üzerime dökülen tüyleri
uyuyakalanların son çırpınışını gösterdi elindeki karanfille
gökteki görünmeyen kristale çarpıp yere düşüyordu duaları
henüz bilmiyordu uyuyakalanlar;
tanrı kapalı şu an, yeryüzündeki seri katilleri iş başında
(Not: İklim kanunu toplumların çölleşmesidir.
O yüzden iklim kanununa hayır diyoruz.)
5.0
100% (2)