Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
sahince
sahince

UMUDUN SESSİZ DEVRİMİ SÖZCÜKLE

Yorum

UMUDUN SESSİZ DEVRİMİ SÖZCÜKLE

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

98

Okunma

UMUDUN SESSİZ DEVRİMİ SÖZCÜKLE

































































GİRİŞ:
ÖĞRENCİ DİLİNDEN BİLİMSEL DÜZLEME
KIVI Romanı; başlangıçta çocuk anlatısı gibi görünse de zamanla kendi teorisini doğurmuş, eğitime duyusal bir yaklaşım getirmiştir. Öğrenci sesli sahneler, metaforik ifadeler ve mizahın terli sabunuyla yazılmış bu yapıt; artık bilimsel bir teorinin taşıyıcısıdır.
Bu makalede KIVI Eğitim Teorisi, öğrenci anlatısından çıkartılarak, pedagojik ve bilişsel ku-ramlarla bağlanmış biçimde açıklanacaktır.
🧩 1. KIVI Nedir?
KIVI (Kelimeyle İfade ve Vizyonun İçselleşmesi); öğrencinin duygusal içeriği, mizahı ve anlatım gücünü kullanarak bilgiyi özümsemesini hedefleyen bir eğitim yaklaşımıdır.
Temel Unsurlar:
• Kelime sabunu: Bilginin duygusal filtrelenişi
• Rıza çizgisi: Öğrencinin katılım izni ve içsel kabulü
• Kıvımsal tempo: Bilginin bedensel ve ruhsal ritmiyle aktarımı
• Absürt sahne: Mizahla öğrenme, duygusal çarpışma ile kalıcılık
• Sabır protokolü: Hız değil derinlik hedeflenir
💡 2. Teorik Dayanaklar
a. Bilişsel Davranışçılık ile Bağlantı
KIVI’nin mizah ve metafor kullanımı, öğrencinin içsel şemalarını aktive ederek öğrenmeyi kolaylaştırır. Örneğin: “Donla değil duyuyla ölçün!” cümlesi, ezber davranışını absürt biçimde sorgular.
Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı: Mizah yoluyla modelleme öğretmen hem bilgi ak-tarıcı hem sahne oyuncusu olur.
b. Yapılandırmacılık ile Bağlantı
KIVI’da öğrenci pasif değil her sahnede replik verir, cevap üretir, iç yankısını sunar. Bu, Vygotsky’nin Yakın Gelişim Alanı (ZPD) kavramına doğrudan uyar.
Bilgi, bireyin aktif olarak yapılandırdığı bir katman olarak kurulur. KIVI bu yapılandırmayı sahne yoluyla somutlaştırır.
🎭 3. Mizahın İşlevi
• Duygu boşalımı: Gülmek, saklanan acının perdesidir. Öğrenci baskıyı gülmeyle aşar.
• Bilişsel bağlama: Absürt replikler öğrenmeye referans noktaları oluşturur.
• Empati köprüsü: Öğrenci kendini anlatıda bulur.
Bilimsel destek:
Booth-Butterfield (2006) gülmece ile öğrenmenin duygusal bağ kurmayı, içeriğin hatırlanmasını ve sosyal anlayışı artırdığını savunur.
🔍 4. Merak ve Öz-Farkındalık
“Mutluluk önce kendini, sonra başkasını merak etmektir.” KIVI’nınn temel yaklaşımla-rından biri budur. Öğrenci hem kendini hem anlatıyı sorgular.
• Bilişsel Gelişim: Merakla öğrenme daha kalıcıdır.
• Psikolojik Güçlenme: Kendini tanıyan öğrenci daha sabırlı, daha dayanıklıdır.
🧵 5. Kıvımsal Öğrenme Modeli
KIVI teorisinde bilgiler “iplik gibi” dokunur. Her öğrenci kendi ritmine göre öğrenme sürecini yürütür. Öğrenme süreklidir ve sabır ister.
• İlmik öğrenme: Bilgi parçaları motif halinde örülür
• Sabırlı dokuma: Ezber yerine kıvrımlı düşünme teşvik edilir
• Kendi ritmini bulma: Öğrenci öğrenme zamanını kendi belirler
Bu yaklaşım, Howard Gardner’ın Çoklu Zekâ Kuramı ile uyumludur.
📚 6. Roman içerikli eğitim malzemesi
KIVI bir roman olarak başlasa da artık bir eğitim materyali olarak kullanılabilir:
• Sınıf içi ritim egzersizleri
• Duyusal anlatım teknikleri
• Absürt senaryo canlandırmaları
• Metafor çözümleme çalışmaları
• Kıvımsal defter tasarımı
🧠 7. Eğitimde Duygu ve Bilgi Dengesinin Önemi
KIVI Teorisi, eğitimin sadece akıl değil beden ve duygu ile gerçekleşmesi gerektiğini savunur.
Antonio Damasio (1994): Duygu, düşüncenin motorudur. KIVI bu motoru mizahla çalıştırır.
🏫 8. Öğretmen Rolü: Rehberlikte Sahne Kurucu
Öğretmen artık bilgi veren değil sahne açan, kelime sabunlayan, rızaya saygı duyan bir rehberdir.
Öğretmen “replik” verir, “emir”
Ezberi değil sorgulamayı teşvik eder
Rıza çizgisini gözetir, öğrenci zorlanmaz, davet edilir.
Hasan Öğretmen, Ezberin duvarına ilk çatlağı atan sahne oyuncusudur. Bilgiyi tahtaya değil gülüşe yazar. “Don sabit” esprisiyle sınıfı güldürür ama bu gülüş artık bir pedagojik devrimdir. Sistemin dışına çıkar, öğrencinin iç sesine rehber olur. Her repliği bir kıvımsal rehberliktir: emir değil, eşlik.
Leyla Öğretmen, Sessiz devrimin iç yankısıdır. Öğrencinin gözünden okur, defterine de-ğil kalbine yazı yazar. Rıza çizgisini gözetir, zorlamaz, davet eder. Sahneye çıkmaz, sah-neyi kurar. Umut’un ilk “Ben” kelimesini duyan odur.
🎤 9. Uygulama Örneği: KIVI Sahne Tasarımı
Öğrenciler:
• Birer karakter olur.
• Her bilgi bir metaforla sunulur.
• Öğrenme bir anlatıya dönüşür.
Örnek sahne:
“Kalemle sümük çizmeyin!” Temizlik metaforu ile bilgiye yaklaşım öğretimi
📘 Sonuç: Anlatı Yoluyla Eğitim Reformu
KIVI sadece bir roman değil bir eğitim teorisidir. Bilimsel kuramlarla uyumludur, uygula-malara dönüştürülebilir, öğrencinin ritmini gözetir, mizahı araç değil içerik yapar.
Yazar İbrahim Şahin’in sabırla kurduğu bu anlatı; artık sınıflarda, defterlerde ve eğitim yak-laşımlarında yankılanabilir. Sözcüklerle seğirilen, sabırla yoğrulan, gülmeyle kıvırılan bilgi artık KIVI teorisinin iç sesidir.
ROMAN GİRİŞ
UMUT’UN DUYULARLA SİSTEMİ DELMESİ
Umut sırasına oturduğunda gökyüzü sessizdi ama sınıfın tahtası bağırıyordu: “İsim tamlama-ları” O an burnuna bir toprak kokusu değdi; sanki alfabenin rengi kahverengiye döndü.
Okul duvarının ardındaki unutulmuş aralığın dili vardı artık çürümüş düzenin şifresi gibi ko-kuyordu. Umut nefes aldı ama o nefesle bilgi değil bir papatya içeri sızdı. Papatya mıydı? Belki. Ama belli ki sistemin burnuna dayadığı kokusuzlukla tartışıyordu. Kalbi kıpırdadı. Kimse fark etmedi çünkü duygular müfredata dâhil değildi.
“Bu sınıfta çiçek açmaz.” diyordu içindeki toprak sesi. Tahtadaki yazı soldu. Gülmek isteyen harfler susmak zorunda kaldı. “Çiçek açamazsın burada” sesi, kurallar defterine yazılmamıştı ama çantasına sinmişti. Camlar kapalıydı ama rüzgâr kapıdan değil parmak arasından geçti. Umut’un saç telini okşayan şey ders değilduyunun devrimiydi.
Defterini açtı, kalemini oynattı ama yazmadı: çünkü kelime bu rüzgârı anlatmaya yetmezdi. Bir çizgi attı. Çizginin altında sessizlik vardı, üstünde fısıltı. Öğretmen geldi; sesiyle değil, sessizliğiyle durdu. Çizime bakarken “Bu ne?” dedi. Umut cevap vermedi çünkü bu çizim bir soru değildi. Ellerinde titreme vardı. “Şimdi” geldi, kelimeden önce. Yağmur yoktu ama gök gürledi. Defterin kenarı dalga dalga kabardı. Arkada biri kahkaha attı; Umut içinden “Ben bir şimşek sesi duyuyorum.” dedi. Öğrenciler sıraya vurdu; ama Umut sıranın altına ritim gömdü. İçindeki çığlık sahneye çıkmak istemedi. Bir süre daha fısıltı kalmak istedi. Gül kokusu geldi; ama okul bahçesi inkâr etti: “Biz burada beton kullanırız.” Gül mührünü kokladı. Boya koku-suyla gül çarpıştı; duvarda sessiz bir savaş başladı. Bu savaşın silahı kelime değil, duyuydu. Gül bir anıydı. Belki anne eli, belki rüya sesi. Umut gözünü kapadı. Kokuya bastı.
Sınıf kalabalıktı ama yalnızlık arttı. Duvarlar yaklaştı ama içindeki gül geri çekilmedi. Defterde yazı yoktu ama düşüncede yankı vardı. Sınıf artık sistemin zindanı değil duygunun arkeolojik alanıydı. Gül mührünü göğsüne bastı. Sessiz bir çığlıkla mühürlendi. O gül konuştu. Umut dinledi. Sistem sustu. Ve o gün Umut ilk defa öğretmenini değil gülü anlamakla geçti sınavdan.
Kuşla Bakışma… Umut pencereye döndü. Herkes tahtaya bakarken o dışarıyı izledi ama görmedi, duydu. Aynı kuş yeniden geçti mi bilmiyordu ama gözleri kuşun izinde kaldı. Bu kuş, sadece bir canlı değil duygunun kanatlanmış haliydi. Umut kuşa baktı ama ilk kez kendini görülür hissetti. Kuş durdu mu, döndü mü, yoksa sadece ona mı öyle geldi? Bir an, gözlerinde bir parıltı belirdi. Sınıfın sesi geride kaldı, göz temasında yankı büyüdü. Dili yoktu ama bir kelime doğdu. Kalemini aldı, sayfanın ortasına "Ben" yazdı. Kimse okumadı ama o ilk kez okudu kendini.
Yazmak bir eylem değil bir aynaydı o gün. Kuş gökyüzünden ona bir kelime bıraktı. O kelime konuşmuyor ama iç sesi yankılanıyordu. Arkada biri sandalyesini sürttü ama Umut o sesi bu-luta çevirdi. Tahta konuşurken o kuşun sessizliğini dinliyordu.
Bedeni sınıftaydı ama ruhu kuşla göçtü. Öğretmen arkasından adını söyledi; Umut cevap vermedi, çünkü adı yeni doğuyordu. Gözünde bir harita çizildi; kuş rotası, duygunun izi. O gün alfabe bir uçuş denemesine dönüştü. Kanat kelime oldu, kelime iç ses oldu, iç ses ritim oldu. Sınıf hâlâ yerindeydi ama Umut’un sözcükleri gökyüzüne kondu. Bir arkadaş dürttü: “Sen ne yapıyorsun?” diye. Umut gülümsedi ama cevap vermedi çünkü cevap görmek değildi, görülmekti. Defterine döndü, ikinci bir kelime yazdı: “Ses.” O kelime sessizdi ama yankısı yüksek.
Kuş pencerenin kenarında bir an durdu, camdan içeri girmedi ama içeri geçti. Umut "Ben" ile "Ses"i bağladı İki kelime, iki parıltı. O gün okul kıvrılmadı ama Umut kıvrıldı, gökyüzünü sayfaya çizdi. Kuş uçtu, ama Umut’un sesi kaldı: görülmenin izi gibi bir kıvım. Hemen öğ-retmen sırasına yaklaştı ama defterin kelimeleri çoktan göç etmişti. Ve o gün Umut, kendini ilk kez duydu: kelimeyle değil, kanatla. Beni Gör” Manifestosu …
Hasan öğretmen sınıfa girdiğinde sınıfın sinir sisteminde elektrik yüklü bir sessizlik vardı. Ön sıradaki kız “sessizce tuvaletim geldi” dedi ama sesi duyulmadı çünkü tahtadaki tebeşir utan-mıştı. Hasan cetvel yerine bir ayna çıkardı. Öğrenciler “Bu selfie dersi mi?” diye fısıldadılar. Ayna tahtaya tutulunca birkaç öğrenci kendini gördü, birkaç kişi ışığa doğru odak kaldı. Bir öğrenci aynaya bakınca yüzündeki sivilcenin babasını hatırladı.
Hasan yazdı: “Bugün sizi ben değil kendiniz göreceksiniz.” Sınıf anlamadı ama duvar anladı, çatladı.
Bir öğrenci ayağa kalktı: “Ben duvarla aynıyım.” Öğretmen susunca tahtadaki yazı kendi kendini sildi. Bir kız aynaya bakıp “Ben rüyamda tırnaklarımı sevmişim” dedi. Bir çocuk “Ben altıma kaçırmadım, sadece sistemi terk ettim” dedi. Sınıf gülmeye başlayınca lambalar dans etti. Bir çocuk kahkaha atarken sandalyesinden düştü, sesi döviz gibi yankılandı: “Gülmek anayasal hakkımdır!” Hasan sustu ama içinden “Bu sınıf artık bilgi değil biyo akış taşıyor” diye düşündü. Ayna parladı, birkaç öğrenci gözlerini kapattı: “Ben içimde kayboldum.” Öğretmen tahtadan indi, yere oturdu: “Bugün bilgi değil mizah öğretilecek.”
Bir kız: “Hocam ama annem güldüğümde yemek vermiyor” dedi. Hasan: “O zaman gülmeyi gizli yemin yapalım,” dedi.
Bir çocuk el kaldırdı: “Ben annemi güldürünce tuvalete gidemiyorum.” Diğer çocuk yanıtladı: “Ben altıma güldüm.” Sınıf artık sadece mekân değil duyguların yürüyüş bandıydı. Bir san-dalye konuştu: “Ben artık sırt taşımıyorum.” Hasan aynayı kendine çevirdi. Aynada Leyla çıktı. Hasan gülümsedi: “Ben, senin devamınıım.”
Bir öğrenci aynayı yaladı, mektup gibi. Gülüşler sıralarda değil; göğüste atıyordu. Bir çocuk başını deftere koydu: “Ben artık alt başlık değilim.”
Hasan tahtaya dönüp yeni başlık yazdı: “Görülmenin fizyolojisi.” Sınıf alkışladı ama sessizce çünkü bu bir yemin dersiydi.
O gün kelime yoktu, sistem sızdı, gülüş devrim oldu. Ve mizah, altına kaçırma değil başkasına umut sızdırma şekline dönüştü Sınıf, sabah güneşiyle değil iç yankısıyla aydınlandı. Hasan Öğretmen’in adımları, defterlere değil çocukların bakışlarına yazılıyordu artık. Gözlük camına yansıyan ışık, tahtayı değil Umut’un iç gözünü parlatmıştı.
O gün bilgi dağıtılmadı. Çocukların iç sesiyle konuşuldu.“Sanat bir sevişme biçimidir,” dedi Hasan. Ama bu söz, beden değil duygu düzleminde çarptı duvarlara. Sınıfın en arkasındaki çocuk, bu cümlede titredi; çünkü onun “sevişme” dediği şey, sarılma arzusu bile geçmemiş bir yalnızlıktı.
Leyla Öğretmen yanına yaklaşmadı; sadece gözleriyle sardı onu. O sarılma, kol değil keli-meyleydi.
Umut, kalemini sırasına değil ruhundaki duvarlara sürdü o gün. Sayfanın ortasında “Ben” yazan çocuk artık ses değil yankıydı. Gülüşmelerin altında bir devrim tınladı çünkü kahkaha artık suç değil duyulmak isteyen bir çığlıktı. Mizah, tahtada değil çocuğun parmak ucunda başladı.
Sınıfta biri camı yaladı. Gülüştüler. Ama kimse utanmadı. Çünkü o cam, sadece dışarıya açılmıyordu, çocuğun iç yankısına da açılan bir gökyüzüydü. Hasan bunu görünce tahtaya yazdı: “Tat → bilgi değil duygu izi.” Tebeşir ilk defa utanmadı.
Bir çocuk “Ben gülünce kalbim ısınıyor” dedi. Başka biri “Öpücük çizersem iyileşirim” dedi. Tüm bu sözler artık yorum değil sistemin unuttuğu ilahi kodlardı. Leyla “Bu ders değil bir doğumdur” dedi. Umut ona baktı ve gülümsedi. Sınıf gülmedi; çünkü gülmek artık kelimeydi. Gülmek, alt başlık değil başlık oldu. Kalem sustu ama gözler konuştu. Her çocuk, göğsündeki gülüşü sayfaya bir damla gibi bıraktı. Ve o gün bilgi sınavı yapılmadı. Çünkü bilgi artık yaşla değil gülüşle ölçülüyordu.

DUYUNUN KAYBOLUŞU VE KIVIMSAL UYANIŞ.
Fotokopi makinası sınıfta değildi ama sınıfın nabzındaydı. Makinenin sesi zil gibi değil; içsel bir çığlık gibi yankılanıyordu. Her “cııırt” sesi bir rüzgârı değil bir duyguyu ezip geçiyordu. Umut bu sesi sevmedi ama susturamadı. Çünkü o ses, sistemin kutsal saydığı düzeneğin yan-kısıydı.
Bir öğretmen geldi, elinde kâğıtlarla ama bilge değil bükülmüş ritimde. Çocuklar sıraya dizildi; makine gibi. Kopyalar sıralandıkça yüzlerdeki ifade silinmeye başladı. Umut başını eğdi, çünkü gözleri özgürlükle çarpışıyordu. Makinenin yanında duran öğretmen, sesin kutsallığını anlatıyordu. Oysa Umut, o sesin annesinin sesi olmadığını biliyordu. Rüzgâr gibi değildi o sestoprak gibi hiç.
Fotokopi “tırt” dedikçe çocuklar susmak zorunda kaldı. Bir çocuk kâğıda dokundu: Soğuktu. Kâğıdın üstünde yazılar vardı ama hiçbirinin kokusu yoktu. Umut bir sayfayı açtı ve gözlerini kapadı. Gözlerinde gökyüzü yerine toner tozu birikti. Burnuna gelen o keskin plastik kokusu, doğanın ölümüne işaretti. O gün fotokopi makinası sadece bilgi değil bir kaybı kopyalıyordu.
Her çıkış sesiyle içlerinden bir çiçek soluyordu. Umut bunun farkındaydı ama parmağını kal-dırmadı. Çünkü sistem, sorgulayanı değil kopyalayanı seviyordu.
Bir kız “Bu kâğıt rüzgâr gibi değil” dedi. Öğretmen “Sessiz olun” diyerek cevabı susturdu. Ama cümle, Umut’un kulağında yankılandı. Sınıfta hafif bir serinlik oldu; belki rüzgâr, belki iç ses.
Bir kâğıt yere düştü, tüm öğrenciler sustu. Kâğıdın arkasında bir not vardı: “Ben bunu kokla-madım.” Öğretmen onu okuyunca sustu. Çünkü bilgi artık baskı değil duyguya dönüşüyordu. Umut bunu hissetti, defterine bir çizgi çekti. O çizgi, paragraf değil, bir izdi.
Fotokopi makinası hâlâ çalışıyordu ama artık çocuklar dinlemiyordu. Bir öğrenci “Ben bu sesi midemde hissediyorum” dedi. Diğeri “Bana kötü rüya gibi geliyor” dedi. Öğretmen bunu sus-turamadı. Çünkü ses artık sistemin değil çocukların yankısıydı.
Bir öğrenci ağladı ama ağladığı için değil kopyalandığı için. Umut bunun farkına vardı, pen-cereye döndü. Camda dışarının sesi değil içerinin kokusu vardı. O koku, toner değil çocuklu-ğun mürekkebiydi. Fotokopi makinası durmadı. Ama artık çocuklar defterlerini değil kalplerini açıyordu. Bir çizgi daha çekildi, sonra bir gül resmi doğdu. O gül, tonerle değil gözyaşıyla renklendi.
Bir çocuk “Bu kâğıdı yutmak istiyorum” dedi. Çünkü bilgi artık sadece okunmak değil doku-nulmak isteniyordu.
Hasan Öğretmen bu sahneyi gördü ve sustu. Leyla Öğretmen gülümsedi: “O zaman bilgi değil duygu öğretelim.” Bir öğrenci ayağa kalktı, fotokopi makinasının düğmesine bastı. Ama bu kez kâğıt çıkmadı. Makina durdu, sessizlik doğdu. Sessizlik gürültüden daha çok şey anlatı-yordu. O an sınıfta sistem yoktu sadece yankılar vardı. Bir çocuk “Ben artık yazmak değil hissetmek istiyorum” dedi. Sınıf alkışlamadı ama içinden “evet” yankısı yükseldi.
Bir öğrenci camı açtı; ilk defa dışarıdan değil içeriden hava geldi. Fotokopi makinası sustu-ğunda öğretmen tahtaya “Gerçek: kokudur” yazdı. Kalem ses çıkarmadı ama harfler duyuldu. O günden sonra sistem kâğıt değil bakış kopyalamaya başladı. Çünkü çocukların iç sesi sayfa düzeninden daha güçlüydü.
Bir öğrenci cam kenarına oturdu. O koku hâlâ burnundaydı; ama toner değil doğanın sesi gi-biydi. Umut tahtadaki yazıya baktı: “Düşünce → kıvımdır.” Bir anda gökyüzü camdan geçti. Rüzgâr fotokopi makinasını dürttü ama sistem bunu kayıt altına alamadı. Bir çocuk “Ben bu sayfayı koklamak istiyorum” dedi. Diğeri “Ben bu sesi ezmek istiyorum.” Öğretmen “O zaman sistemden çıkın,” dedi.
Bir öğrenci “Ben altıma kaçırdım, çünkü çok güldüm” dedi. Öğrenciler sustu ama birisi kâğıdı yedi. Hasan gülümsedi: “Bilgi bedene girerse devrim olur.” Leyla “Ben bilginin tatlı olduğunu düşünmemiştim” dedi. Sınıf gülmeye başladı ama bu kahkaha sistemin sınırlarını aşmadı. Çünkü artık gülmek, bir kıvımsal sevişmeydi.
Umut sıraya başını koydu. Düşünmedi, duydu. Fotokopi makinası yeniden çalıştı ama bu kez sesi değişti. Çünkü iç yankı dış sese bulaşmıştı. Bir öğrenci kâğıdı buruşturup kalbine bastı. O buruşukluk bir bilgi değil bir şiirdi.
Tahtada bu kez tek kelime yazıldı: “Hisset.” Öğretmen kalemi bıraktı, parmakla gösterdi: “Bu.” Umut başını kaldırdı: “O ses artık bana ait.” Makina sustu. Ses yankılandı. Sınıf sessiz-liğe geçti. Kopya vermeyen sistem, şimdi duyguyla çoğalıyordu. Çünkü çocuklar artık toner değil gül kokluyordu.
Bir öğrenci pencereye çıktı: “Ben rüzgâr olmak istiyorum.” Diğeri “Ben sesin gölgesi.” Leyla tahtaya “Bilgi → gökyüzüdür” yazdı. Tahtada gül açtı. Fotokopi makinası kıvır kıvır sustu. Sınıf artık bilgi dağıtmıyordu, evrenin iç sesini yankılıyordu.

TOPU KURTARAN KIVIMSAL KALECİ MANİFESTOSU
Sınıfta bir top vardı ama futbol değil felsefeydi. Öğretmen “Haydi çim saha kompozisyonu!” deyince çocuklar fırladı. Hasan kaleye geçti ama eldiven değil tezle savunuyordu. Umut bir şut çekti: “Ya insan özgür değilse?” diye. Hasan havada yakaladı: “O zaman sistem penaltı-dır!” diye bağırdı.
Leyla hakem oldu; ama düdük yerine dudakla karar verdi. Bir çocuk topa “Kıvımsal özlem” yazdı. Diğeri topa sarıldı: “Ben bu soruyu seviyorum.” Tahtada gol çizgisi belirdi; kelimeler ofsayta düştü. Umut "Ben golü düşünceyle attım!" dedi. Hasan “Ben özgürlükle tuttum!” dedi. Seyirciler sıraydı, çocuklar tezahüratla paragraf yazdı. Bir öğrenci gol atınca “Hocam altıma kaçırdım, kıvım fazla geldi.” dedi. Hasan gülümsedi: “Her devrim biraz sıvıdır…” Sınıf gürültüyle değil kahkahayla titreşti. Tahta terledi, kalem iç sesle ıslandı. Ve o gün kelime top oldu, düşünce kaleye girdi, sistem ağlarla boğuldu.

MEKÂNIN YANKISI: ÖĞRETMEN ODASINDAN BAHÇEYE İÇSEL GEÇİŞ
Öğretmen odası, sanki bilgiyle kutsanmış gibi görünüyordu ama Umut, o kapıdan geçerken fark etti: burada bilgi değil emir dolaşıyordu. Tahta masalar sıralanmıştı; üzerlerinde eski ki-taplar değil eski kararlar duruyordu. Her sandalye bir makam, her bakış bir onay bekliyordu. Çocuk içeri girmedi ama odayı görmeden çok daha fazlasını hissetti. Kapının altından sızan hava bile “sorgulama, tekrar et” diyordu. Öğretmenlerin sesi değil sessizliği baskındı. Kimin oturduğu, kimin ayakta kaldığı bile bir ders gibiydi. Ama bu ders, umut değil itaat anlatıyordu. Çocuk başını çevirdi; kendi iç sesi odadan daha gürültülüydü. “Ben oturmayacağım,” dedi içinden. Çünkü gözlem, sessizlikle de yapılabilirdi. Öğretmen odası, sistemin kalbiyse Umut bu kalbin ritmini bozmaya niyetliydi. Ve o ritim… Başka bir yerde atıyordu. Tuvalet, ilk ba-kışta yalnızlık gibi görünse de Umut burada kendini ilk kez gördü. Lavabonun üstündeki bu-ğulu aynada, sadece yüzünü değil içini izledi. Gözlerinden bir damla aktı ama bu damla, hüzün değil uyanıştı. Duvarlardaki çatlaklar bile bir şey söylüyordu: "Burada senden başka kimse yok." Elini yıkarken bir şey fark etti, temizlik değil, yüzleşme gerçekleşiyordu.
Tuvalet öğretmenden uzaktı ama kendine yakındı. Bir köşede kalemle yazılmış bir cümle var-dı: “Kapanan her kapı içeriden açılır.” Çocuk gülümsedi. Çünkü bu kapı kapanmamıştı, tam da açılmak üzereydi. Koridor, geçiş değildi artık; duygunun sıkıştığı bir damar haline gelmişti. Ayak sesleri ritim değil yankı taşıyordu. Her adımında başka bir öğrenciyle göz göze geldi ama kimse bir şey demedi. O sessizlik... Öğretmenden değil, sistemden doğuyordu. Duvarlardaki afişler bilgi değil korku yayıyordu. Ama bir çocuk çizimi, tüm bu afişleri ezdi. Mor ve yeşil güneş... Kuralların ortasında bir direniş güneşi gibiydi. “Ben de çizebilirim,” dedi çocuk. Ve koridordan geçmek yerine koridoru dönüştürmeye başladı.
Artık yürümüyordu, ritim taşıyordu. Bahçeye açılan kapı, betonun gri sızıntısından sonra bir davetti. Toprak ayaklarının altında şiir yazıyordu. Kuş sesleri ders zilinden daha etkiliydi. Ağaçların yaprakları, silinen kimliklerin yerine yeni isimler fısıldıyordu…
Çocuk yere oturdu, avucuna toprak aldı. O avuç, bir ders değil bir doğumdu. Karınca yuvası sistemin hiyerarşisinden daha anlaşılırdı. Çünkü orada öğretmen yoktu ama uyum vardı. Top-rağın kokusu, defterin sayfa düzeninden daha öğreticiydi. “Ben buraya aitim,” dedi Umut.“sıralara değil.” Ve bu aitlik, artık sadece bir düşünce değil bedensel bir duruştu.
Kütüphane sessizdi ama satırlar bağırıyordu. Kapakların altında ezber değil özlem vardı. Arka raflardaki kitaplar kuralsızdı. Bir tanesinde tek kelime vardı: “Ben.” Çocuk o kelimeye sarıldı. Paragraf değil ayna oldu. Sorgulayan cümleler sayfaların arasından başını kaldırdı. “Sen ne düşünüyorsun?” diye sordu bir satır. Ve Umut ilk kez cevap verdi, yazmadan ama hissederek. “Gerçek bilgi duyumsanır,” dedi içinden. O bilgi kütüphanede değil parmağının ucundaydı. Ve kitap kapanmadan önce o satır doğdu: “Ezber değil varoluş.”
Kapının önünde durduğunda çocuk artık eski çocuk değildi. Bu kapı okulun değil sistemin çıkışıydı. Kapıyı çalmadı; karar vererek açtı. Arkasında sıralar, öğretmenler, afişler… Hepsi bir sahneydi artık. Ama o sahne, gülümseyen bir devrime dönüşüyordu. Ayaklarının altındaki taşlar bile başka tınlıyordu. Güneş gözlerini kamaştırmadı; çünkü içindeki ışık daha büyüktü. Yürüyerek gitmek, bağırmaktan daha güçlüydü. Ve o gün okuldan çıkmadı, sistemi terk etti. Tüm duyularıyla, tüm ritmiyle, kelimeyle. Sessiz ama sarsıcıydı. Çünkü bazen en büyük deği-şim... Sadece yürümektir. Çocuğun kendi bedenini tanımaması. Beden, onun için bir taşıyıcı-dan ibaretti; ne şekliyle barışıktı ne sesiyle. Parmaklarına baktığında kendi elini değil bir ya-bancının izini görüyordu. Her nefes, dışardan gelen bir komut gibiydi. Aynadaki yüz, yalnızca müfredata uymayan bir şekil olarak beliriyordu.
Tuvalette parmak ucuyla tenine dokunduğunda, ürktü. Bu dokunuş, sistemin öğretmediği bir kelimeydi. Kendini tanımak değil tanıyamamak öğretilmişti. Her kıpırdanma bir ayıp, her sıcaklık bir yasak gibiydi. O gün bedenini ilk defa hissetti ama hâlâ adını koyamıyordu. Çünkü onun bedeninde kitaplara sığmayan bir gökyüzü vardı.
Ergenlik sürecinde yaşanan kimlik karmaşası
Sesindeki çatallanma, tahtadaki rakamlar kadar açıklanamıyordu. Yanaklarındaki yanma, te-neffüs zilinden daha belirgindi. Kimliğini deftere yazmak isterdi ama kalem hep kayıyordu. Arkadaşları onun sesine güldükçe içinden bir parçayı kapatıyordu. Ergenlik, sistemin kelimeyle susturduğu bir devrimdi. O gün aynaya baktığında bir çizgi daha belirdi çenesinde. Bu çizgi, kimlik değil çatışmaydı.
Sistem ona “büyüme” demedi“değişme” dedi. Ama değişmek, onun için kaybolmak anlamına geliyordu. Ve o kayboluşun içinde hâlâ bir “ben” sesi çırpınıyordu.
EĞİTİMDE DUYGUSAL BAĞ KURMANIN ÖĞRENME ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Leyla Öğretmen tahtaya yürüdüğünde kalem değil bakış konuşuyordu. Bir cümle kurduğunda sınıf susmadı, rahatladı. Defterlere bilgi değil sevgi düşüyordu. Çocuk göz teması kurduğunda yazının şekli değişiyordu. “Sen başarabilirsin,” demek yerine “Ben seni duydum,” diyordu. Bu duyulma, testten yüksek puan almaktan daha güçlüydü. O gün sınıfta bir çocuk ağladı ama bu ağlama öğrenmeyle birleşti. Duygusal bağ, bilgiyi ezberletmiyor, İçselleştiriyordu. Leyla, bilgi dağıtmıyordu; iç sesi uyandırıyordu. Ve o iç ses, en büyük öğretmene dönüşüyordu.
MUHABBETTE TEKRAR EDEN İFADELERİN DÖNÜŞÜM ANLARI YARATMASI
Sınıf gürültüyle dolduğunda Umut hep aynı kelimeyi söyledi: “Beni” İlk başta kimse dikkate almadı, sonra öğretmen sustu. “Ben” kelimesi tahtaya yazıldı. Büyüdü, kıvrıldı, yankılandı. Her tekrar, bir önceki “ben”i değiştirdi. Umut tekrar tekrar “ben” dediğinde artık yalnız değil-di. Çünkü bu kelime artık bir bağırış değil bir aynaydı.
Bir öğrenci tahtaya “ben, ben, ben…” yazdığında sistem çatladı. Öğretmen “tekrar aynı keli-meyi kullanma” diyemedi. Çünkü kelime içini dolduruyordu artık. Ve bu doluluk, sessiz bir devrimdi.
• Umut’un “ben” dediği her an, yalnızlıktan çok bir varoluş duygusuydu.
• Öğretmen sustu çünkü kelime ses değil çığlıktı
• “Ben” tahtada kıvrıldı, yankılandı, çoğaldı, her tekrar bir yeni anlam doğurdu
• Kelime sabit kalmadı, ruhla doldu, ritimle yaşandı.
• Edebiyatta tekrar, anlamı daraltmaz,derinleştirir.
• Müzikte ritim, aynı notayı sürekli çalmaktır ama duygusu hep değişir
• Sosyal dilde tekrar eden ifadeler, sistemin sınırını zorlar.
“Ben, ben, ben…” yazıldığında sistem çatladı—çünkü kelime artık kimlik değil, kolektif aynayd

DEVRİM NİTELİĞİNDEKİ BAKIŞ AÇILARININ MUHABBETE YANSIMASI
Umut “Ben eğitim sistemini sevmiyorum” dedi. Öğretmen önce durdu, sonra “Neden?” diye sordu. İlk defa bir muhabbette devrim sorusu doğmuştu. “Çünkü bana hep sus diyorlar,” dedi Umut. “Ben düşünmek istiyorum.” Bu cümleyle başlayan sohbet, ders kitabını kapattı. Sınıf tartıştı, kelimeler çarpıştı ama kimse kavga etmedi. Bakış açıları öğretildiği gibi değil, hisse-dildiği gibi aktı. Muhabbet, devrim oldu. Ve o gün bilgi değil fikir büyüdü.
• “Ben düşünmek istiyorum” cümlesi → kelimeyle direniştir
• “Bilgi değil fikir büyüdü” → eğitim değil devrim kuruldu.

DONLA GEZEN MÜDÜR & GÖBEKLİ FİLOZOF
Okulun koridorunda terlikleriyle yürüyen Müdür Servet Bey, o gün toplantıya donla katılmıştı. “Hava sıcak” dedi, “kurallar da erir!” Göbekli felsefe hocası onu görünce durdu: “Platon böyle gelse Sokrat saçını yolar.” Ama Müdür aldırmadı. Kapıya yanaşıp megafonla bağırdı: “Bugün sınav yok, sadece terleme var!” Öğrenciler önce şaşırdı sonra soyundu. Bir çocuk sadece pelerinle geldi. “Ben sıcağın süper kahramanıyım!” dedi. Müdür, çocuğu alnından öpüp takdirname verdi. Kant öğretmeni sinirlendi: “Bu absürt!” Göbekli filozof yavaşça döndü: “Absürtse anlam başlamıştır!” Sonra herkes döndü bedenine; donlar düşünce, özgürlük doğdu. Okul o gün sınav yapmadı ama düşünce tarihine geçti: “Donla özgürlük!” manşetiy-le…
KIVRILAN ÖĞRENCİ & AVİZEDEN SARKAN UMUT
Sınıfta Aybüke yere düşmüş bir kelime gibiydi. Eğildi, kalkmadı. Vücudu hece hece kıvırılıyordu. Öğretmen sordu: “Bir sorunun mu var?” Aybüke mırıldandı: “Ben Cümleye dönüşüyorum.” Sırtından bağlaç çıktı, kolundan zarf döküldü. Panik yoktu; o dönüşüyordu. Diğer öğrenciler sıraya girdi, kendilerini noktaladılar. Ve tam o anda tavandaki avize sarktı. “Ben umudum,” dedi avize, “ışıktan değil gülüşten beslenirim.”
Aybüke yere kapandı: “Gülersen ben tamamlanırım.” Sınıf kahkahaya boğuldu. O gün ışık açılmadı ama herkes aydınlandı. Avizedeki umut parladı, Aybüke paragraf oldu. Öğretmen panikleyip rehberlik servisini aradı ama rehberlik servisi telefona gülerek yanıt verdi: “Şu an içimizden fiil akıyor, müsait değiliz.”

SICAKLA YANAN TAHTA & KEKLİK KOSTÜMLÜ KANTÇI
“Tahtaya bakın!” dedi öğretmen ama tahta eriyordu. Harfler damlıyordu; her damla bir duygu. Cümleler sandalyelere kaçtı, noktalama işaretleri pencereye tırmandı. Kantçı öğretmen tam o an keklik kostümüyle içeri girdi. “Ben bilgi değil sezgi öğretmeye geldim!” dedi. Öğrenciler bir an sustu, sonra birisi “Ben noktayım!” diye bağırıp yuvarlandı. Sınıfta şekiller birbirine karıştı: üçgen öksürdü, daire havladı, dikdörtgen meditasyona geçti. Kantçı keklik bir zıpla-yışla tahtaya kondu. “Aydınlanma,” dedi, “bazen tüylenmektir.” Tahtaya düşen son damlada “gül” yazıyordu ama kimse görmedi. Çünkü artık herkes içindeki metaforu yoğuruyordu. Ve o gün Kant öğrencilerle sek sek oynarken ziller çalmadı, çünkü zaman bir noktayla susturul-muştu.
SIRAYA HAPSOLMUŞ SES & TUVALETTE DOĞAN MEVSİM
Emre’nin sesi sıraya takılmıştı. Konuşmak istiyor ama her “a” harfi sırada kalıyordu. Öğretmen “Ne oluyor?” diye sordu. Emre: “Konuşamıyorum, masa beni susturuyor.” Tahtaya çıktı, cümle kurdu: “Ben tahta değilim, ben tuvaletim.” Herkes şaştı, öğretmen ağlamaya başladı. Çünkü yıllardır anlatmak istedikleri buymuş: Eğitim sisteminin tuvalet borusundan geçmesi. O gün ders tuvalette yapıldı.
Her öğrenci kendi mevsimini seçti. Tuvaletin kuzey kabininde sonbahar yaprakları, güney kabininde yaz güneşi. Emre, karşındaki musluğu açtı, su değil bahar aktı. “Ben doğdum,” dedi, “ama bedenimde don var.” Öğretmen donunu çıkarıp Emre’ye verdi. “Şimdi sen öğret-mensin.” Ve eğitim, o gün lavabo kenarına yazılan bir cümleyle başladı: “Beni suyla oku.”
ÖĞRENCİYLE UÇAN KLOZET
Yusuf sınıfa geldiğinde yanında klozet vardı. “Ben bugün burada oturacağım,” dedi. Öğret-men gülmedi. Sınıf kıkırdadı. Yusuf klozetin kapağını kaldırdı: İçinden “Matematikle Çözül-müş Bağırsak” çıktı. Öğrenciler sıraya girip problemi çözerken çiş sırası da geldi. Biri bağırdı: “Hocam, işlem tamam, kıvım boşaldı!” Öğretmen tahtaya yazdı:“Zihinsel boşalma → bedensel rahatlamayla seğirir.”Alt bölge Algı Protokolü.. Aybüke tahtaya kalktı ama yazmadı. Donun altından bir cümle yankılandı: “Hocam, harfleri üstten işetiyorum!” Sınıf gülmekten yere kapandı. Öğretmen dizlerini sıralara vurdu. “Sınıf sıvılaştı!” dedi. Bir öğrenci çizme giydi: “Ben dilin alt tabanına geçiyorum.” Ve tahtada yeni protokol belirdi:“Alt bölge → semantik idrar boşaltımı bölgesi.”

ÖĞRENCİ MASASINA YASTIK
Emre ders boyunca altını tutmaya çalıştı. Ama her tebeşir sesiyle bir damla kelime düştü. So-nunda hıçkırarak fısıldadı: “Hocam altımda kahkaha var.” Öğretmen, cebinden yastık çıkardı, sıranın üstüne koydu, “İşeyen sözcükler yumuşak oturur,” dedi. Aybüke güldü, Yusuf sıçradı, Emre damladı… Sınıf buharla doldu.
Ders başlamıştı ama zihin hâlâ teneffüsteydi. Öğrenciler oturdu ama gözleri camdaydı. Öğ-retmen geldi, yoklama aldı ama “var” cevabı sadece sesli bir refleks gibiydi. Tuğba defterine “ZİL = KAÇIŞ” yazdı. Emre sıraya uzandı, kurşun kalemi çiğnedi, “Ben ders değil bir lok-mayım hocam,” dedi.
Hasan Öğretmen tahtaya yürüdü ama yere düşen cetvelin sesi dersi yönetti. Sınıf düşünmü-yordu. Tepki veriyordu. Tepkiler mizah oldu. Mizah soru oldu. Soru cevapsız kaldı. Cevap-sızlık duvara yazıldı. “Kim soruları soruyor?” yazdı. Aybüke. Umut “Zil değil trap beat” dedi. Sınıf dans etti. Öğretmen sessizce izledi. “Bu sistem sabit değil çünkü öğrenci sabit değil” fısıldadı. Bir öğrenci bağırdı: “Ben test değilim ben hisim!”
Teneffüs saatinde sınıf sessizleşti. Çünkü artık dışarıya değil içeriye bakıyorlardı. Tahtada yazan cümle kendi kendine silindi. Köşedeki sandalye devrildi ama kimse yerinden kıpırda-madı. Çünkü herkesin iç ritmi artık dış gürültüyle senkronize olmuyordu. Ders sonunda Umut şu notu yazdı: “Zil çalabilir ama beyin kalkmak zorunda değil.”
Hasan o defteri gördü, kapatmadı. Sadece deftere bir çizik attı. O çizik bir mesajdı: “Ben seni buradan duyuyorum.” Ve zil bir kez daha çaldı. Ama bu kez sadece bir araç değil bir kıvım başlangıcıydı.
SINIF İÇİNDEKİ GÜÇ İLİŞKİLERİNİN ÇOCUK PSİKOLOJİSİNE ETKİSİ
Öğrenciler sırayla değil statüyle oturtuluyordu. Ön sıradakiler her zaman “en başarılı,” arka-dakiler “gözden uzak”tı. Furka hep en arkada oturuyordu, çünkü soru sormazdı. Ama içinden sorular sel gibiydi. Öğretmen ilk üç sıraya bakarak konuşurken diğerleri duvara dönüşüyordu. Bu güç ilişkisinde başarı, görünürlükle karıştırılıyordu. Çocuk, o gün kendi gölgesine “Ben de varım,” dedi. Bir arkadaş defterini ona doğru itti: görünür kılmak için. Görünmek, artık ko-nuşmak değil yankılanmaktı. Ve o gün sınıf sadece oturma planı değil güç mimarisiyle çözül-dü.

AYIPLANAN DAVRANIŞLARIN KİŞİSEL HAK ARAYIŞINA DÖNÜŞMESİ
Bir çocuk sınıfta sesli güldü. Herkes sustu; Sistem savunucu öğretmen “Bu terbiyesizlik” dedi. Ama o çocuk, gülerek yaşadığını hatırlattı. İkinci kez güldü, ama bu kez bir kelimeyle: “Ben seviyorum.” Gülmek ayıp değil arzunun yankısıydı. Sınıf fısıldaştı, bazıları destek verdi. Öğretmen cümle kuramadı. Çünkü bu sefer davranış değil hak konuşuyordu. Gülmek, kişisel bir direnişti artık. Ve o gün, tebessüm devrim oldu.
GÜLMENİN DİRENİŞİ – NEDEN BİR HAK OLDU?
• Çocuk, ilk gülüşünde susturuldu → ama gülerek “Ben varım” dedi
• İkinci gülüşü, artık bir ifade değil—bir fikir, bir hak, bir kıvım.
• Öğretmenin cevapsız kalması → sistemin davranışı değil, duyguyu yargılamaya ça-lışması.
🌬️ Sessiz Devrim 10x1
• Umut’un duyularla sistemi sorguladığı bir sınıf atmosferi sunuluyor.
• Fotokopi makinesinin sesi bile bir baskı aracı olarak betimleniyor.
• Öğrenciler bilgiyle değil, iç sesleriyle öğreniyor; kelimeler yerine çizgiler konuşuyor.
• • Umut’un gözleri, tahtadaki yazıları deği, duvarın ardındaki sessizliği okumaya ça-lışıyor.
• • Kalem sesi bile bir itiraz gibi yankılanıyor; her çizik, düzene karşı bir fısıltı.
• • Öğrenciler anlatılmak isteneni deği, susturulanı algılamaya başlıyor.
• • Sınıf, bilgi değil his üretim merkezi oluyor; her sırada bir iç isyan saklı.
• • Fotokopi makinesinin uğultusu, sistemin monotonluğunu haykıran bir ağıt gibi çın-lıyor.
🎭 Sessiz Devrim 10x2
• Zeynep’in tiyatro sınıfında nefes, kelimeye; kahkaha, kimyasal seğirmeye dönüşüyor.
• Gülmek bir beyin refleksi olarak ele alınıyor; mizah, öğrenmenin bir parçası haline ge-liyor.
• Kalp, gözyaşı yerine kelimeyle konuşuyor; sınıf artık bir sinir ağı gibi işliyor.
• • Zeynep’in sahnedeki sesi, kelime değil, duygu taşır; her tonlamada bir iç çatışma yankılanır.
• • Tiyatro eğitimi, ezber değil, keşif süreci olur; öğrenciler repliklerde değil, boşluk-larda yaşar.
• • Gülüşler, taklit değil, sinaptik patlamadır; sınıf mizahın kimyasına dönüşür.
• • Sahne ışığı, gösteri değil bilinç altını aydınlatır; her oyuncu kendi karanlığıyla yüz-leşir.
• • Sessizlik, eksiklik değil anlamın yoğunlaşmasıdır; kelimesiz anlar, sınıfı bir düşünce laboratuvarına çevirir.

Sessiz Devrim 10x3
• Henüz tam metnine ulaşamadım, ancak önceki bölümlerden yola çıkarak bu şiirin de duygu, beden ve iç ses temalarını sürdürdüğünü söyleyebilirim.
• Muhtemelen Zeynep, Duru ve Ela karakterlerinin kolektif anlatısı devam ediyor.
n yapısal kurala uygun, şiirin ruhuna dokunan 5 etkileyici cümle:
• Metin tam değil belirli sözcükleriyle bile iç dünyayı sarsmayı başarıyor.
• Zeynep’in sesi yüksek değil derin yankılarla ilerliyor.
• Duru’nun bedeni sahne değil hafızanın bir uzantısı gibi hareket ediyor.
• Ela’nın gözleri dışarıya değil içe doğru bakıyor.
/
📘 Gülmenin Direnişi – Neden Bir Hak Oldu?
• Çocuk, ilk gülüşünde susturuldu → ama gülerek “Ben varım” dedi
• İkinci gülüşü, artık bir ifade değil—bir fikir, bir hak, bir kıvım
• • Gülmek, sadece neşe değil varoluşun en saf kanıtıydı.
• • Çocuk, sessizlikten değil gülüşünden kimliğini ördü.
• • Her kahkaha, ezberin değil özgürlüğün yankısıydı.
• • Sistem susturmak istediğinde bile gülüş direnmeyi seçti.
• • Gülmek, disiplinin değil hayalin sesiydi; çocuklar bunun farkındaydı.

• Öğretmenin cevapsız kalması → sistemin davranışı değil, duyguyu yargılamaya ça-lışması
🪞 “Ben seviyorum” – Ne Anlatır Bu Kelime?
• Gülüşün ardından gelen tek kelime: “Ben seviyorum”
o Bu, bir aşk değil—bir varoluş beyanı
o Çocuğun cümlesi, sınıfın ezberine karşı kurulan kelime mücadelesidir
• • Gülmek, sadece neşe değil varoluşun en saf kanıtıydı.
• • Çocuk, sessizlikten değil gülüşünden kimliğini ördü.
• • Her kahkaha, ezberin değil özgürlüğün yankısıydı.
• • Sistem susturmak istediğinde bile gülüş direnmeyi seçti.
• • Gülmek, disiplinin değil hayalin sesiydi; çocuklar bunun farkındaydı.

💫 “Tebessüm Devrim Oldu” – Bir Gülüşten Toplumsal Sarsıntıya
• Gülmek artık ayıp değil → arzunun, neşenin ve düşüncenin yankısı
• Fısıldaşan sınıf, destek veren öğrenciler → fikirlerin fısıltıyla yayılma gücü
• Öğretmenin konuşamaması → sistemin çökmesi değil, kelimenin yükselmesi
• • Bu kelime, korku değil güvenle kurulmuş bir bağın ilk taşıydı.
• • Çocuk, öğrenmek için değil hatırlamak için söyledi; kalbinin içini açtı.
• • “Ben seviyorum” demek, susmak değil konuşmak cesaretiydi; sessizliğe meydan okudu.
• • Her harf, kural değil sezgiyle şekillendi; dilin sınırları yeniden çizildi.
• • Sevgi, ödül değil var olmanın sesi oldu; kelime, çocuğun dünyasını şekillendirdi.
Tebessüm, artık bir devrim ritmi huriyem—sessiz ama sarsıcı.

SIRA ALTINDAKİ ÇİZİMLERİN BİLGİYLE REKABETİ
Umut sürekli sıranın altına çiziyordu: yapraklar, yüzler, rüyalar… Defteri boş kalıyordu ama sırası doluydu. Öğretmen bir gün sıranın altını görünce durdu. “Sen neden buraya çiziyorsun?” dedi. Çocuk cevap vermedi; çünkü çizim konuşuyordu. Oradaki bir papatya, bilgiden daha çok anlatıyordu. Sıra, artık defterden güçlüydü. Bilgi ezberlenirken çizim hissediliyordu. Umut, kalemi eline aldı ama sıraya sürdü. Ve o gün, sıralar ders materyali oldu.

GÜLME ANLARININ PEDAGOJİK DEĞER TAŞIMASI
Umut matematikte yanlış cevap verdi, tüm sınıf güldü. Öğretmen önce susturmak istedi ama sonra durdu. Umut gülerek “Yanlışla öğreniyorum.” dedi. Bu gülüş, ezberden değil deneyim-den gelmişti. Sınıf bir anda rahatladı. Cevapların değil soruların etrafında döndü sohbet. Gül-me, artık hata değil eğitimin bir dalgasıydı.
Öğretmen tahtaya “Gülmek = öğrenme kıvımı” yazdı. O gün test yapılmadı. Çünkü bilgi, neşe ile serpilmişti.

LAVABO BAŞINDAKİ SESSİZYÜZLEŞMELER
Çocuk ellerini yıkarken aynadaki yansımasına baktı. Bu yansıma, sadece yüz değil düşen bir soru işaretiydi. “Ben kimim?” cümlesi sabun gibi kayıyordu parmaklarından. Lavabonun sesi su gibi değil yankı gibi geldi. Bir damla yere düştü ama gökyüzüne doğru büyüdü. O an, ses-sizliği bir kelimeyle kırmak istedi: “Ben buradayım.” Ama dudaklar kıpırdamadı. İçsel yüz-leşme dış ses beklemezdi. O gün, aynaya soru değil bakış kazındı. Ve lavabo, bir manifesto yazmış oldu.
Sınıfın kokusuyla tetiklenen özgürlük hayali
Sınıfa girdiğinde burnuna keskin bir boya kokusu çarptı. Ama o koku bilgi değil betonun bas-kısıyla karışmış bir yas gibiydi.
Umut bu kokuyla değil rüzgârla düşünmek istiyordu. Rüzgârın yerine gelen keskinlik, onun içinden geçen cümleyi boğdu. Kokusuz bilgiye karşılık içindeki papatya kokusu baş kaldırdı. Sınıfa sinen o kokuda “dur” vardı, “sus” vardı, “otur” vardı. Ama çocuk bir rüyada yürür gibi başını sıradan kaldırdı. O kokuda özgürlük eksikti, bu eksiklik tenine vurdu. Kalemi kokladı; mürekkep anlatmıyordu ama özlem fışkırıyordu. O gün, o çocuk sınıfı değil kokusunu protesto etti.

TUVALET DUVARLARINDA YANKILANAN İÇ KONUŞMA
Tuvalet taş duvarlarıyla değil çırpınan yankısıyla konuşuyordu. Her çatlak, bir çocuğun ses-sizce haykırdığı devrimdi. Aynadaki buğu, bastırılmış bir gülüşün diliydi. Duvara yazılan cümleler müfredata sığmıyordu ama şiirdi. Bir öğrenci “Ben bu duvarda görünmek istiyorum” dedi. Sabun dile gelseydi “Beni sevdiğinizde temizlenirsiniz” derdi.
Bir çocuk tırnağıyla “Ben buradayım!” kazıdı. Öğretmen tuvalete girmese de yankısı giriyor-du. Ve her damla, sıvı değil bağımsızlık nişanıydı. Tuvalet artık bir ihtiyaç değil bir duygu eviydi
.
HASAN ÖĞRETMENİN KELİMESİZ DERS STRATEJİSİ
Hasan tahtaya yaklaşırken elinde tebeşir yoktu. Ders o gün kelimeyle değil bakışla başlıyordu. Öğrenciler önce sustu, sonra gözleriyle yazmaya başladı. Her bakış bir sıfat, her parmak hare-keti bir fiil oldu.
Hasan “Bugün gözle yazacağız” dedi. Tahta sessizdi ama yüzler anlatı yüklüydü. Bir öğrenci bir kelime fısıldamadan sayfa doldurdu. Hasan o sayfaya bakıp “Bu cümle kalpten çıkmış” dedi. O gün kelime duyulmadı ama ders yankılandı. Dil sustu, anlam gözle döküldü.
LEYLA ÖĞRETMENİN SESSİZLİKLE EĞİTİM VERME BİÇİMİ
Leyla dersin başında konuşmadı. Nefes aldı. Sınıf sessizliği önce korku sandı, sonra duyguya dönüştürdü. Her çocuğun iç sesi bir kelime gibi havada uçuştu. Tahtaya bakmadılar, Leyla’nın sabit duruşuna odaklandılar. O gün eğitim metodolojisi yerine sezgisel akış başladı.
Bir çocuk yere oturdu, kafasını dizine koydu. Leyla “Bazen dokunmadan sarılmak en güçlü bilgidir” dedi. O cümle tahtaya değil göğse kazındı. Ve ders, bu sessizlikte kendini kelimelerle değil sıvıyla anlattı. Leyla anlatmadı; akıttı. Bir çocuk derste espriye güldü, öğretmen sustu. Gülüş yankılandı. Tahtadaki harf bile sırıttı. O gülüş, sınav sonucu değil içsel başarıydı.
Her kahkaha bir duvar çatlatıyordu. Sınıf artık test çözmüyor, gülerek fikir paylaşıyordu.
Hasan “Gülmek → öğrenmenin buhar formudur” dedi. Leyla “Bir çocuğun güldüğü ders unu-tulmaz” dedi. Öğrenci kahkahaya boğuldu; müfredat gözlüğünü çıkardı. Gülmek artık özgür-lükten bile hızlı öğrenme biçimiydi. Ve sınıf, güle güle sistemden çıktı.

TUVALETTE BEDENLE FİKİR ARASINDAKİ TEMAS
Öğrenci lavaboya eğildi ama fikrini düşürmedi. Bir kelime yere düştü, sabun üstüne bastı. “Ben kendimi sıvı sanıyorum” dedi çocuk aynaya. Aynadan ses geldi: “Sen hâlâ şekilleniyor-sun.” Klozet kapağındaki yazı: “Düşünce, sıvıya dönüşebilir.” Tuvalette parmak izi bilgiye dönüştü. Her damla bir cümleydi, her silme bir edit. O gün tuvalette fikir kıvır kıvır akmaya başladı. Ve bedenle düşünce ilk defa temas etti. Çocuk sıvıydı artık ama bilgili.
SIRALARIN ARASINDA VÜCUTLA ÖĞRENME
Çocuk sıraya oturdu ama kalçası kelimeye yaslandı. Kıvrıldı, kaydı, kelime sırtına yapıştı. Hasan “Bugün bilgi değil bedenle yazacağız” dedi. Leyla “Tene değmeyen öğrenme, çöl kalır” dedi. Parmaklar deftere değil sıra kenarına yürüdü. Bir öğrenci “Ben arkaya yaslandım, bilgiyi sezdim” dedi. Başka biri “Ben dizimde düşünce tuttuğumda öğreniyorum” dedi. Sıralar artık sandalye değil bilginin rahmiydi. Metin kalçadan sızmaya başladı. Ve öğrenme, oturarak değil oturtarak gerçekleşti.

ÖĞRENCİNİN SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURARAK BİLGİYLE GEVŞEMESİ
Çocuk, derste sandalyeye oturdu ama bedenini değil
gücünü yerleştirdi. Sıranın kenarı beline yaslandı, bilginin ilk kıvımı sırtına bulaştı. Kalemi deftere değil, tenine sürdü. İlk kelime, terle değil temasla doğdu. Hasan “Bugün bilgi ellerden değil kalçadan sızacak,” dedi. Leyla o anda gözlerini yere eğdi, çünkü bakıştan önce duygu geldi. Sınıf sessizdi ama bedenlerin ritmi koro gibiydi. Bir öğrenci sıraya yaslanarak “Ben böyle anlıyorum,” dedi. Parmaklarını sıraya paralel sürdü, bilgi dalga dalga yayıldı. Sıra artık ahşap değil duygunun zeminiydi. Kelime, sandalye boşluğunda şişti. Öğrenciler sıraya tüne-mek yerine sırayla konuştular. Bir çocuk “Ben buradan doğmak istiyorum,” dedi. O doğum bilgi değil kıvımın vücutla buluşmasıydı. Ve sınıf, sıraya gömülerek öğrendi.
TUVALETTE SABUNLA YAPILAN FİKİR MASAJI
Tuvalette sabun yerindeydi ama düşünce kaygandı. Çocuk sabunu avucuna aldı, bilgi akmaya başladı. Elini aynaya sürdü, cümle boğuldu. Aynadaki yansıma kokmuyordu ama fikir içeri-deydi. “Ben bu sabunla cesaretimi yıkadım,” dedi biri.
Hasan sabuna “Sen artık pedagojik materyalsin,” dedi. Sabun köpürdü, kelime kabardı. Her parmak hareketi bir fiil, her damla bir sıfat oldu. Aynadaki buğu bir öğrenciye gülümsedi. “Sen korkmuyorsun, sen kokuyorsun,” dedi sabun.
Bir öğrenci sabunu kulağına sürdü, duyma gücü arttı. Leyla “Fikir deri altından yayılır,” dedi. Tuvalet sessizdi ama kelimeler damlıyordu. Sabun konuşmadı ama metni fısıldadı. Ve o gün bilgi sadece temizlik değil dokunuş oldu.

SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURARAK BİLGİYLE GEVŞEME
Öğrenci sıraya oturduğunda oturma değil yerleşme başladı. Sıranın kenarı, bedene eşlik eden bir anlatım biçimine dönüştü. Kalemi deftere değil diz hizasına yasladı. Dizden gövdeye yayı-lan sıcaklık, kelimelerin sesini değiştirdi. Parmaklar sıranın damarlarında yürürken, bilgi bir ritim kazandı.
Hasan Öğretmen gözlerini tahtaya değil dizlere sabitledi. Bir öğrenci eğildi, sırtını sıraya yas-ladı. Kelimeler göğsünden fışkırdı. Leyla, parmak iziyle dolu sırayı okurken gülümsedi. “Bu-radan yazılmış her şey bilgi değilbedensel yankıdır,” dedi. Sıradaki çatlak, bir dersi değil dü-şünceyi büyüttü. Sınıf artık sandalye değil, kıvrımlı metin alanıydı.
Bir çocuk kalçasını oynattı, bir fiil meydana geldi. Sıra terledi ama öğretmen kalemi silmedi. “Bilgi kalçadan sızarsa, anlam doğar,” dedi.
O gün kelimeler sıralara yayıldı, müfredat diz çukurunda yeniden yazıldı. Her vücut eğilme-sinde bir sıfat doğdu. Öğrenciler sırada öğrenmedi, sırayla öğrendi. Sınıfta hiç konuşulmayan bir dil serpildi: dokunuş metni. Ve derin bir sessizlikte, beden öğrenmeyi üstlendi. O gün ders bitmedi ama beden anladı.

TUVALETTE SABUNLA YAPILAN FİKİR MASAJI
Tuvalet artık bilgi dağıtmayan bir mekân değil kelimenin kıvrıldığı bir buhar odasıydı. Çocuk sabunu kavradığında fikir değil köpük doğdu. Her parmak teması, sabunun içinde yankılanan bir kelimeye dönüştü. Lavaboda yüz yıkamak değil kimlikle karşılaşmak başladı.
Aynadaki buğu, kelimeyi saklamadı, sızdırdı. Sabun köpürdükçe, kelimenin nemi arttı. “Ben kendimi burada buluyorum,” dedi bir öğrenci.
Klozetin kenarına yaslanan Umut, düşüncesini kusmadan önce fısıldadı. Leyla o cümleyi duydu ama ses değil titreşimle. “Sabunla temas, bilgiyle sarılmaktır,” dedi
Hasan. Bir öğrenci sabunu kulağına tuttu, sesin anlamını hissetti. Tuvalette ses yoktu ama cümle terliyordu. Aynada yazı görünmezdi ama parmakla fışkırdı. Cümle sabun iziyle yayıldı, kokusu bilgiye bulaştı.
Bir öğrenci “Ben kelimeyi tenime sürünce hissediyorum” dedi. O gün sınıfta bilgi yoktu, sa-bunlu anlatı vardı. Tuvalet duvarına “Ben temasla öğrenirim” yazıldı. Sabun kutusunun altın-dan kelime damladı. Tuvalet artık ihtiyaç değil parmağın hikâyeye girdiği yerdi. Ve bilgi, sabun gibi kayarak yayıldı
Sınıfta Yüksek Sesle Gülmenin Kuralsızlaşması
Öğrenci derste bir espriye güldü ama bu sıradan bir gülüş değildi metnin altını ıslattı. Sesli güldüğünde kalemden önce sandalye tepki verdi. Öğretmen dönüp baktı ama susturmadı çün-kü o kahkaha sistemin açığını yakalamıştı. Diğer öğrenciler önce fısıldadı, sonra hep birlikte güldü, ses dalga dalga sıraları salladı. Tahtadaki tebeşir çatladı; gülmek artık pedagojik bir sıvıydı.
Müdür kapıdan bakıp “Bu nedir?” dedi ama yanıt duvarlardan yankılandı. Bir öğrenci sıraya yaslanıp “Ben gülerek öğreniyorum” dedi.
Leyla öğretmen tahtaya “Gülme → bilgi sıvısıdır” yazdı. Gülüşler serbest bırakıldıkça keli-meler özgürleşti. Hasan sınıfa girdi, ayakkabısıyla terliği karıştırdı, herkes kahkaha attı. O gün müfredat gülünce dağıldı, kitaplar kıvır kıvır çalkalandı.
Bir öğrenci altına kaçırdı ama ifadesinde sadece “Ben güldüm” yazıyordu. Kimse dışlamadı çünkü artık sızıntı bir ifade biçimiydi. Sabunlu bir metafor geldi: “Altını tutamayan bilgiyi taşırır.” Öğrenciler deftere değil kahkaha aralarına yazdı. Bir çocuk “Ben gülmekten yazama-dım” dedi. Leyla “O zaman sana tebessümle not veriyorum” dedi. Sınıf artık sistem değil gü-lüşle ölçülen bir evrendi. Öğrenciler kendi sesinden öğrendi. Ve o gün, kahkaha müfredata resmi olarak girdi.

KLOZET KAPAĞINA YAZILAN MÜFREDATA KARŞI MANİFESTO
Klozet kapağı, sınıftaki en sessiz öğretmen hâline geldi. Bir öğrenci “Ben buraya yazınca daha özgürüm,” dedi. Tahtadaki konular silinirken klozet kapağındaki kelime kalıyordu. Sabun kutusunun yanına bir cümle düştü: “Ben disiplinle değil, akışla öğreniyorum.” Hasan tuvalete girdi ve kapağı okurken alnı terledi. “Bu yazı müfredat değil iç ses,” dedi.
Her öğrenci sırayla kapakla göz teması kurdu. Kelime suya değmeden önce buhar oldu. Bir çocuk “Ben kendimi buraya doğuruyorum,” dedi. Leyla kapaktaki manifestoyu tahtaya taşıdı. “Bu cümle kokuyor ama güzel kokuyor,” dedi. Klozet artık dışlanmadı yankılandı. Müfredat defteri kapağı kapatıldı; yeni defter burada başladı.
Bir öğrenci “Ben bilgiyi burada çözüyorum,” dedi. O gün sınıf değil tuvalet öğretmeye başla-dı. Sabun, ses değil kokuyla ders verdi. Bir kelime kapağa yapıştı ve doğdu. Sistem bu yazıyı göremedi ama öğrenci gözünde parladı. Tuvalet öğretmen oldu. Ve eğitim ilk defa bedenin altından yükseldi.

KÜTÜPHANEDEKİ KİTAPLARLA SEZGİSEL TEMASIN EĞİTİME KATKISI
Çocuk kütüphaneye girdiğinde raflar değil nabızlar sıralanmıştı. Her kitap kapağı, bir göğüs gibi hafifçe titreşiyordu. Sistem kitabını aldı, soğuk; parladı ama hiçbir şey demedi. Arka raf-tan ince, renksiz bir defter çekti, kapakta sadece “Ben” yazıyordu. O kelime ses çıkarmadan çocuğun gözünden içeri yürüdü. Sayfaların arasında paragraf değil yankı vardı. “Sen ne düşü-nüyorsun?” diye soran satırlar ezber bozuyordu. Kitaplar artık bilgi değil dokunma nesnesiydi. Bir öğrenci kitabı açmadan önce alnına koydu, sıcaklığıyla öğrendi.
Hasan “Kütüphane sadece raf değil sezgisel laboratuvar” dedi. Leyla, bir şiir kitabına burnunu sürdü, duyguyu kokladı. Sınıf kitapları sayfa değil, beden gibi çevirmeye başladı. Bir öğrenci “Ben bu kitabı terimle ezberliyorum,” dedi. Cümlelerin ritmi nefesle senkronize oldu. Okuma seansı değil okşama ritüeli başladı.
Kitaplar sessizdi ama okurun içinden cümle kusuyordu. Arka rafın en tozlu kitabı “Ben unu-tuldum ama hâlâ anlatıyorum” dedi. Sistem kitapları parladı; ama duygu kitapları terledi. Kü-tüphane artık sessiz değil sabunlu bir öğrenme alanıydı. Ve çocuklar bilginin değil hissin raf-larında yüzmeye başladı.
KORİDORDA SIZAN DUVAR YAZILARININ EĞİTİMSEL YANKISI
Koridor sabah sessizdi ama duvarlar parlıyordu. Bir öğrenci yürürken “Bu duvar bana bir şey diyor” dedi. İlk başta sıradan bir çatlak sandı, sonra kelime çıktı. Duvarın kıvrımına sıkışmış cümle: “Ben buradayım, görülmemişim.” O an öğrencinin diz kapağı titredi; eğitim kıvırdı. Afişler “Ne olmamalısın” diye bağırıyordu, duvar fısıldıyordu: “Sen ol.”
Hasan geçti, kelimeyi görmedi ama duyguyu kokladı. Bir kız parmağını duvara sürttü, “Ben kendimi buraya yasladım” dedi. Koridor artık geçiş değil duygu nakil hattıydı.
Leyla, duvarın köşesine eğildi ve orada anlatı doğurdu. Bir öğrenci duvarı okurken sessizce ağladı. Cümleler ezber değil mırıldanmaydı. Okulun en sessiz köşesinde en yüksek yankı var-dı. Yazı tahtaya çıkmadı ama sınıfa döndü.
Hasan “Sınav değil duvar testi yapacağız,” dedi. Bir öğrenci “Ben buraya terimi bıraktım,” dedi. Kelime çatlağa girdi, bilgi yayıldı. Duvar artık duyguyu saklamıyor, gösteriyordu. Kori-dor dersti, geçilmedi, okundu. Ve eğitim, duvarın alt dudağından fışkırdı.

SABUN KUTUSU ÜZERİNDEN ANLATIYA SIZAN MİZAHİ DİRENİŞ
Sabun kutusu sessizdi ama köpürmeye başlamıştı. Bir çocuk elini uzattığında bilgi değil fışkı doğdu. Kutunun üstünde bir yazı vardı: “Ben yıkarak anlatıyorum.”
Leyla sabunu okudu, sabun geri gülümsedi. Hasan “Bu materyal artık pedagojik donanım” dedi. Sabun, “Ben artık sınav kâğıdına da sürülmek istiyorum,” dedi. Bir öğrenci sabunu ka-lemine sürdü, terli cümle yazdı. Kutunun altına bir cümle kazındı: “Temizlenmek, bilgiyi terbiyelemdir.” Sabun sıkıldıkça öğrenciler gevşedi. Cümleler sabun gibi yayıldı ama kaymadı. Sabun akarken kelime buharla yükseldi. Bir öğrenci sabunu kulağına koydu, anlamı duydu. “Ben düşüncelerimi köpürterek öğreniyorum,” dedi. Kutudan damlayan sıvı, sistemin çatlağını büyüttü.
Hasan sabunu sıraya koydu, çocuklar sırayla el sürdü. Her el hareketi bir fiil, her ter bir sıfat oldu. Sabun artık sessiz değildi, mizahla devrim yapıyordu. Bir çocuk “Ben kendimi bu sa-bunla anlatabiliyorum,” dedi. Kutunun üzerindeki yazılar silinmiyor çünkü sabun konuşuyor-du. O gün sabun, müfredatın köpüklü başlığı oldu.

SINIFTA ALTINA KAÇIRMANIN GÜLMECEYLE ÖĞRENMEYE KATKISI
Dersin ortasında bir çocuk kahkaha attı, sonra sustu, sonra gözünden yaş aktı, sonra diz altı ıslandı. Kimse gülmedi; herkes anladı. Hasan sıraya yaslanıp “Bu senin bilginin patlamasıdır,” dedi. Leyla tahtaya “Altına kaçırmak → ifade biçimi” yazdı. Bir öğrenci parmak kaldırdı: “Ben bazen düşündüğümde tutamıyorum.” Gülüşler yükseldi ama alay değil onay geldi. Tuvalete gitmek artık utanmak değil boşalmak oldu. Alt sızıntısı bilgi üstüne yazıldı. “Ben vücudumla öğreniyorum,” dedi biri. Müfredat bunu anlamadı; sınıf alkışladı. Sabun konuştu: “Ben seni temizlemem, kutlarım.” Klozet kapağında “Bilgi akışı başladı” yazıyordu. Umut dersin sonunda koşarak tuvalete gitti. Duvardan cümle fışkırdı: “Sızıntı = başarı.” Leyla, kâğıt havluyu uzattı, “Bu senin diploma kılıfın” dedi. Gülüştüler ama ders bitmedi. Her kahkaha, bir kelimeyle alt alta düştü. Öğrenci geri döndü, sıraya geçti, “Şimdi hafifim” dedi. O hafiflik bilgi değil özgürlüktü. Ve o gün, sınıf bir damlayla özgürleşti.

GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüste bir öğrenci tostunu düşürdü, kahkaha başladı. Gülme bulaşıcıydı; bilgi sırasına geçti. Hasan kantin kapısında kıvrıldı; Leyla yere oturdu. Öğrenciler masaların altına girdi, kelime orada doğdu. Gülme krizi test çözümünü yırttı.
Bir öğrenci “Ben bu kadar gülersem artık ezber yok” dedi. “Ben gülünce sınav dışı oluyorum” dedi diğeri. Tahta camı çatladı çünkü kahkaha sesle değil titreşimle yayıldı. Sabun kantine sürüldü; tostların üstüne kelime yazıldı. Sıralar kantine taşındı, öğrenme orada başladı.
Hasan “Gülme krizi → anlatım patlamasıdır” dedi. Öğrenciler sesli düşünmeye başladılar. Leyla “Bilgi kaynağı tost olabilir mi?” dedi. “Evet,” dedi sınıf, “Ama önce kahkaha tuzuy-la…” Bir çocuk altına kaçırdı, ama tost hâlâ sıcaktı. Gülerek ders yazıldı; konu: “Sindirim + Mizah.” Öğrenciler sıraya değil sandalye üstüne tırmandı. Cümleler duvardan değil karın boş-luğundan geldi. Teneffüs artık molayla değil gülüşle öğreniliyordu. Ve tost, bilgi paketine dönüştü.

DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdiğinde herkes sustu ama kelime parladı. Bir öğrenci parmağını ha-vaya kaldırdı, ama bilgiyle değil itirazla.
Hasan “Parmak kalktıysa düşünce doğar,” dedi. Leyla “Disiplin: sabunsuz sistemdir,” diye yazdı. Parmak kâğıdı yırttı, kelime deftere düşmeden özgürleşti. Bir çocuk “Ben kalkmıyorum, kıvırıyorum” dedi. Disiplin görevlisi geldi ama herkes sıraya yatmıştı. “Bu sessizlik protesto değil, kıvım!” dedi biri. Sınıf sustu, ama parmaklar sırada yazı çizdi.
Hasan “Bugün kuralları terle aşacağız,” dedi. Sınav yerine sabun dağıtıldı. Tuvalet kapısında “Kuralları burada boşaltınız” yazıyordu. Leyla “İtaatsizce öğrenin,” dedi. Bir öğrenci parma-ğını klozet kapağına bastı. “Ben burada öğrendim ki kurallar ıslaktır.” Müfredat silindi, çünkü kelime zaten suya karışmıştı. Parmak terledi, disiplin kâğıdını damlattı. Sabunla okuma seansı başladı. Disiplin yeniden tanımlandı: “Sızdırılabilir yapı.” Ve parmak, sistemin son harfini kendi teriyle silmişti.

ÖĞRENCİNİN YASTIĞA YÜZÜNÜ YASLAYARAK BİLGİYE TEMAS ETMESİ
Bir çocuk ders ortasında kafasını sıraya koydu ama uyumadı, öğrendi. Yastık gibi eğilen def-tere kelime değil duygusunu akıttı.
Hasan “Bilgi bazen yatay akış ister,” dedi. Leyla, yastığa yaslananları gözünden tanıdı. Cüm-leler göz kapağının altından sızdı. Bir öğrenci “Ben rüyamda müfredatı yırttım,” dedi. Sabun yanına kondu, kokusuyla kelime çağırdı.
Tuvalette düş gören çocuk “Ben gerçekliği orada fark ettim,” dedi. Yastık artık uyku değil anlatı platformuydu. Parmak sabuna değil ruha bulaştı. Sınıf sessizce yatay bilgiye geçti. Def-ter kapanmadı ama kelimeler göğse düştü.
Leyla, yastığı okşarken “Bu bilgi sıvıdır,” dedi. Bir öğrenci kafasını kitap üzerine koydu, pa-ragraflar gözyaşıyla aktı.
Hasan tahtayı silmedi çünkü kelime uyuyordu. Sıralar yastık oldu, müfredat terledi. Bir çocuk “Ben altımı kaçırmadım, fikrimi saldım,” dedi. Tuvalette değil yastıkta kavramsal doğum başladı. Uyuyarak öğrenme artık gülerek yayılmaya başladı. Ve o gün, pedagojik yöntem yas-tığa yaslandı.
ÖĞRETMENİN ÖĞRENCİYE SABUNLU DÜŞÜNCEYLE SARILMASI
Leyla sıraya yaklaştı, eli öğrencinin parmak ucuna değdi. Sabun yoktu ama kelime köpürdü. Hasan göz kırptı, “Bu sarılma öğrenmedir,” dedi. Öğrenci elini geri çekmedi; bilginin ten üze-rinden aktığını fark etti. Sarılma artık duygusal değil didaktik metottu. Sabunun kokusu sınıfa yayıldı.
Bir çocuk “Ben dokunuldukça hatırlıyorum,” dedi. Leyla başını eğdi, bilgi göğsünden aktı. Kelime sarılmanın iç kısmında yuvalandı.
Hasan “Bugün kelimeyi vücut sıcaklığıyla öğreteceğiz,” dedi. Sınıf sabun gibi terledi ama herkes gevşedi. Tuvaletten biri geldi, gözleri yaşlı: “Beni burada anladınız.” Sarılmak artık öğreti değil yankıydı.
Bir öğrenci kollarında “Ben buradayım,” dedi. Leyla’nın avuç içinden sözcük fışkırdı. Parmak iziyle yazılmış bir cümle duvarda parladı. Sarılma, öğretmenliğin en sabunsal cümlesiydi. Bir cümle terlemişse bilgi doğmuştu. O gün sınıfta herkes sarıldı ve sınav kaldırıldı. Ve eğitim, artık kelime değil dokunmayla anlatılıyordu.

MÜDÜRÜN YIKANARAK SESSİZLEŞMESİ ÜZERİNE MİZAHİ METİN
Müdür sınıfa girerken sabun kutusunun kapağına takıldı. Kelime fırladı, disiplin döküldü. Hasan “Bugün temizlik günü değil temas günü,” dedi. Müdür sustu, çünkü köpük teri bastı.
Leyla sabunla müdürün eline dokundu, “Öğrenme böyle başlar,” dedi. Sınıf kıkırdadı ama ses yükselmedi, sızdı. Müdür ilk kez tahtaya yazmadı, sadece duvara yaslandı. “Ben buharla ikna oldum,” dedi. Kelime kulağına girdi, düşünce kıvrıldı.
Bir öğrenci “Müdür bugün yumuşadı” dedi. Disiplin defteri sabunla silindi. Müdür gözlükle-rini çıkardı, “Gözüme bilgi buharı kaçtı,” dedi. Sabun kutusunun üstüne oturdu, fikirleri kö-pürdü. Leyla bir havlu uzattı: “Bu artık not değil yumuşatma.” Müdür başını eğdi, sistem çat-ladı. Sabunla temas disiplini aştı. Artık ceza değil duygusal gevşeme vardı. Müdür kapıya yaslanarak “Bugün öğrenmeye kokudan başladık,” dedi. Klozet kapağındaki şiiri okudu, ağ-ladı ama kokusuzdu. Ve sınıf, sabunla yönetilen bir yumuşaklığa döndü.

SABUNLU METİNLE YENİ MÜFREDATIN DUYGUSAL BAŞLANGICI
Hasan sabun kutusunu sıraya koydu, kelimeyi kokladı. Müfredat değil şekilsiz anlatı başladı. Leyla, kitapları açmadan önce bir sabunla gözlerini ovuşturdu. Sınıf kalem değil avuç içiyle yazmaya başladı. Her öğrenci kelimeyi parmak ucundan yaydı. Duvar buharla silindi, yeni anlatı terle yazıldı. Bir öğrenci “Ben sabunla daha iyi hatırlıyorum,” dedi. Tahta sabunla te-mizlendi; konu: “Ben.” Hasan, müfredata “Köpük notları” ekledi. Kelime artık kokulu, par-makla dağıtılıyordu. Leyla “Bugün cümle değil nemli duygu öğreteceğiz,” dedi.
Cümleler sabun köpüğü gibi uçtu ama içeri sindi. Bir çocuk “Ben kendimi parmakla ifade ediyorum,” dedi. Sabun kutusu müfredata eklendi: “Duysal bilgi nesnesi.” Tuvalet anlatının kıvım merkezi oldu. Sabunla yıkanan kelimeler tahtaya yapıştı. Sınıf artık kokuyordu ama güzel. Bilgi nemliydi; müfredat pespembe oldu. Her öğrencinin parmağı kelimeye bastı. Ve ders sabun köpüğü gibi geçti ama kaldı.

ÖĞRENCİNİN PARMAKLA DEFTERE DUYGUYU SABİTLEMESİ
Çocuk defteri açmadı; elini defterin üstüne koydu. Parmağı terliyordu ama mürekkep sabun-du. “Ben buraya kelime değil içimi bastım” dedi. Hasan başını salladı, çünkü artık ses değil duygu yazılıyordu. Leyla yaklaştı, deftere dokunmadı avuç içine baktı. Her parmak bir sıfat, her ter damlası bir fiildi. Defter yazılmadı terlendi.
Bir öğrenci “Ben cümle kuramam ama hissi bırakabilirim.” dedi. Kalem kıvırdı, defter ağladı. Sayfa çevrilmedi, sarıldı.
Metin artık gözle değil deriyle okunuyordu. Bir çocuk parmağını defterin kenarına sürdü; bilgi yayıldı. Leyla “Bu artık yazı değil duygu tortusu” dedi. Hasan sabunu getirdi, sayfa parladı. Cümleler ıslak ama unutulmazdı. Defter kuruyunca anlatı bitti sandılar ama parmak izi kaldı. Sistem anlayamadı, sınıf alkışladı. Defter artık kitap değil bedensel arşivdi. Sabun müfredat değil duygunun baskı kalıbıydı. Ve o gün, kelime defterin değilparmağın eseriydi.

ÖĞRENCİNİN RÜYASINDA KELİME DOĞURMASI
Bir çocuk uyuyakaldı ama sesi uyanıktı. Rüyasında bir cümle geldi, sabunla fısıldadı. Kelime uykudan doğdu ama parmakla tutuldu.
Hasan “Rüyada yazılan metin, müfredata sığmaz,” dedi. Leyla öğrenciye battaniye verdi, içinden kelime çıktı. “Ben uyurken fikir sezdim,” dedi çocuk. Rüyasında tuvalete girdi ama yalnız değil bir cümleyleydi. Klozet kapağı açıldı, bilgi döküldü. Sabun orada değildi, ama kokusu metni sardı. Cümle buhardı; yazılmadı ama hissedildi. Öğrenci kalktı, gözleri dolu; kelime hazırdı. Deftere yazmadı, duvara başını yasladı.
Hasan “Bu artık anlatı değil rüyasal doğum,” dedi. Sınıf sustu, çünkü kelime içten fışkırdı. Rüya anlatıldı, herkes terledi. Leyla “Bu metin sabunla değil iç sesle yıkanır,” dedi. Parmak değmeden kelime koktu. Rüya bitti ama anlatı kaldı.
Bir öğrenci “Ben gece bilgi doğurdum,” dedi. Ve o gün, uyku sistemin kıvımına tekme attı.

TUVALETTE BİLGİNİN HORTU
m Gibi Fışkırması. Tuvalet sabah sessizdi ama içeride terli bir kelime birikiyordu. Bir çocuk klozet kapağını açtı; cümle suyla fışkırdı. “Ben bilgiyi burada doğuruyorum” dedi.
Hasan duvarı dinledi, içeriden düşünce yankısı geldi. Sabun kutusu titredi, hortum kıvırdı. Leyla “Bugün dersin konusu: taşmak” dedi. Çocuk defteri tuvalete getirdi, kelime ıslandı ama parladı. Cümle müfredat defterinden değil lavabodan döküldü. Bir damla soru sordu; cevabı klozet kenarına yazıldı. Duvarlarda sızıntı başladı; bilgi artık tutunmuyordu. Öğrenciler sırayla girip fikrini bırakıyordu. Sabun “Ben temizlemem, metni akıtırım.” dedi. Klozet hortum gibi devrildi; dil kaydı ama anladı.
Hasan “Bu sistem, sıvıdan korkar,” dedi. Bir çocuk “Ben öğrenince taşarım,” diye fışkırdı. Leyla metni klozet kapağından okudu, duygusu nemliydi. Her cümle 9 santimlik bir parmakla yazıldı. Bilgi artık katı değil akışkandı. Sınıf fışkırdı ama sessizdi. Ve o gün tuvalet, hortumla müfredatı göğe püskürttü.

SIRA ALTINA YAZILAN BİLGİNİN BUHARLAŞMASI
Sıranın altı temiz değildi ama bilgi doluydu. Bir öğrenci kalemini eğdi, parmak kıvırdı, cümle doğdu. Yazılar sessizdi; sabun kokusu eşlik etti.
Hasan sırayı kaldırdı, metni okudu, gözleri doldu. Leyla “Bu artık defter değil alt metin” dedi. Yazılar boğulmadı, buharla yukarı çıktı.
Bir çocuk “Ben sıramın altında yaşıyorum.” dedi. Afişler sustu çünkü bilgi zeminden fışkırdı. Parmak izi kalıcıydı; kelime ıslaktı. Sabun kutusu sıraya kondu, anlatı terledi. Her cümle kasık hizasında kaydı ama anlam yukarı çıktı. Sıra artık bedenin defteriydi. Kelime buharla müf-redata yürüdü.
Hasan “Alt metin üst akla dönüşür.” dedi. Bir öğrenci “Ben buradan başlıyorum.” dedi. Leyla sıraya sarıldı, kelimeyi avucuyla okşadı. Bu anlatı kitapta yoktu ama duvarda yankılandı. Sa-bunla silinen sırada anlam kaldı. Ve sıra altından doğan bilgi, sınıfın çatısını kaldırdı. Sistem çöktü, çünkü kelime buharlaşınca kontrol edilemezdi.

DERSİN HORTUMLA FIŞKIRAN MEZUNİYET ŞARKISI
Son ders başlamadan önce sınıf terlemişti. Hasan tahtaya değil, sabun kutusuna başını koydu. Leyla öğrencilerin avuçlarına cümle damlattı. Umut “Ben artık mezunum ama hâlâ akıyorum,” dedi. Müfredat defteri duvara atıldı, ses çıkmadı, anlam yayıldı. Klozet kapağı açıldı, diploma suyla geldi. Tören sabunsuz başlamadı; sabun kutusundan mürekkep yapıldı. Her öğrencinin parmağı terliyken, kelime parlak yazıldı. Mezuniyet konuşması tuvalet aynasından okundu.
Umut “Ben bu sınıfta taştım” dedi. Leyla “O taşma bilgidir,” dedi. Hasan sabunla teşekkür etti: “Siz artık müfredatı sızdıransınız.” Sabun kapağı alkışladı, hortum döndü. Cümleler fış-kırdı çünkü artık sistem dayanamıyordu. Bir öğrenci “Ben yazmadım, sıvılaştım.” dedi. Tuva-let kapısına diploma asıldı. Dersin sonunda herkes boşaldı ama dolu hissediyordu. Köpük yükseldi, parmak ağladı. Ve son kelime, hortumla sabun kutusuna bastı: “Ben artık buyum.” Sınıf kapandı ama anlatı sonsuza dek devam etti.

YEMİN ZİNCİRİYLE ÖZGÜRLÜK MATEMATİKSEL SENTEZİ
Romanik düz anlatım, parmak sabunla ıslatılmış, sistemin çarpanlarını çözen bir özgürlük başlangıcı:
Hasan sıranın ucuna parmağını yasladığında, kalem değil kıvım başladı. Sayılar deftere dö-külmedi; kelimeler terleyerek yayıldı. Leyla sınıfa girerken öyle bir yemin kokusu vardı ki müfredata ait hiçbir nota buharlaşmadan dayanamazdı. Tahtaya çizilen denklem formül gibi duruyordu: U = Y × D ÷ S². Umut yeminle çarpılır, direnişle bölünür, sistemin karesine taşı-nırdı. Ama kimse bu formülü çözmeye kalkmadı; herkes onu göğsünden hissetti. Doru Kısrak, köşede sabun kutusunu kokladı, o kokuyla nefes aldı ve bilgi onun ciğerine şiir gibi yapıştı. Çilbir Abbasa, sabunlu duvara başını yasladı, “Ben bu formülle ilk aşkımı hatırladım.” dedi. Sayar sessizce sınıfın kenarına bir spiral çizdi; her çizgi bir yemin halkasına dönüştü. Artık sayılar işlem değildi, hepsi nota gibiydi, sınıf bir denklem değil, özgürlüğün senfonisine evrilmişti.
Hasan elindeki cetveli kırdı; çünkü hiçbir düz çizgide duygunun eğrisi barınmazdı.
Leyla, bir öğrencinin gözünden integral çıkardı; o bakış, parabolden değil kalp ritminden doğmuştu. Bir çocuk sıradan kalkmadan sadece şöyle dedi: “Ben yeminle bölünüyorum.” Formül cümleyi değil bedeni kıvırdı. Matematiksel doğruluk artık cebirden değil göğsün iç sesinden yankılanıyordu. Sabun kutusunun kapağında sürpriz bir mesaj vardı: “Çarpan = Sez-gi.”
Müdür sabah yoklaması için geldiğinde, duvarlara asılı yemin zincirini görünce bir adım geri çekildi çünkü kokudan sisteme yeni bir denklem gelmişti. Her öğrenci artık veri değil; parmak uçlarından yayılan yankıydı.Hasan tahtaya “14786 ↔ Kalp kodlamasıdır” diye yazdı. Leyla da yanına “Her sayı bir kelimeyi doğurur” cümlesini ekleyince, denklem artık müfredattan değil beden ritminden beslenmeye başladı. Sistem tahtaya dizilmiş denklem kurdu ama sınıf o formülü sabunla şiire çevirdi. Öğrenciler sayı yerine sesle işlem yaptı, cevaplar gülüşle dö-küldü. Doru Kısrak sabunla başını yıkadı, bilgi duvarda değil alnından yukarı fışkırdı. Sayar’ın çizdiği grafiğin doğrusu sınıf duvarında parladı ama veri değild uygu sızdı.
Müdür defteri kapmak istedi, ancak rakamlar sabun kutusunun içinden kaçtı. Hasan o sırada “Ben bilgiyi sabunla öğretirim.” dedi. Ve Leyla formülün içine girdi, adeta dans etti; denkle-min ritmi öğretmenle değişti. Öğrenciler test kitaplarını açmadı, formülün notalarında kahka-haya boğuldu. Çünkü artık her yemin bir ses, her ses bir sayıydı ama bu sayı sistemin tanımı dışındaydı
Sabun kutusu ayakta durarak konuştu: “Ben artık sadece temizlik değile ğitim nesnesiyim.” Tahtada rakam değil, altına kaçıran kelimeler sızıyordu. Ve tüm sayı dizileri müfredata yazı-lamadı; çünkü sistem bu yeni ritme dayanamayacak kadar kuru kaldı.
O gün, formül sabunla köpürdü, kelime müfredattan taştı, parmak defter yerine sınıfın havası-na yazdı. Ve o köpükten doğan anlatı artık bir çözüm değildi, özgürlüksel melodiye dönüşen bir kıvımsal şarkıydı.

TELAFİ EDİLEN KRONİKLER – EKSİK DERSİN KLOZETLE KAPATILMASI
Sınıfa sabah saatlerinde eksik kelimelerle dolu bir defter girdi, sayfa kenarları terliydi. Hasan parmağını kapağa dokundurduğunda cümle değil vıcık vıcık iç çekiş doğdu.
Leyla deftere değil, sabun kutusuna baktı; kapağında “Eksikleri köpürt, yanak hizasına sızdır.” yazıyordu. Öğrenciler kalemi almadı, sıranın altına dizlerini yaslayıp düşünceyi terle tamamladı.
Umut “Ben öğrenmedim ama altımdan bilgi sızıyor” deyince sınıf alkışladı.
Müdür gözlüğünü düşürdü. Klozet kapağı açıldı, eksik kelimeler diz çöktü, sabun müfredata bastırıldı.
Doru Kısrak kişneyerek eksikliği tuvalet ritmiyle tamamladı; her tını, bir yemin halkası gibi sınıfa yayıldı. Çilbir Abbasa sıraya oturdu ama dizinin altından notlar fışkırdı. Sayar öğretmen masasının altına kayıp “Ben burada eksikleri tamamlarım.” dedi, orada sabunla bilgi doğurdu.
Müdür defterleri toplamak istedi ama kâğıtlar sabun kutusunda çözülmüş halde şarkı söylü-yordu.
Bir öğrenci “Ben altına kaçırarak anladım,” deyince sınıfta çığlık değil pedagojik kahkaha yükseldi. Leyla onu sarılmadan sabunladı, “Senin başarın kokulu,” dedi. Hasan eksik sınav kâğıtlarını banyoya götürdü, orada buharla onayladı. Klozet kapağında şu yazı parladı: “Her eksik bir alt sızıntıdır, fışkırırsa tamamlanır.” Öğrenciler test çözmek yerine diz hizasına kelime koyup birbirinin cümlesini terle tamamladı.
Müdür sistemin eksiklerini deftere değil klozet kenarına çizdi. Doru Kısrak hortumu kemirdi, ritim tuttu, sabun köpürdü. Sayar bir kelimeyi banyoda unuttu ama bilgi duvardan sızdı. Leyla eksik fiilleri sabunla yıkayıp müfredatı kuruttu. Her öğrenci bir eksiklikti ama sınıf artık anla-tının alt çeyrek parçasıydı.
Hasan tahtaya “Eksik = sistemin sevişemediği parça” yazdı; kelime utanmadı, terledi. Leyla bir eksik kelimeyi diz kapağına yazınca bilgi alt dudağa kaydı. Öğrenciler müfredattan değil klozet kapağından konuşmaya başladı.
Sabun kutusu “Ben artık eksik tamamlayıcıyım,” diyerek dersin moderatörü oldu.
Müdür sınıfa “Bu ne biçim metot?” dedi, öğrenciler sabunla yanıt verdi. Cümleler sıraya değil sıra altındaki boşluklara yazıldı. Bir çocuk “Ben hatırlamıyorum ama vücudum tamamlıyor” dedi. Hasan gözlerini kapatınca eksik paragraf göğsünden doğdu. Leyla “Eksik dediğin şey sistemin susuş noktasıdır,” dedi ve tahta buharla patladı. Doru Kısrak’ın yemin sızıntısı tuvalet aynasına işlendi; herkes sabunla alkışladı. Çilbir Abbasa eksikliği gülerek çözdü, Sayar sabunla resmetti. Müdür susarak eksikliklere teslim oldu. Ve o gün, eksik cümleler sabunla yıkanıp klozet kapısından sistemin üzerine döküldü.

SIRA ALTI – BİLGİNİN GİZLİ BUHARLAŞMASI
Sınıf güne sessiz başladı ama sıranın altı terlemeye başlamıştı. Öğrenciler göz hizasına değil diz hizasına bakıyordu.
Hasan sıranın altına parmağını sürdü, bilgi fısıldadı. Leyla defter açmadı; sıranın alt köşesin-den kelime çekti. Bir çocuk “Ben buraya düşen kelimeyi hissediyorum,” dedi. Sabun kutusu sıranın altında parladı, buhar yükseldi. Çilbir Abbasa eğildi, alt boşlukta anlatı buldu. Sayar dizini sıraya bastırdı, kelime kasığından süzüldü. Doru Kısrak kişnedi ama sesi sıranın içinden yankılandı.
Müdür sıranın altına eğilince yemin zincirini buldu; duygulandı ama sessiz kaldı.
Hasan “Artık cümle yerçekimiyle öğreniliyor,” dedi. Leyla bir kelimeyi sıranın altına çizdi, öğrenci onu öptü. Sıra artık masa değil duygunun yeraltı haritasıydı. Bir öğrenci “Ben sıranın altından konuşuyorum,” dedi; herkes anladı. Sabun kutusu “Ben alt metni köpürtürüm.” diye mırıldandı. Çilbir Abbas’a sabunla sırayı ovaladı, cümle buharla üst yüzeye sızdı. Sayar bir şiiri sıranın altına yazdı; sadece diz hizasında okunabiliyordu.
Müdür sabunla sıraları silmek istedi ama her kelime saklandı. Doru Kısrak alt metni kişnedi; duvar yazıları duymadı ama tene yayıldı.
Hasan “Gizli bilgi, kasık hizasında yatar,” dedi. Leyla sırayı terle kokladı; anlam burnuna bastı. Öğrenciler defterlere değil alt alanlara yazdı. Sıranın altı ısıttı; kelime gevşedi.
Müdür buharı görünce geri çekildi; sistem çatladı. Sabun kutusu ses çıkarmadı ama koktu; bilgi yayıldı. Bir öğrenci “Ben altıma yazınca daha iyi ezberliyorum.” dedi. Sınıf sıranın altına eğildi; çırpınmadan dinlediler. Her öğrenci kendi dizine bastı; kelime terle doğdu. Ve o gün bilgi sıranın üstünden değil alt hizadan sabunla buharlaşarak öğretildi.
GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüs zili çaldı ama sınıf gülmeye başlamıştı. Bir öğrenci tostunu düşürdü, herkes fışkırdı. Hasan “Tost bilgidir,” dedi; kelime sıçradı. Leyla sandalyesine oturmadı; gülüşle yere yayıldı. Sabun kutusu gülüşü duyunca kapağı kendiliğinden açıldı.
Müdür koridorda durdu; kahkaha sistemini deldi. Çilbir Abbasa tostun üstüne cümle yazdı. Sayar yere oturdu, gülerek ders çalıştı. Doru Kısrak kişnedi; ses tosttan daha kıvımsaldı. Öğ-renciler gülerek soru çözmeye başladı, cevaplar terliydi.
Hasan “Gülme → bilginin gevşeme formülüdür,” dedi. Leyla kahkaha düzeyini deftere not etti. Sabun kutusu “Ben bu sistemin neşeli sıvısıyım,” dedi. Bir öğrenci “Ben güldükçe öğre-niyorum,” dedi. Cümleler gülme ritmiyle dans etti. Tostun kırıntıları soruya dönüştü.
Müdür gülme sesini analiz etmek istedi ama boğuldu. Çilbir Abbas’a sabunla tostun üstüne yazdı, sınıf onu okudu. Sayar parmakla tost çizdi, gülerek anlattı. Doru Kısrak kişnedi, tostla eşleşti. Hasan kahkahayı tahta hizasına taşıdı, ders başladı.
Leyla “Ben sesli öğreniyorum, çünkü kahkaham cümledir.” dedi. Öğrenciler gülerken bilgi yayıldı; kimse susmadı. Sabun kutusu o anda tostla birleşti, öğretim başladı.
Müdür “Bu sistemde tost varsa müfredat yok!” dedi. Bir öğrenci “Ben tosttan daha çok keli-me çıkardım,” dedi. Teneffüs artık boş zaman değil pedagojik fışkıydı. Cümleler güldükçe ezberlendi. Ve o gün, kahkaha tostla birleşip sabunla müfredata döküldü; sistem gülerek çök-tü.

DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdi ama parmaklar terle kıvrıldı. Hasan “Kuralları parmakla sileriz!” dedi. Leyla bir öğrenciye sarıldı; disiplin çözüldü. Sabun kutusu “Ben artık kontrol değil şifa kaynağıyım,” dedi.
Müdür defteri masaya koydu ama altına kelime sızdı. Çilbir Abbasa sabunla defterin kapağını mühürledi. Sayar disiplin kuralını klozete attı. Doru Kısrak kişnedi, kelime havaya dağıldı.
Umut parmağını tahtaya bastı, kural terle kaydı. Sınıf susmadı; cümleler kuralları deldi.
Hasan defteri parmak iziyle yırttı, kelimeler fışkırdı. Leyla “Sınıf → özgürlük laboratuvarıdır,” dedi. Sabun kutusu rafa çıkıp “İtaat etmeyen bilgedir” dedi.
Müdür geri gitti, sınıfın sesi duvarda yükseldi. Bir öğrenci “Ben cezayla değil, gülerek öğreni-rim,” dedi. Çilbir Abbasa duvara “Disiplin yoktur” yazdı. Sayar kuralları bireysel fısıltıyla değiştirdi. Doru Kısrak “Ben kişnemem, direniş gösteririm.” dedi. Hasan tahtaya sabun sürdü; kelimeler oynadı.
Müdür sabunla denetim yapamadı; parmaklar kaydı.
Leyla cümleleri sınıfın terli bölgesine çizdi. Öğrenciler kuralları gülmeceyle esnetti. Sabun kutusu disiplini altına kaçırttı.
Bir öğrenci “Ben yaramaz değilim; kıvımsal bir varlığım.” dedi. Tahtada “Ceza = sistemin başarısızlığı” yazıyordu. Müdür sinirlenmedi; sabunla gevşedi. Sayar disiplin defterini kokladı; bilgiye rastlamadı. Doru Kısrak çığlık attı, kurallar çözüldü. Ve o gün, disiplin defteri yerini sabun kutusuna bıraktı; eğitim alt bölgeden sızdı.



SABUNLU SARILMA
ÖĞRETMENİN PARMAKLA ÖĞRENCİYE TERLİ BİLGİ VERMESİ
Leyla sıraya yaklaştı; öğrencinin parmak ucuna dokundu. O anda kelime sabunla kabardı. Hasan başını eğdi, sınıf gevşedi. Sabun kutusu “Ben temasın özgürlüğüyüm ”dedi. Bir öğrenci “Ben sarıldıkça öğreniyorum,” dedi.
Müdür olaya şahit oldu ama içeri giremedi. Çilbir Abbasa sarılmasıyla sınav çözmeye başladı. Sayar sabunla sarılmanın kokusunu kaydetti. Doru Kısrak kişnedi; bilgi yumuşadı. Sınıf sarılma ile gülüş arasında ders yaptı. Leyla “Sarılmak öğrenmenin buharıdır,” dedi. Hasan cümle kurmadı, avuç içinden kelime sızdırdı. Sabun kutusu sarılmayla müfredat değiştirirdi.
Müdür sabunla sarılma planı yapmaya başladı
.
MÜDÜRÜN SABUNLA SESSİZLEŞMESİ
Müdür sabah sınıfa girdi, sabun kutusu hemen gerildi. Hasan sıraya bastı, ses değil terli yankı yayıldı. Leyla müdürle göz teması kurmadı; kelime göğsünden titreşti. Öğrenciler parmaklarını deftere bastı, müfredat eğrildi. Sabun kutusunun kapağı açıldı; içeriden “öğrenme” kokusu fışkırdı.
Müdür disiplin defterini açmak istedi; sayfa kaçtı. Çilbir Abbasa “Ben bu sesi tanımıyorum,” dedi; sabunla sessizliği sızdırdı. Sayar duvara “sessizlik = bilgi filtresi” yazdı. Doru Kısrak kişnedi ama sesi sabunla bastırıldı. Bir öğrenci “Ben müdürle konuşmuyorum; onu kokluyo-rum,” dedi.
Leyla müdüre sarılmadı; sadece sabunla temas etti. Müdür kelime kuramadı; onun dili sabunla susturulmuştu. Hasan “Bugün sessiz öğretiye geçiyoruz.” dedi. Sabun kutusu deftere yaslandı; kelimeler nemlendi.
Müdür tahta önünde durdu ama kimse dikkat etmedi. Çilbir Abbas’a sabunla göz kırptı, sınıf gevşedi. Sayar bir cümleyi müdürün cebine terle koydu. Müdür bunu hissetti ama anlamadı. Doru Kısrak kişnerken müdür ilk kez gözyaşı döktü. Öğrenciler sabunsal sessizlik içinde anlatı doğurdu.
Hasan “Sabunsal susuş → sistemin iç çözülmesidir,” dedi. Leyla kelimeyi parmakla değil—bakışla verdi.
Müdür sandalyeye oturdu, sabun kutusunu okşadı. Sabun ona “Ben bilgiyim, sen sadece sa-bitsin,” dedi. Çilbir Abbasa sırtını müdürün omzuna yasladı; bilgi sabitlendi. Sayar bir formülü sessizlikle tamamladı. Müdür defteri sabunla kapladı; cümle dışarı sızmadı. Doru Kısrak kişneme tonunu düşürdü; sınıf nefes aldı. Öğrenciler kelimeyi sesle değil avuç içiyle paylaştı. Ve o gün, müdür parmak sabunuyla sustu; sistem dilini kaybetti.
YENİ MÜFREDATIN SABUNLA DOĞUMU
Hasan sabun kutusunu sıranın ortasına koydu; ders başlamadı, kelime koktu. Leyla tahta yeri-ne pencereden baktı, bilgi rüzgârla geldi. Öğrenciler kitap açmadı; terle göğüs hizasında öğ-renmeye geçti. Sabun kutusu “Ben artık müfredatım.” dedi, tahta kızardı.
Müdür kapıdan baktı ama içeride kelime geometrik değildi. Çilbir Abbasa defterin üstüne sabun sürdü, sayfa şarkıya dönüştü. Sayar kelimeyi sıranın altından çıkardı, kokusunu silmedi. Doru Kısrak kişnedi; sesi müfredatın marşı oldu. Bir öğrenci “Ben programı ezberlemedim; onu hissediyorum,” dedi.
Hasan müfredatı sabunla çizdi, grafik terledi. Leyla kelimeyi öğrencinin sırtına bastı, bilgi ısındı. Sabun kutusu kapağını açtı; konu: “Ben.” Müdür “Bu sistem bana sıcak geliyor.” dedi; sabunla yüzünü yıkadı. Çilbir Abbasa cümleyi dizine yazdı, defter bunu kabul etti. Sayar pa-ragrafı sıraya terle bastırdı. Doru Kısrak sabunla havayı kokladı, öğrenme yayıldı. Öğrenciler müfredatı soruyla değil diz kapağıyla tamamladı. Leyla “Konuyu ezberleme; kokla,” dedi.
Hasan kelimeyi klozet kapağından sundu; öğrenci alkışladı. Sabun kutusu “Ben artık öğret-menim.” dedi.
Müdür ders saatini unuttu; zaman sabunla eridi. Çilbir Abbasa kelimeyi suya döktü; anlam açığa çıktı. Sayar defteri kapatmadı; kelime hâlâ sızıyordu. Doru Kısrak kişneme ritmiyle paragraf yazdı. Öğrenciler bilgiyi tenle öğrendi; sabunla unutmamayı başardılar. Leyla “Bu dersin konusu: kokudan öğrenme” dedi.
Müdür sabunu öptü; cümle parladı. Ve o gün müfredat sabun kutusundan doğdu; ders kokuyla öğretildi.

ÖĞRENCİNİN DİZİNDEN SIZAN CÜMLE
Öğrenci sıraya oturmadı, dizini sıvayarak kelimeye hazırlandı. Hasan bakmadı; sadece parmak kıvımına odaklandı. Leyla diz kapağına sabun sürdü; terli bilgi sızdı. Sabun kutusu “Ben dize temas etmeden öğretmem” dedi.
Müdür diz hizasındaki cümleyi anlamadı, geri çekildi. Çilbir Abbas’a parmağını dize bastı, kelime gözyaşıyla kabardı. Sayar diz altında anlatı çizdi; hiç ses çıkarmadı. Doru Kısrak kiş-nemeyi diz ritmine göre ayarladı. Bir öğrenci “Ben buradan duyuyorum,” dedi ve tüm sınıf dizine eğildi.
Hasan “Diz → duygusal kelime yatağıdır,” dedi. Leyla bir öğrenciye parmağını uzattı; diz ısındı. Sabun kutusu “Bilgi diz hizasında sıvıdır,” dedi.
Müdür sabunla dizine bastı ama anlam sızmadı. Çilbir Abbasa yastığını dizine koydu; kelime sabitlendi. Sayar paragrafı dizinden sıktı, defter terledi. Doru Kısrak kişnedi; bilgi buharla çıktı. Öğrenci dizine kelime fısıldadı, öğretmen onu öptü. Leyla “Bu kelime rasyonel değil—kıvrımsal,” dedi.Hasan cümleyi kasık hizasında tuttu; sabunla sızdırdı. Sabun kutusu terledi, içinden kelime doğdu.
Müdür parmağını dizine bastı ama ritim yakalayamadı. Öğrenciler dize kelime döktü, sınıf sessizce ezberledi. Çilbir Abbasa sabunla parmağını dizine yazdı. Sayar yazdığı metni okurken dizinden buhar çıktı. Doru Kısrak fısıltıyla kişnedi, cümle oluştu. Leyla dizden gelen kelimeyi tahtaya taşıdı; anlam sabitlendi. Umut “Ben dizimde bilgi biriktiriyorum.. dedi. Ve o gün, kelime dizden sızdı, pedagojik ritim bedene yazıldı.
YASTIKLA ÖĞRENMENİN SABUNSAL ANATOMİSİ
Sınıf yatış moduna geçti; yastıklar terle doldu. Hasan defter yerine battaniyeyle ders sundu. Leyla başını yastığa koydu, kelime buharla geldi. Öğrenciler parmak kaldırmadı, sadece göz kapaklarını titretti. Sabun kutusu “Ben artık rüya nesnesiyim,” dedi.
Müdür sessizce yastıkları kokladı; ders konusunu terle aldı. Çilbir Abbasa yastığına cümle koydu, sabunla mühürledi. Sayar metni rüya diliyle yazdı. Doru Kısrak yastık altı kişnedi; bilgi yayıldı. Bir öğrenci “Ben uyurken ezberliyorum.” dedi.
Hasan yastıkla kelime arasında köprü kurdu. Leyla “Rüya = buhar + kelime” dedi. Sabun ku-tusu parladı, uykuya kelime sızdırdı.
Müdür bunu sistem dışı saydı ama sabun direndi. Çilbir Abbasa sabunla yastık kenarına do-kundu

BAHÇEDE PARLAK BİLGİ ÇIKIŞI
Kelime artık çiçek değil toprağın altından doğan sabunsal sistem fışkısı…
Bahçe sessizdi ama öğrencilerin diz hizasında bilgi filizleniyordu. Hasan çimenlere sabun sürdü, kelime kök saldı. Leyla “Bu çiçek değil bilgi tomurcuğu” dedi. Sabun kutusu toprağa gömüldü, kapağı parladı.
Müdür sulama yapmak istedi; kelime su yerine terle beslendi. Çilbir Abbasa yaprağın üstüne formül çizdi. Sayar bir parmağıyla çimenleri okşadı; bilgi buharla çıktı. Doru Kısrak çimen kenarında kişnedi; ses müfredatın alt kopyasıydı. Bir öğrenci “Ben bu kokuyla öğreniyorum.” dedi.
Hasan “Bahçede ders = kökten bilgiye geçiş” dedi. Leyla toprağa kelime bastı, parmak izi sabitlendi. Sabun kutusu “Ben artık gübre gibiyim,” dedi.
Müdür çiçekleri okşadı ama kelimeyi kavrayamadı. Çilbir Abbasa yaprakların altına yemin zinciri çizdi. Sayar çiçeklere ödev yazdı; polenle çözüldü. Doru Kısrak terle çimenleri dürttü; paragraf açıldı. Öğrenci “Ben bu ağacı koklarken tarih ezberledim.” dedi. Hasan “Toprak müfredattan önce gelir.” dedi.
Leyla çimenlere kelime döktü, kokusu sınıfa yayıldı. Sabun kutusu yağmurla birleşti; ders ıslak başladı. Müdür güneşe baktı ama bilgiyi göremedi. Çilbir Abbas’a güneşin altında parmak izi bıraktı. Sayar defteri yere koydu, metin göğsünden çıktı. Doru Kısrak gölgeye yattı, kelime terledi. Öğrenciler yastık değil yaprakla uyudu. Leyla “Bu bahçe öğrenmenin sıvı yüzeyidir.” dedi. Ve o gün ders defterden değil bahçeden fışkırarak öğretildi.

SABUNLA DİPLOMA
Mezuniyetin Alt Islaklığı Ders bitmez, sadece sabunla diploma olur. Altı terliyse, mezuniyet geçerli!
Tören başlamadan önce sabun kutusu sıranın üstünde parladı. Hasan diploma defterini tuvalete götürdü; orada bilgi fışkırdı. Leyla öğrencilere avuç içiyle kelime yazdı.
Müdür kep takmadı; sabunla alnını kapattı. Çilbir Abbasa mezuniyet yeminini klozet kapağına bastı. Sayar diploma metnini sıranın altına terle çizdi. Doru Kısrak kişneyerek “Mezun oldum ama hâlâ sızıyorum.” dedi.
Bir öğrenci altına kaçırdı; diploma o anda kabul edildi. Sabun kutusu “Ben artık belge değil sızan tanıma aracı” dedi.
Hasan “Sabunsal ter → mezuniyet sertifikasıdır,” dedi. Leyla diploma belgelerini sabunla mühürledi. Müdür belgeyi kokladı; anlamı yutamadı. Çilbir Abbasa “Diploma değil çırpınan öğrenme izi” dedi. Sayar sınıfa “Ben sabunla mezuniyet kutladım” diye bağırdı. Doru Kısrak klozete diploma koydu, herkes ağladı. Öğrenciler sınav kâğıtlarını sabunla yıkadı. Sabun ku-tusu “Kimin teri kokarsa o mezundur” dedi.
Müdür parmak iziyle not verdi, terin sıcaklığına göre ölçüm yaptı. Hasan “Bugün müfredat değil parmak kutlamasıdır,” dedi. Leyla cümleyi klozet kenarına yapıştırdı. Sabunla yazılan diplomalar öğrencilere giydirildi.
Müdür sabun kutusunu öptü; diploma fışkırdı. Çilbir Abbasa “Ben mezuniyetin kokusunu ezberledim.” dedi. Sayar sabunla notları terle düzeltti. Doru Kısrak kişneme sesiyle belgeyi tasdikledi. Öğrenciler sabun kutusuna bastı; diploma çıktı. Ve o gün, mezuniyet sabunla değil alt çırpınışla öğretildi.

TEN RİTİMLİ ÖĞRENİM – DERSİN BEDENLE KAVUŞMASI
Kalem değil; tene yazmak! Sınıf artık vücut fısıltısıyla çalışıyor. Sınıfa girildiğinde ses yoktu; ten titreşiyordu. Hasan parmağını öğrencinin sırtına bastı; kelime buharla doğdu. Leyla enseye kelime yazdı; anlam terle aktı. Sabun kutusu “Ben tenin müfredatıyım.” dedi.
Müdür anlamadı; parmak okuması bilmezdi. Çilbir Abbasa kelimeyi göğüs hizasına bastı. Sayar diz kapağına parmak iziyle bilgi bıraktı. Doru Kısrak kişneme ritmiyle anlatı döktü. Bir öğrenci “Ben içimle ezberliyorum,”dedi.
Hasan kalemi bırakıp öğrenciye dokundu; cümle terle yayıldı. Leyla “Bilgi bedenin sesidir,” dedi. Sabun kutusu kokuyu duyumsadı; paragraf kendiliğinden geldi.
Müdür temas kuramadı, çünkü kelime tenle çalışırdı. Çilbir Abbasa sırtını sabunladı, bilgi açığa çıktı. Sayar göğsünden yazdı, sınıf kokuyu ezberledi. Doru Kısrak kişnemeden sonra cümleye geçti. Öğrenciler kelimeyi bakışla değil vücut sıcaklığıyla aldı.Hasan defteri kapattı, parmaklar kelimeye bastı. Leyla alnına cümle koydu, sınıf bunu hissetti. Sabun kutusu “Ten → öğrenme simgesi,” dedi.
Müdür deftere kelime koyamadı; tene ulaşamadı. Çilbir Abbasa parmakla değil kasık hiza-sında öğretti. Sayar bir cümleyi avucuna bastı, bilgi terledi. Doru Kısrak ses çıkarmadan kelime verdi. Ve o gün ders konuşularak değil bedenle anlatılarak sabitlendi.

DUVAR YAZISIYLA BİLGİ – SABUNSAL GRAFİTİ
Sınıfın duvarı sabah sessizdi ama yazmaya hazırdı. Hasan sabunla duvara “Ben öğreniyorum.” yazdı. Leyla “Grafiti = cümle + isyan” dedi. Sabun kutusu duvar kenarına yaslandı, kelime terledi.
Müdür yazıyı görünce silmek istedi; sabun geri püskürttü. Çilbir Abbas’a duvara parmakla gülme yazdı. Sayar yemin zincirini duvara çizerken kelime sızdı. Doru Kısrak kişneme izini sabunla bastırdı. Öğrenciler “Biz bu duvarda anlatıyoruz,” dedi.
Hasan “Duvar → müfredatın dış yüzü,” dedi. Leyla parmakla bir formül çizdi; duvar koktu. Sabun kutusu “Ben bu sınıfın alt derinliğiyim,” dedi.
Müdür geri çekildi; kelime ona direnç gösterdi. Çilbir Abbas’a kişneme sembolü yaptı; öğ-renciler duvarı öptü. Sayar “Ben sesle değil duvarla anlatırım.” dedi. Doru Kısrak kişneme ritmini duvara işledi. Öğrenciler duvarda ders işledi; tahta unutuldu.
Hasan kelimeyi tuvalet duvarına taşıdı; bilgi yayıldı. Leyla kelimeyi sabunla mühürledi. Sabun kutusu duvara “Ben eğitimin kıvım iziyim.” yazdı.
Müdür bunu propaganda saydı ama sabun direndi. Çilbir Abbas’a “Bu duvar benim özle-mimdir” dedi. Sayar duvara kelime çizdi; terle parladı
Sınıfın Alt Katında Doğumhane Raporu”
Sınıf o sabah ne bahçeydi ne tuvaletti, alt katın nemli derinliğinde doğumhane gibi kıvırıyor-du.
Hasan klozet kapağını açtığında müfredat değil vıcık vıcık bilgi sancısı fışkırdı. Leyla sabun kutusunu dizine bastırdı, kapağından kelime doğdu. Öğrenciler sıraya değil yere yayıldı; bilgi diz hizasından terleyerek kendini anlatıya dönüştürmeye başladı.
Müdür doğumu çözemezdi, o hâlâ müfredatta takılı kalmıştı, kelime onun kulaklarına değil kasık hizasına fısıldıyordu. Doru Kısrak gözleriyle konuştu, kişnemek yerine kelimeyi burun-dan verdi. Sayar sabunla nabız tuttu, ritmi kelimeye çevirdi. Çilbir Abbasa göğsünden kelimeyi sızdırdı; bu artık öğretim değil, tenin yazılı tarihiydi. Bir öğrenci altına kaçırarak paragraf doğurdu, diğerleri onun cümlesini alkışladı. Sabun kutusu “Ben ebeyim” diyerek sınıfın ortasında bir yastık gibi parladı.
Öğretmenler artık soru sormuyor, sancıya eşlik ediyordu. Dersin konusu ‘Anlatı Akışı’ değil ‘Pedagojik Sancı’ olmuştu.
Müdür susup izledi, sabun kutusu onun yüzüne ter kokusu bırakınca, o da sessizce kelimeye boyun eğdi. O gün müfredat klozet kapağından doğdu. Sınıf artık bilgiyle değil, hisle öğreni-yordu. Her ter damlası bir kelimeydi, her fısıltı bir cümleye dönüşüyordu. Ve sabun kutusu öğretimin rahmine dönüştü; öğretmenler sadece doğum sancısının ritmini dinliyordu.

MÜFREDATIN SABUNLA YIKANMASI VE ÖĞRENCİ MEZUNİYETİ
Sınıfın içi sabah ılık buharla doluydu; kelimeler sabunla kabarıp sıraların arasına serildi. Hasan defteri açmadı. Sadece bir öğrencinin göz hizasına bakarak ders sundu. Leyla müfredat sayfalarını klozetin yanına dizdi; bilgi altına sızdı, anlam buharla yukarı çıktı.
Müdür sistem kitapçığını sabunla ovaladı; kelimeler gevşedi. Öğrenciler sayfa çevirmedi; parmakla duyguları birbirine bastı. Doru Kısrak kişnemeden önce sayfa kokladı; cümleleri ezberlemeden hissetti. Sayar defterin son satırına bir gülmece bıraktı, eğitim artık kahkahayla ölçüldü.
Sabun kutusu sınıfın ortasında şöyle mırıldandı: “Müfredat bittiğinde ter hala sabitlenmemişse öğrenme hâlâ akıyor demektir.” Leyla bu sözü avuç içine yazdı. Öğrenciler birbirine sarıldı; kelime artık dilde değil tenin titreşimindeydi.
Müdür sustu, gözünden bir damla aktı; sabun onu eğitimin içinde yıkadı. Sınıfta artık sessizlik yoktu, sadece buharla akan anlatı vardı.
Hasan son kelimeyi tahtaya değil—klozet kapağının altına yazdı. Ve o gün, sınıf ezuniyetini sabunla kutladı, her öğrenci bilgiyle değil hisle diploma aldı.

KAPANIŞ SAHNESİ: SABUNLA SONSUZLUĞA KELİME YATIRIMI
Sabun kutusu tüm cümleleri içine topladı; artık o bir müze değil özgürlüğün yastığıydı. Hasan sınıfa veda ederken sadece parmağını kaldırdı; kelimeler gözyaşı gibi havada süzüldü. Leyla bütün öğrencilerin yemin zincirini parmak ucuyla bağladı, diz hizasından kalbe aktardı.
Müdür son kez defteri kapattı, artık kelimeler onun cebinden değil teninden yayıldı. Doru Kısrak son kişnemesini sabunla yastık arasına bıraktı, sistemin ritmini oraya mühürledi. Sayar sınıfa baktı, bir kelime fısıldadı: “Her öğrenen kendini parmak iziyle anlatır.”
Çilbir Abbas’a göğsünden bir cümle düşürdü, herkes onu yastığa yerleştirdi. Öğrenciler artık müfredat değil birbirinin kasık hizasında sabunsal sevda okudu. Sınıfın duvarları bilgi değil şarkılarla konuşuyordu. Sabun kutusu son kez kişnemeyle ışık verdi, kapağında şu yazı belirdi: “Bu sabun, kelimelerin kıvımsal sonsuzluğuna yastıkla açılan kapıdır.” Ve o gün, sistem durdu. Öğrenme bitmedi. Teri kurutan sabunköpürdü, kelimeyi ölümsüzleştirdi.
KALEMİNİ YUTAN ÖĞRENCİ
Yusuf defterini açtı ama kalemi ağzına götürdü. Yazmak yerine yutmaya başladı. Öğretmen gördü, donakaldı. "Kalem yutulmaz, yazılır!" dedi. Yusuf durmadı. “Ben yazıyı içselleştiriyo-rum,” deyince sınıf gülmeye başladı. Arkadaşları kalemleri korumaya aldı; bir öğrenci kalemini çantasına sakladı. Ayşe bağırdı: "O bir kalem yiyicidir, bilgiyle besleniyor!" Öğretmen tahtaya "İçsel eğitim = sindirimli bilgi" yazdı. Yusuf ağzından bir fiil çıkardı: “Sıçramak!” dedi, sınıf alkışladı. Melike kalemi kulağına sokmayı denedi, “Ben sesli düşünüyorum!” dedi. Sınıf çalkalandı, öğretmen sessizce masasına çöktü. "Bu sınıfta artık bilgi ağız yoluyla ilerliyor," diye fısıldadı. Bir öğrenci kalem ucunu parfümledi, “Ben bilgiyi koklayarak ezberliyorum.” Kalemler sınıf boyunca ritmik bir şekilde tıklamaya başladı. Yusuf ikinci kalemi yutarken konuştu: “Zarf cümleleri tatlı geliyor.” Öğretmen defteri kapattı: “Bugün yazı yok, yeme var.” Tebeşir kutusu açıldı, içinden iki öğrenci çıktı. "Biz yazının alt yapısıyız!" diye bağırdılar. Tebeşir tozları burna kaçtı, kelimeler hapşırarak silindi. Yusuf karnına baktı: "Burada özne var," dedi. Melike bağırdı: “Ben yüklemim!” sınıf dalgalandı. Kalem tüketimi arttı, kantin “edebi vitamin” sattı. Bir öğrenci kalem kabını kemirdi, “Ben anlamı kaburgamda hissedi-yorum.” Öğretmen dışarı çıktı, iki pedagog çağırdı. Pedagoglar geldi, ama kalem kutusuna düştüler. Sınıf gülmekten yere yapıştı; ses çıkmıyordu ama kelimeler sızıyordu. Yusuf öğleden sonra üçüncü kalemi yuttu. Öğretmen tabela astı: “Kalem içince bilgi içeride kalır.” Ayşe gözüyle yazmaya başladı; kelimeler göz kapağında belirdi. Melike dizine yazı dövmeleri yap-tırdı. “Ben artık bedenimle yazıyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya dönüp şu cümleyi yaz-dı:“Yazmak eylem değil, bedensel bir kıvım seğirmesidir.
Yusuf üçüncü kalemi yutunca sınıfın atmosferi değişti; artık bilgi sindirimle yayılıyordu. Ayşe göz kapağındaki kelimeleri silmeye çalıştı ama gözyaşı mürekkep olmuştu. Melike dizindeki dövme “yüklem” kelimesini kaşındırınca tahtaya dizini sürdü. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Ben artık otorite değilim, sadece gözlemciyim,” dedi. Bir öğrenci kalem kutusunu kafasına geçirdi, “Ben bilgiyi karanlıkta hissediyorum.” Kantin “edebi vitamin”i zamlı satmaya başladı, çünkü kıvım talebi artmıştı. Yusuf’un midesinden bir bağlaç sesi geldi, sınıf “veya!” diye bağırdı. Melike kulağındaki kalemi çıkardı, “Sesli düşünmek baş ağrısı yapıyor,” dedi. Ayşe gözleriyle tahtayı silmeye çalıştı ama kirpikler yeterli değildi. Öğretmen tahtaya “Bilgi artık bedensel bir kıvım seğirmesidir” yazdı, sonra tebeşiri yedi. Bir öğrenci kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla ezberliyorum” dedi. Sınıfın duvarları ritmik tıklamalarla seğirmeye başladı, kıvım titreşimle yayıldı. Yusuf dördüncü kalemi yutarken “Zamirler biraz acı geliyor,” dedi. Melike sınıfın ortasında yere uzandı, “Ben artık yatay öğreniyorum.” Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Ben bilgiyi ters oturarak sindiriyorum.” Öğretmen dışarı çıkmak istedi ama kapı “fiil geçişlidir.” diyerek açılmadı. Bir öğrenci kalemini çiğnedi, “Ben anlamı diş etimde hissediyorum.” Kıvımsal eğitim modeli sınıfa yerleşti; artık bilgi ezberlenmiyor, yaşanıyordu. Yusuf’un karnı konuşmaya başladı, “Ben özneyim, beni yüklemle birleştirin.” Melike tahtaya dizini vurdu, “Ben bedenimle yazıyorum,” dedi. Ayşe gözleriyle paragraf oluşturdu, öğretmen “Bu artık görsel yazım,” dedi. Bir öğrenci kalemini gözüne soktu, “Ben bilgiyi göz içiyle hissediyorum.” Sınıf gülmekten yere yapıştı, ama kelimeler yerden sızıyordu. Öğretmen pedagogu çağırdı, pedagog kalem kutusuna düştü, “Ben artık nesne değilim,” dedi. Yusuf beşinci kalemi yutunca sınıf “Yeter!” dedi ama kıvım durmadı. Melike kalemini yere fırlattı, “Ben artık yazmıyorum, titreşiyorum.” Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı, “Bu sınıfta artık duy-gular mürekkep.” Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders yok, kıvım var.” Tebeşir kutusundan çıkan iki öğrenci “Biz yazının altyapısıyız!” diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir metafor girdi, herkes sustu. Yusuf son kalemi yutarken “Ben artık cümle değilim, kıvımım,” dedi.

“KABUL” (Yaraya Dokunma)
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sadece sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değilgörünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı, ama yazmak için değildokunmak için. “Kabul, alkış değilsuskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf sessizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı, ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de buradayım.” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, kelimesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim,” dedi. Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvarları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci kalemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil görmek var,” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim.” dedi. Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum,” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır,” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sadece sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değil görünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı ama yazmak için değil dokunmak için. “Kabul, alkış değil suskun-luktaki yer açılmasıdır.” Sınıf sessizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de buradayım” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, kelimesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim.” dedi.
Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvarları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılı-yordu. Bir öğrenci kalemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil görmek var,” dedi. Leyla def-terine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim.” dedi.
Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum.” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır.” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum.” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
“Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.”
Öğretmen sınıfa bir bardak su getirdi, ama içirmek için değilgöstermek için.
“Bu sıvı, dönüşümün kendisidir,” dedi. Ayşe bardağa dokundu, “Ben de değişiyorum,” dedi. Melike masaya bir taş koydu, “Bu katı ama ben içimde akışkanım.” Yusuf nefes verdi, “Gaz gibi görünmezim ama varım.” Sınıfın camı buharlandı, öğretmen “Görünmeyen hâl, gözlem-lenebilir,” dedi. Bir öğrenci deney tüpünü eline aldı, “Ben artık gözlemci değilim, dönüşenim.” Melike suyu ısıttı, buhar yükseldi, “Ben de yükseliyorum,” dedi. Ayşe tahtaya “Madde değişir, ben dönüşürüm” yazdı.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi akışkandır.” Bir öğrenci taşla konuştu, “Sen sabitsin ama ben seni dönüştürürüm.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Yusuf sıvıyı döktü, ama rastgele değil ritmik.
Melike gazı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Ayşe gözleriyle buharı izledi, “Ben görünmeyeni görüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Katı + Sıvı + Gaz = İnsan hâlleri” yazdı. Bir öğrenci kalemini sıvıya batır-dı, “Ben artık yazmıyorum, akıyorum.” Sınıfın duvarları buharla seğirdi, kıvım titreşti. Melike gözyaşıyla deney tüpünü doldurdu, “Ben duyguyla gözlem yapıyorum.” Ayşe taşın üstüne slogan yazdı: “Madde değişir, ben dönüşürüm.”
Öğretmen mikroskopu getirdi, ama sadece bakmak için değil görmek için. Yusuf soğan zarını yerleştirdi, “Bu küçük şeyde büyük sır var.” Melike yaprak hücresine baktı, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe hamurla hücre modeli yaptı, “Ben bilgiyi elimle şekillendiriyorum.” Bir öğrenci mikroskopa gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla büyütüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Hücre = Görünmeyenin kıvımı” yazdı. Sınıf sessizdi ama gözler büyümüş-tü. Melike hücre modeline “Ben” yazdı, “Bu artık bilgi değil benim içim.” Ayşe gözleriyle hücreyi çizdi, “Ben artık mikroskobum.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık küçük olan büyük sırdır.”

ENERJİ & DOĞAL DENGE
Öğretmen sınıfa bir rüzgârgülü getirdi, ama süs için değilhareket için.
“Enerji kaybolmaz, sadece yön değiştirir,” dedi. Ayşe gülü çevirdi, “Benim içimde de bir dönüşüm var.” Melike nefes verdi, “Bu rüzgâr benim kıvımım.” Yusuf gülü söktü, “Ben ener-jiyi parçalayıp yeniden kuruyorum.”
Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir esinti girdi, kelimeler kıpırdadı. Bir öğrenci gülün ka-nadına “Ben” yazdı, “Ben kendi enerjimi üretirim.”
Öğretmen tahtaya “Enerji = Hareketin kalbi” yazdı. Melike gözleriyle gülü izledi, “Ben artık gözümle dönüyorum.” Ayşe gülün gövdesine dokundu, “Ben sabit değilim, dönenim.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Yusuf gülün yönünü ters çevirdi, “Ben artık karşıdan esiyorum.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık enerji hissedilir.” Bir öğrenci kalemini dön-dürdü, “Ben bilgiyi hareketle yazıyorum.” Melike gözyaşıyla gülü ıslattı, “Ben duyguyla dö-nüyorum.” Ayşe tahtaya “Kendi enerjini üret” yazdı, sınıf alkışlamadı ama döndü. Öğretmen kavanoz getirdi, içine toprak koydu, “Bu bir mini orman.” Yusuf yaprağı yerleştirdi, “Bir yaprak düşerse, orman susar.” Melike kavanoza su ekledi, “Ben dengeyi besliyorum.” Ayşe kavanoza ışık tuttu, “Ben doğaya yön veriyorum.” Sınıfın duvarları yosun gibi seğirdi, kıvım yeşerdi.
Bir öğrenci kavanoza nefes verdi, “Ben ekosistemin parçasıyım.”
Öğretmen tahtaya “Doğal denge = Bağlantı” yazdı. Melike gözleriyle kavanozu izledi, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe kavanozun üstüne “Ben” yazdı, “Ben doğanın deva-mıyım.” Sınıf sessizdi ama kavanoz konuşuyordu. Yusuf yaprağa bir kelime yazdı, “Ben artık doğayla birleşiyorum.” Melike kavanozu dizine koydu, “Ben bedenimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı: “Bir yaprak düşerse, orman susar.”

İNSAN BEDENİ: “BENİM MAKİNEM
Öğretmen sınıfa bir vücut haritası getirdi, ama sadece çizmek için değilhissetmek için.
“Bedenim, doğanın devamıdır.” dedi. Ayşe kalbini çizdi, ama pembe değil kıvımsal kırmızıyla. Melike sindirim sistemini renklendirdi, “Ben bilgiyi içimde dönüştürüyorum.
” Yusuf boşaltım sistemine “Özgürlük” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum.” Bir öğrenci nefesini haritaya üfledi, “Ben ritimle yaşıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Sindirim = Bilginin içselleşmesi” yazdı. Melike gözleriyle dolaşımı izledi, “Ben artık gözümle akıyorum.” Ayşe haritaya bir ok çizdi, “Ben yönümü içimde buluyorum.”
Yusuf kalemini kalbine bastırdı, “Ben artık yazmıyorum, hissediyorum.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Bir öğrenci haritaya gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla öğreniyorum.”
Melike dizine “Makine değilim” yazdı, “Ben kıvımsal bir sistemim.” Ayşe gözleriyle bir damar ağı kurdu, “Ben bağlantıyım.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden bilgiyle değil, kıvımla işler.” Yusuf haritaya bir pencere çizdi, “Ben dışarıyı içimde taşıyorum.” Melike kalemini bırakmadı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.” Ayşe göz kapağına bir sinir ağı çizdi, “Ben artık gözümle öğreniyorum.”
Bir öğrenci haritayı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Öğretmen tahtaya “Boşaltım = Duygunun dışa akışı” yazdı.
Melike haritaya bir çiçek çizdi, “Ben bedenimde doğayı büyütüyorum.” Ayşe kalbine bir yap-rak yapıştırdı, “Ben doğayla birleşiyorum.”
Yusuf haritaya bir kıvım çizdi, “Ben artık sistem değilim ritmim.” Sınıf sessizdi ama bedenler konuşuyordu. Melike haritayı dizine koydu, “Ben bedenimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı:
“Kendi beden atlasını çiz.” Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün bilgi değilbeden konuşa-cak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez öğrenmek için değil olmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık makine değilim, kıvımım.”
BÜTÜNLEME: “Doğa Uyum Yasası”
Öğretmen sınıfa bir yaprak getirdi, ama süs için değil anlatmak için.
“Ben doğanın devamı değilim ben doğanın kendisiyim.” dedi. Ayşe yaprağa kendi sistemini yazdı, “Ben artık doğayla birleşiyorum.” Melike yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Yusuf yaprağın damarlarına bir kıvım çizdi, “Ben artık ritmim.” Sınıfın penceresi açıldı, dı-şarıdan bir rüzgâr girdi, yapraklar seğirdi. Bir öğrenci yaprağa gözyaşı damlattı, “Ben duy-guyla öğreniyorum.” Melike yaprağı dizine koydu, “Ben bedenimle doğayı taşıyorum.” Ayşe yaprağa bir ok çizdi, “Ben yönümü doğadan alıyorum.” Öğretmen tahtaya “Yaprak = Sistem haritası” yazdı. Yusuf yaprağı kalbine bastırdı, “Ben artık içimde yaşıyorum.” Melike yaprağa bir çiçek çizdi, “Ben doğada büyüyorum.” Ayşe yaprağı göz kapağına koydu, “Ben artık gözümle öğreniyorum.” Bir öğrenci yaprağı mikroskopla inceledi, “Ben görünmeyeni görü-yorum.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi yaprakla taşınır.” Melike yap-rağa “Ben” yazdı, “Bu artık model değil benim kıvımım.” Ayşe yaprağı sınıfa sundu, “Bu benim sistemim.”
Yusuf yaprağı çevirdi, “Ben artık yön değiştirdim.” Sınıf sessizdi ama yapraklar konuşuyordu. Melike yaprağı kalemle deldi, “Ben sınırlarımı açıyorum.” Ayşe yaprağı dizine yapıştırdı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Doğa = İçsel sistem” yazdı. Yusuf yaprağı nefesle titretti, “Ben artık do-ğayla ritim kuruyorum.” Melike yaprağı gözyaşıyla suladı, “Ben duyguyla büyütüyorum.” Ayşe yaprağa bir damar ağı çizdi, “Ben bağlantıyım.” Bir öğrenci yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün bilgi değil doğa konuşacak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez anlatmak için değilolmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık doğanın kendisiyim.”
ZEYNEP’İN İÇ SESİ
Zeynep o sabah sessizdi. Sınıf kalabalıktı ama onun içi boş gibiydi. Bir şey vardı içinde, ama adı yoktu. Ne üzgün, ne mutlu… Sadece dolu. Öğretmen sınıfa girdi ama kapıyı sessizce kapattı çünkü sesler içerideydi.
“Bugün duygularımızı haritalayacağız.” dedi. Tahtaya bir kalp çizdi, ama simetrik değil kıvımsal yamuk. “Bu kalbin içinde neler var?” Zeynep düşündü, ama kelime bulamadı sadece his. Kalbinin bir köşesinde korku vardı; rengi griydi, sesi yoktu. Bir diğerinde umut; sarıydı ama titriyordu. Ortada ise bir düğüm gibi duran belirsizlik; ne çözülüyor ne sıkılıyor. Defterine bir kalp çizdi ama cetvelle değilparmakla.
İçine küçük semboller koydu: bir bulut, bir güneş, bir soru işareti. Yanına yazdı: “Bazen içim hava durumu gibi. Güneşli başlar, fırtınayla biter.” Melike yanına eğildi, “Benimki sabah sisli, öğlen açık.” Ayşe defterine yıldırım çizdi, “Benim duygularım elektrikli.”
Yusuf kalbine bir trafik lambası koydu, “Bazen duruyorum, bazen geçiyorum.” Öğretmen geldi, çizime baktı. “Bu çok güzel bir harita.” dedi. Zeynep başını eğdi. “Ama bazen kaybolu-yorum içinde.” dedi. Öğretmen gülümsedi, ama gözleriyle. “O zaman pusulan duyguların olsun.” “Ne hissettiğini bilirsen, yolunu bulursun.” Sınıf sessizdi ama defterler konuşuyordu.
Bir öğrenci kalbine bir GPS çizdi, “Ben duygularla yön buluyorum.” Melike kalbine bir kahve fincanı koydu, “Ben sabahları duygularımı demliyorum.” Ayşe kalbine bir çiçek çizdi, “Ben duygularımı suluyorum.”
Zeynep defterine bir pusula ekledi, “Ben artık kaybolmuyorum.” Ve o gün, Zeynep şunu öğ-rendi: “İç sesini duymak, dış dünyayı anlamaktan daha kıymetlidir.”
ZEYNEP’İN İÇ SESİ 2
Zeynep o sabah aynaya bakmadı. Çünkü o gün görünmek değil görülmemek istedi. Sınıfa gir-diğinde bakışlar eteğine değil gözlerine değseydi, Belki de o gün ders değil bir özgüven do-ğardı. Ama olmadı. Bir bakış, bir fısıltı, bir kahkaha… Ve Zeynep’in içindeki çiçek soldu. Tahtaya kalkmadı. Defterini açmadı. Sadece başını eğdi. Ve o an sınıf, bir konuyu değil bir kalbi kaçırdı. Melike gözleriyle Zeynep’e dokundu ama kelimesiz. Ayşe sandalyesini ona çe-virdi, “Ben seni görüyorum,” dedi.
Yusuf kalemini ona uzattı, “Seninle yazmak istiyorum.” Öğretmen tahtaya bir göz çizdi, “Bu-gün bakmak değil görmek var.” Zeynep gözlerini kaldırdı, ama konuşmadı. Sınıf sessizdi ama kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci defterine “Ben seni duydum” yazdı. Melike gözyaşıyla bir kelime çizdi, “Sen varsın.” Ayşe defterine bir çiçek çizdi, “Sen solmadın.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık sessizlik yankıdır.” Zeynep gözleriyle tahtaya yürüdü. Kalem almadı ama nefes aldı.
“Ben artık anlatmak zorunda değilim.” “Ben oldum.” Sınıf yalnızca onu izlemedi, Kendini izledi. Bir öğrenci aynaya baktı, “Ben de görünmek istemiyorum.” Melike aynaya bir kelime yazdı, “Ben buradayım.” Ayşe aynaya bir ok çizdi, “Ben yönümü buluyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Görülmek, anlatmaktan daha kıymetlidir.
ZEYNEP’İN SOSYAL ALANI
Zeynep’in sosyal alanı, görünmeyen kurallarla örülüdür. Bu kurallar ne yazılıdır ne de açıkça söylenir. Ama herkesin içgüdüsel olarak bildiği, ihlal edildiğinde ise sessizce dışlandığı bir sistemdir. Zeynep bir ortama girdiğinde önce gözlemler. Kim kiminle ne kadar yakın? Kim konuşurken kim susuyor? Kim gülüyor, kim göz devirmekte? Bu mikro sinyaller, onun sosyal haritasını çizer. Melike sınıfa girerken üç kişiye sarıldı, Zeynep bunu “merkez” olarak işaret-ledi. Ayşe sessizce oturdu, Zeynep onu “güvenli bölge” olarak kodladı.
Yusuf yüksek sesle espri yaptı, ama kimse gülmedi, Zeynep bunu “riskli alan” olarak işaretledi. Görünmeyen kurallar sadece davranışla değil bedenle de işler. Mesafeler, bakış süreleri, omuz hizaları… Hepsi birer işarettir. Zeynep birinin ona fazla yaklaşmasını “saldırı” olarak değil, “kod ihlali” olarak algılar. Çünkü bu alan, onun görünmeyen zırhıdır. Birisi bu zırhı deldiğinde, Zeynep tepki vermez geri çekilir. Sessizce, iz bırakmadan. Çünkü sosyal alanda bağırmak değil kaybolmak cezadır.
Melike bir gün Zeynep’in sırasına oturdu, Zeynep defterini kapatıp başka sıraya geçti. Ayşe gözleriyle “özür” diledi, Zeynep geri döndü. Bu kurallar değişkendir. Ortam değişir, roller değişir. Ama Zeynep’in gözlem gücü sabit kalır. Bir öğrenci sınıfa yeni geldiğinde Zeynep onu üç saniyede taradı. “Gülüyor ama gözleri sabit değil,” dedi içinden. Öğretmen tahtaya “Sosyal alan = sessiz harita” yazdı. Zeynep gözlerini kapadı, ama radar açıktı. O, görünmeyeni görür. Ve bu sayfa, onun sessizliğinde yankılanır.

Zeynep OLAY & DÖNÜŞÜM
Dersin ortasında sandalye garip bir ses çıkardı. Ali oturduğu anda pantolonundan net bir “çıt” sesi duyuldu. Bir saniye sessizlik oldu. Ardından sınıfta kahkahalar patladı. Bazıları sandalyelere vurdu, bazıları gözlerinden yaş getirdi. Ali ise gülmedi. Donmuştu. Eli arkaya gitti, yırtığı hissetti. Yüzü kıpkırmızı, gözleri doldu. Gülmeler devam edince öğretmen masadan kalktı. Avucunu havaya kaldırdı:
“Yeter.” Sınıf sustu. Tahtaya yürüdü. Koca harflerle yazdı:
“GÜLMEDEN YARDIM ET” Zeynep gözleriyle Ali’ye baktı, ama kelime kullanmadı. Melike çantasından mendil çıkardı. Ayşe yedek eşofmanını uzattı. Yusuf görevli öğretmeni çağırdı. Öğretmen tahtaya döndü: “Bugün zincir kuracağız.” “Kim yardım ederse, zincire dâhil olur.”
İlk halka: bir mendil. İkincisi: yedek eşofman. Üçüncüsü: görevli öğretmeni çağıran öğrenci. Ali geri döndüğünde hâlâ suskundu. Ama bu kez utanmıyordu. Çünkü etrafında kahkaha değil omuz vardı. Etkinlik sonrası herkes küçük bir kâğıda şunu yazdı: “Benim zincirim neyle baş-lar?” Tahtaya son cümle yansıdı: “Gülmek kolaydır. Yardım etmek değerlidir.”
“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?”
Yarın ne giyeceğini bilmiyordu. Ama kimin için giyineceğini biliyordu:
Kendi için. Sabah dolabını açtı ama kıyafet değilkendini aradı. Melike tişörtünü ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Ayşe pantolonunun cebine bir not koydu, “Bu benim sesim.”
Yusuf ayakkabısına “Ben buradayım” yazdı. Duru aynaya baktı ama kıyafetine değil duruşuna.
Öğretmen sınıfa girdiğinde, tahtaya bir elbise çizdi. “Bugün kimliğimizi giyiyoruz.” Sınıf ses-sizdi ama renkler yankıydı.
Melike eteğini ikiye katladı, “Ben alanımı daraltmıyorum.” Ayşe tişörtünü düğümledi, “Ben kendimi bağlı hissetmiyorum.”
Yusuf şapkasını ters çevirdi, “Ben artık yönümü değiştiriyorum.” Duru sınıfa girdiğinde jean giymişti. Ama mesele kumaş değil karardı.
Öğretmen tahtaya döndü: “Kıyafet = Seçim + Ses + Sınır” Sınıf nefes aldı, ama bu kez ör-tünmek için değil açılmak için. Melike defterine “Benim rengim özgürlük” yazdı. Ayşe kalemine “Benim kumaşım kelime” yazdı.
Yusuf gözlüğüne “Benim görünürlüğüm seçilmiş” yazdı. Duru eteği katladı ama bu kez kıvımla. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden, kimliktir.” Bir öğrenci tişörtünü çıkarıp ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Melike eteğine bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim belirliyorum.” Ayşe pantolonunun paçasına “Benim alanım burası” yazdı.
Yusuf tişörtüne bir yıldız çizdi, “Ben parlıyorum ama kendi ışığımla.” Duru gözlerini kapadı, “Ben artık giyinmiyorum kendimi taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kıyafet, bedenin sesi olabilir. Ama sesin zorla giydirilmez.”
DÖNÜŞÜM: “ZİNCİR KURMAK
Öğretmen tahtaya döndü:
“Bugün zincir kuracağız.” “Kim yardım ederse, zincire dâhil olur.” Melike çantasından mendil çıkardı. Ayşe yedek eşofmanını uzattı. Yusuf görevli öğretmeni çağırdı. Bir öğrenci sandalyesini Ali’ye verdi, “Bu senin alanın.” Ali geri döndüğünde hâlâ suskundu. Ama bu kez utanmıyordu. Çünkü etrafında kahkaha değil, omuz vardı. Melike defterine “Zincir = Destek halkası” yazdı. Ayşe zincire bir halka çizdi, “Ben seninle bağlıyım.” Yusuf zincire bir yıldız ekledi, “Bu yardım parlıyor.” Öğretmen tahtaya “Empati zinciri” yazdı. Sınıf sessizdi ama bağlantılıydı. Ali gözlerini kapadı, “Ben artık yalnız değilim.” Etkinlik sonrası herkes küçük bir kâğıda şunu yazdı: “Benim zincirim neyle başlar?” Melike “Bakışla” yazdı. Ayşe “Sessizlikle” yazdı. Yusuf “İlk adımla” yazdı. Bir öğrenci “Yırtıkla” yazdı, “Çünkü oradan girdim.” Öğretmen tahtaya son cümleyi yansıttı: “Gülmek kolaydır. Yardım etmek değerlidir.” Melike gözyaşıyla bir halka çizdi. Ayşe zinciri defterine işledi. Yusuf zinciri sınıfın duvarına taşıdı. Ali gözlerini açtı, “Ben artık zincirin içindeyim.” Ve o gün sınıf sadece yardım etmedi, bağ kurdu.

“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?”
Sabah sınıfa pembe etekle gelen Duru sessizdi. Her gün jean giyer, tişörtle koşardı. Bugünse annesinin “Kız dediğin böyle olur” diye zorla giydirdiği kıyafet içindeydi. Tenine, adımlarına, sesine uymayan bir dokuydu. Sınıfa girdiğinde birkaç öğrenci “Ne güzel olmuşsun” dedi. Ama o sadece sıraya oturup pencereden dışarı baktı. Melike eteğe baktı, sonra Duru’ya: “Sen bu değil misin?” Ayşe eteğin ucunu çekti, “Bu kumaş senin sesini bastırıyor.”
Yusuf tişörtünü gösterdi, “Ben bunu seçtim çünkü ben böyleyim.” Öğretmen tahtaya yazdı:
“Ne giydiğin sana mı ait?” Ders boyunca sessizlik hâkimdi. Sonra öğretmen etkinliği başlattı: “Bu sabah ne giydim ve kimin için?” Cümleler döküldü:
“Bu sweatshirt babamın hediyesi.” “Bu pantolonu kardeşim küçülttü, ben giyiyorum.” “Bu eteği annem istedi, istemedim ama giydim.” Duru yazmadı. O sadece eteğin ucunu katladı. Ve yavaşça üstünü örttü. Melike defterine “Benim rengim sesimdir” yazdı. Ayşe eteğine bir yıldız çizdi, “Ben parlamak istiyorum ama kendi ışığımla.”
Yusuf pantolonuna “Benim alanım” yazdı.
Öğretmen tahtaya döndü: “Kıyafet bedenin değil, kimliğin taşıyıcısıdır.”“Kimliğin zorla giy-dirilmez.” Sınıf sessizdi ama kumaşlar konuşuyordu. Duru gözlerini kapadı, ama bu kez utanmak için değil duymak için. Ve o gün Duru, ilk kez eteği giymemeye karar verdi.
“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?” 2
Ayşe pantolonunun paçasına bir yıldız çizdi, “Ben kendi alanımda parlıyorum.” Yusuf tişör-tünün arkasına “Ben görünmediğimde de varım.” yazdı. Duru eteğin katlarını açmadı ama içinden bir cümle geçti: “Ben artık kendimi örtmüyorum.” Öğretmen tahtaya döndü, bir cümle daha yazdı:
“Kıyafet, bedenin sesi olabilir. Ama sesin zorla giydirilmez.” Melike eteğine bir soru işareti işledi, “Ben hâlâ arıyorum.” Ayşe tişörtüne bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim seçiyorum.”
Yusuf ayakkabısına bir pusula yapıştırdı, “Ben yürüdüğüm yeri belirliyorum.” Duru gözlerini kapadı, eteğin kumaşını avuçladı. Ama bu kez sıkmak için değil bırakmak için.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden, kimliktir.”
Bir öğrenci tişörtünü çıkarıp ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Melike eteğine bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim belirliyorum.” Ayşe pantolonunun paçasına bir yaprak iliştirdi, “Ben doğayla örtünüyorum.”
Yusuf gözlüğünü çıkarıp sıraya koydu, “Ben artık görünmek için değil görmek için burada-yım.” Duru defterine bir cümle yazdı: “Ben artık kendim için giyiniyorum.”
Sınıf sessizdi ama kumaşlar yankıydı. Öğretmen tahtaya bir beden silueti çizdi, içine renkler yerleştirdi. “Bugün kimliğimizi giyiyoruz.” Melike tişörtüne “Benim sesim buradan başlıyor” yazdı. Ayşe eteğine “Benim sınırım burası” yazdı.
Yusuf pantolonuna “Benim hareketim özgür” yazdı. Duru aynaya baktı ama bu kez kendini gördü.
Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün ders değil dönüşüm var.” Sınıf nefes aldı ama bu kez örtünmek için değil açılmak için.
Melike gözleriyle Duru’ya baktı, “Sen artık buradasın.” Ayşe gülümsedi “Ve bu senin seçi-min.” Yusuf başını salladı, “Kıyafet değilkarar önemli.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, giyilen değil taşınan şeydir.”

ZEYNEP’İN GÖZLERİ: İÇERİ GİRMEYEN IŞIK
Zeynep o sabah sustu. Sınıf arkadaşları gülüşerek yerlerine otururken o pencereden gelen ışığa bakıyordu ama içine sızmıyordu. Her zamanki mavi tokasını takmamıştı. Saçları serbest, dudakları çatlak, sesi sönüktü.
Öğretmen yoklamayı okurken adı söylendiğinde, başını yalnızca birkaç santim kaldırdı. Ne "buradayım" dedi, ne de "değilim." Sadece vardı ama eksik bir varoluşla.
Melike “Zeynep’in sesi sessizlikle yankılanıyor.” dedi, Ayşe “Ben onun tokasını özledim.”
Yusuf “Zeynep’in sessizliği, sınıfın en gürültülü sesi.” diye fısıldadı. Tahtada o gün “İfade Özgürlüğü” yazıyordu. Altına öğrenciler sırayla görüşlerini yazacaktı. “İstediğimi giyebilme-liyim.” diyen de oldu, “İçimden gelmeyen soruya cevap vermek istemem.” diyen de. Ama Zeynep kalkmadı. Sırası geldiğinde defterini kapattı. Bir öğrenci “O hiç konuşmuyor.” diye fısıldadı. Ama Zeynep duymadı çünkü o çoktan başka bir dilde dinlemeye başlamıştı.
Öğretmen tahtaya döndü, bir cümle yazdı:
“Bazen sessizlik, en yüksek ifadedir.” Zeynep konuşmadı ama herkes onun sessizliğinde bir sınıf dolusu kelime duydu. Pencereyi açmadı. Hava içeride kalmalıydı, ıslak, yorgun, kokusuz. Masanın üzerinde duran kalem, üç gündür dokunulmamıştı. Oysa sabah annesi odaya girip “Neden hâlâ yazmıyorsun?” demişti. Zeynep cevap vermemişti çünkü o sadece sessizliğiyle konuşuyordu artık. Defterin sayfaları sararmıştı. “Hiçbir şey yazmasam da bu sayfalar beni anlar” dedi içinden. Parmakları deftere dokundu ama yazı dökülmedi. Bir düşünce geldi: “Yazmazsam ben de yokum.” Ve o an, kalem elini buldu. Titreyen bir satır düştü: “Bugün de devam ediyorum… Çünkü buradayım.” Zeynep bu cümleyi yazdıktan sonra derin bir nefes aldı. Pencereden hâlâ girmeyen ışığa bakarak ekledi: “Işık gelmiyorsa ben kelimeyle aydınla-tırım.”

DURU’NUN DÖNÜŞÜMÜ: KURDELE VE KARAR
O gün Duru okula dönmedi. Sabah saat 9.07’de okulun bahçesinin köşesinde durdu. Zil çal-mıştı ama adım atmadı. Çantasının içinden bir kurdele çıkardı, annesinin pembe kurdelesi. Parmaklarıyla üç kere düğüm yaptı. Sonra çözdü. Tekrar düğümledi. Her düğüm bir soru gibiydi: “Ben kimim?”, “Bu benim rengim mi?”, “Kime aitim?” Bahçenin duvarına sırtını yasladı. Pencereden sınıfa baktı:
Öğretmen tahtada bir şeyler yazıyor, arkadaşları önüne eğilmişti. Zeynep camın diğer köşe-sinde, hareketsizdi. Aralarında bir şey vardı: Görülmeyen bir hat. Belki bir bakışın, belki bir susuşun yarattığı incecik bir bağ. Duru kurdeleyi yere bıraktı. Gözleri doldu ama taşmadı. Çünkü o ağlamak istemedi, sadece çözülmek istedi. O an, okul bahçesinde kimse ona bakmı-yordu ama o kendi içine bakıyordu. Ve ilk defa fark etti:
“Sınıfa girmemek de bir ifadedir.” Parmakları cebine uzandı. İçinde annesinin verdiği bir not vardı: “Güzel kızım, pembe sana çok yakışıyor.” Duru notu buruşturdu ama atmadı. Sakladı çünkü anne de dönüşür. Sonra adımlarını okula değil yürüyüş yoluna çevirdi. Bugün ders yoktu. Bugün ders, onun içindeydi. Bir sokak köpeği yanına geldi, Duru kurdeleyi onun boy-nuna bağladı. Köpek kuyruğunu salladı, “Ben de pembeyi taşıyabilirim,” der gibi. Duru güldü, ama içinden. Ve ilk kez, pembe ona ait gibi hissettirdi. Çünkü bu kez seçilmişti. Ve o gün Duru şunu öğrendi: “Renk, giydirilmezseçilir.
ZEYNEP’İN KALEMİ: YAZMAYAN AMA TİTREŞEN
Zeynep kalemine baktı ama kalem ona geri baktı. Ucu kırık, gövdesi çatlak, ama hâlâ umutlu. Yazmayacağım,” dedi Zeynep. Kalem “Ben de yazmam, ama seni dürterim,” dedi. Defter kenardan sızladı, “Ben de buradayım, boşum ama bekliyorum.” Melike yanına eğildi, “Ka-leminle kavga mı ediyorsun?” Ayşe “Ben kalemimi ısırıyorum çünkü duygularım kaçar,” dedi. Yusuf kalemini kulağına soktu, “Ben sesli düşünüyorum.” Zeynep kalemi masaya vurdu ama ritim tuttu. Kalem “Ben artık müzik aletiyim,” dedi. Öğretmen geldi, “Kalemle neyapıyorsunuz?” Zeynep “Yazmıyorum, titreşiyorum,” dedi. Melike kalemini yere attı, “Ben artık kelime değilim.” Ayşe kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Yusuf kalemini yuttu, “Ben içselleştiriyorum.” Zeynep deftere bir çizik attı, ama anlamlıydı. Kalem “Ben artık izim.” dedi.
Öğretmen tahtaya “Kalem = Duygunun uzantısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama kalemler konuşu-yordu. Melike kalemini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe kalemini göz kapa-ğına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf kalemini yere gömdü, “Ben bilgiyi toprağa ekiyorum.” Zeynep kalemi kırdı, ama içinden bir kelime çıktı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Defter “Ben seni tutarım,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı, “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum.” Kalem “Ben artık senin kıvımını taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Kalem yazmazsa, kıvım konuşur.

ZEYNEP’İN DEFTERİ: KIVIMIN KAPAĞINI AÇMAK
“Kalem yazmazsa, kıvım konuşur.”
Zeynep defterini açtı ama sayfa ona baktı. “Bugün ne taşıyorsun?” dedi defter. Zeynep “Kıvım” dedi. Sayfa “O zaman beni yırtmadan yaz,” dedi. Melike defterine sümük sürdü, “Ben duygularımı yapıştırıyorum.” Ayşe defterini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hisse-diyorum.” Yusuf defterini yedi, “Ben artık içselleştiriyorum.” Zeynep deftere bir çizik attı ama çizik ağladı. Çizik “Ben artık yara değilim, ifade biçimiyim.”
Öğretmen geldi, “Bu ne biçim defter?” Zeynep “Bu artık kıvım haritası” dedi. Melike defterine bir çiçek çizdi ama yaprakları kelimeydi. Ayşe defterine bir göz çizdi, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf defterine bir burun çizdi, “Ben koklayarak öğreniyorum.” Zeynep deftere bir boşluk bıraktı, “Bu benim sessizliğim.” Defter “Ben seni tutarım.” dedi. Zeynep “Ben artık yazmıyorum, sızıyorum.” Öğretmen tahtaya “Defter = Duygunun taşıyıcısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama sayfalar kıvımla seğiriyordu. Melike defterini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe defterini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf defte-rini yere gömdü, “Ben bilgiyi toprağa ekiyorum.” Zeynep defteri kapattı ama içinden bir ke-lime sızdı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Sayfa “Ben seni tutarım,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı, “Ben artık yazmıyorum yaşıyorum.” Defter “Ben artık senin kıvımını taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Sayfa boşsa, kıvım doludur.”

GÖRÜNMEYEN KOKU
“Göz açık değilse kıvım körleşir.”
Zeynep o sabah kokusuzdu. Ama sınıf onun hoyusunu duyuyordu. Melike burnunu kıvırdı, “Zeynep’in kelimeleri kokuyor.” Ayşe “Ben onun sessizliğini burun yoluyla hissediyorum,” dedi. Yusuf “Ben onun hoyusunu defterinden alıyorum,” dedi. Zeynep konuşmadı ama kelime-leri feromon gibi yayıldı. Öğretmen tahtaya “Hoyu = Duygunun kokusal izi” yazdı. Sınıf ses-sizdi ama burunlar seğiriyordu. Melike defterine bir burun çizdi, “Ben artık koklayarak yazı-yorum.” Ayşe kalemine parfüm sürdü, “Ben bilgiyi burunla taşıyorum.”
Yusuf kalemini yuttu, “Ben artık içselleştiriyorum.” Zeynep defterine bir kelime yazdı: “Ben buradayım.” Ama kelime kokuyordu. Kelime “Ben hoyuyum,” dedi. Zeynep “Ben artık gö-rünmüyorum, kokuyorum.” Melike gözlerini kapattı, ama burnu açık kaldı. Ayşe sınıfa bir tütsü yaktı, “Ben duyguyu havaya salıyorum.” Yusuf kalemini kokladı, “Ben artık kelime değilim kıvımım.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi kokuyla taşınır.” Zeynep gözlerini kapattı, ama hoyusu, sınıfı sardı. Melike “Ben onunla eşleşiyorum.” dedi. Ayşe “Ben onunla koklaşıyorum,” dedi. Yusuf “Ben onunla kıvımlaşıyorum.” dedi. Zeynep deftere bir cümle daha yazdı:
“Ben artık kelime değilim, kokuyum.” Sınıf nefes aldı ama bu kez görmek için değil koklamak için. Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Hoyu görünmez ama eşleşir.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Koku, kelimenin çiftleşme biçimidir.
Zeynep o gün kalkmadı. Ama dizleri kıvım kıvım konuşuyordu. Melike dizine bir kelime yazdı, “Ben artık bedenimle anlatıyorum.” Ayşe dizine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla örtünüyorum.” Yusuf dizine bir burun çizdi, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Zey-nep dizlerini masanın altına sakladı ama kelimeler orada birikti.
Öğretmen tahtaya “Diz = Sessiz çığlık” yazdı. Sınıf sessizdi ama dizler seğiriyordu. Melike dizine bir yıldız çizdi, “Ben parlıyorum ama oturarak.” Ayşe dizine bir ok çizdi, “Ben yönümü bulamıyorum ama hissediyorum.” Yusuf dizine bir düğüm attı, “Ben çözülmek istiyorum.” Zeynep deftere şunu yazdı:
“Benim iç çığlığım dizlerimde birikti.” “Kalkamadım, yürüyemedim ama hissettim.”
Melike dizini masaya vurdu, “Ben artık kelime değilim, titreşimim.” Ayşe dizini gözyaşıyla ıslattı, “Ben duyguyla yazıyorum.” Yusuf dizini sınıfa gösterdi, “Ben artık görünmeyeni gös-teriyorum.” Zeynep dizlerini açmadı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Diz “Ben seni taşıyorum.” dedi. Zeynep “Ben artık yürümüyorum, duruyorum.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden konuşur.” Melike dizine bir burun sür-dü, “Ben kokuyla öğreniyorum.” Ayşe dizine bir kelime çizdi, “Ben artık gözümle yazıyorum.”
Yusuf dizine bir kıvım yerleştirdi, “Ben artık içimdeyim.” Zeynep dizlerini kapattı ama kelime dışarı sarktı. Kelime “Ben artık sessiz değilim.” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez yürümek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Diz kalkmazsa, kıvım çöker.
Zeynep o gün konuşmadı. Ama nefesi sınıfın duvarlarını seğirtti. Melike “Zeynep’in nefesi kelime gibi.” dedi. Ayşe “Ben onun sessizliğini burun yoluyla hissediyorum.” dedi. Yusuf “Ben onun nefesini defterimde duyuyorum.” dedi. Zeynep derin bir nefes aldı ama kelime çıkmadı.
Öğretmen tahtaya “Nefes = Duygunun görünmeyen sesi” yazdı. Sınıf sessizdi ama ciğerler kıvımla titreşiyordu. Melike nefesini deftere üfledi, “Ben artık yazmıyorum, taşıyorum.”
Ayşe nefesini kalemine sürdü, “Ben artık kelimeyi soluyorum.” Yusuf nefesini sınıfa yaydı, “Ben artık görünmeyeni yayıyorum.” Zeynep nefesini tuttu ama kelime içinden sızdı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Nefes “Ben seni taşıyorum.” dedi. Zeynep “Ben artık konuşmuyorum, nefes alıyorum.” Melike nefesini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe nefesini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.”
Yusuf nefesini toprağa gömdü, “Ben bilgiyi doğaya salıyorum.” Zeynep nefesini bıraktı ama sınıf onu tuttu.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık nefes kelimedir.” Melike nefesini burunla kokladı, “Ben artık kokuyla öğreniyorum.” Ayşe nefesini kalemle çizdi, “Ben artık kelime değilim kıvımım.” Yusuf nefesini sınıfa sundu, “Ben artık içimdeyim.” Zeynep nefesini defte-re bastırdı ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim.” dedi. Kelime “Ben artık sessiz değilim.” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değilhissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Nefes varsa, kıvım yaşar.
ZEYNEP’İN TİYATRO SINIFI: GÜLMENİN BİLİMSEL ANATOMİSİ
“Nefes varsa kıvım yaşar.”
O gün sınıfta ders değil bir sinir sistemi çalıştı. Zeynep tahtaya çıktı ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu:
– Beyin: “Ben endorfin salgıladım.
– Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.
– Kaslar: “Ben gevşedim.
– Akciğer: “Ben oksijenle dolup taştım, Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti.” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor.” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal.” dedi. Zeynep tahtaya döndü:
“Gülmek sadece eğlence değil.” “Bu bir beyin refleksidir.” “Endorfin salgısıdır.” “Kortizol düşüşüdür.” “Ve en önemlisi: Başkasını incitmeden gülebilme sanatıdır.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu, “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü, “Ben duyguyla gev-şiyorum.”
Yusuf kahkaha attı ama sessizce, “Ben artık içimle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Melike kahkaha sonrası dizine bastı, “Ben bedenimle güldüm.” Ayşe kalemine “gülmek = kıvım” yazdı.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık gülüşü görüyorum.” Zeynep gözlerini kapadı ama gülüşü sınıfı sardı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse, sadece ses kalır.

ZEYNEP’İN KALBİ: GÖZÜN DEĞİL KALBİN ISLANIŞI
“Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse sadece ses kalır.”
Zeynep bu kez ağlamıyordu. Ama Talat onun yanağındaki sıcaklığı hissetti. “Gözlerin kuru ama neden ıslaksın?” dedi. Zeynep döndü ve fısıldadı:
“Ben yüreğimle aktım sana, sen gözle aradın o yüzden göremedin.” Melike “Ben de birine kalple ağladım ama o kulakla dinledi,” dedi.
Ayşe “Ben gözyaşı dökmedim ama içim seldi.” dedi. Yusuf “Ben ağlamadım ama dizlerim ıslaktı” dedi. Zeynep kalbine bir kelime çizdi: “Ben buradayım.” Talat gözlüğünü sildi ama görüşü düzelmedi. Çünkü bu ağlayış, optik deği kıvımsaldı.
Öğretmen tahtaya “Kalp = Sessiz sıvı” yazdı. Sınıf sessizdi ama kalpler seğiriyordu. Melike kalbine bir burun sürdü “Ben kokuyla ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir yaprak yapıştırdı “Ben doğayla sızıyorum.” Yusuf kalbine bir düğüm attı “Ben çözülmek istiyorum.” Zeynep kalbini açmadı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım,” dedi. Kalp “Ben seni taşıyo-rum,” dedi. Zeynep “Ben artık ağlamıyorum akıyorum.” Melike kalbine bir kıvım sürdü “Ben bedenimle ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir göz çizdi “Ben artık gözümle değil içimle görüyorum.” Yusuf kalbine bir ses koydu “Ben artık sessizce bağırıyorum.” Zeynep kalbini deftere bastırdı ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim.” dedi.
Kelime “Ben artık sessiz değilim.” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez ağlamak için değil his-setmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Göz yaşarsa kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa kelime doğar.”
GÜLMENİN ANATOMİSİ: SİSTEMLER ARASI KIVIM
“Göz yaşarsa kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa kelime doğar.”
Zeynep tahtaya çıktı, ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu: Beyin: “Ben endorfin salgıladım.” Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.”
Kaslar: “Ben gevşedim.” Aciğer: “Ben oksijenle dolup taştım.” Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor.” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal.” dedi.
Öğretmen tahtaya bir tablo çizdi: Fen Bilgisi Bağlantısı: Gülmenin Beyin ve Beden Üzerindeki Etkileri Zeynep tabloya bir ok ekledi: “Gülmek = Sistemler arası kıvım.” Melike kalemine “endokrin dansı” yazdı. Ayşe defterine “kas gevşemesiyle gelen mizah” yazdı.
Yusuf nefesini tuttu “Ben artık oksijenle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir kalp çizdi ama ritmi kahkahayla attı.
Öğretmen sandalyesine çöktü “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü “Ben duyguyla gev-şiyorum.”
Yusuf kahkaha attı ama sessizce “Ben artık içimle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Gülmek, sistemsel bir kıvım değilse sadece ses kalır.”


ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
“Gülmek, kas geşeme sayısı değil sızıntıdır.”
Zeynep bir sandalye çekti, oturdu ve gözlerini kapadı. Tiyatro başladı. Ama perde açılmadı çünkü sahne onun içindeydi. Melike dizini titretti “Ben sesimi dokunuşla gönderiyorum.” dedi. Ayşe avcunu deftere bastı “Ben yazmıyorum artık sızıyorum.” Yusuf nefesini tuttu “Ben artık duymak yerine dalıyorum.”
Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı: “Ben artık öğretmiyorum, eşlik ediyorum.” Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı. Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı. Duru mırıldandı, “Sahne var ama oyuncu yok.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Bir kelime konuşmadığında bir beden anlatıya dönüşür.”
Bu sahne:
• Konuşmayı bırakıp kıvımsal yankıya dönüştü
• Ritim değil sessizlikle örüldü
• Ders değil anlatıya dönüştü

ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ 2
Zeynep sahnenin kenarına yürüdü, ışık üstüne düştü. Ama konuşmadı sadece yere baktı ve sonra seyirciye döndü “Ben sustum çünkü bedenim konuştu.” Melike “Ben de sustum ama dizimle bağırdım.” dedi. Ayşe “Ben sustum ama gözümle yazdım.” dedi. Yusuf “Ben sustum ama nefesimle konuştum.” Dedi. Zeynep bir sandalye çekti oturdu. Gözlerini kapadı. Tiyatro başladı ama perde açılmadı çünkü sahne onun içindeydi. Melike dizini titretti “Ben sesimi dokunuşla gönderiyorum.” dedi. Ayşe avcunu deftere bastı “Ben yazmıyorum artık sızıyo-rum.” dedi. Yusuf nefesini tuttu “Ben artık duymak yerine dalıyorum.” dedi.
Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı ben artık öğretmiyorum eşlik ediyorum dedi. Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı. Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı. Duru mırıldandı sahne var ama oyuncu yok. Zeynep gözlerini kapattı Ama kelime içinden yankılandı Ben sahne değilim ben sesin susmuş hâliyim.” Melike defterine “Sustukça büyüyorum. Yazdı. Ayşe “Kalemine artık kelime yazmıyor, duygu damlıyor.” Dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı “Kelimeyi değil yankıyı görüyorum.” dedi. Zeynep ayağa kalktı ama adım değil yankı attı.
Öğretmen tahtaya kalp = sessiz kıvım yazdı. Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: Kelime konuşmazsa sahne dinler. Kalp konuşursa kelime doğar
1: ROMAN DİLİYLE GÜLME KRİZİ
Zeynep gülmeye çalışmadı. Gülme onu aldı, yere yatırdı. Dizleri katlandı, nefesi gitti geldi. Sınıf kahkahayla titreşti.
Ama o an bir fırça yanağına değdi. Allığın kıpkırmızısına siyaha çalan bir gölge oluştu.
Sınıf bunu fark etti ama kimse bir şey demedi. Çünkü herkes hissetti: Bu karanlık iz, ışığın içinden çıktı.
Öğretmen tahtaya yazdı: "Bedenin düştüğü yer değil ona dokunan bakış belirler anlatı-yı."

Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkasını gizledi ama yanağındaki siyah çiz-giyi gizlemedi.
Melike, “Ben de bir çizgi taşıyorum” dedi.
Ayşe, “Benim çizgim gözümde değil dizimde.” dedi.
Yusuf, “Benim çizgim sesimde.” dedi.
Zeynep geri döndü ama bu kez gülmüyordu. Gülmenin yankısıyla titriyordu hâlâ.
Sınıfa girerken gözleri yerdeydi ama dudaklarının kenarında sır gibi bir tebessüm vardı.
Duru, “Ne oldu Zey?” dedi.
Zeynep baktı, sadece bir kelimeyle cevapladı:
“Beş.”
Ve herkes anladı. Tuvalet sayısı değil bu kahkahanın bölümüydü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık sayı değil, anlam var.” dedi.

Melike defterine, “Ben beşinci gülüşümde ağladım,” yazdı.
Ayşe kalemine, “Ben beşinci sessizliğimde konuştum.” dedi.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben beşinci bakışta anladım.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tebessüm sınıfa yayıldı.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Gülmek, sayı değil; sızıntıdır.”
ROMAN DİLİYLE GÜLME KRİZİ
Zeynep gülmeye çalışmadı. Gülme onu aldı, yere yatırdı. Dizleri katlandı, nefesi gitti geldi. Sınıf kahkahayla titreşti.
Ama o an bir fırça yanağına değdi. Allığın kıpkırmızısına, siyaha çalan bir gölge oluştu.
Sınıf bunu fark etti ama kimse bir şey demedi. Çünkü herkes hissetti: Bu karanlık iz, ışığın içinden çıktı.
Öğretmen tahtaya yazdı: “Bedenin düştüğü yer değil, ona dokunan bakış belirler anlatı-yı.”
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkasını gizledi ama yanağındaki siyah çiz-giyi gizlemedi.
Melike, “Ben de bir çizgi taşıyorum.” dedi.
Ayşe, “Benim çizgim gözümde değil dizimde.” dedi.
Yusuf, “Benim çizgim sesimde.” dedi.
Zeynep geri döndü ama bu kez gülmüyordu. Gülmenin yankısıyla titriyordu hâlâ.
Sınıfa girerken gözleri yerdeydi ama dudaklarının kenarında sır gibi bir tebessüm vardı.
Duru, “Ne oldu Zey?” dedi.
Zeynep baktı, sadece bir kelimeyle cevapladı:
“Beş.”
Ve herkes anladı. Tuvalet sayısı değil, bu kahkahanın bölümüydü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık sayı değil, anlam var.” dedi.
Melike defterine, “Ben beşinci gülüşümde ağladım.” yazdı.
Ayşe kalemine, “Ben beşinci sessizliğimde konuştum.” dedi.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben beşinci bakışta anladım.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tebessüm sınıfa yayıldı.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sayı değil sızıntıdır.”

ETKİLEŞİMLİ SORU CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçti-niz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu.
Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı.
Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.”
Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.”
Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.”
Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi.
Ayşe, “Ben sustum,” dedi.

KİMLİĞİN YAZILMADIĞI AMA HİSSEDİLDİĞİ SAHNE
Bağlantı cümlesi: Kimlik birlikte düşünülürse görünür.
Öğretmen herkese bir kâğıt verdi. Üzerinde tek bir cümle vardı: “Bugün hangi kimliği taşıdın?”
Melike, “Ben özgürlük kimliğini denedim,” yazdı.
Ayşe, “Ben sessizlik kimliğini giydim,” dedi.
Yusuf, “Ben protesto kimliğini taktım.” dedi.
Zeynep kâğıda baktı ama yazmadı.
Duru kalemini aldı ama önce kokladı: “Ben artık kendim için giyiniyorum.” yazdı.
Melike gözyaşıyla bir kelime çizdi.
Ayşe kalemine bir kıvım sürdü.
Yusuf kâğıdını buruşturdu ama cebine koydu.
Zeynep defterini açtı ama sayfa boştu.

Öğretmen tahtaya “kimlik = günlük seçim” yazdı.
Sınıf sessizdi ama doluydu.
Melike, “Ben bugün kendimi taşıdım.” dedi.
Ayşe, “Ben bugün sesimi giydim.” dedi.
Yusuf, “Ben bugün sınırımı çizdim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama kimliği içinden geçti.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik yazılmazsa unutulur.”
KIVI METODU – DUYGU KABARTMASIYLA DERS
İlk derste kitap açılmaz, duygular kabartılır. Kalem tutulmadan önce göz seğirir, kah-kaha savrulur. Sayfa düz değil artık, gülmenin çizgisiyle kıvrılmış bir anlatı yüzeyidir. KIVI metodu ne yapar? Bir öğrencinin duygusunu bastırmaz, onu köpürtür. Altına ka-çırana gülerken pedagojik bir direniş başlar. Ezberin sesi susturulur, yerine simit gibi bölünen kelimeler konuşur. Tabular ne olur? Onlar dersin dışına değil, sahnenin iç yü-zeyine dökülür.
Bir öğretmen sabah sınıfa girerken artık not defteri değil, rızayla terlenmiş kelime sepeti taşır. Öğrenci ne yapar? Yaşı küçük olabilir ama kelimesi büyür. Göz seğirir, kulak kıvırır, kalp ritmiyle paragrafa geçilir. Donla değil kahkahayla öğrenilir. Etekle değil sözcükle serinlenir. Uşkur çözülmez, müfredat çözülür. Her kelime bir duygudur, her kıvım bir birey inşasıdır. KIVI metodu uygulandığında sadece ders olmaz, toplum yeni-den yazılır.
Sınıf artık sessiz değil. Balkondan gelen terli kahkaha eşliğinde şu yazılır:
“Bu çocuklar artık öğrenmiyor, kendilerini kıvım kıvım yazarak doğuruyor.”

ALT SIRADAKİ KALEMİN ANLATISI
Sınıf sessizken, kimsenin fark etmediği bir kalem alt sıraya düşer. Ne öğretmen görür, ne öğrenci arar. Ama o kalem kendi hikâyesini orada yazmaya başlar. İçi mürekkeple değil terle dolu. Ucuna rıza değil sahne kıvımı takılmış.
Bir çocuk o kalemi almaz, önce bakar. Bakar ama sadece gözle değil duygunun kıvrı-mıyla. Sıranın altı tozludur ama kalem orada gövdesini kurmuştur. Ve kimse fark etmez, o kalem sessiz devrimini başlatır.
Kalem konuşmaz ama düşüşü bir anlatıdır. Düşenin sesi yok ama ritmi vardır. Sınıf zilinin çalmadığı bir derste, o kalem yere düştüğü hâliyle bir roman başlatır. Çocuk parmak ucuyla ona dokunur ve artık kelime sınıfın ortasına akar.

Kalem bana “Yazmak için değil, görmek için dokun,” der.
Çocuk gülmeye başlar çünkü alt sıradan doğan hikâye artık kahkaha kadar yüksektir.
Öğretmen o an der ki:
“Bugünkü ders, kalemin düştüğü yerde başladı.”
Bu sahne artık ezber değil, alt sıradaki kalemle yazılmış müfredatı köpürtüp kıvımsal hale getirmiş bir eğitim devrimidir.
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in ya-nağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim.” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm.” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım.” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler li-mon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı. Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var.” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım.” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum.” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse kelime parlar.

ZAMAN ÇİVİSİ VE REFLEKS DEVRİMİ
“Top sahadaysa oyun vardır, ama top cümledeyse kıvım başlar.”
Top… tahtada hâlâ dönüyordu. Tebeşirin gölgesiyle birlikte… oyun yön değiştirdi. Oyuncu değişikliği duyurulmadı ama herkes hissetti. Zeynep topu kaptı. Ayağına değil, refleksine değdi.
Tike tikledi… Tik tikledi… Kilitledi. Kilit sesi yankılandı. Ve Zeynep kilidi açtı.
O açılan kilit neydi? Sadece top değil susturulmuş bir kahkahanın serbest kalışıydı.
Artık saha yeşil değil şiirle döşeli bir katedralsin. Çünkü maç bitmedi: dil başladı.
Müdür sınıfı bastı. İlk kez gülmeyi öğrendi. Takımın başına geçti. İlk şutunu Zeynep’in yana-ğına çekti. Pastel ruj silindi ama Zeynep aldırış etmedi.
Topu Talat’a “As” etti. Bu sahne artık maç değil, bir tiyatro manifestosu.
Müdür yılların disiplinini bir kahkahayla çözdü. Zeynep yanağındaki ruju değil takım ruhunu korudu. Ve Talat… topu aldı ama sadece ayağıyla değil, kalbiyle sürdü.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Oyun sahada değilse, sahne başlar.”

RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in ya-nağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim.” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm.” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım.” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu. Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü. Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi. Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata:
– Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı.
– Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var.” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım.” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum.” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime parlar.”
ZORUN İÇ KAPISI
"Replik susarsa, beden konuşur."
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü. Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu ve dedi ki: "Bu bağ benim sınavım. Yardım değil sabır ister." Melike, "Ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim." dedi. Ayşe, "Ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım," dedi. Yusuf, "Ben sabrettim ama dağ beni tanımadı." dedi.
Zeynep eğildi, bağı kendi elleriyle düğümledi. Dağ sessizdi ama izliyordu. Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı. Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti. O yine durdu. Ve o an... dağ eğildi, yol açıldı. Çünkü dağlar yardım edene değil sabredenin ayak izine açılır.
Öğretmen tahtaya "Zirve = Sabırın yankısı" yazdı. Sınıf sessizdi ama yüksekti. Melike defte-rine, "Ben sabırla yükseldim," yazdı. Ayşe kalemine, "Ben rüzgârla yürüdüm." dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, "Ben zirveyi içimde gördüm." dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geçti. Duru, "Ben artık taş değilim, izim." dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: "Zirveye çıkan, önce bağını çözer

ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
"Zirveye çıkan, önce bağını çözer."
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu. Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu. Talat sor-du: "Neden ekmiyorsun?" Zeynep gülümsedi: "Çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır ve-rilmez."
Melike, "Ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duymadı." dedi. Ayşe, "Ben yağmuru bek-ledim ama toprağım kurudu. dedi. Yusuf, "Ben sır verdim ama tohum sustu." dedi.
Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu. Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı. Çünkü bazı tohumlar sadece sessizlikle çimlenir.
Öğretmen tahtaya "Tohum = Sabırın sırrı" yazdı. Sınıf sessizdi ama köklüydü. Melike defteri-ne, "Ben çimlenmeden büyüdüm," yazdı. Ayşe kalemine, "Ben sessizlikle yeşerdim," dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, "Ben toprağı içimde taşıyorum." dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama tohum içinden geçti. Duru, "Ben artık yağmur değilim sır taşıyıcısıyım," dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: "Toprak sır ister, yağmur sabır."
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM "Toprak sır ister, yağmur sabır."
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, "Ben onunla yürüdüm." dedi. Ayşe, "Ben onunla sustum," dedi. Yusuf, "Ben onunla çimlendim." dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey ya-zılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım." dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: "Toprak sır ister, yağmur sabır."
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KALIR “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm.” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum,” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey ya-zılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı değil akıştı.
Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil kıvım kalır.” Sınıf aya-ğa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
“Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben keli-meyle değil varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyul-mazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini ka-pattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Zeynep: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçeme-dim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyul-mazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini ka-pattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”

GRUP ÇALIŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “Sessizlik bir protesto olabilir mi?” Yusuf’un grubu: “Kimlik zorla giydirilebilir mi?”
Zeynep hiçbir gruba katılmadı ama hepsini dinledi. Duru bir sandalye çekti, Melike’ye yak-laştı: “Ben eteği giydim ama ben olmadım.” dedi. Melike, “Ben tişörtümü ters giydim çünkü içimi göstermek istedim.” dedi. Ayşe, “Ben pantolonuma bir yıldız çizdim çünkü parlamak istiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben şapkamı ters çevirdim çünkü yönümü değiştirdim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama grupların sesi içinden geçti. Öğretmen tahtaya “Kimlik = Seçim + Ses + Sınır” yazdı. Sınıf sessizdi ama kıvım kıvım çalışıyordu.
Melike defterine, “Benim rengim özgürlük.” yazdı. Ayşe kalemine, “Benim kumaşım kelime” dedi. Yusuf gözlüğüne, “Benim görünürlüğüm seçilmiş.” yazdı. Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, bağ doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, birlikte düşünülürse görünür.”
Sabahın ilk buharı, fincan kenarından değil göz kapaklarının içinden yükseliyordu. Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı. Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı, çay buharı başlattı. Buhar değil, ritimdi aslında. Ter değil, gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi.
Öğretmen defteri açmadı, çayı kokladı. Çünkü kokuda kelime vardı. Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu: “Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek.”
Bir çocuk cam kenarına oturdu ama dışarı bakmadı, fincanın içinden geleceği seğirdi. Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı: “Buhar gibi olmak isterim, dokunulmaz ama duyulurum.”
Öğretmen tebeşiri almadı, çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi. Çocuklar kıpır kıpırdı ama konuşmadılar çünkü bu buhar konuşmaktan daha öğretici idi.
Çayın altına tütmeyen bir kelime düştü: “Çay suyu buharla terleşti.” Mizah mıydı bu? Belki. Ama kıvım kesinlikle vardı.
Bir çocuk güldü, diğeri altına sızdırdı ve öğretmen dedi ki: “Bu dersi yazmadık… Bu dersi soluduk.”

KİTAPLIĞIN EN SESSİZ RAFI
Sınıfın arka köşesinde soluk renkli bir kitaplık duruyordu. Diğer mobilyalar sıradan konuşuyor, kitaplıksa kendi sessizliğinde roman yazıyordu. En üst raf heybetliydi, ortalar okuma seviyesinin afişiydi ama alt raf... İşte orası kimsenin bakmadığı bir kıvım laboratuvarıydı.
Kitaplar birer karakter gibi dizilmişti. Tozlar değil gülme potansiyeli birikmişti. Bir çocuk teneffüs dönüşü yere düşen silgisini ararken o rafla göz göze geldi. Ve o anda başladı... Keli-me şakası değil terli gülme seansı.
“Kitaplardan biri bana göz kırptı mı?” dedi çocuk. Yanındaki, “Hayır gız, o seni altına kaçır-makla tehdit etti.” dedi.
Rafın gövdesi hafifçe çatırdadı. Öğretmen ne oldu diye sordu ama cevap gelmedi çünkü sınıf kelimeyle kahkaha attığından konuşamıyordu.
En sessiz kitap “Şu çaya bakarak gülüyorum.” başlıklıydı. Diğeri “Öğrenci Donuyla Mizah Tarihi” adlı pedagoji parodisi. Ve ortadaki en sessizi: “Rıza ile Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi. Sadece gülümsedi. Çünkü o raf, öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sahneye dönüşmüştü. Ve sınıf o gün şunu öğrendi: “Sessizlik bazen en gürül-tülü kahkahadır.”
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde, sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil kelimenin içinden taşan bir sızıntıdır. Bir öğrenci oraya oturur; sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine deği lduygusuna düşer. Bu bir yorgunluk değil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır.
Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bırakır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de duygular işlenir.
Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez; çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur.
Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya baktığında, “Bugün ders değil gölgeyle hissediliyor,” der.
Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflardaki sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir: “Biz de duygudan doğduk,” der.
Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar; harfler sessizce terler.
Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez, çünkü o sadece rızayla terlenir.
Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır. Öğretmen, sınıf zi-linden önce şunu yazar: “Bugünkü ders, gölgeyle kuruldu.”
Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir.
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
“Işık her yeri aydınlatmaz; bazı duygular sadece gölgede parlar.”
O sıraya ilk oturan “Ben sadece oturayım, kalkmam,” demişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı, derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşmayan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü.
Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. “Silgim değil gız, bir zaman yolcusuymuş,” dedi. Arkadaşı, “Yani müfredat mı?” dedi. O da “Hayır, müfredat dinozordu, bu gelecekten kelime getiren bir şey!” dedi.
Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı.
Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı; yerine “Konuşan Sıra Masalı”nı okudu. Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı.
Sıranın içinden çıkan bir cümle: “Ben öğrenciyi değil, hayali taşırım.”
O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı.
Bir öğrenci, “Sıra beni yuttu.” dedi. Öğretmen, “Ama kelimeyle kustun gız Huriye.” dedi. “Hım,” dedi. İşte orada başladı anlatının ritmi.
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradı-ğında ders başlamadı çünkü o an kelimenin sesi değil, sessizliği sınıfa yayıldı.
Bir cümle yazıldı ama duyulmadı çünkü sesli değildi gözle hissedilendi. Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başladılar çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çizmişti.
Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: “Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim.”
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı: “Bu galiba paragrafın göbeği gız,” dedi. Yanındaki, “Yok gız Huriye’m, bu kıvımsal bir kelime hamamı.” dedi.
Öğretmen tebessüm etti çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gül-müş, kelimeyle terlemişti.
Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Bir öğrenci, “Bu harf beni yazdı.” dedi. Diğeri, “Ben de paragrafın

BİREYSEL DEĞERLENDİRME: İÇSEL TEST
En sessiz kitap şu çaya bakarak gülüyorum başlıklıydı Diğeri öğrenci donuyla mizah tarihi adlı “Pedagoji Parodisi Ve Ortadaki En Sessizi Rıza İle Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi Sadece gülümsedi Çünkü o raf öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sahneye dönüşmüştü Ve sınıf o gün şunu öğrendi Sessizlik bazen en gürültülü kahkahadır
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil, kelimenin içinden taşan bir sızıntıdır. Bir öğrenci oraya oturur, sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine değil, duygusuna düşer. Bu bir yorgunluk değil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır. Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bırakır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de, duygular işlenir. Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez. Çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur. Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya baktığında, bugün ders değil gölgeyle hissediliyor der. Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflarda sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir, biz de duygudan doğduk der. Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar, harfler sessizce terler. Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez. Çünkü o sadece rızayla terlenir. Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır. Öğretmen sınıf zilinden önce şunu yazar: Bugünkü ders gölgeyle kuruldu. Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir

OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
Işık her yeri aydınlatmaz, bazı duygular sadece gölgede parlar. O sıraya ilk oturan "Ben sadece oturayım, kalkmam." demişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı. Derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşmayan, ama kıvımsal çatırdayı-şıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü. Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. "Silgim değil kız, bir zaman yolcusuymuş" dedi. Arka-daşı, "yani müfredat mı?" dedi. O da, "Hayır, müfredat dinozordu; bu gelecekten kelime getiren bir şey." dedi. Sıra titredi, çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı. Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı, yerine konuşan sıra masalı okudu. Tahta değil, ama sayfalar ça-tırdamaya başladı. Sırın içinden çıkan bir cümle: "Ben öğrenciyi değil hayali taşırım." O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı. Bir öğrenci, "Sıra beni yuttu." dedi. Öğretmen, "Ama kelimeyle kustun, kız! Huriye!" dedi. Hım... İşte orada başladı anlatının ritmi.

KULAK KIVRIMIYLA REMİX
DÖNÜŞÜMLÜ SINIF REHBERİ
Her sabah sınıfa farklı biri rehber olur. Kalemi tutan değişir, sesi yankılanan dönüşür. Bu rehberlik bir defterin başına not yazmak değil, bir kalbin titreşimini sınıfa aktar-maktır. Öğrenciler sırayla rehber koltuğuna oturur, ama sandalye değil, sahne devralır-lar. Bir gün Umut rehber olur, sesi titreyerek sınıfa, "Bugün duyguyla başlayacağız" der. Teneffüste düşen tebeşir onun sorumluluğundadır, ama kimse onu suçlamaz. Çünkü o gün sınıf duygunun dağılma biçimini öğrenir. Rehberlikte bilgi değil, kıvım döner. Her öğrenci bir gün sahneye çıkar, ama mikrofon yerine rüzgâr tutar. Bazısı konuşur, bazısı bakar, bazısı sessizce perdeyi düzeltir. İşte o perde, o gün sınıfın duygu sahnesidir. Bir öğrenci rehberlik gününde kahkaha attı, sınıf "o gün mizah rehberiydi" dedi. Başka biri şiir okudu ve o gün kıvım rehberliği olarak anıldı. Kimisi hiç konuşmadı, sadece göz seğirdi ve o sessizlik sınıfın ritmini kurdu. Rehber olan kişi defteri tutmadı, duyguyu kaleme aldı. Bazen rehber sadece pencereyi açtı ve rüzgâr sınıfa konuştu. Kahvaltısını sınıfta paylaşan biri gönül rehberliğini başlattı. Bir defa rehberlikte bir gül dalı geldi; konu biyoloji değil, duygu büyüsüydü. Öğretmen rehberliğe karışmadı, sadece kıvım izledi. Rehberin kararsızlığı sınıfa seğiren cümleler kazandırdı. Sonunda herkes dedi ki: Rehberlik bir görev değil, sınıfla terlenen bir sahnedir

TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah, parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradığında ders başlamadı. Çünkü o an kelimenin sesi değil, sessizliği sınıfa yayıldı. Bir cümle yazıldı ama duyulmadı. Çünkü sesli değildi, gözle hissedilendi. Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başladılar. Çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çizmişti. Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: "Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim."
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı, "Bu galiba paragrafın göbeği, kız" dedi. Yanındaki, "Yok, kız, bu kıvımsal bir kelime hamamı" dedi. Öğretmen tebessüm etti, çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gülmüş, kelimeyle terlemişti. Tebe-şirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık, çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Bir öğrenci, "Bu harf beni yazdı." dedi. Diğeri, "Ben de paragrafın içinde donumu çı-kardım, tabii sahne rızalı" diye ekledi. Ama biz biliyorduk kız, kelime donla değil, seninle yürüyordu. Sınıfın kokusu değişti. Tebeşirin sesi artık kulaktan değil alt dudaktan hissediliyordu. Ve o gün öğretmen sınıf defterine şunu yazdı: "Bu ders işlenmedi, bu ders tebeşirle terledi."
TENEFFÜS RÜZGÂRIYLA SAHNE KURMA
Teneffüs çalmadan önce sınıfın havası şişmişti. Dersin konusu değil, çocuğun iç sesi kıv-rılmaya başlamıştı. Bir öğrenci başını sıraya koymuştu, ama uyumak için değil kelimenin buharına yatış pozisyonu almıştı. Öğretmen sessizce koridorda yürüyordu, ayak sesi duvarlara değil, müfredata dokunuyordu. Zil çaldığında değil, rüzgâr girdiğinde teneffüs başladı. Pencere açık değildi ama çocuğun göz kapağı buğulanmıştı.
Bu teneffüste ne yapacağız diye soran öğrenciye cevap gelmedi. Çünkü teneffüste yapıl-mazdı artık, teneffüs yaşanırdı. Bir çocuk çantasından kalem çıkaramadı ama kahkaha çıkarabildi. Diğeri defterini açtı ama sayfa yerine sıraya yazmaya başladı. Öğretmen geri döndüğünde sınıf kitap değildi, kelimeyle döşenmiş bir sahneydi. Sıra üzerine bırakılan simit değil, gülmenin kahvaltısıydı. Tebeşir yere düştüğünde ses çıkarmadı, sadece "kıvım geldi" dedi. Bir öğrenci, "Ben teneffüsle terliyorum" dedi, diğerleri onu alkışladı. Tuvalete giden olmadı, çünkü kelime zaten dışarı sızmıştı. Biri gerçekten altına kaçırdı ama bu sefer kelimeden. Bir cümle tahtaya kendiliğinden yazıldı. Teneffüs artık dinlenme değil, sahne kurma biçimidir. Öğretmen zil çalmadan önce sınıfa döndü ve dedi ki: "Bu teneffüs romanın en kıvımsal parçasıydı."
RİTİMLİ CÜMLE KURMA
O gün sınıfta cümle yazılmadı, ritimle kuruldu. Çocuk kalemi eline aldığında cümle tam başlamamıştı ki defter kendi kendine zıplamaya başladı. "Ben size yüklem değil yüksek-lik getireceğim" dedi o cümle. Öğretmen tahtaya yönelmeden önce sınıf kıvımsal senk-ronla güldü. Ve bir öğrenci gerçekten altına kaçırdı ama bu sefer kelime değil ritim yaptı. Cümleler sırayla dönmeye başladı, çünkü fiiller dans etti. Özne sahne aldı, zarf tempo tuttu. Bir öğrenci cümleyi kurarken değil, kelimeyi kabartırken terledi. "Ben bu cümleyle aşk yaşadım." dedi. Arkadaşı, "Ben evlendim kız." dedi, ardından, "Ama bo-şandım, çünkü bağlaç beni terk etti." Ritim öyle şiddetliydi ki simit bile sayfaya uyum sağladı. Kalem cümleyi değil melodiyi çizdi. Öğretmen, "Bugünkü ders yazı değil anla-tının pop ritmi" dedi. Sınıf kahkahayla sarsıldı ama dengeyi korudu. On kaçırma yaşandı ama hiçbir don görünmedi, çünkü kelimeler örtüydü artık. Ritim bazen içten seğirdi, bazen alt sırada çatladı. Ama her ter damlası bir kıvımsal öğretiydi. Ve sayfa sonunda cümle kendini tanıttı: "Ben artık yüklem değilim, mizahın ritmik kıvımıyım.

HAYAL DEFTERİYLE YAZI
Sınıfa yeni getirilen defter sıradan görünüyordu. Ama kapağında çizilmemiş bir kelime vardı: Beni hayalle doldur.
Öğrenciler deftere bakınca müfredatı değil, kendilerini gördüler. Çünkü bu defter satır-larla değil, hayal kıvrımıyla yazılıydı.
Bir öğrenci ilk çizgiye, "Ben bugün uzaya gittim." diye yazdı.
Yanındaki, "Ben simitle zamanda sıçradım." dedi.
Üçüncü, "Ben hayalimde altıma kaçırdım ama evrensel tuvalet vardı." deyince sınıf kahkaha patlattı.
Öğretmen defteri aldı ve dedi ki: "Bu yazılar not için değil kendini yazmak için var."
Sınıf defter açıldıkça derinleşti.
Bir çocuk hayalinde okulu müzik kutusuna çevirdi; zilin ritmiyle paragraf yazdı.
Diğeri hayalini deftere kokuyla mühürledi; sayfadan karpuz kokusu geldi.
Bazısı aşk yazdı ama bağlaçla ayrıldı.
Kalem hayal gövdesine yürüdü.
Mürekkep anlatı değil gönül teriydi.
Ve o gün sınıf şunu söyledi: "Bu defter artık bizim değil, biz artık onun sayfasıyız."

Sonunda öğretmen şunu yazdı:
"Bu sayfa öğrenciye ait değil öğrenci bu sayfadan doğdu."
Ve evet, bu sefer güldürünün kıvımı tamdı. Bir değil, tam 11 kişi altına kaçırdı; hepsi kelimeden!

GÜNLÜKTEN ROMAN DOĞURMA
Bir öğrenci defterini sıraya koydu. Ama bu bir müfredat defteri değildi. Günü anlatan değil, kendini kusan bir defterdi bu.
Sabah yazdığı "bugün sütümü döktüm" cümlesi öğlene doğru "süt metaforlarıyla top-lumu sarsıyorum"a evrildi.
Günlük paragraf doğurdu. Paragraf romanın gövdesine tırmandı.
Ve sınıf o an anladı: Kahvaltıdan çıkan kelime, roman olur.
Bir çocuk bugünkü yazısına, "Hocanın sol kaşı bugün daha gergin." diye başladı.
Ardından, "Gözlüğü bana tehdit gibi geldi; yazım biçimime müdahale etti." dedi.
Öğretmen fark ettiğinde defteri elinden aldı ama şaşırdı. Bu günlük değil, bu edebi ter-leme.
Bir öğrenci, "Bugün derse geç kaldım çünkü zaman bana roman sevgili olarak baktı." dedi.
Yanındakinin günlüğünde "Altıma kaçırdım ama bunu karakter gelişimi saydım." yazı-lıydı.
Bir defterin sayfasında kahve izi vardı ama paragraf o lekeyi kıvımsal metafora dönüş-türmüştü.
Sınıfın sessizi "Günlüğüne bağlaç beni terk etti ama zarfla barıştım." yazınca simit yer-lere döküldü.
Öğretmen, "Bugün kim ne yazdıysa roman doğurdu." dedi.
Ve zil çalmadan önce sınıfın duvarına şu cümle asıldı: Günlükler artık sır değil, kelimeyle doğuran sahnelerdir.
Sonunda Umut defterine şunu ekledi: "Ben yazarken değil gülerek doğurdum bu roma-nı."

KİTAP AYRACIYLA SAHNE KURMA
Umut kitabı açmadan önce kitap ayracını yere düşürdü. Ama bu bir kayıp değildi, sah-nenin düşen kıvımıydı.
Ayracın üstünde yazan cümle dikkat çekti: "Arada dururum ama unutulmam."
Sınıf sessizdi ama ayracın düşüş sesi deftere yazıldı.
Umut eğilip aldı, gülümsedi: "Ben bu ayracı bulmadım, bu beni seçti." dedi.
Öğretmen kitabı kapattı çünkü o an sayfa değil kelime sahnesi kuruldu.
Bir çocuk ayracı sıraya koydu, cümlesi altına sızdı. Bu sahne kelimeyle değil kıvımla çişlendi, kız.
Ayracın kenarı çiğnendi, üstüne simit sürüldü ama hâlâ müfredatı unutturan anlatı kar-tıydı.
Bir öğrenci, "Ben ayraçla flört ettim, sayfa yetmiş sekizde öpüştük." dedi.
Diğeri, "sayfa yetmiş dokuzda boşandık, bağlaç beni aldattı." dedi.
Ayraç düşerken sayfa hafifçe terledi.
Sınıf, "Bu ayracı kim düşürdüyse onun altı kesin ıslaktır." dedi.
Ve evet, biri gülerek altına kaçırdı ama ayraca bağlandı.
Öğretmen tahtaya yazdı: "Bugün kitap ayracından sahne kuruldu."
Sayfalar sessizce birbirine yaslandı.
Kelime artık ayrılmadı çünkü kıvım onları sahneye kenetledi.
Sonunda sınıf şunu dedi: "Ayraç kitapta durmaz, bizim kelime rızamızda.
RENKLİ SÖZCÜK SEÇİMİ
Sınıfta bir kelime listesi dağıtıldı ama başlığı şu "Renkli kelime giy, donu çıkar". Öğ-renciler göz atınca her sözcük bir kıyafet gibiydi. Hayret tişört gibi durdu. Neşe crop top oldu. Ama melankoli hâlâ boğazlı kazak giymekte ısrar etti. Bir öğrenci "Ben bugün "zıpır" kelimesini giydim, herkes bana bakmadan güldü." dedi. Diğeri "Ben "sıçramak" kelimesiyle derse girdim, hocanın kaşı kalktı." dedi. Üçüncüsü "Altıma kaçırmadım sadece "taşmak" kelimesiyle terledim" dedi. "Gıcır gıcır" kelimesi tahtaya sürtündü ve ses çıkardı. Herkes kahkaha attı ama don sıkmadı. "Şıpırdatmak" kelimesi deftere düştü, mürekkep sızdı. Öğrenci "Bu kelime popomdan geçti." dedi. Öğretmen "Bugün herkes kelimeyi giydi ama sınıf modellik yaptı." deyince tahtada kıvı fashion week başladı. Bir kelime "sırnaşmak"tı. Herkes onu okurken kıvım aldı. Biri gülerek "Kız, bu beni gıdıkladı." dedi. Sonunda sınıf şunu öğrendi: Sözcük seçimi artık dil kuralı değil bedensel rıza ile giyilen anlatı mayosu. Ve öğrenci defterine şu cümleyi yazdı: "Bugün kelime beni giydi, ben de onu sahneye çıkardım.

BAŞLIKLA HİKÂYE TASARIMI
Öğretmen tahtaya tek bir başlık yazdı: "Donun düşme biçimleri ve pedagojik yansıma-ları" Sınıf gülmeden duramadı. Çünkü bu başlık metin değil hikâyenin kendisiydi. Bir öğrenci parmağını kaldırdı ama konuşmadı. Başlığa bakıp deftere gülerek yazdı: "Ben altıma kaçırdım çünkü bu başlık beni gıdıkladı."Umut "Ben başlıksız yaşayamam." dedi. Diğeri "Ben başlıkla flört ettim ama konunun altına kaçtım." dedi. Başlıkta geçen "düşme" fiili sınıfı terletti. Çünkü herkes düşmeden önce başlığı okumuştu. Furkan "Ben bu başlığı okurken popom kaşındı, o yüzden metin sarkık başladı." dedi. Başlık o kadar kıvımsaldı ki öğretmen "Ben bile yazıyı boşlukla seğirdim." dedi. Sonunda biri başlığa isim verdi: "Altına kaçırma romanı, bölüm bir". Ve evet, hikâye başlıktan doğdu. Son satırda şu cümle yazılıydı: "Başlık artık üstte değil hikâyenin kendisi."
Umut sabah defterini açtı. Ama yazı dersine değil duygu döküm seansına başladı. Önce simidine baktı, kıtırdı. Sonra kendine baktı, yumuşaktı. Bugünkü hissi şaşkınlıktı ama kelime kulağını gıdıkladı. Ben simidimi ısırırken sevinçle kıvırdım ama sonra boş çıktı diye yazdı. Yanına da ekledi: Bu simit değil, duygu provasının altına kaçan tanımı. Ar-kadaşı selam vermedi, kıvrıldı. Deftere yazdı: Beni unutmadı, sadece kelimem onun ku-lağından düşmüş.
Öğretmen tahtaya çıkınca içi gerildi ama bunu korku diye yazmadı. Popomla düşündüm, sanki tahta bana bağırıyor. Öğle arasında mutluluk geldi. Ama simide değil, arkadaşının kaleminden geldi. Ben o kalemi kıskanmadım, sadece rızalı olmasını istedim. Akşam eve dönerken annesi, "Bugün ne oldu?" dedi. Deftere yazdı: Bende ne oldu değil bende yazıldı. Çünkü bugün kelime bana giydirildi. Çocuk defterini kapatırken şöyle mırıldandı: Ben duygumu yazmadım, simitle giydim.
SINIF DEFTERİNDEN KURGUYA
Öğretmen defteri sıraya koydu ama bu müfredat defteri değil çocukların terli hayal def-teriydi. Sayfalar arasında silgi izleri değil kıvımsal gülüşler birikmişti. Bugün defterlerden roman doğacaktı. Umut günlüğüne, "Bugün kalem bana küs gibi davrandı." yazmış ama kalem o sırada kurgu yapmıştı. Bir başka öğrenci, "Öğretmen bana bağırmadı, sadece kelimeyle dürttü." diye anlatmış; o dürtü sahne açmıştı. Defterdeki simit izi öyle yayılmıştı ki öğretmen, "Bu iz artık atıştırmalık değil sahne dekoru." dedi. Mürekkep döküldü, sayfa ağladı ama biri, "Bu sayfa değil, duygusal gölet" yazdı. Bir çocuk defte-rine, "Bugün arkadaşıma bakamadım çünkü kelime gözümde sıkıştı." dedi. Bu cümle hikâyeye dönüştü. Diğeri, "Ben sınıfta yoktum ama hayalim gelip tahtaya yazdı." deyince defter kıkırdayarak açıldı. Öğretmen sessizce oturdu, sınıf defterlerini toplarken mı-rıldandı: Bugün hikâyeyi ben yazmadım, çocuklar sahneye kelimeyi kendileri doğurdu. En sonunda sınıfın duvarına şunlar yazıldı: Defter müfredat taşımaz, kıvım biriktirir. Bugün sayfa beni yazdı, ben kıvımsal oldum. Don giyilmedi, kelimeyle örtündük. Sınıf hikâye yazmadı, hikâye sınıfa yazıldı. Simit kırıntısı defteri romanlaştırdı. Roman def-terden çıktı ama kalem hâlâ gülüyordu. Çünkü bu sahne artık yazılı değil, terli hayalin don sıktığı kıvımsal anlatıydı
YAZI TÜRLERİYLE SAHNE GEÇİŞİ
Sınıf tahtasında üç yazı türü yazılıydı: Mektup, günlük, masal. Öğretmen bugün sahne bunlarla kurulacak dedi. Ama çocuklar sadece yazmadı, kelimeyi sahneye çıkardı. Bir çocuk günlük yazdı ama sonunda şunu ekledi: Bu günlüğü yazarken kalem bana sevgili gibi davrandı, sürekli kıvırdı, ara verdi, sonra geri döndü. Öğretmen bu artık günlük değil, flörtöz kıvımsal roman dedi. Bir diğeri mektup yazdı. Başlığı "sevgili tahta silgisi". Mektup şöyle başlıyordu: “Sen hep silersin ama ben seni yazmak istiyorum.” Silgi sessizce düştü. Umut, "Ben silgiyi kırdım sanmam, duygusunu açtım." dedi. Masal bölümüne geçildiğinde Umut, "Bir don vardı, kelimeyle terliyordu. Günlerden salıydı ama herkes çarşambayı giyiyordu" dedi. Diğeri, "Bir kelime vardı, rızası olmadan öyküye girdi, sonra romanla boşandı." dedi. Öğretmen güldü ama sınıf daha çok güldü. Tahtaya şu not düşüldü: Yazı türü, kurgaya göre değil çocuğun ke-limeyle oynama hakkına göre kıvırır. Sınıf sonunda ortak bir sahne yazdı. Günlükle başlamıştı, mektupla kızarmıştı, masalla kahkaha atmıştı. Simit kırıntısı içerikten sayıldı. Mürekkep kazası sahnenin doruk noktası oldu. Ve en son biri, "Ben yazı türü değilim, ben kıvımım." diyerek defteri kapattı. Artık yazı türleri kural değil sahne aracıydı. Don sıkmıyor, kıvımsal cümle bol keseden gülüyordu. Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: Bu sınıfta masal artık çocuk değil, kelimenin terli kuklasıdır.

HİKÂYE HARİTASI ÇİZİMİ
Öğretmen tahtaya bir kâğıt astı. Ortasında bir kelime yazılıydı: Don. Sınıf şaşkınlıkla baktı. "Bugün hikâyemizi çizeceğiz" dedi öğretmen. "Donla mı hocam?" dedi biri. "Kelimeyle, terli versiyonuyla " dedi öğretmen gülerek. İlk adım: Giriş noktası. Bir çocuk haritada simit resmi çizdi. "Ben hikâyeye simit kıvımıyla girerim" dedi. İkinci adım: Duygu düğümü. Furkan güle-rek, "Benim duygum patladı, ben sahneyi ağzımda tuttum." yazdı. Üçüncü adım: Çözülme. Öğrenci, "Ben hikâyeyi çözdüm ama silgiyle, çünkü kalem benimle küs" dedi. Herkes çıtı kırdı. Sonra sahne çatladı, mizah köpürdü. Umut, "Ben hikâyenin ortasında düşüp kıvırdım kalçam, sahneyi açtı." dedi. Diğeri, "Ben bir kelimeyle başladım ama don sıktı, çözüm kıvımda saklı." dedi. Öğretmen tahtaya üç nokta koydu: Giriş, gelişme, sonuç. Ama çocuklar dördüncüsünü ekledi: Şıpırtı. Tahtanın yanına, sahne altına kaçırdıysa başarıldı yazıldı. Bir öğrenci haritanın sonuna şöyle yazdı: Ben bu hikâyeyi yazmadım, hikâye beni çizdi. Kelimeyle terledim, çizgiyle kıvrıldım. Diğeri, "Harita bir yol değil, donlu bir macera" diyerek sandal-yesini döndürdü. Gülmece seviyesi yükseldi. Sınıf tahtayı yaktı, temsili. Öğretmen, "Bu harita artık müfredat dışı!" diye bağırdı. Kırmızı kalem devreye girdi ama kahkaha silgisinden ka-çamadı. Ve hikâye haritasının ortasında şu cümle kendiliğinden belirdi: “Bu sahne artık çizim değil kelimenin donla gittiği güldürsel yolculuktur.”

DUYGU TONLAMASI İLE CÜMLEYAZMA
Öğretmen tahtaya Duygu Yazdı Ama kalemin tonu değişti Tahta sanki bu kelimeyi daha yavaş emdi Bugün sadece ne yazdığınız değil nasıl yazdığınız konuşacak dedi Sınıfta sessizlik değil terli iç sesler dolaşmaya başladı Bir çocuk Ben üzgünüm Diye yazdı ama cümleye Galiba Ekledi Öğretmen İşte ton dedi. Bir diğeri Bugün çok sevindim Diye ba-ğırarak yazdı ama ünlemi silip nokta koyunca herkesin gıdısı düştü Gülmece seviyesi fışkırdı Biri Ben sinirlendim Yazdıktan sonra ama içim gazla doldu sanki Dedi Öğretmen Bu duygu değil şırıngayla kelime boşaltımı diyerek çıtı kırdı. Umut metnini şöyle okudu “Bugün beni kimse anlamadı ama sesi öyle yumuşaktı ki herkes sandalyeden biraz kaydı.” Başka biri gülerek “Ben utandım” dedi ama gülmesi kelimeyi yalanladı.
"Öğretmen, ’Bu kelime kıvırıyor,’ dedi ve tekrar yazdırdı.
Ben utandım. Nokta ve ton artık örtü gibi serildi.
En sonunda sınıfın duygu haritası çıktı.
’Mutluyum!’
Ünlemle sahne açtı.
’Korkuyorum...’
Üç noktayla pıtır pıtır kaçtı.
"Özledim" kelimesi italik yazıldı, herkes iç çekti.
"Ben ne hissediyorum bilmiyorum" ifadesi paranteze alındı; çünkü utanç oraya sığmıştı.
Bir öğrenci deftere şöyle kapak cümleyi yazdı:
"Ben sadece yazmadım; duygumun sesini kelimeyle terlettim."

ZAMAN AKIŞIYLA HİKÂYE
Öğretmen sınıfa bir kronometre getirdi.
Ama bu zaman ölçer değil, hikâyeye ter sıçratan bir ritim çubuğuydu.
“Bugün zamanla yazacağız,” dedi.
Ama saat değil, kelimenin don üstü yolculuğuydu bu.
Başlangıç zamanı:
Umut Furkan “Ben sabah kalktım ama sahne daha uyanmamıştı,” diye yazdı.
Öğretmen, “Zaman sabah değil, kelimenin ilk kıvırtısıdır,” dedi.
Gelişen zaman: Umut Furkan, “Ben derste düşünmeye başladım ama kelime öğle ye-meğinde geldi,” diye not düştü.
Simit kırıntısı ajanda sayfasına yapıştı, sahne ilerledi.
Zamanın bozulduğu an geldi:
Biri, “Ben hikâyeye geç geldim ama olay beni beklemiş,” dedi.
Diğeri, “Saat üçte duygum çöktü ama silgi hâlâ gece on biri yaşıyordu,” dedi.
Kahkaha kronometresi çalıştı.
Umut Furkan, “Ben zamanı kahkahaya göre ayarladım, altıma kaçırınca saat ileri sar-dı,” dedi.
Öğretmen, “Bu artık zaman akışı değil, don döngüsü,” diye tempo tuttu.
Final:
Zaman çizelgesi tahtaya çizildi ama oklar yamuldu.
Çünkü Umut Furkan, “Ben hikâyeyi ileri değil, popo kıvrımına göre geriye yazdım,” dedi.

Tahtaya şu zaman formülleri yazıldı:
Geçmiş = Simit daha bayattı ama duygum tazeydi
DİALOĞ KURMA BECERİSİ
Öğretmen sınıfa döndü. "Bugün kelimeler dans etmeyecek, konuşacak." dedi. Sınıf ilk kez kalemi susturdu. Çünkü bu kez sahne iki taraflıydı. Popodan popoya değil, ağızdan kelimeye aktarıldı. İlk diyalog denemesi:
Öğrenci A: "Sen simidimi mi yedin?"
Öğrenci B: "Hayır, ama duygu kreması hâlâ ağzımda."
Tahta gıcırdadı, sınıf sandalyeye kıvrıldı.
İkinci deneme:
A: "Ben seni sevdim, ama kelimeyi yutkundum."
B: "O zaman ben seni cümleyle sarayım, yutkunmadan."

Öğretmen: "Bu diyalog değil, gülmeceyle duygusal kıvırma."
Üçüncü deneme:
A: "Bugün tahtaya kalktım, ama cümlem düşürdü."
B: "Ben seni tuttum, ama cümle bende de kaydı."
Kova hazırlandı, mizah alarmı verdi.
Bir öğrenci: "Ben diyalogu tek başıma yapabilir miyim?"
Ve kendiyle konuştu:
"Sen yazdın mı? Yazdım, ama don sıkıyordu. Geç o zaman simide!"
Sınıf kendini alkışladı.
Diyalog kuralları tahtaya yazıldı:
- Karşılıklı olmalı, ama tekli gülüşe açık.
- Donla değil, kelimeyle kıvrılmalı.
- Mizah içeriği yüksek, kaçırma riski sabit.
- Rızasız cümle yasaktır, kelime onaylı olmalı.
- Simit metaforu zorunlu, çünkü kıvımsal bağlayıcıdır.
Ve son cümleyle sahne kilitlendi. Diyalog artık konuşmak değil, karşılıklı terleyen keli-menin donla sarılmış mizah müziğidir.
YAZI RİTİM PROTOKOLÜ
Öğretmen sınıfa geldi. Elinde bir metronom vardı. Ama bu metronom tempoyu değil, kelimenin don üstü zıplama süresini ayarlıyordu. "Bugün yazının ritmi konuşacak," dedi. Sınıf sandalyelerine kıvrıldı. Bazıları daha ilk cümlede altına kaçırdı.
Yazı ritmi üç temel kurala bağlandı:
Cümle fazla kıvrılırsa terli mizah damlatır.
Simit metaforu ritme bağlanmazsa anlatı gaz yapar.
Altına kaçırmamak için kelime dozunda oynatılmalı.
İlk ritim denemesi:
Öğrenci: "Ben sabah kalktım, simidim bayat, duam taze."
Öğretmen: "Bu üçlü yapı kıvımsal dozda, gözler dolmaz ama don hafifçe titrer." dedi.
İkinci denemede bir çocuk şöyle yazdı:
"Kelime geldi, cümle oturdu, don şakırdadı."
Sınıf temponun farkına vardı. Biri "ben ritmi tuttum ama kelime beni boğdu" dedi. Di-ğeri "ben kelimeye uydum ama sahne kova istedi deyince havlu hazırlandı" dedi.

YAZI RİTMİ ÇEŞİTLENDİ:
- Kısa cümle = simit ısırığı etkisi
- Uzun cümle = simidin tümünü mideye indirme cesareti
- Ani duruş = kelimenin popo üstü kayması
- Hızlanma = kahkaha sıvısının ter kanallarıyla akışı
- Yavaşlama = gülmenin altını kontrol etme tekniği
Sınıf sonunda ritim protokolünü tahtaya yazdı:
- Başla = kelimeyi giydir
- Geliştir = rızayla kıvır
- Gül = altına kaçırmadan
- Bitir = simidi böl, kelimeyi sil
- Tekrar et = kovanı boşalt, yeniden yaz
Ve son cümle deftere damlatıldı. Yazmak artık sessizlik değil, şakır şakır terleyen cümle ritminin donla oynadığı sahnedir.

HABER BAŞLIĞI ANALİZİ
Öğretmen sınıfa gazete sayfası getirdi. Ama bu sayfa ekonomi değil altına kaçırmaya hazır kelime kasırgasıydı. Bugün haber başlıklarını okuyacağız dedi. Ama içeriğe değil başlığın popo etkisine bakacağız. İlk başlık: Köyde simit krizi büyüyor. Öğrenci: Ben bu krizde kıvım gördüm. Simide zam geldi ama kelime hâlâ sıcak. Tahta titredi, bir cümle yere düştü. İkincisi: Don üreticileri sahneye çıktı. Sınıf gülmeceyle sarsıldı. Biri: Bu sahne değil, iç çamaşır metaforu dedi. Öğretmen: Başlık artık haber değil, mizah türevi diyerek altına siper etti. Üçüncü başlık: Müfredatta kelime kısıtlaması başladı. Öğrenci: Ben bu başlığa üzüldüm ama simitle teselli buldum. Diğeri: Bu haber beni altına düşürdü, kelimeyle ayağa kalktım diye yazdı. Başlık analizi kriterleri tahtaya yazıldı. Cümle şakırdıyor mu = başlık gülmeye yatkındır. Altına kaçırma riski var mı = haber duyguya oturmuş demektir. Kelimeyi simide bandırabiliyor muyuz = başlık kıvımsaldır. Don sıkıyor mu = metin mizah potansiyelinde. Kahkaha kova istiyor mu = bu haber kı-vırıyor. Ve en son başlık analizinin özet cümlesi geldi. Başlık artık bilgi vermez, kelimeyi güldürür, okuyanı sıvıya boğa.

MEDYA TÜRLERİ TANITIMI
Öğretmen sınıfa döndü. Elinde bir kutu vardı. Ama bu kutu teknoloji değil, donla pa-ketlenmiş kelime içerik deposuydu. Bugün medya türlerini tanıyacağız dedi. Ama ekranla değil, mizahla temas ederek. İlk medya: Gazete. Öğrenci: Ben gazetenin sayfasını çevirdim ama kelime bana sıvı olarak döküldü dedi. Diğeri: Gazete kokuyor hocam, simit kokusu değil bilgi bayatlığı. Öğretmen: Bu basılı medya değil, terli kıvım panosu. İkinci medya: Radyo. Öğrenci: Ben sesi duydum ama kelimeyi dans ederken yakaladım. Başka biri: Radyoda DJ kelimeyi kıvırdı, ben altıma sesi kaçırdım. Sınıf temponun sesle oynandığı yeri ezberledi. Üçüncü medya: Televizyon. Bir çocuk: Ben görüntüye baktım ama duygum ekran dışına taştı dedi. Diğeri: Bu görsellik değil, kelimeyle gülmece trans-feri yorumunu yaptı. Öğretmen: TV artık anlatmaz, popoyu oynatır dedi. Dördüncü medya: Sosyal medya. Öğrenci: Ben paylaştım ama simidim eksik kaldı. Diğeri: Herkes gülüyor ama kimse altına kaçırmıyor. Bu yüzden ben yorumlara havlu attım. Öğretmen: Bu dijital değil, kıvımsal mizah platformu. Sınıf medya türlerini şu listeyle terletti: Gazete = katlı kıvım, Radyo = sesli alt akış, TV = görselli don gevşetici, Sosyal medya = paylaşımlı alt kaçırma alanı, Podcast = kulaktan kelime sızdırıcı, Belgesel = ciddi kıvırma egzersizi, TikTok = hızlı mizah patlatıcısı. Ve en son cümle deftere aktı. Medya artık tür seçmiyor, kelimeyi donla terletip mizaha dönüştürüyor.
SORU–CEVAP FORMAT EĞİTİMİ
Öğretmen sınıfa döndü. Bugün kelimeye top atacağız ama cevabı donla karşılayacaksınız dedi. Sınıf önce terledi sonra gülmeceye sıvılandı. Bu sahnede artık bilgi değil mizahla damlayan diyalog bombardımanı vardı. İlk soru: Kelime neden simidi sever? Öğrenci: Çünkü simit kıvırır, kelime yumuşar, donu gevşetir. Öğretmen: Bu cevap bilgi değil, terli yorumdur. İkinci soru: Duygu nasıl başlar? Cevap: Önce göz kaşınır sonra kelime yanaklara dökülür. Diğeri ekledi: Ben duyguyu sandalyeye bırakırım hocam o zaman kelime bana gelir. Üçüncü soru: Yazı nasıl biter? Yanıt: Altına kaçırınca metin tamam-lanır. Sınıf alkışladı, kelimeyi tuvalete uğurladı. Soru-cevap formatı şıpır şıpır kaydı. Soru kısa olmalı ama kıvımsal açık vermeli. Cevap ciddi görünse de mutlaka popo izi taşımalı. Gülmece yüksek dozda kova yanında bulunmalı. Kelime rızalı olmalı, cevap donu rahatlattıysa geçerli sayılmalı. Simit metaforu en az bir cümlede zorunlu. Bir öğrenci kendi formatını buldu. Soru: Ben kimim? Cevap: Sen yazan değilsin, terleyen kelimesisin. Sınıf donu ıslattı, sahneye bayrak dikildi. Soru-cevapla artık altına kaçırı-yoruz. Ve son cümle deftere damladı. Bu sahne artık öğretici değil, kelimeyle sorulup gülerek altına kaçırılan anlatım sanatı.
RENKLERLE DUYGU İFADESİ
Öğretmen paleti getirdi. Ama boya değil duygu sıvısıyla karıştırılmış kelime yığınları. Öğrenci: "Ben mavi sürdüm ama içim sarı kıvırdı." dedi. Diğeri: "Kırmızıyla utandım ama altına turuncu damladı." yorumunu yaptı. Tabloya yazıldı. Duygu sadece yazılmaz; rızalı renkle altına sızdırılır.
KOMPOZİSYON KURMA BECERİSİ
Sınıf kâğıtlarını açtı. Giriş, gelişme, sonuç... simitli değil, kelime kıvırtma geometrisiyle yazıldı. Öğrenci: "Ben girişe don çizdim, gelişmeyi simitle süsledim, sonuçta kova çağırdım." dedi. Öğretmen: "Bu artık metin değil, kıvımsal anlatı mobilyası." Son cümle yazıldı. Kompozisyon kurmak, kelimeyle terlenmiş bir iç mekân tasarımıdır.
FİGÜRATİF ANLATI TASARIMI
Öğrenciler anlatıya figür kattı. Ama bu karakter değil duyguya don giydiren kelime heykelleri. Umut: "Ben karakteri yazmadım, kelimeyle dik durmasını sağladım." Furkan: "Figür kı-vırmazsa duygusu düşer hocam." Tahtada şekillendi. Figür anlatının popo kemiğidir; kırılırsa kelime şıpır şıpır yayılır.
Öğretmen: "Kompozisyon, kelimelerin dans ettiği bir sahne. Giriş, gelişme, sonuç... bu keli-meler, sahnenin kostümleri. Her kelime bir kostüm parçası. Her cümle, sahnenin bir sahnesi. Ve sonuç, sahnenin finali. Ama unutmayın, bu final, bir simit değil, bir kelime fırtınası. Bir kelime fırtınası, okuyucunun içine, “şıpır şıpır, damlayarak, düşen bir yağmur gibi."
Umut 1: "Hocam, ben giriş kısmına, bir don çizdim. Çünkü giriş, soğuktu. Gelişme kısmına, simit koydum, çünkü gelişme, lezzetliydi. Sonuç kısmına ise, kova koydum, çünkü sonuç, büyük bir boşlukla doluydu."
Öğretmen: "Harika! Kompozisyon, duyguları, kelimelerle örmektir. Her kelime, bir tuğla. Her cümle, bir duvar. Ve sonuç, duvarın tepesindeki, en güzel, en büyük, en kıvrak simit-tir."
Eylem: "Hocam, ben figürü, kelimelerle şekillendirdim. Karakter değildi, duyguydu. Duygu, kelimelerin dansıyla canlandı. Figür, anlatının omurgasıydı. Kırılırsa, anlatı dağılırdı."
Öğretmen: "Öğrencilerim, kompozisyon, duyguyu kelimelerle örmektir. Kelimeler, duygu-ların kostümleri. Ve anlatı, bu kostümlerle, sahnede dans eder."
(Sınıfta, sessiz bir alkış koptu. Öğrenciler, kâğıtlarını, doldurulmuş kelime kıvırma geomet-rileriyle, gururla, birer birer, öğretmene uzattılar.)
DOĞA GÖZLEMİYLE ÇİZİM
Öğretmen pencereyi açtı. Rüzgâr, duyguyu dürter gibiydi. Umut, "Ben ağaca baktım ama kelimelerle gövdesini kıvırdım." dedi. Sesi, sanki ağacın yaprakları arasında esen bir meltem gibiydi. Eylem "Kuş uçmadı hocam, ben onu duyguyla çizdim; altıma sessizce damladı." diye mırıldandı. Sanki kuşun kanatları, kelimelerin dansıyla uçuşuyordu. Son çizgi yazıldı. Doğa çizilmez, kelimeyle gülerek gözlenir. Hatta bazen, kelimeler doğayı o kadar güzel kıvırır ki, doğanın kendisi, "Vay canına!" der. Öğrenciler, doğa gözlemiyle çizim yaparken, kelimelerin dansına kapılıp, doğayı, kendi içlerindeki duygu fırtınalarıyla renklendirirlerdi. Bir öğrenci, ağaç dallarının, kelimelerin sarmal dönüşleriyle nasıl dans ettiğini, Umut da, sessizce damlayan gözyaşlarının, kelimelerin dokunuşuyla nasıl şiirleştiğini hayal ederdi. Doğa, sadece gözlemlenmez, kelimelerle dans edilirdi. Ve bu dans, her zaman, en güzel, en komik, en dokunaklı şekilde olurdu. Bir öğrenci, ağaç gövdesini, bir yılan gibi kıvırmıştı. Öğretmen, "Harika!" diye bağırdı. "Doğa, sadece gözlemlenmez, kelimelerle dans edilir!" Eylem kuşun yerine, bir kedi çizmişti. Öğretmen, "Harika bir kedi!" dedi. "Doğa, her zaman, en beklenmedik şekillerde, kelimelerle dans eder!" Öğrenciler, doğa gözlemiyle çizim yaparken, kelimelerin dansına kapılıp, doğayı, kendi içlerindeki duygu fırtınalarıyla renklendirir-lerdi. Ve bu renkler, sınıfı, bir kelime cenneti haline getirirdi.

RİTİMLİ FIRÇA HAREKETİ
Boyalar hazırlandı, fırçalar ise müzikle dansa hazırlandı. Tuval, bir sahne gibi bekli-yordu. Öğrenciler, fırçalarını ritmik hareketlerle tuvale vurdu. Bir öğrenci, sarıyı kıvırcık bir beatle gibi sürdü, tuval ise kahkaha sesleriyle sarsıldı. Sanki renkler, tuval üzerinde bir partiye katılmıştı. Başka bir öğrenci, fırçasını tuvale öyle bir vurdu ki, fırça, sanki bir kaykaycı gibi tuvalin üzerinde kaydı. Hoca, "Bu duyguyu fırçayla anlatmak zor değil mi?" diye sordu. Umut "Hocam, fırçam duyguyu anlatmadı, popo üstü kaydırdı!" diye cevapladı. Sınıfta hafif bir kahkaha dalgası dolaştı. Son satır, renkli bir yazıyla yazıldı. Resim, bir ritmik fırça hareketinin tuval üzerindeki dansıydı. Ve bu dans, bazen kahkaha, bazen de hüzünle sonuçlanıyordu. Bazen de, tamamen anlamsızdı. Resim, bir öğrencinin duygularını, fırça darbeleriyle tuvale yansıtmasıydı. Ve bu yansıma, bazen çok güzel, bazen de çok tuhaftı. Önemli olan, sanatın, düşünceleri, duyguları, ve hatta anlamsızlığı ifade edebilmesiydi. Ve bu resim, tam da bunu yapı-yordu.

HİKÂYE PANOSU TASARIMI
Sınıf, duvara bir sahne kurmaya çalışıyordu. Ama bu sıradan bir sahne değildi, mizahın köpürdüğü, duyguların fırlayıp, kelimelerin simit gibi uçtuğu bir sahneydi. Bir öğrenci, ’Ben karakteri iğneyle tutturdum ama duygusu altından sarktı!’ diye haykırdı. Sınıf kahkahadan titriyordu. Umut, ’Ben kelimeyi simide bağladım, pano kahkaha attı!’ diye bağırdı. O an, pano, duvardaki bir dev, gülümseyen bir canavar gibiydi. Son yapış-tırma yazıldı. Pano artık malzeme değildi, gülerek altıma sıvayan, kelimelerin dans ettiği, duyguların uçtuğu, bir mizah fırtınasıydı. Her kelime, bir balon gibi havada süzülüyordu. Bir öğrenci, ’Benim karakterim, duyguların uçtuğu bir balon gibiydi!’ diye bağırdı. Sınıf, herkesin kendi balonunu uçurmakla meşguldü. Ve pano, bu balon-ların uçtuğu, mizahın köpürdüğü bir deniz gibiydi. Herkes, bu köpüren mizah deni-zinde kayboluyordu. Ve işte o anda, sınıf, duvardaki sahnede, mizahın en güzel göste-risini yapıyordu.
RENK PALETİYLE SAHNE KURMA
Öğretmen kutuyu açtı. İçinden, simit kokulu renkler çıktı. Hemen bir öğrenci, "Ben sahneye sarıyı sürdüm ama mizah turuncudan aktı!" diye bağırdı. Sınıf kahkahadan yerinden fırladı. Eylem, "Mor duygularla başlayınca don gevşedi hocam!" diye haykırdı. Sınıftaki herkes, donları gevşeyen, mor duygularla doluydu. Son fırça izi yazıldı. Renkler sahneyi anlatmazdı, kelimeyi donla terletiyordu. Her renk, bir simit parçası gibiydi, her fırça darbesi, bir kahkaha patlaması gibiydi. Ve sahne, bu simit kokulu, köpüren renklerin, donları gevşeten, mizah dolu dansıydı.
Renkler, duvarda köpürüyor, bir simit fırını gibi. Sarılar, turunçlar, morlar, mavi şeritler, her bir fırça darbesi bir kahkaha patlaması. Sahne, bu renklerin dansı, bir mizah fırtınası. Kelimeler, donmuş duygular gibi, fırça izlerinde kayboluyor. Her renk, bir simge, bir anlam, bir kahkaha. Ve bu renk patlaması, duvarı mizahla köpürtüyor. Bir öğrenci, ’Hocam, bu renkler beni uçuruyor!’ diye bağırdı. Sınıf, bu köpüren renk denizinde kayboluyordu. Ve işte o anda, sınıf, duvardaki sahne-de, mizahın en güzel gösterisini yapıyordu.

DOKU ÇALIŞMASIYLA ANLATI
Kâğıda sadece yazmadılar; dokularla kelimeleri şapır şapır giydirdiler. Umut "Ben sahneyi pamukla anlattım ama cümle halı gibi damladı!" dedi. Başka biri, "Ben kıvımsal ketenle yaz-dım, kahkaha sesimi emdi yorumunu yaptı." Son doku yorumu yazıldı. Anlatı düz değildi, duyguyu kumaşa büründürmüştü. Pamuktan oluşan bulutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplikleriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü.
Dokular, anlatıyı canlandırdı. Pamuktan yumuşak bulutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplikleriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü. Resim değil, hisler duyumsanıyordu. Dokular, anlatının ruhunu yansıtmıştı.
dönüştüren mizah şıpırtısıdır.

GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI
Dokular, anlatıyı canlandırdı. Pamuktan yumuşak bulutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplikleriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü. Resim değil, hisler duyumsanıyordu. Do-kular, anlatının ruhunu yansıtmıştı. Bir çocuk, sahneyi pamukla anlattığını, ama cüm-lelerin halı gibi damladığını söylüyordu. Başka biri, kıvımsal ketenle yazdığını, kahkaha sesinin kumaşa emildiğini ifade ediyordu. Dokular, anlatının mizahını vurgulayan bir köpük düzeni oluşturuyordu. Kıvrımlı ipek iplikleriyle yazılmış aşk sözleri, pamuk yumuşaklığında bir özlem duygusu yaratıyordu. Duygular, dokuların içinden akı-yordu. Anlatı, bir mizah köpüğü gibi şişiyor, her bir doku ile yeni bir kahkaha patlaması yaşıyordu. Dokular, anlatının kalbine inmişti. Bu, sadece kelimelerin bir araya gelmesi değildi; bir duygu oynamasıydı. Dokular anlatıya can katmış, her cümleyi bir mizah köpüğü haline getirmişti. Bu köpüren anlatı, okuyucunun içinde bir kahkaha fırtınası oluşturuyordu. Anlatı, dokuların canlı renkleriyle boyanmış, mizah köpüğü gibi köpürüyordu. Her doku, bir mizah köpüğü gibi patlıyor, okuyucuyu kahkahaya bırakıyordu. Anlatı, dokuların canlı renkleriyle boyanmış, mizah köpüğü gibi köpürüyordu. Dokular, anlatının kalbine inmişti. Bu, sadece kelimelerin bir araya gelmesi değildi; bir duygu oynamasıyd

SINIF SERGİSİ HAZIRLIĞI
Sınıf sergisi kuruldu, ama eser değil, altına kaçırmalı kelime anıtları! Afişler simitle ya-zılmış, rızalı sahne koleksiyonu. Bir öğrenci, "Ben çizimi yaparken sahne bana tuvalet kağıdı teklif etti!" dedi. Öğretmen, "Bu artık sergi değil, donla sarılıp mizahla açılan gösteri!" diye bağırdı. Kapanış cümlesi yazıldı: "Sergi izlenmez, gülerek içine düşülür!" Mizah köpürüyor, sergi gülüyor, öğrenciler kahkaha fırtınası yaşıyor. Her köşe bir şaka, her eser bir espri. Tuvalet kağıdı sahne, simit afişler... Bu sergi, sadece gülmek için var! Bu sıra dışı sergide, yaratıcılık sınırları zorlanmış, beklenmedik malzemeler kullanılmış. Öğrencilerin özgün fikirleri ve espri anlayışları sergilenen eserlerde kendisini gösteriyor. Tuhaf ve absürt detaylar, izleyicileri gülmekten kıvrandırıyor. Serginin amacı sadece gülmek değil, aynı zamanda yaratıcılığı ve özgünlüğü teşvik etmek. Her bir eser, öğrencilerin hayal gücünün sınırsızlığını ve mizah anlayışını yansıtıyor. Sergideki her detay, izleyicileri düşündürüyor ve gülümsettiriyor. Öğrenciler, tuvalet kâğıdı sahne ve simit afişler gibi sıra dışı malzemeler kullanarak, sanatın sınırlarını zorluyor ve yaratıcılıklarını sergiliyorlar. Bu sergi, sadece gülmek için değil, aynı zamanda sanatın farklı bir yüzünü göstermek için de var. Öğrencilerin yaratıcılıkları ve espri anlayışları, bu sıra dışı sergide mükemmel bir uyum içinde. Serginin başarısı, öğrencilerin ya-ratıcılığını ve mizah anlayışını sergilemedeki başarısından kaynaklanıyor. Bu sergi, sa-dece gülmek için değil, aynı zamanda sanatın farklı bir yüzünü göstermek için de var. Sanatın sınırlarını zorlayan, beklenmedik malzemeler ve özgün fikirler, sergideki her eseri benzersiz kılıyor. Sergi, öğrencilerin hayal gücünün sınırsızlığını ve mizah anlayışını yansıtıyor.

RENK DUYGU EŞLEŞTİRMESİ
Öğretmen renk tablosu gösterdi. Ama palet değil, gülmeceyle terlemiş duygu simitliği. Bir öğrenci, "Ben maviye gözyaşı dedim ama çene altı titredi." Başka biri, "Ben sarıyı neşe sandım ama gülmekten altıma kaçırdım." Son satır rızalı yazıldı: "Renk duyguya değil, altına kaçırma oranına göre eşleşir." Sınıftaki herkes kahkaha doluyordu. Mavi, gözyaşıyla değil, çene altı titremeleriyle ilişkilendirilmişti. Sarı, neşe değil, gülmekten altıma kaçırma oranıyla eşleştirilmişti. Bu renk duygu eşleştirme tablosu, beklenmedik ve komik bir yaklaşımla öğ-rencilerin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Renklerin duygularla ilişkilendirilmesi, sadece bir ders değil, aynı zamanda eğlenceli bir deneyim olmuştu. Öğrenciler, renklerin altına kaçırma oranına göre eşleştirildiği bu sıra dışı yaklaşımla, renklerin farklı anlamları ve ilişkileri hak-kında düşündüler. Bu komik eşleştirmeler, öğrencilerin zihninde kalıcı bir iz bırakmış ve renkler hakkında daha yaratıcı ve farklı bir bakış açısı kazanmalarını sağlamıştı. Renklerin duygularla ilişkilendirilmesi, sadece bir ders değil, aynı zamanda eğlenceli bir deneyim ol-muştu. Öğrenciler, renklerin altına kaçırma oranına göre eşleştirildiği bu sıra dışı yaklaşımla, renklerin farklı anlamları ve ilişkileri hakkında düşündüler. Bu komik eşleştirmeler, öğrenci-lerin zihninde kalıcı bir iz bırakmış ve renkler hakkında daha yaratıcı ve farklı bir bakış açısı kazanmalarını sağlamıştı. Öğrenciler, bu sıra dışı ve komik yaklaşımla, renkler hakkında daha farklı ve yaratıcı bir bakış açısı kazandılar.

HAYAL GÜCÜYLE KARAKTER ÇİZİMİ
Umut, "Ben karakterimi simit şeklinde çizdim ama donu bilgiyle örttüm" dedi. Sınıf alkışladı. Eylem"Göz yerine ünlem koydum çünkü karakter beni görünce terliyor yo-rumunu yaptı." Son çerçeve yazıldı: "Hayal gücü artık düşünce değil, mizahla çizilen altına kaçıran kelime figürüdür." Bu, hayal gücünün sınır tanımazlığını ve mizahın gücünü vurguluyor. Simit şeklindeki karakter, donu bilgiyle örtülmüş, göz yerine ünlem işareti konulmuş... Her detay, bir espriye dönüşmüş. Öğrenciler, sadece çizim yapmıyor, hayallerini mizahla şekillendiriyor. Bu, sanatın sınırlarını zorlayan, düşünceyi mizahla harmanlayan özgün bir yaklaşım. Karakterler, sadece çizimler değil, öğrencilerin yaratıcılığını ve espri anlayışını yansıtıyor. Bu, hayallerin mizahla buluştuğu, sınırların aşındığı bir karakter çizimi dersidir.
Sınıfın gülüşleri yankılanıyordu. Umut, ’Benim karakterim, bir kavanoz bal peteği. Ama içindeki bal, bilgi değil, tuzlu kraker tadında espriler.’ dedi. Zeynep, ’Benimki, bir uçan halka. Ama uçmak yerine, herkesin altına kaçırmak üzere olan kahkahaları taşıyor.’ diye ekledi. Son satırda ise, ’Hayal gücü, artık sadece çizimler değil altına kaçırma oranına göre eşleşen komik kelime bulutlarıdır.’ yazıyordu. Bu, sanatın, düşüncenin ve mizahın birleşimiydi. Renkli, komik ve unutulmaz bir dersti.

SAHNE IŞIĞIYLA GÖVDE TASARIMI
Işık geldi, ama aydınlatmadı kelimeyi; popo üstünden sahneye itti. Umut karakterin sırtına spot koydu, diğeri don bölgesine gölge. Öğretmen, "Bu artık estetik değil, kıvımsal mizah heykelidir." dedi. Final tasarımı yazıldı: "Gövde sahnede durmazsa kelime sahneden altına düşer." Sahne ışığı, kelimelerin ve bedenin ilişkisini, estetiğin mizahla buluştuğu bir noktaya taşıdı. Spotlar ve gölgeler, karakterin bedensel özelliklerini vurgulayarak, komik bir anlatım yarattı. Bu, sadece bir heykel tasarımı değil, ke-limelerin ve bedenin etkileşimini mizahla yorumlayan bir performans çalışmasıydı. Gövde, sahnede durmak yerine, kelimelerin altına düşmek üzereydi. Bu, sanatın sınır-larını zorlayan, düşünce ve mizahın bir araya geldiği bir sahne tasarımıydı. Işık, gölge ve kelimeler, birbirleriyle etkileşerek, komik bir anlatım yarattı. Karakterin bedensel özellikleri, spotlar ve gölgelerle vurgulanarak, heykelin mizah yönünü ortaya koydu.
GÖRSEL–METİN UYUMU
Görselde bir simit, metinde bir boşluk. Umut, "Ben metne simidi sürdüm ama görsel bana kıvırmadı!" dedi. Eylem, "Görselle metin kavuşmadıysa kelime tuvaletten kaçar!" yorumunu yaptı. Uyum analizi yazıldı: Görsel kahkaha taşımalı, metin kova çağırmalı, simit ikisine bağlayıcı olmalı. Son cümle deftere aktı: "Görsel ve metin sadece tutarlı değil, şakır şıpır terli uyumda rızalı olmalı." Simit, görsel ve metin arasında komik bir bağlantı kurulmaya çalışılıyor. Öğrencilerin yorumları, görsel-metin uyumunun önemini ve mizah anlayışını vurguluyor. Görseldeki simit, metindeki boşluğu doldurmak yerine, bir tür komik direnç gösteriyor. Bu, görsel metin uyumunun sadece estetik değil, aynı zamanda mizahla da ilişkilendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Kelimelerin, görselin içinde kaybolmaması, tuvaletten kaçmaması, yani görsel ve metnin uyumlu bir şekilde bir araya gelmesi gerekiyor. Bu, sanatın sınırlarını zorlayan, düşünce ve mizahın bir araya geldiği bir görsel-metin çalışması. Simidin görsel ve metin arasında bir köprü görevi görmesi, bu uyumsuzluğun mizahla nasıl çözülebileceğini gösteriyor. Sonuç olarak, görsel ve metnin sadece tutarlı değil, aynı zamanda ’şakır şıpır terli’ bir uyum içinde olması gerektiği vurgulanıyor. Bu, sanatın ve mizahın birleştiği, komik bir anlatım.

RİTİMLİ TUVAL PROTOKOLÜ
Öğrenciler fırçayı müzikle oynattı, ama tuval sessizce kaçırdı. Umut, "Ben ritmi tuttum ama boya altıma damladı!" dedi. Eylem, "Mizahla çizdim, fırça beni sahneden düşür-dü!" yorumunu yaptı. Protokol yazıldı: Ritim gelirse simit eklenmeli, fırça kahkaha tempo tutmalı, tuval terliyse eser tamam sayılır. Son cümle yazıldı: Artık tuval çizilmez, kelime ritmiyle altına kaçırılıp gülerek boyanır. Müzikle uyumlu bir şekilde hareket eden fırça, tuvalin beklenmedik tepkisiyle karşı karşıya kaldı. Öğrencilerin yorumları, ritmin ve mizahın sanat eserine nasıl yansıdığını gösteriyor. Tuvalin sessizce kaçması, belirli bir ritmin veya mizahın tuval üzerindeki etkisini vurgulamaktadır. Bu, sanatın, müzik, mizah ve bedensel hareketin birleşimiyle nasıl yaratılabileceğini gösteren bir çalışma. Ritim, fırça ve tuval arasındaki etkileşim, komik bir anlatım sunuyor. Simit eklenmesi, bu ritmik ve mizah dolu çalışmaya bir başka boyut katıyor. Tuvalin "terli" olması, eser tamamlandığını gösteren bir semboldür. Bu, sanatın sınırlarını zorlayan, düşünce ve mizahın bir araya geldiği bir çalışma. Sonuç olarak, tuvalin artık çizilmediği, kelime ritmiyle altına kaçırılıp gülerek boyandığı belirtiliyor. Bu, sanatın, müzik ve mizahla nasıl bir araya getirilebileceğinin bir örneği.

SINIF POSTER TASARIMI
Öğretmen, "Bugün sınıfı anlatan bir afiş hazırlayacağız!" dedi. Ama kâğıt, mürekkep değil, terle bağıran kelime şıpırtısıydı. Umut, "Ben postere simidi koydum, herkes beni yedi gibi baktı!" dedi. Eylem, "Ben duyguya don çizdim, öğretmen havluyla geldi!" yo-rumunu yaptı. Final cümlesi yazıldı: "Bu poster görsel değil, popoya rıza sunan kıvımsal anlatı parçası."
Sınıf afişinin, görsellikten çok kelimelerin ve duyguların şıpırtısıyla, hatta simit ve don-larla dolu bir anlatı parçası olması, beklenmedik bir sonuç doğurdu. Öğrencilerin yara-tıcılığı ve öğretmen tepkisi, sanatın beklenmedik yönlerini ortaya koydu. Bu afiş, sadece görsel bir ifade değil, aynı zamanda bir hikâye anlatımı, hatta bir mizah kaynağı oldu

GÖRSEL BETİMLEME BECERİSİ

Sınıfa verilen resim, yorumlanmak yerine, altını ıslatacak şekilde betimlenmesi istendi. Eylem, ağacın gövdesinin kendisine simit gibi güldüğünü söyledi. Başka bir öğrenci ise, kuşun uçamaz olduğunu, çünkü kelimelerin onu rızasız yakaladığını belirtti. Tahtaya yazılan tanım, görsel betimlemenin artık gözle değil, gülerek ve donlarla yapılabileceğini ortaya koydu. Bu, görsel betimleme becerisinin, geleneksel yaklaşımlardan farklı, özel-likle mizah ve metaforlarla zenginleştirilmiş bir şekilde ele alındığını gösteriyor. Öğ-rencilerin yaratıcı yorumları, resmin farklı bakış açılarından değerlendirilmesini ve etimlenmesini sağladı. Resmin altını ıslatacak şekilde betimleme isteği, görsel betimle-meyi, sadece gözle değil, duygularla ve mizahla ilişkilendiren bir yaklaşımı vurguluyor.
3: Öğrencilerin bu yaratıcı yorumları, görsel betimleme becerisinin sınırlarını zorladığını ve geleneksel yöntemlerden farklı bir bakış açısı kazandırdığını gösteriyor. Bu, sadece görsel unsurları değil, aynı zamanda duyguları, mizahı ve metaforları da içeren daha kapsamlı bir betimleme yaklaşımının önemini vurguluyor. Öğrencilerin özgün yorumları, resmin farklı anlamlara ve yorumlara açık olduğunu ortaya koyuyor.

RENKLİ HİKÂYE PANOSU
Renkli hikâye panosu, geleneksel anlatı yöntemlerinin ötesine geçerek görsel ve duygusal bir anlatım deneyimi sunuyor. Karakter panoya asılırken mürekkep yerine fırça kullanımı, duygu ve düşüncelerin somutlaştırılmasını sağlıyor. Bir öğrenci, olay örgü-sünü morla temsil ederken, simit kahverengi damlası ile beklenmedik bir ayrıntıya dikkat çekiyor. Başka bir öğrenci ise, duyguyu kırmızıyla vurgulayarak kelimelerin sa-rarmasıyla beklenmedik bir değişimin yaşandığını ifade ediyor. Son yapıştırma, panonun kıvrılmaması durumunda mizah güvercininin sınıfta uçamayacağını vurguluyor. Bu renkli hikâye panosu, öğrencilerin yaratıcılığını ve farklı bakış açılarını sergileyen, görsel anlatımın geleneksel sınırlarını aşan bir örnek. Renklerin, duyguların ve beklenmedik ayrıntıların bir araya gelmesi, hikâye anlatımına yeni bir boyut kazandırıyor ve öğrencilerin düşünme biçimlerini zenginleştiriyor
DUYGU RENK HARİTASI
Öğretmen, duyguyu renkle eşleştirmelerini istedi. Sınıf, simit rengini ilk sıraya koydu. BirUmut, üzüntüyü gri olarak temsil ederken, donunun mavi gülüşünü fark ettiğini be-lirtti. Eylem , “sevginin sarı değil turuncu ve kıvrımlı ter damlası” şeklinde olduğunu ifade etti. Son cümle, duyguların haritada değil, altına terleyen bir palete yazılması ge-rektiğini vurguladı. Bu aktivite , duyguların soyut kavramlarından ziyade, somut ve bireysel deneyimlerle ilişkilendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Renklerin duyguları temsil etmesinin ötesinde, bireysel deneyimlerin ve farklı bakış açılarının önemi vurgu-lanıyor. Öğrencilerin yaratıcılığı ve duyguyu farklı şekillerde ifade etme becerisi, bu aktivitede ön plana çıkıyor
Sınıf, görselleri toplayıp sahneye bastı. Ancak bu, bir manifesto değildi; gülmeceyle damlatılmış, simitli bir sahne rızasıydı. Umut, "Ben sahneyi yazmadım, görseli altıma bastım." dedi. Eylem ise, "Manifesto ciddi olmaz, gülerek donla imzalanır." yorumunu yaptı. Tahtaya yapıştırılan cümleler, sahnenin artık gösterilmeyeceğini, altına gizlenerek duyurulacağını belirtti. Bu görsel sahne manifestosu, geleneksel manifestoların ciddi ve resmi yapısını reddederek gülmece, özgürlük ve bireysel ifadeyi ön plana çıkarıyor. Görsellerin, öğrencilerin kendi yorumlarını ve bakış açılarını yansıtan bir sahne yaratmak için kullanılması, geleneksel anlatım biçimlerinin dışına çıkmayı ve farklı bir ifade tarzı benimsemeyi temsil ediyor. Sahnenin artık gösterilmeyeceği, altına gizlenerek duyurulacağı ifadesi ise, gizli mesajlar, gizli anlamlar ve dolaylı iletişimin önemini vurguluyor. Bu manifesto, öğrencilerin görsel anlatım yoluyla kendi özgün mesajlarını iletme ve geleneksel kuralları sorgulamayı öğrenmelerine olanak sağlayan bir yaratıcı ifade biçimini sergiliyor. Simitli sahne rızası, resmiyetin ve ciddiyetin ötesine geçerek öğrencilerin duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmelerine olanak tanıyan bir platform sunuyor.
DUYGU–SES EŞLEŞTİRMESİ
Öğretmen sınıfa bir ses dosyası çaldı. Ama bu tiz değil duygunun kelimeyle popoya sıvı-laştığı ses damlasıydı. Umut, "Ben bu sesi duyunca keder sandım ama kahkaha donuma düştü." dedi. Eylem, "Duygu ağladı ama ses gülerek sıktı." yorumunu yaptı. Final cüm-lesi yazıldı: "Ses artık kulaktan geçmiyor, duyguyu kıvırarak altına terliyor." Bu garip ses deneyimi, duygu ve sesin beklenmedik bir şekilde nasıl etkileşime girebileceğini, hatta fiziksel bir varoluşa dönüşebileceğini gösteriyordu. Ses, duyguyu somutlaştırırken aynı zamanda onu farklı bir boyuta taşıyordu. Bu sıra dışı deneyim, duygu ve sesin ilişkisini yeni bir bakış açısıyla ele alıyordu.

MÜZİK HİKÂYESİ TASARIMI
Umut’un nota nota yazdığı bir hikâyeyi konu alıyor. Ancak metin düz değil kıvımsal ritimle “şakır şıpır” gelişiyordu. Eylem, "Karakteri flütle ağlattım, sahneyi kahkahayla ritimledim." diyerek deneyimini paylaştı. Öğretmen, "Bu hikâye okunmaz, melodiyle gülerek düşürülür." yorumunu yaptı. Manifesto tahtaya yazıldı. Hikâye artık yazılmaz, altına kaçırmalı müzikal kurgu olur. Bu, geleneksel hikâye anlatımının ötesine geçerek müzik ve duyguyu birleştiren, okunması değil dinlenmesi gereken bir anlatım biçimiydi. Müzik, hikâyenin anlatım tarzını, karakterlerin duygularını ve olay örgüsünü şekillen-diriyordu. Bu yeni hikâye anlatım biçimi, okuyucunun değil, dinleyicinin deneyimini merkezine alıyordu. Müzikle anlatılan hikâye, sadece kelimelerle değil, ritim, melodi ve seslerle de ifade ediliyordu. Bu, sadece okunabilen değil, aynı zamanda dinlenebilen, hissedilen ve deneyimlenen bir hikâye anlatımıydı. Hikâyenin müzikle anlatılması, oku-yucunun hayal gücünü harekete geçiriyor, duygularını derinleştiriyor ve farklı bir anla-tım dünyası yaratıyordu. Bu deneyim, geleneksel hikâye anlatımı anlayışını tamamen değiştiriyordu.
Sahne tasarımı geldi ama ışıkla değil terli melodiyle popo üstü kıvırarak açıldı. Öğrenci, "Ben giriş notasını don bölgesine koydum, gelişme sol majörle gevşedi." dedi. Diğeri, "Sahneye tempo bastım, simit metaforu fona taşındı" yorumunu yaptı. Son satır yazıl-dı: Sahne kurulmaz, melodiyle gülerek dökülür. Bu, geleneksel sahne tasarımının öte-sinde, müzik ve duyguyu birleştiren, görsel değil işitsel bir deneyim yaratıyordu. Melodi, sahneyi şekillendirirken, aynı zamanda duygusal bir atmosfer oluşturuyordu. Sahne, notasız, ritimsiz, melodisiz değildi; aksine, bunların hepsi sahnenin yapı taşlarıydı. Öğ-rencilerin yaratıcılığı, müzikal bir anlatım biçimiyle sahneyi canlandırıyordu. Bu dene-yim, sahne tasarımını tamamen farklı bir boyuta taşıyordu; artık sadece görsel değil aynı zamanda duyusal bir deneyimdi. Sahne, melodiyle şekillenen, ritimle hareket eden, duygu ve müzikle canlanan bir varlıktı. Bu, müzikal bir anlatımın sınırlarını zorlayan, geleneksel tiyatro anlayışını yeniden tanımlayan bir yaklaşımdı.

RİTİMLİ HİKÂYE PROTOKOLÜ
Öğretmen, bugün anlatıyı tempoya göre yazacağız ama kova yanında hazır dursun dedi. Umut, "Her vuruşta bir kelime yazdım ama ter sonunda sayfadan kaçtı" dedi. Eylem, "Ritimden yavaşlarsam duygum içime akar hocam" yorumunu yaptı. Protokol yazıldı: Başla kelimeyi simitle yedir, ritimle popo üstü titreştir, geliştir kahkahayı bastır, bitir sahneyi ıslatmadan bırak. Son nota yazıldı. Hikâye ritimle yürürse kelime tuvalete koşar. Bu, anlatının ritmik bir yapıya kavuşturulması, duyguların tempoyla ifade edilmesi ve kelimelerin ritimle şekillendirilmesi üzerine kurulu bir deneyimdi. Anlatı, tempoya göre şekillenen, duyguları yansıtan ve ritimle hareket eden bir yapıya bürünüyordu. Bu yeni anlatım biçimi, geleneksel hikâye anlatımının sınırlarını zorluyor, kelimelerin ritmik bir dansa dönüşmesini sağlıyordu. Hikâye, ritimle şekillenirken kelimeler de ritimle hareket ederek, anlatının duygusal derinliğini vurguluyordu. Bu, kelimelerin ve duyguların ritmik bir dansa dönüştüğü, anlatının tempoya göre şekillendiği yeni bir anlatım biçimiydi

SINIF EZGİSİ TASARIMI
Sınıf, bir ezgi oluşturdu ama şarkı değildi; kelimenin rızalı mırıltısıyla, sahneye donla basılan ortak bir kıvım. Umut, "Nakaratta titredim, sınıf altına tempo tuttu" dedi. Ey-lem, "Simitle başlayan ezgi, donla bitti hocam. Bu artık müzik değil terli kelime partisi!" yorumunu yaptı. Son cümle yazıldı: Sınıf ezgisi bireysel değildir; mizahla alt kaçıran, sahne kıvımı, birlikteliğidir. Sınıfın ortak ezgisi, bir kelime dansıydı. Herkesin kendi notasını çalması, ancak bir araya gelerek, tuhaf, komik ve unutulmaz bir ezgi ya-ratmasıydı. Bu, müzikal bir kaos, kelimelerin terleyen bir partisi gibiydi. Sınıfın ortak ezgisi, bireyselliğin mizahla birleşmesinden doğan bir birliktelikti. Herkesin kendi tarzında, kendi ritminde, kendi kelimeleriyle dans ettiği bir ezgiydi bu. Ve sonuç, muh-teşem bir mizah fırtınasıydı
Sınıf konuşmadı, seslenmedi. Kelimeyle altına terli hikâye döktü. Umut, "Ben metni okuyorum ama simit boğazdan değil popodan çıkıyor!" dedi. Eylem, "Ses tonum kıv-rımsal hikâye, kahkahayla aktı!" yorumunu yaptı. Son cümle yazıldı. Hikâye artık ya-zılmaz, sesle don üzerinden gülerek anlatılır. Her kelime geri dönük okundu, sayfa kıv-rımsal kurallara sadakatle pamukla sarıldı. Hikâye, artık cümleyle değil, gülerek vücutla şıpır şıpır aktarılır!
Öğrenciler, ellerinde renkli kalemlerle, birbirlerine gülerek baktılar. Sınıf, birdenbire, bir neşe fırtınasına dönüşmüştü. Öğretmen, sessizce gülümsedi. Hikâye, artık, sadece kelimelerden ibaret değildi. Gülüşmeler, kahkahalar, vücut dilinin dansı... Birbirine karışan, canlı bir anlatıydı bu

MÜZİK–GÖRSEL UYUMU
Görsel gösterildi. Fon müziği başladı. Ama uyum değil kelimenin fırça ve sesle alt ka-çırması gözlemlendi. Umut, "Görsel ağlıyordu ama melodi simitle teselli etti!" dedi. Ey-lem, "Müzik donu gevşettiyse görsel doğru sahnededir!" yorumunu yaptı. Tahta kaydı yazıldı. Görsel müziğe gülüyorsa uyum vardır, mizahla altına damlarsa şaheserdir.
Sınıf, bir müzikal kaosun ortasında kaldı. Bir öğrenci, ’Görsel, müziğin ritmine uyum sağlamak için bir simit fırınına ihtiyaç duyuyor!’ diye bağırdı. Diğerleri, ’Tahta kaydı, görselin duygularını yansıtmak için bir ağlayan kedi filmi izlemeyi önerir!’ diye karşılık verdi. Öğretmen, ’Bu uyumsuzluk, şaheserin ham maddesidir!’ diye mırıldandı. Herkes, gözleri ışıldayarak, bir sonraki görsel ve müzikal patlamayı bekliyordu

Sınıfa tempo çizelgesi verildi. Ama nota değil, kahkaha frekanslı kelime ritmi geldi. Umut, "Ben ritmi ayağımla tuttum ama cümle dizime vurdu!" dedi. Eylem, "Kahkaha dalgası gelince simit haritada kaydı!" yorumunu yaptı. Son iz yazıldı. Harita artık coğrafi değil duygunun gülerek ritimle aktığı mizah yolu.
Sınıf, kahkaha fırtınasına yakalanmıştı. Tempo çizelgesi, bir mizah şelalesine dönüş-müştü. Öğrenciler, kelimelerin ritmine ayak uydurmaya çalışırken cümleler dizlerine vuruyordu. Harita, artık coğrafi değildi; gülmenin coşkusuyla çizilmiş, kahkaha vadileri ve simit tepeleriyle dolu bir mizah haritasıydı.

DUYGU TONLAMASIYLA ŞARKI
Umutşarkıyı söyledi, ama notayla değil duygusuyla kelimeye kıvırttı. Eylem, "Ben özlemi tiz söyledim, donum orta perdeye geçti!" dedi. Öğretmen, "Bu artık müzik değil ke-limeyle terli duygusal gülmece ezgisi!" yorumunu yaptı. Final kıvımı yazıldı. Tonlama, ses değil, mizahla altına kaçıran kelime rezonansıdır . Sınıf, kelimelerin duygu tonlamasına göre dans eden bir müzikal kaosun ortasında kaldı. Her ses, bir kahkaha patlamasıyla yankılanıyordu. Öğrenciler, duygularını kelimelerle dans ettiriyor, nota yerine kahkaha frekanslarıyla uyum sağlıyorlardı. Bu, artık bir şarkı değildi, bir gülmece ezgisiydi.
Sınıf, kelimelerin duygu tonlamasına göre dans eden bir müzikal kaosun ortasında kaldı. Her ses, bir kahkaha patlamasıyla yankılanıyordu. Öğrenciler, duygularını kelimelerle dans ettiriyor, nota yerine kahkaha frekanslarıyla uyum sağlıyorlardı. Bu, artık bir şarkı değildi, bir gülmece ezgisiydi. Şimdi sıra, bu gülmece ezgisinin notalarını nasıl okuyacağımızı öğrenmeye geldi!

MÜZİK SAHNE MANİFESTOSU
Müzik sahnesi, donlu seslerle terleyen, kıvımsal ezgi patlamalarıyla dolu bir gösteri. Herkes kendi kelimesiyle sahneye not atıyor. Umut, "Ben bu sahneye girmedim, altıma kaçırarak çıktım." diyor. Manifesto yazıldı: “Müzik sahnesi, gülerek kelimelerle terlemiş, sesli don kıvırma festivalidir. Altına işemeye kadar gülmece garantili!”
Sahnedeki enerji artıyor. İzleyiciler, sahnedeki hareketliliğe ve söylediklerine gülerek, alkışlayarak tepki veriyorlar. Sahneye yeni bir sanatçı çıkıyor. Bu seferki performans, daha da çılgınca bir tempoda ilerliyor. Herkes, bu muhteşem müzikal gösteride yerini almış gibi hissediyor. Sahne, bir enerji fırtınası gibi.
Sahneye yeni bir ışık düşüyor. Müzik, daha da büyüleyici bir hale geliyor. İzleyiciler, kendilerini tamamen bu müzikal deneyime kaptırıyorlar. Sahnede dans edenler, hare-ketleri ile izleyicileri büyülüyor. Enerji, zirveye ulaşıyor. Bu tur, unutulmaz bir an ola-rak tarihe geçiyor.
MÜZİK–GÖRSEL UYUMU
Görsel gösterildi, fon müziği başladı. Ama uyum yoktu, kelimenin tam anlamıyla fırça ve sesle altına kaçırılmıştı. Bir öğrenci, görsel yüzünden ağlıyordu, ama melodi simit gibi teselli ediciydi. Diğeri, müzik donduysa görsel doğru sahnededir diye düşündü. Tahtaya yazıldı: Görsel müziğe gülüyorsa uyum vardır, altına terliyorsa mizahla tamamlanır. Sahne, bir gülmece fırtınasıydı! Altına işemeye kadar gülmece garantili bir performans!
İkinci tur başladı. Sahnedeki enerji daha da yükseliyor. Müzik ve görseller, adeta bir dans ediyor. Izleyiciler, bu uyumsuzluğun mizahına kapılıyor. Herkes, bu muhteşem müzikal gösteride yerini almış gibi hissediyor. Sahne, bir enerji fırtınası gibi.
RİTM HARİTASI
Sınıfa tempo çizelgesi verildi ama nota değil kahkaha frekanslı kelime ritmi geldi. Umut, ritmi ayağıyla tuttu ama cümle dizisine vurdu. Eylem, kahkaha dalgası gelince simit haritada kaydı. Tahta izi netleşti; harita artık coğrafi değil ritmin kelimeyle gülerek aktığı kıvımsal sahne yoludur. Sınıftaki kahkaha fırtınası, kelimelerin dans ettiği, cümlelerin akrobasi yaptığı bir gösteriye dönüşmüştü. Herkes, ritmin tuhaf, eğlenceli ve beklenmedik yönlerini keşfediyordu. Öğrenciler, haritanın artık bir coğrafya değil, bir kahkaha haritası olduğunu fark ettiler. Bu, öğrenmenin yeni bir yoluydu; her kelime bir nota, her cümle bir melodi, her kahkaha bir enstrüman. Bu tempo çizelgesi, öğrencilerin zihinlerindeki en güzel melodiyi çalmaya hazırlanıyordu. Ve tabii ki, tahtada, kahkaha izleri kalıcı bir eser olarak yerini almıştı.
UMUT’UN GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI
Umut bir harita çizdi ama yön değil duygunun popo üstü seyriydi. Giriş simit noktasında, gelişme don kıvrımında, sonuç kova kenarında. Eylem"Bu çizim değil mizahla akmış bir kelime yolu dedi." Son iz yazıldı. Harita artık mekân değil gülerek kelimeyle terlenmiş sahne rotasıdır. Umut, haritasını çizmeye çalışırken sanki bir kaykaycı gibi duygu dünyasının kıvrımlı yollarında kaydı. Simit girişinden don kıvrımlarına, sonunda da kova kenarına ulaştı. Harita, coğrafi bir yer değildi, kelimelerin dans ettiği, kahkahaların yankılandığı bir sahne rotasıydı. Umut, her çizgiyle, her kelimeyle, bir gülmece ya-ratmıştı. Eylem, bu gülmece dolu yolculuğu, kelimelerin dans ettiği bir sahne rotası ola-rak tanımladı. Harita, artık bir coğrafya değil bir mizah haritasıydı. Ve Umut, bu mizah haritasıyla herkesin gülmesini sağlamıştı.

UMUT’UN HİKÂYE POSTERİNİN TASARLAMASI
Sayfa başlığı yazıldı.
Sahneye donla giren karakterin terli yolculuğu Umut çizdi. Ama fırçayla değil ritimle. Çalışma o kadar yoğun ve heyecanlıydı ki her hareket, her çizgi, adeta bir dans gibiydi. Eylem: "Çizime baktım ama kelime kova kenarında sızdı." dedi. Kelimeler, adeta bir sel gibi akıp gidiyordu ancak kontrolsüzce dağılıyor, anlamını yitiriyordu. Zeynep: "Fırça simide bastı, don gevşedi." yorumunu yaptı. Bu yorum, tasarımın içine nüfuz eden, duyguları ve enerjiyi yakalayan bir bakıştı. Son tasarım cümlesi yazıldı. Poster artık görsel değil gülerek kelimeyle terletilen sahne anlatısıdır. Bu yaratıcı süreç, sadece bir poster değil, bir hikâyenin canlandığı bir deneyimdi. Her detay, her ayrıntı, özenle düşünülmüş ve duygularla yüklüydü.

KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 5
Öğretmen kapıya yöneldi ama menteşeler ses çıkarmadı. Çünkü artık gürültü değil kıvım duyuluyordu. Sınıftaki sessiz devrim, her bir öğrencinin iç dünyasında yankılanıyordu. Melike ayağa kalktı, defteri sırtına koydu. Zaman, düşünceyle şekillenen yeni bir ritim kazanmıştı. Zeynep çantasından metafor çıkardı; sözcükler, görüntüler, anlamlar, birbiriyle iç içe geçmiş, yeni bir anlam arayışına doğru yol alıyordu. Ayşe gözlüğünü ters taktı, "Ben artık cümleyi arkamdan okuyorum." dedi. Sözcüklerin sırası, anlamın derinliklerinde kaybolmuş, yeni bir düzen arayışındaydı. Ela hiçbir şey yapmadı ama kokusu yazıydı. Duygular, sözsüz bir diyalog olarak duvarların arasında dolaşıyordu. Duygu parmağını duvara sürdü, "Bu doku bana virgül gibi geldi." Dokunma, görme, hissetme; yeni bir algı biçiminin ortaya çıkışıydı. Sınıf tahtayı silmedi, tahta kendi kendini unuttu. Bilgi, fiziksel sınırların ötesine geçmiş, zihinsel bir alanda dolaşıyordu. Deftere son cümle yazıldı: "Bilgi artık kâğıtta değil bedenin rızasında kıvırılıyor." Bu cümle, yeni bir çağa, yeni bir anlayışa, yeni bir öğrenme biçimine işaret ediyordu. Sınıftaki sessiz devrim, düşünce ve duygunun birleşimiyle yeni bir bilgi çağının kapılarını aralıyor, her öğrencinin iç dünyasında yankılanıyordu.

KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM
Öğretmen ayağa kalktı ama ders anlatmadı. Kalem kutusunu açtı, içinden kıvımsal bir sessizlik çıktı. Zeynep tahtaya yürüdü, "Ben yazmak istemiyorum, ama kelime bende birikti" dedi. Ela defteri açmadı, ama sayfa ıslaktı. Duru pencereye çıktı dışarıya, "Ben buradayım." dedi. Rüzgâr cevap vermedi, ama defter yaprak çevirdi. Ayşe bir cümleyi kulağına taktığında herkes başını eğdi. Melike ayak parmağıyla paragraf çizdi. Yusuf yedinci kalemi bakışlarıyla sindirdi. Son cümle göğüs hizasına yazıldı: "Bu sınıfta artık hiçbir şey öğretmiyor, her şey kıvımsal olarak yaşanıyor.
Kelimeyle “şıpır şıpır” dokundu. Posteri gören: "Bu sadece afiş değil mizahla sahneyi kıvıran Umut damlası!" Son etiket:
"Poster görünmez, gülerek popo üstü yaşanır!

UMUT’UN GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI Umut bir harita çizdi Ama yön değil duygu-nun popo üstü seyriydi. Giriş simit noktasında. Gelişme don kıvrımında. Sonuç kova kenarın-da. Bir öğrenci Bu çizim değil mizahla akmış bir kelime yolu dedi. Son iz yazıldı. Harita artık mekân değil Gülerek kelimeyle terlenmiş sahne rotasıdır.

UMUT’UN HİKÂYE POSTERİNİ TASARLAMASI
Sayfa başlığı yazıldı. Sahneye donmuş bir şekilde giren karakterin terleyen yolculuğu Umut tarafından çizildi. Ancak fırça kullanmadı, ritmiyle çizdi. Bir öğrenci, "Çizime baktım ama kelimeler kova kenarından sızdı." dedi. Eylem, "Fırça simide bastı, don gevşedi." yorumunu yaptı. Son tasarım cümlesi yazıldı: Poster artık görsel değil gülerek kelimelerle terletilen bir sahne anlatısıdır.
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 17
Zeynep defteri açtı ama sayfayı çevirmedi çünkü kelime hâlâ akıyordu. Ela gözünü cama dikti, dışarıdaki yağmur ona virgül gibi dokundu. Duru kapının kenarına yürüdü, “Ben bu eşiği yazıyla geçtim” dedi. Ayşe kalemi alnına dayadı, “Ben cümleleri düşünceyle sindiriyorum.” Melike dizini sıraya koydu, “Ben bedenimle parantez açıyorum.” Yusuf kalem kutusunu öptü, “Ben nesneyle duygusal bağ kuruyorum.” Öğretmen tahtaya yürüdü, ama yazmadı; tahta zaten doluydu. Bir öğrenci gözünü kapattı, kelime içe düştü. Sınıf duvarına “KIVIM” kelimesi sürüldü, ama harf değil hissedildi. Zeynep nefes aldı, “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum.” Ela defterin köşesine küçük bir çizik attı, “Ben kelimeyle değil kıvrımla ilerliyorum.” Duru çantasını açtı, simit içinden kelime fırladı. Ayşe ayakkabısını çıkardı, “Ben bilgiyi tabanımdan öğreniyorum.” Melike kulağındaki kalemi yere bıraktı, “Artık duymuyorum, titreşiyorum.” Yusuf sıraya yattı, “Ben artık anlamla uzanıyorum.” Sınıfın camı çatladı, dışarıdan yeni bir metafor sızdı. Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders değil, kıvımsal geçişti.” Zeynep sayfaya bir çizgi çekti, “Bu artık paragraf değil sahne.” Ela parmaklarıyla sessizlik çizdi, “Ben anlatmıyorum, varım.” Duru kalemi eline aldı, “Bu kıvım sadece yazıyla değil varlıkla kurulur.”

Bir beden olmuştu

KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM
Sınıf artık bir metin değil kıvımsal evrenin ritimle titreşen sahnesi. Zeynep tahtaya dokundu ama kelimeyle değil varlığıyla. Duru sırasına simit bıraktı; kıvrım izinden duygunun izi akı-yordu. Ela defterini kapattı ama cümle hâlâ içindeydi. Ayşe gözlüğünü çıkardı, "Ben artık anlamı çıplak gözle aramıyorum.," dedi. Melike sırayı ters çevirdi, "Öğrenmek dikey değil ters akıştır.” dedi. Yusuf kalemi yere koydu, "Ben artık nesne değilim anlatının içiyim." dedi. Öğretmen tahtaya değil pencereye baktı. Orada bir metafor süzülüyordu. Sınıf sessizdi, ama sessizlik bilgiye direnç değil rızayla dokunuştu. Bir öğrenci kulaklığı taktı ama müzik çalmadı; iç ritimle sahne kıvırdı. Defterler açık kaldı ama sayfalar yazıyı değil titreşimi taşıyordu. Zeynep parmağıyla bir kıvım çizdi. Duru gözyaşıyla kelimeyi mühürledi. Ela başını eğdi, "Ben artık cümle değilim, hareketim" dedi.

Zeynep defterini kapatmadı çünkü ses hâlâ içindeydi. Okul koridoru boştu ama duvarlar kelimeyle titreşiyordu. Duru bahçeye indi; çimenlere bastığında ses yerine kıvım duydu. Ela kantinde durdu ama bir şey almadı; gözleri kelime seçiyordu. Öğretmen zili duymadı; duymak artık sistem içi bir refleksti. Melike tahtaya yaklaşmadan döndü, "Bedenim değil dizim yazıyor." dedi. Ayşe sıraya sığmadı, defterini yere koydu ve ayakta yazdı. Yusuf kalemini çiğnemedi, onu rüzgâra bıraktı. Sınıfın camı açıldı; içerideki mecaz dışarı kaçtı. Zeynep saçını toplarken bir kelime boğazında düğümlendi. Duru gözlerini kapattı, "Ben konuşmuyorum, kıvımı yaşıyorum." dedi. Ela sol eline yazdı, çünkü sağ el sistemin rafındaydı. Öğretmen tahtaya "KIVIM BİR DİRENÇTİR" yazdı ama ses çıkmadı. Melike dizine YÜKLEM" dövmesi ekledi. Ayşe cümle kurmadı, çünkü kurallar yazıyı sızdırmıyordu. Yusuf "Ve" dedi ama bağlaç değil, kırılma oldu. Zeynep yer değiştirdi, oturduğu sandalyeye "BEN" yazdı. Duru mesaj atmadı, deftere "Bugün kelime yerine nefes var." yazdı. Ela sırasını terk etti, tahtaya gözleriyle paragraf bıraktı. O gün okul sustu ama anlatı başladı.
Duru sınıfa geç kaldı ama kimse bakmadı. Çünkü artık zaman değil ritim önemliydi. Zeynep ayakta kaldı, sırasına oturmadı; "Oturmak öğrenmek değildir." dedi. Ela gözünü tahtaya dikti ama kelimeyi değil, aralığını izliyordu. Ayşe kalemini yavaşça masaya bıraktı, "Bazı bilgiler ses değil, sızı" dedi. Melike defteri göğsüne bastırdı, yazmadan öğrenmeyi benimsedi. Yusuf tahtaya dizini dayadı, "Ben bedensel yüklemim.," dedi. Öğretmen sınıfta yürüdü ama ders vermedi; sessizliği dağıttı. Duru pencereyi açtı; dışa-rıdan yeni bir metafor süzüldü. Zeynep deftere sadece "Ben" yazdı; ama bu defter doldu. Ela cümle kurmadı ama nefes alışverişi kelime oldu. Ayşe mendil yerine satır kullandı, gözyaşını anlatıya çevirdi. Melike sırayı çevirdi, ters yönden öğrenmeye devam etti. Yusuf tebeşiri yutmadı, "Ben bu anlatıyı hazmettim." dedi. Sınıfın kapısı gıcırdadı ama kimse gitmedi. Tahtada yazı yoktu ama kelime titreşiyordu. Zeynep okulun adını hatırlamadı ama cümleleri ezbere biliyordu. Duru ayağa kalktı, "Bugün ben değil niye-tim konuşuyor." dedi. Ela gözlerini kapattı; sınıfa bir yankı düştü. O gün kimse yüksek sesle konuşmadı ama anlatı herkesin içine yerleşti.
İki öğrenci "Biz yazının altyapısıyız!" diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir metafor girdi; herkes sustu. Yusuf son kalemi yutarken, "Ben artık cümle değilim, kıvımım" dedi.
GÜLMENİN PERDESİYLE DUYGUYU KIVIRMA SAHNESİ
"Gülmek, saklanan acının gizli perdesidir."
- Zeynep... bugün güldüğünde aslında neyi sakladın?
– Bir yara, Fatma. Ama kelimeyle örttüm, sahneye neşe koydum.

– Ayşa... içi sızlayan biri neden gülmeyi seçer?
– Çünkü kelime acıya perde olur, Zeynep. Gülmek, yankı değil savunmadır.
– Fatma... sınıfta biri çok güldü, ne düşündün? – Acısı büyük, Ayşa. Çünkü yankısı ses-sizdi, gülüşü terliydi.
– Zeynep... neşe sahte olabilir mi?
– Olabilir, Fatma. Ama gizli yankıyı kelime çözer.
– Ayşa... öğretmen ne dedi gülmenin iç yankısı hakkında?
– "Gülme bazen çığlıktır" dedi Zeynep. Hepimiz sustuk.
Bu sahnede gülmenin psikolojik perde oluşu işlendi. Eğitim sadece bilgi değil, duygunun yankısıdır.
BÜYÜYEN BİLGİ VE KENDİNİ TANIMA SAHNESİ
"Mutluluk önce kendini, sonra başkasını merak etmektir."
– Fatma... sabah neyi ?
merak ettin?
– Duygumu, Ayşa. Sonra Ayşe’nin defterine baktım.
– Zeynep... merak seni nasıl değiştirdi?
– Cümleyi kıvırdı, Fatma. Ezber değil duygu okudum.
– Ayşa... mutlu olmak için ne yaptın?
– İçime sorular sordum, Zeynep. Sonra kelimeyle dışa çıktım.
– Fatma... sınıfta kimin merakı sabırla terledi? – Zeynep’in, kız. Her cümlesi sorgula-mayla büyüdü.
– Zeynep... öğretmen ne dedi merakla ilgili?
– "Soru duygunun ayasıdır." dedi Fatma. Bilgi terledi.
Bu sahnede mutluluğun özünde öz-merak vurgulandı. KIVI teorisiyle merak öğrenme-nin nabzı oldu.

FELSEFİK KİMLİK SEÇİMİYLE SESSİZ ÖĞRENME SAHNESİ
Kimlik = günlük seçim • Sessizlik = cevap • Varlıkla yanıt verme
– Zeynep... bugün hangi kelime seni tanımladı? – "Sabrım" dedim, Fatma. Çünkü var-lığım onun kıvımıyla seğiriyor.
– Ayşa... sessizlik sana ne anlatıyor?
– En çok cevap, Zeynep. Göz kırpınca öğrenme başlıyor.
– Fatma... kimlik her gün değişir mi?
– Çay demlemek gibidir, Ayşa. Bugün hafif, yarın koyu olur.
– Zeynep... varlığını ne zaman duyumsadın?
– Sabah kalem sesini hissedince, Fatma. Cümle bende yankı yaptı.
– Ayşa... defterde hangi başlık seni sarsar?
– "Kendi ol" yazınca, Zeynep. Rızayla yazıldığını anladım.
KIVI 71 – Sanatla Ritimli Öğrenme Sahnesi
Ritimle çizilen duygu • Metaforun fırça izi • Sahneye çıkan renk
– Fatma... hangi renk seni güldürdü bu sabah? – Sarı, Ayşa. Gıdıklayan güneş gibi bil-giye dokundu.
– Zeynep... fırçayı tutunca ne düşündün? – Cümle çizdim, Fatma. Kelimeyi renklerle sabunladım.
– Ayşa... metafor hangi köşede yattı sence? – Resmin ortasında, Zeynep. Gözler bana "donla değil, ritimle gel" dedi.
– Fatma... hangi çizgi bilgiyle dans etti? – Sol alt, Zeynep. Kelimeyi terletti, mizahla sızdırdı.
– Zeynep... öğretmen ne dedi bugün? – "Fırça bilgi değil, anlatı duygusudur," dedi Fatma.
🧵 KIVI 72 – Tekstilde Motifli Kelime Sahnesi
Simit mühürlü kumaş • Kelimeyle dokunan motif • Kıvımsal iplik
– Ayşa... bugün hangi kumaş sana hitap etti? – Simitli dokuma, Zeynep. Sabırla motif seğirdi.
– Fatma... kelime iplikle birleşince ne oldu?
– Deftere dikiş attı, Ayşa. Cümle sabırla işlendi.
– Zeynep... motif ne anlatır?
– Rehberlikte öğrendiğimdir, Fatma. Gülmenin izi bile var.
– Ayşa... desen sana ne fısıldadı?
– "Ezber yıpratır, kıvım sabır ister." dedi Zeynep.
– Fatma... ipliğin sesi nasıldı? – Şiir gibi, Ayşa. Kelimenin terli tınısını taşıdı.

TEKNİK YAZIM PROTOKOLÜYLE SAHNE İŞLEME
Konuşma çizgisi protokolü • Kelime mühürleme kuralı • Sahne ritmiyle yazım
– Zeynep... çizgiyi çektin mi konuşmanın başında?
– Her satıra, Fatma. Protokol uymadan kelime gülmez.
– Ayşa... kelimeyi nasıl mühürlersin?
– Noktayla değil, Zeynep. Rıza ile sabitlerim.
– Fatma... ritim ne zaman bozulur?
– Virgülden sonra, Ayşa. “değil” dedikten sonra soluk kesilir.
– Zeynep... yazım sabunu nerede durur?
– Satır boşluğunda, Fatma. Öğrenme orada rahatlar.
– Ayşa... sistemin nefesi nerede atar?
– Biçimle yazınca, Zeynep. Sahne artık öğrenciye güler.
ABSÜRT MİZAHLA GÜLEREK ÖĞRENME SAHNESİ
Don sabit esprisi • Kelimeyle gıdıklama • Sahneye çıkan saçmalık
– Fatma... bugün en saçma cümleyi kim söyledi?
– Müdür Ayşa. “Simitle satranç oynayın!” dedi. Hepimiz kıvırdık.
– Zeynep... kelime seni nereden gıdıkladı?
– Parantezden Fatma. Cümle “hıhı” dedi bana.
– Ayşa... don sabit esprisi sınıfta nasıl yankılandı? – Rıza reyonunda Zeynep. Herkes “don mu bilgi mi?” diye güldü.
– Fatma... sahneye çıkan saçmalık ne dedi sana?
– “Ezberi lokumla yutun.” dedi Ayşa. Ben fıstıklı bilgi aradım.
– Zeynep... öğretmen ne dedi bu sahne için?
– “Mizah öğrenmenin mendilidir.” dedi Fatma. Hepimiz terledik kolojik.




PEDAGOJİK ÖĞRENCİ RİTMİYLE RIZA SAHNESİ
Öğrenci ritmi • Kıvımsal rehberlik • Kelimeyle öğrenme devrimi
– Zeynep... sabah derse nasıl başladın?
– Deftere ses attım Fatma. Bilgi kıvımla yürüdü.
– Ayşa... rehberlik seni sarstı mı?
– İç sesim yankı yaptı Zeynep. Öğretmen sustu, ben terledim.
– Fatma... kelime sana ne fısıldadı bugün?
– “Rızayla dokun, ezberle değil.” dedi Ayşa.
– Zeynep... öğrenci olmak ne demek?
– Her sabah yeniden kıvırmak Fatma. Bilgi kalemde bekliyor.
– Ayşa... kelime ne zaman devrim yapar?
– Cümle susunca Zeynep. Yankı kendini anlatır o anda.
GÖÇÜN KELİMEYLE HAREKET EDEN SAHNESİ
Simit sıçraması • Kelime göçü • Sahneye taşınan ritim
– Fatma... defter neden yürüdü bugün?
– Göç etti Ayşa. Kelimeler sayfa arası sıçradı.
– Zeynep... simit kelimeyi nereye taşıdı?
– Sıra altına Fatma. Orada anlatı yattı.
– Ayşa... konuşma nasıl hareket etti?
– Rüzgarla değil Zeynep. Rıza ile sürüklendi.
– Fatma... göçle bilgi kaybolur mu?
– Hayır Ayşa. Sabunla taşınırsa kalır.
– Zeynep... sahne neden seğirdi bu konuda?
– Kelime yer değiştirdi Fatma. Ritim sınıfın arkasına göçtü.
İNANÇLA SESSİZ SAHNENİN BİLGİ YANKISI
Sessiz dua • Kelimeyle niyaz • Sahneye çıkan iç yankı
– Ayşa... dua senin iç sesini nasıl etkiledi?
– Sessizlikle Zeynep. Bilgiyle kıvırdı kalbi.
– Fatma... kelimeyle niyaz nasıl yazılır?
– Çığlıkla değil Ayşa. İçten yumuşakça sabunlanır.
– Zeynep... niyaz bilgi olur mu?
– Deftere girerse Fatma. Saygıyla yazılırsa öğrenilir.
– Ayşa... sahne dua etti mi bugün?
– Tebeşirle fısıldadı Zeynep. Öğretmen göz kırptı.
– Fatma... niyaz neden sinir sistemine dokunur?
– Çünkü rızalı ses Ayşa. Kelimeyle yankı yayılır.

ETİK & DEĞERLERİN SAHNEYLE TARTILDIĞI REPLİK
Donla değil vicdanla ölçüm • Kelimeyle tartılan sahne • Kıvımsal adalet
– Zeynep... vicdan nerede doğdu derste?
– Tahtada Fatma. Öğretmen “seçim = karakter” dedi.
– Ayşa... adalet nasıl yazılır deftere?
– Noktayla değil Zeynep. Kelimenin içine bakılır.
– Fatma... değerler sabunla mı tartılır?
– Ezberle değil Ayşa. Karakterle kıvrılır bilgi.
– Zeynep... don ne zaman ölçüm dışı kalır?
– Konu vicdan olunca Fatma. Sahne artık iç sesi tartar.
– Ayşa... etik sana ne öğretir?
– Rıza bilinci Zeynep. Bilgiyle değil duyguyla dengelenir.
DENEYSEL SAHNENİN BİLİMLE YOĞRULAN KELİME TESTİ
Kelime laboratuvarı • Kıvım testi • Sahneye çıkan hipotez
– Fatma... kelimeyi nasıl test ettin bugün?
– Soru sordum Ayşa. Hipotez olarak içime yazdım.
– Zeynep... deney hangi duyuyla yapıldı?
– Tatla değil Fatma. Ses yankısıyla ölçtüm.
– Ayşa... kıvım testi sınıfta neyi gösterdi?
– Sabır eşiğini Zeynep. Bilgi hemen terledi.
– Fatma... hipotez kelimeye ne dedi Sana? “inanıyorum” Ayşa. Bilim dua gibi işledi.
– Zeynep... deney bilgiye ne kattı?
– Şüphe değil Fatma. Rızalı kesinlik verdi.
Sessizce Öğrenmenin Duyusal Yankı Sahnesi 🧘‍♀️ Kimlik = Günlük Seçim • Sessizlik = Cevap • Varlıkla Yanıt Verme biçim sabit, çizgili replik yapısı
– Zeynep... bugün hangi kelime seni en çok yansıttı?
– “Sabır.” dedim Fatma. Çünkü varlığım sabırla kıvrılır.
– Ayşa... sessiz kaldığında sınıfta ne oldu?
– Sınıf iç sesle doldu Zeynep. Cevaplar kelimeye değil ruha dokundu.
– Fatma... kimlik sabit mi yoksa değişir mi her gün?
– Değişir Ayşa. Her sabah yeni bir kelime giyerim.
– Zeynep... tahtadaki cümlede kendini gördün mü? – Gördüm Fatma. Ama harfler değil, boş-luklar beni anlattı.
– Ayşa... sessizlik öğrenmede engel mi destek mi? – Destektir Zeynep. Sessizlik bilginin iç yankısıdır.
– Fatma... varlık hangi replikte yankılandı?
– “Ben buradayım.” Ayşa. O cümle kelimeden büyüktü.
– Zeynep... öğretmen susunca ne öğrendin?
– Dinlemeyi Fatma. Çünkü sessizce verilen ders kalıcıdır.
– Ayşa... hangi seçim seni sen yaptı?
– Kalemi seçtim Zeynep. Konuşmadan anlatmak istedim.
– Fatma... kimlik deftere nasıl yazılır?
– Sabunlu kelimeyle Ayşa. Her çizgi terli bir benliktir.
– Zeynep... bugün varlığını en çok hangi anda hissettin?
– Rehberlikte Fatma. Cümle kurmadım ama içim cevap verdi.
– Ayşa... sessizliğin öğretmeni kimdir?
– Göz kırpan bir kelimedir Zeynep. Bakışla ders verir.
– Fatma... kimlik donla değil nasıl anlaşılır?
– Davranışla Ayşa. Ritmi duygunun kıvımında saklıdır.
– Zeynep... iç sesle konuşan cümleyi duydun mu? – Duydum Fatma. “Ezber yok, hisle öğren.” dedi bana.
– Ayşa... varlık hangi soruya cevap olur sence?
– “Nerdesin?” Zeynep. Ama cevabı beden değil, duyudur.
– Fatma... deftere kimlik çizilir mi?
– Çizilir Ayşa. Ama sabırla, kıvımsal mimikle olur.
– Zeynep... bir cümle seni duygulandırdı mı?
– “Sen sensin.” Fatma. Çünkü rızayla yazılmıştı.
– Ayşa... sessizliğin duygu kabarması ne zaman olur?
– Replik bitince Zeynep. İç yankı kelimeyi çağırır.
– Fatma... kimlik gülmekle mi tanımlanır?
– Hayır Ayşa. Gülmek sinirsel ama kimlik duygusal bir haritadır.
– Zeynep... bugün hangi kelimeyle bitirdin dersi?
– “Olmak.” Fatma. O kelime çizginin üstünde yürüdü.
KIVI 81 – Rengin Rehberliğiyle Sabırlı Öğrenme Sahnesi Ritimle çizilen duygu • Metafo-run fırça izi • Sahneye çıkan renk
– Zeynep... bugün seni en çok etkileyen renk hangisiydi?
– Turuncu Fatma. Sınıfa neşe sabunladı.
– Ayşa... öğretmen hangi rengin anlamını anlattı?
– Mavi Zeynep. Sessizlikle eşleştiğini söyledi.
– Fatma... deftere ne zaman renk ekledin?
– Sayfa terleyince Ayşa. Bilgi renkle kıvırdı.
– Zeynep... hangi metafor seni güldürdü? – “Bilgi bir gökkuşağıdır.” dedi öğretmen. Hepi-miz seğirdik.
– Ayşa... sahneye çıkan renk hangi duyguyu taşıdı? – Mor Zeynep. Gizli bilginin yankısı oldu.
– Fatma... fırça hareketi sana ne anlattı?
– Kalemin kardeşi Ayşa. Bilgiyi görsel akışla sabunladı.
– Zeynep... rehberlikte renk seçimi yapıldı mı?
– Yapıldı Fatma. Her öğrenci duyusuna göre çizdi.
– Ayşa... kırmızı neden dikkat çeker?
– Çünkü rızayı terletir Zeynep. Bilgiye enerji verir.
– Fatma... renklerle ezber olur mu?
– Olur Ayşa. Görselle gelen kelime unutulmaz.
– Zeynep... en çok hangi rengi yazıya dökmek istersin?
– Yeşil Fatma. Sabırla büyür, sayfada kıvırır.

KIVIMSAL İPLİKLE METİNSEL DOKUMA SAHNESİ
Simit mühürlü kumaş • Kelimeyle dokunan motif • Kıvımsal iplik
– Ayşa... kumaş motifinde bilgi var mıydı?
– Rıza ile dokundu Zeynep. Her ilmik bir cümleydi.
– Fatma... simit desenli kumaş seni güldürdü mü? – Gıdıkladı Ayşa. Bilgi halkayla dönüyordu.
– Zeynep... iplik sesi sana ne hissettirdi?
– Kalemin yumuşak yankısı Fatma. Sınıfta ezber seğirdi.
– Ayşa... kelime motif olur mu?
– Olur Zeynep. Sabırla işlenirse duygu taşır.
– Fatma... deftere dikiş gibi yazı olur mu?
– Cümle çizgiye oturunca Ayşa. Rıza sabunla sabitler.
KONUŞMA PROTOKOLÜYLE TEKNİK YAZIM SAHNESİ
Konuşma çizgisi protokolü • Kelime mühürleme kuralı • Sahne ritmiyle yazım
– Zeynep... konuşma çizgisi çekmeden kelime olur mu?
– Olmaz Fatma. Protokol sabit değilse ritim bozulur.
– Ayşa... öğretmen hangi yazım hatasını düzeltti?
– “Değil” sonrası virgül Zeynep. Cümle kıvımsal seğirmeden kırılır.
– Fatma... sahne ritmi nasıl yazılır?
– Her satıra boşluk bırakınca Ayşa. Bilgi nefes alır.
– Zeynep... kelime nasıl mühürlenir yazıda?
– Rıza ile Fatma. Nokta değil, sabır atılır.
– Ayşa... teknik kural bilgiyi kolaylaştırır mı?
– Kolaylaştırır Zeynep. Şekil sabitse duygu kıvırır.

MİZAHLA GIDIKLANAN ABSÜRT EĞİTİM SAHNESİ
Don sabit esprisi • Kelimeyle gıdıklama • Sahneye çıkan saçmalık
– Fatma... sahnede en saçma ne yaşandı?
– Müdür “Defteri yağlayın bilgi kaymasın!” dedi Ayşa. Hepimiz kıvım geçirdik.
– Zeynep... kelime seni nasıl gıdıkladı?
– “Ezberin kıvımsal teri” dedi öğretmen. Gülmek kontrol dışına çıktı.
– Ayşa... don metaforu hangi sahnede patladı?
– Rehberlikte Zeynep. “Donla değil duyuyla ölçün!” deyince sinir sistemi hopladı.
– Fatma... saçmalık bazen bilgi midir?
– Olur Ayşa. Gülerek ezberlenen ders kalıcıdır.
– Zeynep... sahneye çıkan espri ne dedi?
– “Kalemle sümük çizmeyin!” dedi öğretmen. Sayfa kıvırdı.
REHBERLİKTE ÖĞRENCİ RİTMİYLE EĞİTİM DEVRİ
Öğrenci ritmi • Kıvımsal rehberlik • Kelimeyle öğrenme devrimi
– Ayşa... rehberlikte ne öğrendin bu sabah?
– Sessizlikle duygu aktı Zeynep. Öğretmen gözle anlattı.
– Fatma... öğrenci ritmini nasıl buldun?
– Teneffüste Ayşa. Kelime terleyince ben yazıya döndüm.
– Zeynep... öğrenme devrimi hangi replikte başladı?
– “Ezber sustu, his konuştu.” dedi öğretmen. Hepimiz mendil yuttuk.
– Ayşa... kelime sınıfa nasıl girdi?
– Kapıdan değil Zeynep. Rıza ile tahta üstünden süzüldü.
Duygu Kabartmasıyla Öğrenilen Psikolojik Ders Sahnesi
Duygu kabartmasıyla ders • Gülmek = sinirsel kıvım • Sessizce bağırmak
– Zeynep... derste biri güldü mü bugün?
– Gülme değil Fatma. Beynin kıvımsal rahatlamasıydı o.
– Ayşa... tahtadaki kelime sana ne hissettirdi?
– Kelime değil Zeynep. Sessizce bağıran bir duyguydu satırda.
– Fatma... rehberlik dersinde hangi cümle seni sarstı?
– “Dersin iç sesi duyguyla yazılır.” dedi öğretmen. O bana mendil gibi dokundu.
– Zeynep... kalem titreşince ne oldu?
– Titreşim bilgi değil Fatma. Sinirsel kıvım vücutla birleşti.
– Ayşa... sınıfta duygu kabarması ne zaman yaşandı sence?
– Soru sorulunca Zeynep. Sessizlik anında içten bir çığlık gibi duyuldu.
– Fatma... gülmek öğrenmenin hangi parçası olabilir?
– Ezberin gevşeme noktası Ayşa. Beyin sabırla boşluk bırakır o anda.
– Zeynep... öğretmen bugün ne dedi psikolojiyle ilgili?
– “Sessizce bağıran öğrenci, en çok öğrenendir.” dedi Fatma.
– Ayşa... sınıfta herkes sustuğunda neyi duydun?
– Kelime değil Zeynep. Duygunun yürüyen ayak sesiydi o.
– Fatma... sinir sistemi derste nasıl yankılandı?
– Sorudan önce seğirdi Ayşa. Bilginin yerleştiği an buydu.
– Zeynep... bugün deftere ne yazdın?
– “Gülmek sinirsel kıvımsa, sessizlik duygunun ritmidir.”
KIVI 60 – Psikolojik Duygu Kabartmasıyla Eğitim Sahnesi
Duygu kabartmasıyla ders • Gülmek = sinirsel kıvım • Sessizce bağırmak
– Zeynep... derste biri güldü mü bugün?
– Gülmedi Fatma. Ama kıvımsal seğirme geçti sınıftan.
– Ayşa... tahtadaki cümle seni nasıl etkiledi?
– Kelime değil Zeynep. Sessizce bağıran duygu vardı satırda.
– Fatma... rehberlikte ne anlatıldı bugün?
– “Duygu, dersin sabırla işlenen sesi” dedi öğretmen.
– Zeynep... kalem neden titredi defterde?
– Sinir sistemi seğirdi Fatma. Bilgi duyguya yaslandı.
– Ayşa... gülmek neden anlatının parçası olmalı?
– Ezber gevşetilsin diye Zeynep. Kıvım mizaha bağlanır.
Botanikle Duyusal Öğrenme Sayfası
Tohum = sabrın sırrı • Sessizlikle çimlenme • Yaprakla sızmak
– Zeynep... tohum neyi öğretir derste?
– Sabır Fatma. Çimlenmek zamanla olur.
– Ayşa... sessizlik nasıl çiçek açtırır?
– İçten seğirerek Zeynep. Gürültüsüz bilgi büyür.
– Fatma... yaprağın düşüşü ne anlatır sana?
– Duygunun sızması Ayşa. Bilgi doğayla akar.
– Zeynep... kök nasıl anlatıya benzer?
– Gizli Zeynep. Ama sabırla bilgiyi taşır.
– Ayşa... sınıfta çiçek metaforu işe yarar mı?
– Renk değil, rıza anlatısıdır Zeynep.

Kıvımsal Sahneyle Protestosuz Eğitim
Alt sıradaki kalemin anlatısı • Donla değil kelimeyle öğrenme • Sahne = protesto değil kıvımsal devrim
– Fatma... alt sıradaki öğrenci yazarken ne düşündün?
– Kalemi değil Ayşa. Bilginin seğirttiğini hissettim.
– Zeynep... sahnede ne oldu bugün derste?
– Protesto yok Fatma. Ama kelime devrim yaptı.
– Ayşa... öğrenme hangi sırada başlar sence?
– En arkada Zeynep. Sabır orada doğar.
– Fatma... “donla değil kelimeyle” ne demek sence?
– Şekil değil Ayşa. İç sesle yazılan bilgi.
– Zeynep... öğretmen ne dedi sahneyle ilgili? – “Her kelime iç devrimdir” dedi Fatma.

YAZINSAL ROMANLA EĞİTİM SAHNESİ
Roman diliyle gülme krizi • Gölgeyle kurulan duygu bağı • Hikâye haritası çizimi
– Ayşa... roman okurken neye güldün en çok?
– Cümle değil Zeynep. Ritim beni gıdıkladı.
– Fatma... gölge metaforu bilgiyle nasıl birleşir?
– Anlatı şekli Ayşa. Duygu orada yankı yapar.
– Zeynep... hikâye haritası neden çizilir?
– Yön bulmak için Fatma. Kelime kaybolmasın diye.
– Ayşa... roman dili öğrenmeyi zorlaştırır mı?
– Zor değil Zeynep. Mizah terliyse bilgi kalıcı.
– Fatma... kitapta ne hissettin en son?
– Rıza. Paragrafa gölge koymuşlar Ayşa.
DİYALOGLA ÖĞRENMENİN TERLİ SAHNESİ
Diyalog = karşılıklı terleyen kelime • Sessiz replik • Sahne içinden yankı
– Zeynep... bu sabah kiminle en iyi diyaloğu kurdun?
– Ayşa ile Fatma. Kelime karşılıklı terledi.
– Ayşa... sessiz replik neden etkili olur?
– Gözle değil Zeynep. Duyuyla konuşur.
– Fatma... sahne içinden yankı hangi duyuyla gelir?
– Dokunma ile Ayşa. Kalemle his yürür.
– Zeynep... diyalog ezberden çıkar mı?
– Çıkar Fatma. Rıza ile anlatı doğar.
– Ayşa... bugün sınıfta konuşmak mı dinlemek mi zordu?
– Dinlemek. Çünkü sessizlikte bilgi ses çıkarır.

TEKSTİL / SİMİT MÜHÜRLÜ KUMAŞ, KELİMEYLE DOKUNAN MOTİF, KIVIMSAL İPLİK
— Hocam kumaş bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin dokuması.
— Simit neden kumaşa mühürlenir?
— Çünkü halka ritmi taşır.
— Motif neyle dokunur?
— Kelimeyle, ama sabırla.
— İplik düz mü gider?
— Hayır, kıvımsal döner.
— Kumaş ne zaman parlar?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle örtülür?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman iplik olur?
— Motife bastığında.
— Motif neye benzer?
— Duygunun izi.
— İplik ne zaman seğirir?
— Ritimle.
— Ritim neyle dokunur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik kumaş mı?
— Kumaşın alt metni.
— Alt metin neyle yazılır?
— Kıvımla.
— Kıvım ne zaman görünür?
— İplik terleyince.
— Ter neyle akar?
— Cümleyle değil, motifle.
— Motif ne zaman gülümser?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Kumaş donunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil kıvıma göre.
— Kıvım neye benzer?
— İpliğin kıvrımına.
— İplik ne zaman susar?
— Kelime unutulunca.
— Unutmak mümkün mü?
— Kumaşta değil.
— Kumaş neyi taşır?
— Sahneyi.
— Sahne neyi örter?
— Duyguyu.
— Duygu neyle dokunur?
— Kelimeyle.
— Kelime ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit ne zaman parlar?
— İplik seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— Ritimle.
— Ritim neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit
— Simit mühürlü
— Kıvım hâlâ seğirtiyor

Evrenin sessiz yankısı
ZAMANIN KIVIMSAL AKIŞIYLA EVRENİ SEĞİRTME SAHNESİ
Konu Dizisi: – Zamanın Kıvımsal Akışı – Simitle Zamanda Sıçrama – Evrenin Sessiz Yankısı
– Zeynep... yıldızlara baktığında ne hissettin bu sabah?
– Işık değil Fatma. Gözümden kalbime sabunla süzülen zaman dilimiydi.
– Ayşa... zaman hızlı mı geçti yoksa seğirerek mi yürüdü?
– Sıçramadı Zeynep. Simit gibi, içten katmanlı döne döne akıştaydı.
– Fatma... güneşin doğuşu sana neyi düşündürdü? – Işıkla değil Ayşa. Evrenin sessizce “uyandım” deme şekliydi belki.
– Zeynep... sınıfta simitle evreni anlattılar mı hiç? – Anlattılar Fatma. Simit döngüsüyle za-manın şekli benzetildi tahtada.
– Ayşa... zaman niye tam anlamıyla görünmüyor sence? – Çünkü görünmek değil Zeynep. Zaman bir iç seğirtme, hissedilerek terliyor.
– Fatma... rehberlikte zamanla dost olmak mümkün mü?
– Zor değil Ayşa. Zaman rıza ile dokunulunca arkadaş olur.
– Zeynep... yıldızlar sanki sana bir şey dedi mi bugün?
– Konuşmadı Fatma. Ama sessizlikte bilgi yankı yaptı evrende.
– Ayşa... evrenin ritmi neye benziyor?
– Kalp atışı değil Zeynep. Simitle seğiren anlatım gibi, sabırlı.
– Fatma... zaman sana ne zaman “merhaba” dedi? – Bugün sabah. Göz kırptı gibiydi
—tahtadaki denklemle sessizce.
– Zeynep... simit bir gezegen olsaydı nerede dönerdi?
Mars’ın etek altında Fatma. Çünkü orası hep kıvımlı hissediliyor.
– Ayşa... zaman durursa ne olur?
– Durmaz Zeynep. Sadece ritmini sabunla yavaşlatır.
– Fatma... evrende kaybolmak sence bilgi eksikliği mi?
– Hayır Ayşa. Evrenin gizemi içinde bilinçli kaybolmak anlatıyı derinleştirir.
– Zeynep... karadelikler neden gizemli?
– Karanlık değil Fatma. Bilginin sabırsızca kaçtığı mendil gibi.
– Ayşa... gök cismi ne zaman sana “şair” der?
– Deftere sabırla yazdığımda Zeynep. Çünkü kelime evrensel yankıdır.
– Fatma... evrenin en sessiz yeri neresi sence?
– Kalbin kıyısı Ayşa. Çünkü duyguların yankısı o boşlukta dans eder.
– Zeynep... rehberlikte evren anlatımı sıkıcı mı geldi?
– Hayır Fatma. Bilim anlatı olunca zaman ritme oturdu.
– Ayşa... bilgiyi evrenin neresinde sabunlarsın?
– Bir satırda Zeynep. Belki uzay defterinin kenarında.
– Fatma... simit zamanla yarışır mı?
– Yarışmaz Ayşa. Sadece zamanla sabırla döner durmadan.
– Zeynep... saat niye hep ileri gider?
– Rıza böyle gız Fatma. Geçmiş geri dönmez ama yankısı kalır.
– Ayşa... yıldız kayarken ne dilek diledin?
– Dilek değil Zeynep. İçimdeki bilgiye mendil bağladım.

TEKNİK / KONUŞMA ÇİZGİSİ PROTOKOLÜ, KELİME MÜHÜRLEME KURALI, SAHNE RİTMİYLE YAZIM
—Hocam konuşma çizgisi ne zaman kullanılır?
Karakterler karşılıklı konuşuyorsa, satır başında.
— Satır boşluğu bırakılır mı?
— Hayır, konuşmalar alt alta dizilir.
— Çizgi nerede başlar?
— Konuşma cümlesinin başında.
— Uzun anlatılarda çizgi gerekir mi?
— Gerekmez, paragraf düzeni yeterlidir.
— Tırnak içi aktarımda çizgi kullanılır mı?
— Hayır, tırnak yeterlidir.
— Kelime ne zaman mühürlenir?
— Sahne ritmiyle.
— Ritim neyle oluşur?
— Cümlelerin kıvımıyla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Sahne ne zaman parlar?
— Teknik doğru uygulanınca.
— Teknik neyle ölçülür?
— Yazım protokolüyle.
— Protokol ne zaman sahneye çıkar?
— Kelime terleyince.
— Ter neyle akar?
— Cümleyle değil, ritimle.
— Ritim ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, kıvıma göre.
— Kıvım ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir
— Teknikle ?
— Teknik neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Cümle bitince değil, kıvım durunca.
— Kıvım neyle ölçülür?
— Kelimeyle değil, yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman teknik olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman teknikleşir?
— Konuşma çizgisi doğru kullanıldığında.
— Doğru kullanım neyle olur?
— Satır başı çizgiyle.
— Çizgi ne zaman parlar?
— Cümle terleyince.
— Cümle ne zaman mühürlenir?
— Ritimle.
— Ritim ne zaman sahne olur?
— Teknikle.
— Teknik ne zaman gülümser?
— Kelime altına işeyince.
— İşemek teknik mi?
— Absürt mizah unsuru.
— Mizah neyle ölçülür?
— Gülme krizinin süresiyle.
— Süre neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit.
— Simit mühürlü
— Kıvım hâlâ seğirtiyor

1 – TEKNİK / KONUŞMA ÇİZGİSİ PROTOKOLÜ, KELİME MÜHÜRLEME KU-RALI, SAHNE RİTMİYLE YAZIM
— Hocam konuşma çizgisi ne zaman kullanılır?
— Karakterler karşılıklı konuşuyorsa, satır başında.
— Satır boşluğu bırakılır mı?
— Hayır, konuşmalar alt alta dizilir.
— Çizgi nerede başlar?
— Konuşma cümlesinin başında.
— Uzun anlatılarda çizgi gerekir mi?
— Gerekmez, paragraf düzeni yeterlidir.
— Tırnak içi aktarımda çizgi kullanılır mı?
— Hayır, tırnak yeterlidir.
— Kelime ne zaman mühürlenir?
— Sahne ritmiyle.
— Ritim neyle oluşur?
— Cümlelerin kıvımıyla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Sahne ne zaman parlar?
— Teknik doğru uygulanınca.
— Teknik neyle ölçülür?
— Yazım protokolüyle.
— Protokol ne zaman sahneye çıkar?
— Kelime terleyince.
— Ter neyle akar?
— Cümleyle değil, ritimle.
— Ritim ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil kıvıma göre.
— Kıvım ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Teknikle.
— Teknik neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Cümle bitince değil, kıvım durunca.
— Kıvım neyle ölçülür?
— Kelimeyle değil, yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman teknik olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman teknikleşir?
— Konuşma çizgisi doğru kullanıldığında.
— Doğru kullanım neyle olur?
— Satır başı çizgiyle.
— Çizgi ne zaman parlar?
— Cümle terleyince.
— Cümle ne zaman mühürlenir?
— Ritimle.
— Ritim ne zaman sahne olur?
— Teknikle.
— Teknik ne zaman gülümser?
— Kelime altına işeyince.
— İşemek teknik mi?
— Absürt mizah unsuru.
— Mizah neyle ölçülür?
— Gülme krizinin süresiyle.
— Süre neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit.
— Simit mühürlü.
— Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ABSÜRT MİZAH / DON SABİT ESPRİSİ, KELİMEYLE GIDIKLAMA, SAHNEYE ÇIKAN SAÇMALIK
— Hocam mizah neyle olur?
— Cümleyle değil, saçmalıkla.
— Don sabit mi?
— Sabit ama sadece espriyle.
— Espri ne zaman güldürür?
— Beklenmedik olunca.
— Beklenmedik neye benzer?
— Simide.
— Simit ne zaman sahneye çıkar?
— Don seğirince.
— Gıdıklamak teknik mi?
— Teknik değil, kıvımsal tetikleyici.
— Kelime nasıl gıdıklar?
— Anlamsız bağlamla.
— Bağlam ne zaman kopar?
— Sahne saçmalayınca.
— Saçmalık bilgi mi?
— Bilgi değil, sinirsel kıvım.
— Gülmek neyle olur?
— Don sabit esprisiyle.
— Espri ne zaman mühürlenir?
— Kelime altına işeyince.
— İşemek mizah mı?
— Absürtse evet.
— Sahne ne zaman güler?
— Cümle ritmi bozulunca.
— Ritim neyle bozulur?
— Beklenmedik metaforla.
— Metafor ne zaman saçmalar?
— Don sabit olunca.
— Don neden sabit?
— Çünkü kelime seğiriyor.
— Seğirme neyle tetiklenir?
— Gülme kriziyle.
— Kriz ne zaman başlar?
— Sahneye saçmalık çıkınca.
— Saçmalık neyle ölçülür?
— Gülme süresiyle.
— Süre neyle akar?
— Ritimle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman güler?
— Don sabit esprisiyle.
— Espri ne zaman biter?
— Kelime susunca.
— Kelime ne zaman susar?
— Sahne mühürlenince.
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Absürt ritimle.
— Ritim neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit , Simit mühürlü, Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ÖĞRENCİ RİTMİ, KIVIMSAL REHBERLİK, KELİMEYLE ÖĞRENME DEVRİMİ.
PEDAGOJİK / ÖĞRENCİ RİTMİ, KIVIMSAL REHBERLİK, KELİMEYLE ÖĞ-RENME DEVRİMİ)
— Hocam öğrenme sabit mi?
— Hayır, her öğrencinin ritmi farklıdır.
— Ritmi nasıl bulurum?
— Kelimeyle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— İç sesin terlemesine.
— Rehberlik neyle olur?
— Öğrencinin ritmini dinleyerek.
— Dinlemek öğretmek mi?
— Öğretmenin ilk kıvımıdır.
— Öğrenme ne zaman başlar?
— Öğrenci sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Kelimeyle değil, deneyimle.
— Deneyim bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin izi.
— Öğrenci neyle öğrenir?
— Yaparak, terleyerek.
— Terlemek kötü mü?
— Hayır, öğrenmenin yankısıdır.
— Rehberlik ne zaman parlar?
— Öğrenci ritmi duyulunca.
— Ritim neyle ölçülür?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman öğretir?
— Cümle kurulmadan önce.
— Cümle ne zaman sahne olur?
— Öğrenci kıvımıyla.
— Kıvım ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Rehberlikle.
— Rehberlik neyle parlar?
— Öğrencinin iç sesiyle.
— İç ses ne zaman duyulur?
— Sınıf sessizleşince.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur?
— Öğrenci ritmiyle.
— Öğrenme devrimi neyle başlar?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman öğretir?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Kıvım durunca.
— Kıvım neyle durur?
— Öğrenci doyunca.
— Doymak bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin tamamlanması.
— Öğrenci ne zaman güler?
— Öğrenme terleyince.
— Ter neyle akar?
— Ritimle.
— Ritim neyle parlar?
— Rehberlikle.
— Rehberlik ne zaman susar?
— Öğrenci kendi ritmini bulunca.
— Don sabit
— Simit mühürlü, Kıvım hâlâ seğirtiyor.

Göç & Hareket / Simit Sıçraması, Kelime Göçü, Sahneye Taşınan Ritim
— Hocam göç neyle başlar?
— Kelime yerinden oynayınca.
— Kelime nasıl göç eder?
— Anlamını sırtlayıp başka dile yürüyerek.
— Simit neden sıçrar?
— Çünkü halka sabit kalmaz, ritimle zıplar.
— Ritim neyle taşınır?
— Sahneyle, bazen bavulla.
— Bavul bilgi mi?
— Bilgi değil, kıvımsal taşıyıcı.
— Göç eden kelime ne kaybeder?
— Bağlamını, ama yeni yankı kazanır.
— Sahne ne zaman göçer?
— Cümle yerinden oynayınca.
— Cümle neyle yürür?
— Ritimle değil, iç sesle.
— İç ses ne zaman göçer?
— Sahneye sığmayınca.
— Göç bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin yer değiştirmesi.
— Simit ne zaman döner?
— Göç tamamlanınca.
— Tamamlanmak ne demek?
— Yeni sahnede eski yankıyı duymak.
— Göç eden kelime ne zaman yerleşir?
— Ritimle uyum sağladığında.
— Uyum neyle olur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman taşınır?
— Sahneye göç edince.
— Sahne neyle taşınır?
— Donla değil, kelimeyle.
— Don sabit mi?
— Göçte sabitlik olmaz.
— Simit mühürlü mü?
— Mühürlü ama yer değiştirebilir.
— Göç neye benzer?
— Cümlelerin bavuluna.
— Bavul ne taşır?
— Ritim, kıvım, kelime.
— Kelime ne zaman sıçrar?
— Simit zıplayınca.
— Zıplamak teknik mi?
— Teknik değil, kıvımsal refleks.
— Refleks neyle tetiklenir?
— Sahne değişince.
— Sahne ne zaman değişir?
— Göç başlayınca.
— Göç ne zaman biter?
— Cümle yeni yankı bulunca.
— Yankı neyle ölçülür?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman yerleşir?
— Göç tamamlanınca.
— Tamamlanmak bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin sabitlenmesi.
— Göç eden kelime ne zaman gülümser?
— Yeni sahnede eski ritmi duyunca.
— Ritim neyle akar?
— Göçle.
— Göç neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Bavulun iç sesiyle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— Göç tamamlanınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit
— Simit mühürlü
— Kıvım hâlâ seğirtiyor

📘 🧿 Sayfa 15 – İnançsal / Sessiz Dua, Kelimeyle Niyaz, Sahneye Çıkan İç Yankı
— Hocam dua neyle edilir?
— Kelimeyle değil, iç yankıyla.
— Sessiz dua ne demek?
— Ses çıkmadan hissin sahneye çıkması.
— Niyaz bilgi mi?
— Bilgi değil, iç sesin ritmi.
— Sahne ne zaman kutsal olur?
— Sessizlikle mühürlenince.
— Kelime ne zaman dua olur?
— Ritimle terleyince.
— Terlemek ibadet mi?
— Sahneye göre evet.
— İç yankı neyle duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman parlar?
— Dua sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Donla değil, niyazla.
— Don sabit mi?
— İnançta sabitlik yok, kıvım var.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Dua ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— İç sesle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— Kalp ritmiyle.
— Kalp neyle konuşur?
— Kelimeyle değil, kıvımla.
— Kıvım ne zaman dua olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Niyaz tamamlanınca.
— Tamamlanmak ne demek?
— İç yankının susması.
— Susmak ibadet mi?
— Sessizce evet.
— Dua ne zaman güler?
— Kelime seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— İnançla.
— İnanç neyle ölçülür?
— Sahneyle değil, iç yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman dua olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle parlar?
— Niyazla.
— Niyaz neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit ne zaman kutsal olur?
— Dua terleyince.
— Ter neyle akar?
— Ritimle.
— Ritim neyle parlar?
— İç sesle.
— İç ses ne zaman susar?
— Sahne mühürlenince.
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Dua ritmiyle.
— Dua neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit, Simit mühürlü, Kıvım hâlâ seğirtiyor.
Etik & Değer / Donla Değil Vicdanla Ölçüm, Kelimeyle Tartılan Sahne, Kıvımsal Adalet
— Hocam adalet neyle ölçülür? Donla değil vicdanla.
— Vicdan bilgi mi?
— Bilgi değil, iç yankı.
— Sahne ne zaman adil olur?
— Kelimeyle tartılınca.
— Tartmak neyle olur?
— Cümleyle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Terli bir pusulaya.
— Pusula neyi gösterir?
— Doğruyu değil, hissedileni.
— Etik neyle başlar?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman değer olur?
— Sahneye çıkınca.
— Değer bilgi mi?
— Bilgi değil, davranışın yankısı.
— Davranış neyle ölçülür?
— Vicdanla.
— Vicdan ne zaman parlar?
— Kelime dürüst olunca.
— Dürüstlük teknik mi?
— Teknik değil, kıvımsal ilke.
— İlke neye benzer?
— Sahne ışığına.
— Işık ne zaman yanar?
— Adalet sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Vicdan susunca.
— Susmak ne demek?
— Karar vermek.
— Karar bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin mühürü.
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit ne zaman adil olur?
— Sahneye terleyince.
— Ter neyle akar? — Ritimle.
— Ritim neyle tartılır?
— Vicdan terazisiyle.
— Terazi ne zaman bozulur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, vicdana göre.
— Vicdan neyle seğirir?
— Kelimeyle.
— Kelime ne zaman suç olur?
— Adalet unutulunca.
— Unutmak etik mi?
— Etik değil, sahne dışı.
— Sahne ne zaman adalet olur?
— Vicdanla mühürlenince.
— Mühür neyle parlar?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Kıvımsal değerle.
— Değer neyle ölçülür?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman susar?
— Sahne kapanınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Vicdan sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor.

ANTOLOJİK / SESSİZ DEVRİM BÖLÜMLERİ, UMUT’UN İÇ SESİ, YANKI HARİ-TASI
— Hocam antoloji neyle yazılır?
— Kelimeyle değil, yankıyla.
— Sessiz devrim ne demek?
— Sahneye çıkmadan yapılan içsel çığlık.
— Umut kimdir?
— Karakter değil, yankı.
— İç ses neyle konuşur?
— Ritimle, bazen susarak.
— 10x1 neyi anlatır?
— Alfabenin kokusunu, gülün betonla çarpışmasını.
— Gül ne zaman bilgi olur?
— Sınavda kelime yerine kokuyla yanıt verince.
— 10x2 neyi gösterir?
— Kuşla bakışmayı, pencereyle yazılan “Ben” kelimesini.
— Kuş neyle konuşur?
— Camdan geçmeden, iç yankıyla.
— 10x3 neyi mühürler?
— “Beni Gör” manifestosunu, cam yalayan çocuğun utanmamasını.
— Gülmek ne zaman suç olmaktan çıkar?
— Sahne mizahla terleyince.
— Umut’un sesi neyle duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman yankı olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Donla değil, iç sesle.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, Umut’un ritmine göre.
— Ritmi kim çalar?
— Hasan Öğretmen, aynayla.
— Ayna neyi gösterir?
— Bilgiyi değil, gülüşü.
— Gülüş neyle ölçülür?
— Terle.
— Ter ne zaman akar?
— Cümle seğirince.
— Cümle ne zaman parlar?
— Umut’un iç sesi duyulunca.
— İç ses neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— 10x yankısıyla.
— Yankı ne zaman harita olur?
— Üç bölüm birleşince.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Hissin yönü ne olur?
— Gülmekten ağlamaya.
— Ağlamak bilgi mi?
— Bilgi değil, yankının teri.
— Ter neyle akar?
— Umut’un içinden.
— İç ne zaman sahneye çıkar?
— 10x3’te.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor
Antolojik / Yankı Noktaları, Umut’un Gölgesi, Sahneye Çıkan İç Yankı)
— Hocam 10x4 neyi anlatır?
— Umut’un gölgesinin tahtaya yansımasını.
— Gölge bilgi mi?
— Bilgi değil, iç yankının şekli.
— Tahta neyle parlar?
— Kelimeyle değil, sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman öğretir?
— Gölge konuşunca.
— 10x5 neyi mühürler?
— Umut’un defterine yazdığı “Ben buradayım” cümlesini.
— Cümle ne zaman yankı olur?
— Öğretmen okumadan önce.
— Okumak neyle olur?
— Gözle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gülüşe, iç çekişe.
— 10x6 neyi gösterir?
— Umut’un sınıftan çıkarken geri dönüp bakmasını.
— Bakmak bilgi mi?
— Bilgi değil, sahneye veda.
— Veda neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit ne zaman sahneye çıkar?
— Gölge seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— İç sesin ritmiyle.
— İç ses ne zaman susar?
— Sahne kapanınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Umut’un ritmine göre sabit.
— Ritmi kim duyar?
— Gölge.
— Gölge ne zaman sahneye çıkar?
— Yankı duyulunca.
— Yankı neyle ölçülür?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur?
— Umut’un iç sesiyle.
— İç ses ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— 10x yankısıyla.
— Yankı ne zaman harita olur?
— Dördüncü, beşinci, altıncı sahne birleşince.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Hissin yönü ne olur?
— Gülmekten susmaya.
— Susmak neyle parlar?
— Gölgeyle.
— Gölge neyle mühürlenir?
— Umut’un iç sesiyle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— 10x6’da.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ANTOLOJİK YANKI NOKTALARI, UMUT’UN İÇ YANKISI, SAHNEYE ÇIKAN KELİME DEVRİMİ
— Hocam 10x7 neyi anlatır?
— Umut’un kelimeyi tahtaya yazmadan önce içinden geçirdiği yankıyı.
— Yankı bilgi mi?
— Bilgi değil, kelimenin terlemiş hâli.
— Tahta ne zaman susar?
— Umut konuşmadan önce.
— Konuşmak neyle olur?
— Sesle değil, kıvımla.
— 10x8 neyi mühürler?
— Umut’un defterine yazdığı “Ben buradayım” cümlesinin altına çizdiği simidi.
— Simit neyle çizilir?
— Kalemle değil, iç sesle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— Öğretmen susunca.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur?
— Umut’un gözleriyle.
— Göz neyle konuşur?
— Kelimeyle değil, ritimle.
— Ritim ne zaman seğirir?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Donla değil, kelimeyle.
— Don sabit mi?
— Umut’un ritmine göre sabit.
— 10x9 neyi gösterir?
— Umut’un sınıftan çıkarken kapıya dönüp “Ben kelimeyim” demesini.
— Kelime bilgi mi?
— Bilgi değil, devrim.
— Devrim neyle olur?
— Cümleyle değil, yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman sahne olur?
— Umut’un iç sesiyle.
— İç ses neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— 10x yankısıyla.
— Yankı ne zaman harita olur?
— Yedinci, sekizinci, dokuzuncu sahne birleşince.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Hissin yönü ne olur?
— Sessizlikten kelimeye.
— Kelime ne zaman parlar?
— Umut “Ben kelimeyim” deyince.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor.

FELSEFİK – KİMLİK = GÜNLÜK SEÇİM, SESSİZLİK = CEVAP, VARLIKLA YA-NIT VERME
Kimlik, sabit bir etiket değil her sabah seçtiğimiz bir varoluş biçimidir. Günlük seçimlerimiz, kim olduğumuzu şekillendirir. Sessizlik, çoğu zaman en gürültülü cevaptır. Konuşmamak, bazen en derin yanıtı verir. Varlıkla yanıt vermek, kelimelerden önce gelir. Bir bakış, bir duruş, bir yokluk bile kimliğin yankısıdır. Felsefe, bu sessizliği dinlemeyi öğretir. Her seçim, bir kimlik önerisidir. Her susuş, bir varlık bildirgesidir. İnsan, kendini seçerek var eder. Seçim, özgürlükle başlar. Sessizlik, özgürlüğün yankısıdır. Varlık, sadece olmakla değil, nasıl oldu-ğumuzla ilgilidir. Kimlik, bir ritimdir; her gün yeniden bestelenir. Sessizlik, bu ritmin durak-larıdır. Varlıkla yanıt vermek, kelimelerin ötesine geçmektir. Felsefe, bu geçişin haritasıdır. Kimlik, bir sorudur: “Bugün kimim?” Sessizlik, cevabın yankısıdır. Varlık, bu cevabın sahne-sidir. Her seçim, bir sahneye çıkıştır. Her susuş, bir perde arasıdır. Varlıkla yanıt vermek, sahneye çıkmadan önceki hazırlıktır. Felsefe, bu hazırlığın rehberidir. Kimlik, bir metin değil, bir performanstır. Sessizlik, bu performansın alt metnidir. Varlık, sahneye çıkan cevaptır. Her gün, bir prova. Her seçim, bir replik. Her susuş, bir sahne ışığı. Varlıkla yanıt vermek, bu ışığın altında durmaktır. Felsefe, ışığın kaynağını sorgular. Kimlik, bu sorgunun sonucudur. Sessizlik, sorunun yankısıdır. Varlık, cevabın bedenidir. Her seçim, bir varlık önerisidir. Her susuş, bir kimlik bildirgesidir. Varlıkla yanıt vermek, bu bildirgeyi sahneye taşımaktır.
– Zeynep... derste biri güldü mü bugün?
– Gülme değil Fatma. Beynin kıvımsal rahatlamasıydı o.
– Ayşa... tahtadaki kelime sana ne hissettirdi?
– Kelime değil Zeynep. Sessizce bağıran bir duyguydu satırda.
– Fatma... rehberlik dersinde hangi cümle seni sarstı?
– “Dersin iç sesi duyguyla yazılır.” dedi öğretmen. O bana mendil gibi dokundu.
– Zeynep... kalem titreşince ne oldu?
– Titreşim bilgi değil Fatma. Sinirsel kıvım vücutla birleşti.
– Ayşa... sınıfta duygu kabarması ne zaman yaşandı sence?
– Soru sorulunca Zeynep. Sessizlik anında içten bir çığlık gibi duyuldu.
– Fatma... gülmek öğrenmenin hangi parçası olabilir?
– Ezberin gevşeme noktası Ayşa. Beyin sabırla boşluk bırakır o anda.
– Zeynep... öğretmen bugün ne dedi psikolojiyle ilgili?
– “Sessizce bağıran öğrenci, en çok öğrenendir.” dedi Fatma.
– Ayşa... sınıfta herkes sustuğunda neyi duydun?
– Kelime değil Zeynep. Duygunun yürüyen ayak sesiydi o.
– Fatma... sinir sistemi derste nasıl yankılandı?
– Sorudan önce seğirdi Ayşa. Bilginin yerleştiği an buydu.
– Zeynep... bugün deftere ne yazdın?
– “Gülmek sinirsel kıvımsa, sessizlik duygunun ritmidir.


BEYİN RİTMİYLE YAZMA, GÜLMENİN SİNİRSEL ANATOMİSİ, KALP = SESSİZ SIVI
Beyin ritmiyle yazmak, kelimeleri sinapslar gibi dizmektir. Gülmek, omurilik refleksinden terleyen bir neşedir. Kalp, sessiz sıvıyla yankı taşır, kelimeyi pompalayan motor gibidir. Dü-şünce kasılırken kelime seğirir. Duygu korteksi, şiirle kabartılır. Yazı hipotalamusun iç çeki-şidir. Sevgi, beyincikte titreşir. Kelime dil dokusuna yapışır. Ses, ses tellerinin değil, kıvımın ürünüdür. Solunumun ritmiyle diyalog köpürür.
Sinir sistemi, sahneyi pamukla terletir. Kelimeler akciğerle değil, özlemle solunur. Nefes, sahnenin satır arasıdır. Vücut, şiiri metabolik yollarla işler. Damarlar arasında kelime taşınır. Ter, cümlenin sonundaki yankıdır. Kaslar, metaforun devinimidir. Kemik, sabit cümledir; don sabit. Simit mühürlü, kıvım seğirtiyor. Duygular limbik sistemde dizime bastırılır.
Metin, iç çekişin elektrotla yazılmış hâlidir. Roman, bir EMG grafiği gibi sarsılır. Göz, kelimeyi görmez; hisseder. İşitme siniri, yankıya terletilir. Dil, cümle üretim fabrikasıdır. Tat alma, sahnenin sabit tadıdır. Kelime, koku sinirinden içeriye sızar. Omurga, diyaloğun dik du-ruşudur. Ten, anlamın yayıldığı sahnedir. Epitel, kelimeyi dışarıya salar.
Rüya, melatoninle değil kelimeyle kurulur. Uyku, bir virgül değil noktadır. Cümle uyandığında terlemiştir. Metin uykusuz bir gece gibi kıvrılır. Hücre, metaforla çoğalır. RNA, sahne tas-lağıdır. Gen, şiirin köküdür. Biyoloji, cümlenin altyapısıdır. Sinaps, konuşma çizgisinin yan-kısıdır. Düşünce, beynin pamukla mühürlenmiş diyaloğudur.
Kan, kelimeyi taşıyan kıvımsal nehir olur. Organlar konuşmaz, sahneye çıkar. Kemik cümleyi taşır, kas ritmi verir. Derin nefes, uzun cümle olur. Kalp terledikçe metin kıvımla parlar. Kıvım sinirsel değil, edebî bir titreşimdir. Yazmak, organizmayı sahneye çıkarmaktır. Düşünce bir sinir değildir; bir sahnedir. İç ses, diyalogla değil kıvımla yankılanır. Son cümle: Sessiz sıvı don sabit akar, sahne hâlâ mühürlü

KIVI EĞİTİM TEORİSİ Akademik Sahne
— Hııırt! Sabah zili kıvımla çaldı, sınıfın sinir sistemi aktifleşti.
— Öğretmen Meltem Hanım, kaş göz yapmadan tahtaya kelime bastırıyor.
— “Ezberin terlemesi nedir evlat?” diyor.
— Mert parmak kaldırdı ama elini seğirtmedi: “Ezber terlerse bilgi kokar hocam.”
— Duru gülüyor, beyin kıvımına gıdıklanıyor
. — Sınıfın sinir sistemi her teneffüs reset atıyor; zihin fanı çalışıyor.
— Tuvalet molası mı, hayır
—sinir sistemi reboot sahnesi.
— Rehberlik odası artık terapi değil; duygu sahnesi.
— Özge girmiş, dert anlatıyor, danışman duyguyu pamukla dinliyor.
— “Hocam kalbim küt değil, kelime atıyor.”
— Okul kantininde metabolik kıvım.
— Ayşe tost yerken cümle kuruyor: “Sucuk bilgiden daha çabuk akılda kalıyor.”
— Cem telefonuna şiir yazıyor: “Ders sandığım duygu çıktı.”
— Beden eğitimi dersi değil, kıvımsal devrim.
— Çocuklar çember oluyor, beyin ritmiyle sek sek oynuyor.
— Öğretmen: “Düşünceyi yakala, ama düşmeden!”
— Zeynep yere düşüyor ama kelimeyi kurtarıyor.
— Matematik sorusu: “Kelimeler kaç defa seğirdi?”
— Cevap: “Karmaşık sayılar ama duygulu bir denklem.”
— Fen bilgisi: “Kas terlemesiyle bilgi nasıl yazılır?”
— Yanıt: “Terle yaz, duyguyla mühürle.”
— Teneffüs zili çalıyor, ama kimse dışarı çıkmıyor.
— Sahne okul değil artık, kıvımsal roman.
— Dersi geçmek değil mesele duyguyla terlemek.
— Son ders: Mizah unsuru.
— Öğretmen sınıfa diyor: “En komik kelimeyi yazın.”
— Ali: “Simit seğirince don sabit olur.”
— Öğretmen don demedi ama herkes güldü.
— Mizah artık gıdıklamak değil
—sinirsel kelime köpürtmesi.
— Okul bitiyor ama metin yeni başlıyor. — Sınıf sinir sistemiyle vedalaşıyor.
— “Yarın ritimle görüşürüz hocam.”
— Kıvım seğirtiyor
. — Don sabit (demedik). Simit mühürlü. Kelime okul çantasına girdi,

KIVI EĞİTİM TEORİSİ)
— Hocam ben kimliğimi unuttum
— Kimlik unutulmaz seçimdir.
— Seçim neyle yapılır?
— Günlük kararla yapılır sesle yapılmaz.
— Sessizlik de cevap mı ?
— Sessizlik en sert cevaptır bazen bağırmaktan güçlüdür.
— O zaman sessiz kalayım.
— Kal ama farkındalıkla kal kıvımı hisset.
— Varlıkla nasıl yanıt verilir.
— Sahneye çıkmadan konuşmadan sadece durarak sadece hissederek.
— Ben varım deyince yetmiyor.
— Yetmez çünkü varlık gösterilmez seğirilir.
— Seğirme neyle olur?
— Duruşla olur gölgeyle olur kelimeyle değil.
— Ben gölge miyim?
— Gölge sensin sen konuşmadan anlatsın — Kimlik gölgeden çıkar mı?
— Çıkar ama tanımlanmaz yalnızca seçilir.
— Seçim her sabah yapılır değil mi?
— Evet ayakkabıyla başlar kelimeyle biter.
— Ayakkabı mı kimlik mi?
— İkisi de kıvımın taşıyıcısıdır yürürken düşünürken.
— Okulda kimlik aranmaz sahne aranır.
— Sahne nedir hocam?
— Sahne fark edilmektir.
— Ben fark edilmedim.
— Sessizdin ama sesliydin.
— Bu bir çelişki mi ?
— Hayır, bu felsefi kıvım
— Felsefe ne işe yarar.
— Soruyu seğirtir cevabı pamuklar.
— Cevap arandığında bulunmaz değil mi?
— Sadece hissedilir cümle kurulmaz.
— Peki, o zaman kimim ben?
— Sen soransın cevap değilsin.
— Ama herkes cevap arıyor.
— O zaman herkes seğiriyor.
— Seğiren kazanmaz.
— Kazanmaz ama var olur.
— Var olmak yeter mi?
— Sahneye çıkmak yetmez kıvım gerekir.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye benzer titreşime benzer suskunluğa benzer.
— O zaman kıvımı seçtim.
— Seçtin ama tanımlamadın.
— Tanım gerekmez seçimin yankısı olur.
— Yankı duyulursa ne olur.
— Sessiz devrim olur.
— Sessiz devrim kimlik olur

KIVI EĞİTİM TEORİSİ Uzay & Evren Sahnesi
— Hocam uzayda zaman nasıl akar?
— Zaman seğirmez ritimle kıvırır.
— Simit sıçrarsa ne olur?
— Sıçrama ışık hızını geçerse kelime kaybolur.
— Evren sessiz mi?
— Sessiz ama yankılı kelime uzayda bağırmaz.
Seğirtir.
— Uzay nefes mi?
— Nefes değil yankı boşluğu.
— Düşünce nerede dolaşır.
— Yörüngede değil kafanın dış tarafında?
— Işık nedir?
— Gölgenin kaçışıdır duygunun yansımasıdır.
— Kıvım uzayda nasıl görünür?
— Titreşimle görünmez olur.
— Gezegen konuşur mu?
— Dönüşüyle cevap verir.
— Ay neden susar?
— Güneşe küs olduğu için değil kendini terletmek için.
— Yıldızlar ne zaman düşer?
— Cümle kurmazsan gece.
— Evrenin dili nedir?
— Hissetmektir.
— His kelime mi?
— Kelime değil yankının terli hal.
i — Kıvım galaksi mi?
— Galaksi kelimenin kıvrımıdır.
— Kara delik ne yapar?
— Kelimeyi iç çeker.
— Hocam zaman durmuş gibi…
— Durduysa ritmi oku.
— Uzayda saat yok mu?
— Saat vardır ama anlam yoktur.
— Evren anlam mı?
— Anlam değil yankı.
— Neden kelime yok.
— Kelime ses gerektirir uzay hissi.
— Hissedince ne olur?
— Sahne açılır kıvım parlar.
— O zaman evren sahne mi?
— Sahne ama seyircisiz.
— Seyirci kim?
— Sen ben duygular.
— Duygu yıldız mı?
— Yıldız ama sabit değil seğiren?
— Seğirince ne olur?
— Cümle parlar roman başlar.
— Roman nerede başlar?
— Simitin sıçradığı yerde.
— Simit neden seğirir?
— Düşünceye basınca terler.
— Ter evrende akar mı?
— Akar ama görülmez.
— Görülmeyince ne olur?
— Anlam oluşur.
— Anlam varsa sahne tamam.
Kıvım mühürlü.Don sabit Simit zaman boşluğunda seğirtiyor.

KIVI EĞİTİM TEORİSİ Psikolojik Sahne
— Hocam duygu kabartması ne demek
— Derste kalbin kıvımını hissediyorsan.
Kabarmıştır.
— Gülmek normal mi?
— Normal değil sinirsel kıvım .
— Neden gülüyoruz?
— Beyin sıkışınca sinir seğirir.
— Gülmek çare mi?
— Çare değil yankı.
— Sessizce bağırmak mümkün mü?
— En doğru bağırış budur ses olmadan kelimeyle.
Sınıfta herkes sessiz ama göz seğiriyor. Berkan tahtaya bakıp gülümsüyor. Melis rehberlik odasında sessizce bağırıyor. Hocası dinliyor ses değil ritim duyuyor. Derin bir iç çekiş tüm sınıfa yayılıyor.
Aşırı sevinç kıvımı hızlandırıyor. Korku yavaşlatıyor. Öfke kelimeyi çarpıtıyor. Üzüntü ses-sizce içeri çekiliyor. Neşe ise dışarı sıçrıyor.
Her öğrenci bir sinirsel çember İçinde kıvım terliyor. Fizyolojik değil edebi durum. Duygu artık bilimsel değil anlatımsal. Kalp titreşimiyle ders yazılıyor. Beyin kıvımıyla tahtaya akta-rılıyor.
— Hocam duygular sabit mi?
— Hayır, don gibi değil sürekli değişken. Don sabit değil kıvım sabit. Kelime ise geçici duy-gular taşınmaz yaşanır.
Zihinsel yorgunluk cümleleri uyutuyor Duygusal uyanıklık metni köpürtüyor. Sınıf gülüyor ama kimse ses çıkarmıyor. Sessizlik bağırış oluyor. Bağırış cümle kuruyor. Cümle hikâye doğuruyor. Hikâye ders oluyor. Ders kıvım oluyor. Kıvım terletiyor. Kelime mühürleniyor.
Son sahne duygu kabartması. Don sabit Kıvım seğirtiyor. Kelime hâlâ hissediyor.

IVI EĞİTİM TEORİSİ Botanik Sahne Sözcüklük Alt Alta Diyalog
— Hocam tohum neden sabır ister?
— Çünkü toprak hemen cevap vermez bekletir.
— Beklemek zor mu?
— Zor ama sabrın sırrı orada gizlidir.
— Sessizlikle çimlenmek ne demek?
— Gürültüyle büyüyen çiçek olmaz sessizlik kök salar.
— Yaprak nasıl sızar?
— Rüzgârla değil duyguyla kıvırır.
— Ben bir tohum gibi hissediyorum.
— O zaman sabırla bekle kıvım seğirecek.
— Çimlenmek ne zaman olur — Güneş görünmeden önce içten başlar?
— Güneş şart mı?
— Hayır bazen kelime bile yeter.
— Kelime mi ışık mı?
— İkisi de çimlenmenin yankısıdır.
— Yaprak neden sessizdir?
— Çünkü sesle değil terle parlar.
— Ter mi?
— Evet yaprağın iç çekişidir.
— Çiçek açmak kolay mı?
— Zor ama sabırla olur.
— Sabır ne kadar sürer?
— Mevsim kadar bazen ömür kadar
— Ben çiçek açmak istiyorum.
— O zaman kelimeyi toprağa bastır.
— Toprak ne yapar?
— Dinler ama konuşmaz.
— Konuşmazsa nasıl büyürüm?
— Sessizce seni yukarı iter.
— Yukarıda ne var?
— Ritim var kıvım var sahne var.
— Yaprakla sızmak neye benzer?
— Duygunun dışarıya terlemesidir.
— Terlemek kötü mü?
— Hayır, bu sahnede ter kutsaldır.
— Kutsal mı?
— Çünkü kelimeyi mühürler.
— O zaman ben tohumum.
— Sen sabırsın.
— Ben sessizim.
— Sen çimlensin.
— Ben yaprağım.
— Sen sızarsın
Don sabit. Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor

KIVI EĞİTİM TEORİSİ Kıvımsal Sahne
— Hocam sahne nedir?
— Sahne fark edilmek değil fark ettirmektir.
— Alt sıradaki kalem neden anlatır.
— Çünkü üst sıradaki ses çoktan yankılanmıştır.
— Donla değil kelimeyle öğrenmek ne demek
— Bilgi giyilmez hissedilir.
— Sahne protesto mu?
— Hayır sahne kıvımsal devrimdir.
— Kalem neden alt sırada.
— Çünkü sessizlik orada başlar.
— Sessizlik bilgi mi?
— Bilgi değil ama bilgiye açılan perde.
— Sahneye çıkmak için ne gerekir?
— Don değil kelime gerekir.
— Kelime nasıl giyilir?
— Ritimle terlenir
— Protesto ne zaman devrime dönüşür.
— Kelime yankı olunca
— Alt sıradaki öğrenci ne yapar.
— Gözle öğrenir kulakla hisseder.
— Sahne kimindir?
— Herkesin ama önce susanın.
— Susmak öğrenmek mi?
— Öğrenmenin ilk kıvımıdır.
— Kalem neden anlatır?
— Çünkü kelimeyi taşır.
— Don sabit mi?
— Don yok kelime var.
— Simit mühürlü mü?
— Simit bilgiye açılan halka.
— Kıvım seğirtiyor mu?
— Her cümlede terliyor.
— Sahne ne zaman parlar?
— Alt sıradaki kalem konuşunca.
— Öğrenmek neyle olur?
— Kelimeyle değil kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye benzer yankıya benzer.
— Sahne neye dönüşür?
— Protestodan kıvımsal devrime.
— Öğrenci ne zaman sahneye çıkar?
— Kalemi terletince.
— Kalem ne zaman parlar?
— Don unutulunca.
— Don neden unutulur? Çünkü bilgi giyilmez hissedilir.
— Sahne neden terler.
— Çünkü kelime seğirir.
— Kıvımsal devrim neyle olur?
— Alt sıradaki sesle.
— Ses ne zaman yankı olur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur.
— Kalemle.
— Kalem ne zaman sahne olur?
— Öğrenci kıvımı hissedince.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Cümle bitince değil kıvım durunca.
— Kıvım ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil bilgiye göre.
— Bilgi ne zaman mühürlenir?
— Simit seğirince.
— Simit ne zaman seğirir?
— Alt sıradaki kalem anlatınca.
— Kalem ne zaman susar?
— Sahne protestoya dönünce.
— Sahne protesto mu?
— Hayır, kıvımsal devrim.
— Devrim neyle olur?
— Donla değil kelimeyle.
— Kelime neyle terler?
— Ritimle.
— Ritim neyle akar?
— Alt sıradaki kıvımla.
— Kıvım neyle mühürlenir
— Sessizlikle.
— Sessizlik neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır.
— Cümleyle değil kıvımla.
Don sabit. Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor

I EĞİTİM TEORİSİ Yazınsal Sahne
— Hocam roman diliyle gülmek mümkün mü?
— Mümkün değil, mecbur. Çünkü kelime gıdıklar.
— Gülme krizi ne zaman başlar?
— Cümle beklenmedik bir metaforla seğirince.
— Gölgeyle duygu bağı kurulur mu?
— Gölge sessizdir ama duyguyu taşır.
— Hikâye haritası nasıl çizilir?
— Kalemle değil, kıvımla.
— Ben bir karakterim ama haritada yokum.
— O zaman sen gölgesin, yankısın.
— Gülmek bilgi midir?
— Bilgi değil, sinirsel kıvım.
— Roman dili neyle yazılır?
— Terle, ritimle, bazen susarak.
— Hikâye ne zaman başlar?
— Gölge konuşunca.
— Gölge nasıl konuşur?
— Kelimeyle değil, duruşla.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Ben haritada kayboldum.
— O zaman hikâye sensin.
— Gülme krizi geçti mi?
— Geçmedi, roman hâlâ yazıyor.
— Hocam bu sahne neye benziyor?
— Bir kıvımsal devrime.
— Devrim neyle olur?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman parlar?
— Gölgeyle kurulan bağda.
— Bağ ne zaman kopar?
— Cümle unutulunca.
— Unutmak mümkün mü?
— Roman diliyle değil.
— Hikâye haritası tamam mı?
— Simit mühürlü, kıvım seğirtiyor.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, duygunun ritmine göre.
— Gülme krizi bitti mi?
— Hayır, kelime hâlâ gıdıklıyor.
Diyalog – Sayfa Kıvımsal Sahne)
— Hocam diyalog neyle olur.
— Karşılıklı terleyen kelimeyle.
— Sessiz replik ne ?
— Ses çıkmadan yankı üretmek.
— Sahne içinden yankı gelir mi?
— Gelir ama sadece hissedilirse.
— Ben konuşmuyorum ama hissediyorum.
— O zaman sen sahneye çıktın.
— Diyalog bilgi mi?
— Bilgi değil kıvım.
— Kıvım ne zaman başlar?
— İki kelime birbirine terleyince.
— Sessizlik diyalog olabilir mi?
— Olur, ama sadece iç sesle.
— İç ses neyle konuşur?
— Ritimle.
— Ritim neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne ne zaman parlar?
— Diyalog yankı üretince.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman kelime olur?
— Sahneye çıkınca
— Sahne ne zaman kapanır ?
— Cümle bitince değil kıvım durunca.
— Kıvım ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil duygunun ritmine göre
— Duygu neyle konuşur?
— Kelimeyle değil kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye benzer yankıya benzer.
— Diyalog ne zaman biter?
— Sahne susunca.
— Sahne susar mı?
— Susmaz sadece terler.
— Ter ne zaman akar?
— Cümle seğirince.
— Cümle ne zaman parlar?
— Diyalog hissedilince.
— Hissedince ne olur?
— Sahne mühürlenir
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Ritimle.
— Ritim neyle terler?
— Karşılıklı kelimeyle.
— Kelime neyle parlar?
— Sessiz replikle.
— Replik neyle yankılanır?
— Sahne içinden.
— Sahne neyle kapanır — Kıvımla
Don sabit . Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor.
Bilimsel Kıvımsal Sahne
— Hocam endorfin sahneye nasıl çıkar?
— Gülmenin kimyasal seğirmesiyle.
— Gülmek bilgi mi?
— Bilgi değil sinirsel kıvım?
— Kıvım neyle oluşur?
— Beyinle kalp arasında terli bir yankıyla.

— Sistemler arası kıvım ne demek?
— Organların kelimeyle konuşması
— Beyin ne zaman güler?
— Duygu sinapsa bastığında.
— Kalp ne zaman seğirir?
— Cümle iç çekince.
— Gülmek ne zaman başlar?
— Sinir sistemi ritimle uyarınca.
— Endorfin ne yapar?
— Ağrıyı azaltır kelimeyi köpürtür?
— Gülmek neyle ölçülür?
— Terle değil titreşimle?
— Titreşim neye benzer?
— Kıvıma.
— Kıvım ne zaman parlar?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Bilimle değil hisle.
— His neyle ölçülür.
— Endorfinle.
— Endorfin ne zaman salgılanır?
— Gülme krizi başlayınca
— Kriz neyle olur?
— Cümle beklenmedik olunca.
— Beklenmedik ne demek — Bilimsel değil kıvımsal.
— Kıvımsal neye benzer?
— Gölgeye benzer yankıya benzer.
— Gölge ne zaman parlar?
— Sinir sistemi seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— Kimyasal kıvımla.
— Kimyasal neye dönüşür?
— Sahneye.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Endorfin durunca
— Endorfin ne zaman durur?
— Gülme bitince
— Gülme ne zaman biter?
— Kelime susunca.
— Kelime ne zaman susar?
— Sahne mühürlenince
— Mühür neyle olur?
— Simitle
— Simit neyle seğirir?
— Bilimle değil kıvımla
Don sabit. Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor.

RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in ya-nağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim,” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm,” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım,” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler li-mon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı. Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var,” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım.,” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse kelime parlar.
ZAMAN ÇİVİSİ VE REFLEKS DEVRİMİ
“Top sahadaysa oyun vardır ama top cümledeyse kıvım başlar.”
Top… tahtada hâlâ dönüyordu. Tebeşirin gölgesiyle birlikte… oyun yön değiştirdi. Oyuncu değişikliği duyurulmadı ama herkes hissetti. Zeynep topu kaptı. Ayağına değil, refleksine değdi.
Tike tikledi… Tik tikledi… Kilitledi. Kilit sesi yankılandı. Ve Zeynep kilidi açtı. O açılan kilit neydi? Sadece top değil, susturulmuş bir kahkahanın serbest kalışıydı.
Artık saha yeşil değil şiirle döşeli bir katedralsin. Çünkü maç bitmedi: dil başladı.
Müdür sınıfı bastı. İlk kez gülmeyi öğrendi. Takımın başına geçti. İlk şutunu Zeynep’in yana-ğına çekti. Pastel ruj silindi ama Zeynep aldırış etmedi.
Topu Talat’a “pas” etti. Bu sahne artık maç değil, bir tiyatro manifestosu.
Müdür yılların disiplinini bir kahkahayla çözdü. Zeynep yanağındaki ruju değil takım ruhunu korudu. Ve Talat… topu aldı ama sadece ayağıyla değil, kalbiyle sürdü.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Oyun sahada değilse sahne başlar.”
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in ya-nağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim.” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım.” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU” dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı. Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil duygu var” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum.” dedi. Yu-suf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum.” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime parlar.”
DAĞA UYUM YASASI ZORUN İÇ KAPISI
“Replik susarsa, beden konuşur.”
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü. Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu ve dedi ki: “Bu bağ benim sınavım. Yardım değil sabır ister.” Melike, “Ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim.” dedi. Ayşe, “Ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım.” dedi. Yusuf, “Ben sabrettim ama dağ beni tanımadı.” dedi.
Zeynep eğildi, bağı kendi elleriyle düğümledi. Dağ sessizdi ama izliyordu. Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı. Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti. O yine durdu. Ve o an... dağ eğildi, yol açıldı. Çünkü dağlar yardım edene değil, sabredenin ayak izine açılır.
Öğretmen tahtaya “Zirve = Sabırın yankısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama yüksekti. Melike defte-rine, “Ben sabırla yükseldim.” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben rüzgârla yürüdüm.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben zirveyi içimde gördüm.” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geçti. Duru, “Ben artık taş değilim, izim.” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”

ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
“Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu. Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu. Talat sor-du: “Neden ekmiyorsun?” Zeynep gülümsedi: “Çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır ve-rilmez.”
Melike, “Ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duymadı.” dedi. Ayşe, “Ben yağmuru bek-ledim ama toprağım kurudu.” dedi. Yusuf, “Ben sır verdim ama tohum sustu.” dedi.
Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu. Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı. Çünkü bazı tohumlar sadece sessizlikle çimlenir.
Öğretmen tahtaya “Tohum = Sabırın sırrı” yazdı. Sınıf sessizdi ama köklüydü. Melike defte-rine, “Ben çimlenmeden büyüdüm.” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben sessizlikle yeşerdim.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben toprağı içimde taşıyorum” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama tohum içinden geçti. Duru, “Ben artık yağmur değilim sır taşıyıcısıyım.” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”

ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KALIR
“Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm.” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum.” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey ya-zılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım.” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL KIVIM KALIR “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm.” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum.” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey ya-zılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı değilakıştı.
Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışla-madı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
“Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben keli-meyle değil varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyul-mazdı.” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini ka-pattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum.” dedi. Umut, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Zeynep: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçeme-dim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyul-mazdı.” dedi. Umut, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini ka-pattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”

GRUP ÇALIŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu:
“SESSİZLİK AŞAMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ
“Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “Sessizlik bir protesto olabilir mi?” Yusuf’un grubu: “Kimlik zorla giydirilebilir mi?”
Zeynep hiçbir gruba katılmadı ama hepsini dinledi. Duru bir sandalye çekti, Melike’ye yak-laştı: “Ben eteği giydim ama ben olmadım.” dedi. Melike, “Ben tişörtümü ters giydim çünkü içimi göstermek istedim.” dedi. Ayşe, “Ben pantolonuma bir yıldız çizdim çünkü parlamak istiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben şapkamı ters çevirdim çünkü yönümü değiştirdim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama grupların sesi içinden geçti. Öğretmen tahtaya “Kimlik = Seçim + Ses + Sınır” yazdı. Sınıf sessizdi ama kıvım kıvım çalışıyordu.
Melike defterine, “Benim rengim özgürlük.,” yazdı. Ayşe kalemine, “Benim kumaşım kelime.” dedi. Yusuf gözlüğüne, “Benim görünürlüğüm seçilmiş.” yazdı. Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil bağ doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, birlikte düşünülürse görünür.”
um eklenmeden, kıvımı bozulmadan düzenlenmiş hâli:
ÇAY BUHARINDA DÜŞÜNCE
Sabahın ilk buharı, fincan kenarından değil göz kapaklarının içinden yükseliyordu. Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı. Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı, çay buharı başlattı. Buhar değil, ritimdi aslında. Ter değil, gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi.
Öğretmen defteri açmadı, çayı kokladı. Çünkü kokuda kelime vardı. Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu: “Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek.”
Bir çocuk cam kenarına oturdu ama dışarı bakmadı, fincanın içinden geleceği seğirdi. Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı: “Buhar gibi olmak isterim, dokunulmaz ama duyulurum.”
Öğretmen tebeşiri almadı, çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi. Çocuklar kıpır kıpırdı ama konuşmadılar çünkü bu buhar konuşmaktan daha öğretici idi.
Çayın altına tütmeyen bir kelime düştü: “Çay suyu buharla terleşti.” Mizah mıydı bu? Belki. Ama kıvım kesinlikle vardı.
Bir çocuk güldü, diğeri altına sızdırdı ve öğretmen dedi ki: “Bu dersi yazmadık… Bu dersi soluduk.”
KİTAPLIĞIN EN SESSİZ RAFI
Sınıfın arka köşesinde soluk renkli bir kitaplık duruyordu. Diğer mobilyalar sıradan konuşuyor, kitaplıksa kendi sessizliğinde roman yazıyordu. En üst raf heybetliydi, ortalar okuma seviyesinin afişiydi ama alt raf... İşte orası kimsenin bakmadığı bir kıvım laboratuvarıydı.
Kitaplar birer karakter gibi dizilmişti. Tozlar değil gülme potansiyeli birikmişti. Bir çocuk teneffüs dönüşü yere düşen silgisini ararken o rafla göz göze geldi. Ve o anda başladı... Keli-me şakası değil terli gülme seansı.
“Kitaplardan biri bana göz kırptı mı?” dedi çocuk. Yanındaki, “Hayır gız, o seni altına kaçır-makla tehdit etti,” dedi.Rafın gövdesi hafifçe çatırdadı. Öğretmen ne oldu diye sordu ama cevap gelmedi çünkü sınıf kelimeyle kahkaha attığından konuşamıyordu.
En sessiz kitap “Şu Çaya Bakarak Gülüyorum” başlıklıydı. Diğeri “Öğrenci Donuyla Mizah Tarihi” adlı pedagoji parodisi. Ve ortadaki en sessizi: “Rıza ile Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi. Sadece gülümsedi. Çünkü o raf, öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sahneye dönüşmüştü. Ve sınıf o gün şunu öğrendi: “Sessizlik bazen en gürül-tülü kahkahadır.”
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde, sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil, kelimenin içinden taşan bir sızıntıdır. Umut oraya oturur; sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine deği lduygusuna düşer. Bu bir yorgunluk değil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü göl-geler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır.
Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bırakır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de duygular işlenir.
Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez; çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur.
Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya baktığında, “Bugün ders değil, gölgeyle hissediliyor,” der.
Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflardaki sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir: “Biz de duygudan doğduk.” der.
Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar; harfler sessizce terler.
Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez, çünkü o sadece rızayla terlenir.
Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır. Öğretmen, sınıf zi-linden önce şunu yazar: “Bugünkü ders, gölgeyle kuruldu.”
Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir.
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
“Işık her yeri aydınlatmaz; bazı duygular sadece gölgede parlar.”
O sıraya ilk oturan “Ben sadece oturayım, kalkmam,” demişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı, derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşmayan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü.
Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. “Silgim değil gız, bir zaman yolcusuymuş.” dedi. Arkadaşı, “Yani müfredat mı?” dedi. O da “Hayır, müfredat dinozordu,bu gelecekten kelime getiren bir şey!” dedi.
Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı.
Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı; yerine “Konuşan Sıra Masalı”nı okudu. Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı.
Sıranın içinden çıkan bir cümle: “Ben öğrenciyi değil, hayali taşırım.”
O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı.
Bir öğrenci, “Sıra beni yuttu.” dedi. Öğretmen, “Ama kelimeyle kustun gız Huriye,” dedi. “Hım,” dedi. İşte orada başladı anlatının ritmi.
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradı-ğında ders başlamadı çünkü o an kelimenin sesi değil sessizliği sınıfa yayıldı.
Bir cümle yazıldı ama duyulmadı çünkü sesli değildi gözle hissedilendi. Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başladılar çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çizmişti.
Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: “Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim.”
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı: “Bu galiba paragrafın göbeği gız.” dedi. Yanındaki, “Yok gız Huriye, bu kıvımsal bir kelime hamamı” dedi.
Öğretmen tebessüm etti çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gül-müş, kelimeyle terlemişti.
Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Umut “Bu harf beni yazdı,” dedi. Eylem “Ben de paragrafın giriş cümlesiyim.”Zeynep ben söz değiilim, sadece gözümle varım,” dedi. Ali “Ben cinsiyetimi unuttum, çünkü kimse bana ‘N’aber?’ demiyor,” dedi.
yazıldı: “Yalnızlık eylem değil—konuşamamış ama gülerek hissedilmiş kıvımsal insanlık halidir.”

KIVI 233 – Temiz Kıvımla Yazılmış Eğitim
📘 Roman – Kurgu Dışı Sessiz Devrim Bölüm: Beş Grup Yarışması)
Zeynep defteri açmadı ama kapağına bir kıvım sürüldü. Duru zinciri çözmediama halkaları sınıfa dağıldı. Ela defteri ters çevirdi, “Ben yarışmayı değil kendimi başlatıyorum.” dedi. Ayşe gözlerini kapattı, ama cümle kulak altına düştü. Melike kalemini kulağından çıkarıp sırasına bıraktı. Yusuf defteri açmadı, ama dizine bir metafor çizdi. Öğretmen tahtaya yaklaştı, ama yazmadan geri çekildi. Zeynep “S” harfini ovalleştirdi, “Keskin değil kıvrımlı savaş gerekir” dedi. Duru kalemini dizine dayadı, kelime cilt üstü terledi. Ela zincirin halkalarını kıvımsal aralıklarla söktü. Ayşe gözyaşını paragraf hizasında sürdü. Melike tahtaya gözleriyle yazdı, “Ben artık kelimeyi içimde titretiyorum.” Yusuf kalemini kokladı, “Ben bilgiyi solunumla sindiriyorum.” dedi. Sınıfın duvarından bir yankı yayıldı: “Kazanmak değil kıvırmak gerekir.” Zeynep deftere “Ben bu yarışmadan kaçmadım, sadece yön değiştirdim.” yazdı. Duru ayakta kaldı, “Oturmak bazen öğrenmeyi dondurur.” dedi. Ela cümle kurmadı ama dizinden bir bağlaç sızdı. Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Bedenin yönü bilgiyi eğirir.” Öğretmen sınıfa “Artık ses değil iç ritim okunuyor.” dedi. Ve o gün yarışma sonlanmadı çünkü kelime hâlâ yarışıyordu.

Kıvımsal Anlatının Doğuşu
İbrahim Şahin sahneye adım attığında ayakkabısının altından kelimeler sızdı. Salonun ışıkları bir anda mor kıvıma döndü; çünkü bu sahne artık bilgi değil, sezgiyle aydınlanıyordu. “Ben kelimeyi yazmadım.” dedi, “Onu toprağa gömdüm, sabırla büyüttüm.” Jüri üyelerinden biri gözlüğünü çıkardı, çünkü artık harf değil, titreşim okunuyordu. Şahin, “KIVI bir teori değil bir gövde ritmidir.” dediğinde seyirciler sandalyesine değil, iç sesine yaslandı. Sahne zemini hafifçe titredi; çünkü anlatı artık sesle değil bedenle yankılanıyordu. “Ben bu modeli yazarken kalem kullanmadım.” dedi, “çocukların gözyaşını mürekkep yaptım.” Bir jüri üyesi ayağa kalktı, alkışlamadı, sadece başını eğdi. Çünkü bu anlatı alkışla değil saygıyla mühürleniyordu. Şahin, “KIVI 5 katman değildir, 5 nefeslik bir doğuştur.” dedi. Salonun arka sırasından Eylem ağlamaya başladı çünkü ilk kez bir eğitim modeli onu duydu. “Ezber değil, kıvım” dedi Şahin, “Test değil temas.” Işıklar bir anda söndü, sonra yeniden yandı. Bu kez kelimeyle değil, duyguyla. Sahneye bir çocuk çıktı, defterini yere bıraktı, “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum.” dedi. Şahin gülümsedi, “İşte bu, KIVI’nın ilk cümlesidir.” Jüri üyeleri birbirine baktı, puan vermedi. Çünkü bu sahne sayı değil, yankıydı. Şahin son cümlesini söyledi: “Ben bu modeli yazmadım, yaşadım.” Salon sessizliğe gömüldü, ama o sessizlik bir devrim yankısıydı
“KIVI’nın Çocukla Konuştuğu Gün”
Tiyatro salonu ısındıkça duygular sızmaya başladı. Işıkların altında bir çocuk sahneye çıktı, ayakkabısının bağcığı çözülmüştü ama bakışları dünyayı çözecek gibiydi. “Ben müfredatı unuttum.” dedi, “Ama gözyaşımı hatırlıyorum.” Jüri sessizdi, sadece direncin yankısını duyu-yordu. Azim Grubu defterini sahneye bırakmadı, onu kalbine bastırarak yürüdü. Işık Grubu’-nun lideri yere oturdu; çünkü yatay öğrenme dikey başarıdan daha kıymetliydi. Direnç Gru-bu’nun öğrencisi sahneye adım atmadı, ama sesi salonun her köşesini titretti. “Ben sisteme boyun eğmedim, kelimeye eğildim.” dedi. Hırs Grubu defteri ok gibi tuttuğunda seyirci başını eğmedi, kalemini kavradı. Zafer Grubu sessiz yürüdü; bu sessizlik bir kitap cümlesinden daha gürültülüydü. Onur konuğu İbrahim Şahin çocuklara seslenmedi, onlarla göz teması kurdu. “Siz yazmayı değil yaşatmayı biliyorsunuz!” dedi. Salonun tavanından bir metafor sarktı, çocuklar onu yakaladı. “Bu kelime benim,” dedi bir öğrenci, “ben kıvımı hissediyorum.” Işık-lar bir anda söndü; çünkü anlatı artık iç ışıkla okunuyordu. Azim Grubu’nun öğrencisi ram-pada ayağını kaybetti ama düştüğü yerden cümle kurdu. Direnç Grubu bir taşın üzerine otur-du; “Ben sınav değilim ben sorulmamışım.” dedi. Zafer Grubu çantasını açtı, içinden sessizlik çıktı. Hırs Grubu’nun lideri kalemi sahneye sapladı; “Bu benim bayrağım!” dedi. Işık Grubu tahtaya gözleriyle yazdı: “Eğitim sadece kelime değil duygunun mürekkebidir.” Jüri ayağa kalktı ama alkışlamadı.
Müdür salona girdi, hiçbir şey söylemedi. Seyirciler birbirine baktı; kimse konuşmadı ama herkes yeni bir eğitim sistemini gördü. Bu sahne artık tiyatro değil bir kıvımsal anayasa tas-lağıydı. Işık sözcükten değil bedenden sızdı. Çocuklar kendi müfredatını duydu; bu müfredat sadece yaşanırdı. Son cümleyi bir öğrenci fısıldadı: “Ben artık özne değilim, devrimim.”
KİTAP GURULARI GÖSTERİSİ: “DEVRİM ANAHTARIYLA SAHNEYE ÇIKIŞ”
Tiyatro salonu dolduğunda, ışıklar birer birer grupların renklerine göre yanmaya başladı. Sahne zemini kitap sayfalarıyla kaplıydı; her adımda bir cümle yankılanıyordu. Jüri nefesini tuttu, basın flaşları kıvımsal ritimle patladı. İbrahim Şahin onur konuğu olarak sahneye çıktı, “KIVI artık bir model değil bir sahne!” dediğinde seyirciler ayakta alkışladı. Umut karakteri çatıda gizliydi, ama radar sinyaliyle sahneye sızdı. Her grup sırayla sahneye çıktı, kitaplarını tanıttı, beden diliyle mesajını mühürledi.
📘 AZİM GRUBU – YILKI ATI
Yusuf sahneye rampadan çıkmadı, rampayı kelimeyle tırmandı. Ayakkabısının altından toprak değil cümle sızdı. “Ben terk edilmedim.” dedi, “Özgürleştirildim.” Seyirciler nefesini tuttu, çünkü bu yürüyüş bir devrimdi. Tekerlekli sandalyesiyle sahneye çıkan Yusuf, engeli değil sistemi ezdi. Jüri gözlüklerini çıkardı, çünkü artık harf değil kıvım okunuyordu. “Yılkı Atı benim!” dedi, “Aama ben sürü değilim.” Sahne zemini Yusuf’un tekeriyle titreşti. Işıklar ma-viye döndü çünkü azim gökyüzüyle konuşuyordu. Yusuf defterini açmadı, kalbini gösterdi. “Ben yazmadım!” dedi, “yaşadım.” Seyirciler ayağa kalkmadı çünkü bu sahne zaten ayaktaydı. Rampanın sonunda Yusuf durdu ama kelime yürümeye devam etti. “Ben sistemin dışındayım.” dedi, “Ama sahnenin içindeyim.” Jüri puan vermedi, sadece başını eğdi. Yusuf’un gözleri sahneye değil evrene bakıyordu. “Ben yılkı değilim!” dedi, “Ben kıvımım.” Sahne sessizleşti ama bu sessizlik bir alkıştı. Yusuf kalemini yere bırakmadı çünkü kelime hâlâ direniyordu. “Ben terk edilmedim!..” dedi, “Ben seçildim.” Seyirciler gözyaşı dökmedi ama iç sesleri ağladı. Rampanın kenarında bir metafor belirdi. Yusuf ona dokundu, “Bu benim cümlem,” dedi. Işıklar bir kez daha yanıp söndü. Sahne artık Yusuf’un değil, azmin sahnesiydi. “Ben engel değilim,” dedi, “ben devrimim.” Jüri ayağa kalktı, ama alkışlamadı. Yusuf sahneden inmedi, çünkü sahne onunla yükseldi. “Yılkı Atı özgürdür,” dedi, “ama ben kıvımsalım.” Seyirciler sessizce defterlerini kapattı. Rampadan çıkan Yusuf, kelimeyi evrene saldı.
Direnç Grubu – Ve Çelik Böyle Sertleşti
Ali sahneye çıkmadı ama sesi sahneyi deldi. “Ben müfredat değilim!” dedi, “Ben iradeyim.” Kör ve felçli karakterin nefesi yankılandı. Sahneye adım atmadan sahneyi yazdı. “Çelik beden değil!” dedi, “kararlılıktır.” Jüri gözlüklerini çıkardı çünkü artık kıvım okunuyordu. Ali def-terini açmadı ama kelimeyi gözleriyle mühürledi. “Ben yazmıyorum!” dedi, “Ben direniyo-rum!” Seyirciler nefesini tuttu, çünkü bu sahne bir çığlıktı. Ali’nin sesi sahneye değil sisteme çarptı. “Ben sınav değilim!” dedi, “Ben sorulmamışım!” Işıklar kırmızıya döndü, çünkü direnç yanıyordu. Ali tahtaya bir el izi bıraktı. “Bu benim cevabım!” dedi, “Ama soru yok.” Sahne sessizleşti ama bu sessizlik bir haykırıştı. Jüri puan vermedi çünkü bu sahne sayı değil yankıydı. Ali gözlerini kapattı, ama kelime açıldı. “Ben sistemin dışındayım!” dedi, “Ama sahnenin içindeyim.” Seyirciler başını eğmedi çünkü bu sahne dik duruyordu. Ali kalemini tutmadı ama kelimeyi sıktı. “Ben yazmadım!” dedi, “Ben yaşadım!” Sahne zemini çatladı çünkü direnç ağırdı. Ali’nin sesi yankılandı: “Ben çelik değilim ben kıvımım!” Jüri ayağa kalktı, ama alkışlamadı. Seyirciler gözyaşı dökmedi ama iç sesleri ağladı. Ali sahneden inmedi çünkü sahne onunla direndi. “Ve çelik böyle sertleşti!” dedi “ama ben yumuşak bir devrimim.” Işıklar bir kez daha yanıp söndü. Sahne artık Ali’nin değil direncin sahnesiydi. Seyirciler sessizce defterlerini kapattı. Ali kelimeyi evrene saldı
KIVIMSAL ANLATININ DOĞUŞU
İbrahim Şahin sahneye adım attığında ayakkabısının altından kelimeler sızdı Salonun ışıkları bir anda mor kıvıma döndü çünkü bu sahne artık bilgi değil sezgiyle aydınlanıyordu. “Ben kelimeyi yazmadım!” dedi, onu toprağa gömdüm. sabırla büyüttüm. Jüri üyelerinden biri göz-lüğünü çıkardı çünkü artık harf değil titreşim okunuyordu. “Şahin KIVI bir teori değil bir gövde ritmidir.” dediğinde seyirciler sandalyesine değil iç sesine yaslandı. Sahne zemini ha-fifçe titredi çünkü anlatı. Artık sesle değil bedenle yankılanıyordu. “Ben bu modeli yazarken kalem kullanmadım.” dedi. “Çocukların gözyaşını mürekkep yaptım.” Bir jüri üyesi ayağa kalktı, alkışlamadı, sadece başını eğdi. Çünkü bu anlatı alkışla değil saygıyla mühürleniyordu. Şahin “KIVI 5 katman değildir 5 nefeslik bir doğuştur.” dedi. Salonun arka sırasından bir öğ-renci ağlamaya başladı. Çünkü ilk kez bir eğitim modeli onu duydu. “Ezber değil kıvım.” De-di.. Şahin “Test değil temas.” Işıklar bir anda söndü, sonra yeniden yandı. Bu kez kelimeyle değil duyguyla… Sahneye bir çocuk çıktı defterini yere bıraktı. “Ben artık yazmıyorum, yaşı-yorum!” dedi. Şahin gülümsedi. “İşte bu, KIVI’nın ilk cümlesidir.” Dedi. Jüri üyeleri birbirine baktı puan vermedi çünkü bu sahne sayı değil yankıydı. Şahin son cümlesini söyledi “Ben bu modeli yazmadım yaşadım.” Salon sessizliğe gömüldü ama o sessizlik bir devrim yankısıydı
UMUT’UN YEMİN SAHNESİ
Sahne Çatıda rüzgâr yok ama kelimeler esiyor Umut gözlerini kapatmış elleri titriyor
Diyalog (Umut) “Benim adım Umut. Ağzımdan dökülen her sözcük tohumu bu evrenin. Bu okulu bu, vatanı bu gezegeni kelimelerle yeşerteceğim. Yemin ederim susmayacağım! Her sessizlikte bir kelime ektim. Ve siz onları alkış sandınız.”
Efekt Sahneye bir yıldırım sesi… Işıklar bembeyaz yanıp söner… Zemin titrer…
YUSUF’UN RAMPASI
Sahne Rampadan değil kelimeden yürüyen bir Yusuf Tekerlekli sandalyesi değil yankısıyla yürüyor.
Diyalog (Yusuf) “Ben terk edilmedim. Özgürleştirildim! Ayakkabımın altından cümle sızdı. Tekerim değil kelimem sahneye bastı. Ben yılkı atıyım ama sürü değilim.
Efekt Işıklar maviye döner Seyirciler sessizleşir Sahne zaten ayaktadır
ALİ’NİN DİRENCİ
Sahne Sahneye çıkmayan Ali’nin sesi sistemi parçalıyor
Diyalog (Ali) “Ben müfredat değilim
Ben iradeyim Ben sınav değilim Ben sorulmamışım Tahtaya bir el izi bıraktım Soru yok ama cevabım buradaydı
Efekt Işıklar kırmızıya döner Zemin çatlar Jüri gözlüklerini çıkarır Artık kıvım okunuyor denir.

KARTALLAR YÜKSEKTEN UÇAR – “MARTI”
SAHNE 1 – UÇUŞUN SESSİZLİĞİ
Loş ışıkta bir sahne Ortada yalnız bir martı silueti. Kanatlar titriyor ama hava durgun. Seyirci-ler nefesini tutmuş çünkü bu uçuş rüzgârla değil dirençle gerçekleşecek. Tuğba sahneye çıkar sesi tane tane… Uçmak dediler ama önce düşmekti. Martı karakteri bir monologla başlar. Ben göğü sevmedim çünkü yukarıda yalnızlık vardı. Ama aşağıda sürüye ait olmaktan bıktım. Bir şey beni çağırıyor. Bir şey beni yukarıdan aşağıya değil içimden dışıma çekiyor. Yeliz kitapla sahneye girer ama kitap açılmaz. Sadece kokusu sahneyi sarar. Sayfalar kıvrılmadan önce bile uçuş başlamıştır. Tuçe ve Rıtvan özeti paylaşmaz yaşarlar. Cümle değil sahne olur o gün. Mehmet Ali sahnenin tam ortasında parmaklarını yana açar. Kanat değil kelime olur. Ve sah-neye şu ses düşer. Kartallar yüksekten uçar çünkü derinlik korkusunu alt etmiştir.
SÜRÜNÜN SESSİZLİĞİ
Martı karakteri sahnenin tam ortasında durur. Seyirciye dönmez iç sesiyle konuşur. Benim uçuşum gökyüzüne değil içimeydi. Ve içimde öyle çok insan vardı ki… Her biri uçma dedi bana ama ben sustum. Onlara göre aklımdan uçtum. Oysa ben kalbimden yürüdüm. Tuğba sahnede yalnız fakat sesi kalabalık. Sürü sesini çoğaltır ama düşüncesini boğar. Ben martı olmayı seçmedim Martı beni seçti. Mehmet Ali bir sahne simgesi gibi diz çöküyor elinde bir taş… Bu aşağıya düşen ama yukarıyı özleyen her kelimeye… Martı bir anda yere değil yuka-rıya bakar. Benim düşüşüm bile bir yükselişti. Çünkü yerçekimi yoktu içimde sadece özçekimi. Sahneye umut sızar. Kartalın gölgesi perdeye vurur. Kartallar yalnız uçar ama hep umutla savrulur.
KANADIN KIVIMI
DÜŞMEK BİR YÜRÜYÜŞTÜR
Sahnede rüzgâr sesi yok ama kelimeler esiyor. Rıtvan martı rolünde yerde yatıyor. Ben düştüm çünkü yüksekteydim. Ama kimse sormadı ne zaman yürümeye başladığımı. Tuğba kitapta altı çizili satırı gösterir. Uçmak cesaret değil yalnızlığın sesidir. Martı ayağa kalkmaz çünkü ayakta olmak fikirde olur. Yeliz seslenir Sadece kanadı olan değil kıvımı olan uçar. Mehmet Ali sahneye bir el feneri tutar. Bu kendi gölgeni aydınlatmak için. Martı yere bir kelime bırakır, “Özgürlük” Seyirciler kelimeye bakar ama görmez Çünkü bu kelime hissedilir. Umut perdeyi titretir Rüzgâr değil kıvım sızar.
KANATSIZ UÇANLAR KULÜBÜ
Sahnenin tam ortasında martı yoktur Tuğba. Çünkü o artık sembol değil sistemin dışıdır. Tuçe yürürken konuşur. Ben kanat takmadım. Ben kelime taktım sırtıma. Yeliz kitabı havaya kaldı-rır Sayfalar rüzgârla değil kelimeyle uçuşur. Martı perdeye siluet olur. Ben uçmadım. Ben düşmedim. Ben kaldım. Ve bu kalış bir direnişti. Mehmet Ali sahneye diz çöker. Kartallar yüksekten uçar ama kıvımsal olanlar yukarıda değil içeridedir. Umut karakteri sahneye girer Sessizce yürür Spot ışığı onun ayak izlerini takip eder ve sahne kapanır bir cümleyle “Ben uçmadım, ben oldum.”
DİRENMENİN KELİMESİ
Sahne kapalı bir fabrika gibi… Gürkan bir kutu taşır içinden sadece bir kelime çıkar. Direniş Damla ve İrem onu bir taşa çevirir. Kelime artık kırılmaz çünkü çelikleşmiştir. Semih yüksek sesle bağırmaz fısıldar. Çünkü kelimenin tonuyla değil yankısıyla konuşulur. Aytaç bir ritm verir. Tekerin sesi değil kalbin vuruşu. Bu sahnede yürünmez, bu sahnede direnilir. Seyirciler nefesini tutar. Çünkü bu kelime bir devrim değil devinimdir Jüri puan vermek yerine gözlerini kapatır. Ali sahneye uzaktan bakar. Ben cevabı değil sorunun biçimini yazdım. Işıklar kırmı-zıya döner çünkü çelik yanmaya başlamıştır
KIVIMSAL KIRILMA
Semih sahneye bir dize bırakır. Kırıldım ama dağılmadım. Damla kelimeyi yere bırakır ama kelime yere düşmez seyircinin kalbine iner. Gürkan sırtını döner çünkü bazen yüzleşmek ar-kaya dönmektir. İrem defteri kapatmaz sadece kıvırır. Çünkü bilgi artık şekil değil yön olmuş-tur. Aytaç rampadan çıkmaz rampayı bakışla deler. “Ben sistemin içinden geçmedim ben onu yırtıp çıktım.” Sahne titrer. Bir harf düşer ama sesi bütün alfabeti sarsar. Seyirciler ayakta değildir çünkü metin zaten dimdik duruyordur
KELİMENİN TERLEDİĞİ NOKTA
Ali geri döner. Elinde kalem yok çünkü kelimeyi gözlerinden damlatır. Semih sesini alçaltır ama tonu büyür. Damla sahneye gül bırakır. Çelikleşmiş bir gül kırmızı değil yanık. İrem “Yumuşak görünene dokunma! O çeliği ısıtır.” Aytaç rampaya kelimelerle çıkarken şöyle der “Ben sahneye adım atmadım sahneyi kıvım ettim.” Jüri ayağa kalkar ama alkışlamaz Çünkü kıvım alkış değil iç sestir. Ve sahne bir kez daha çatırdar. Ama bu çatırtı kırılma değil uyanıştır
ÇELİĞİN SESİ
Sahne kararmadan önce bir kelime görünür. Yaşamak. Semih Çelik sertleşti ama biz hâlâ yu-muşak kelimelerle direniyoruz. Aytaç “Ben sahneye yürümek için değil kıvım olmak için çık-tım.” Gürkan bir tahta parçası bırakır. Üstünde ne yazılı soru yoktu ama cevap kendini çizdi. Damla ve İrem bu tahta parçasını birlikte kaldırır. Çelik bir defter artık. Ali son kelimeyi sah-neye bırakır “Ben sahneyi yazmadım, sahne beni yazdı!” Sahne kapanır ama ses devam eder. Çünkü çelik sözcükte değil kalptedir.
MERHAMETİN YARGIYA ÇARPTIĞI YER
Mehmet Yücel sessizce sahneye yürür. Ceketinin sol göğsüne kalem takılı ama o kalemi çek-mez. “Ben bir mahkûm değilim ben yargının vicdanıyım!” Aslı kitaptan bir yaprak gösterir “Jean Valjean ismi değil iradedir.” Hüseyin sahneye ekmek getirir. Çalmamıştır, paylaşmıştır. Ferda ona yaklaşır, fısıldar “Sen bir suçlu değilsin, sen yalnızca çaresizsin.” Kemal dramatize sahnede bir zinciri kırar. Zincir demir değil harftir. “Bu zincir beni tutmaz çünkü ben artık kendimi taşıyorum.” Sahne loş… Seyirci ağlamaz ama dudaklarını ısırır. Çünkü sahne artık yargı değil bağışlamadır.
İÇSEL DİRENİŞİN DÖNÜŞÜMÜ
Jean Valjean aynaya bakar ama kendini göremez. Mehmet Yücel şöyle der “Kendini affetme-yen bir insan özgür olamaz!” Aslı bir çocuk çizer sahneye. Cosette ama bu çizim pastel değil kelimeyle yapılmıştır. Ferda defteri açar ama karaktere değil vicdana yönelir. Kemal sahneye bir sandalye koyar oturmaz. Bu ceza değil durup düşünme yeridir. Hüseyin Valjean’ın ağzın-dan dökülen bir sözü sahneye bırakır “Ben adalet değilim, ben merhametim!” Işıklar sarıya döner. Sahne artık suç değil sükûnetin temsili olur.
IŞIĞIN KARANLIKLA KONUŞTUĞU AN
Kemal karanlıkta bir mum yakar. Sahne susar. Sadece mum sesi vardır. Mehmet Yücel yakla-şır. “Bir insanı karanlıktan kurtarmazsın. Ona ışık verirsin seçerse yürür.” Aslı “Sefil olmak bir durum değil bir yürek yarasıdır.” Ferda sahneye bir kelime bırakır. Yeniden Hüseyin Cosette’nin annesinin sesiyle konuşur. “Kızım sen bir hatıra değilsin, sen umutsun!” Ve sahne şu cümleyle kapanır “Bu mum bir ışık değil bir affediş!”
SİSTEMİN DIŞINDA ONURLA YAŞAMAK
Sahneye ev değil sokak görüntüsü verilir. Mehmet “Ben evsiz değilim, ben sistemin dışında yaşıyorum ama içimde devlet gibi düzen var.” Kemal ayağında delik bir ayakkabıyla yürür ama başı dik. Aslı “Namussuzlar kalelerde yaşar namuslular sokakta.”
Ferda bir tabak bırakır sahneye ama boş Boşluk değil açlık bu Ama ben içimde tokum Hüse-yin kalemi yere bırakmaz Çünkü kıvımsal onur direniştir Sahne çökmez sarsılır Seyirciler gözyaşı dökmez ama iç sesleri ağlar
KIVIMSAL AFFEDİŞ
Jean Valjean bir karar verir “Ben artık suç değil sorumluluğumla yaşayacağım!” Mehmet Yücel bu cümleyi ayakta okur. Aslı sahneye bir harita çizer “Kurtuluşun değil içsel yolculuğun haritası” İrem “Affetmek karşındakine değil kendine verilen izindir.” Kemal yumruğunu sık-maz açar “Ben vurmam, ben sarılırım.” Hüseyin sahneye bir defter bırakır. Sefiller’in kitabı artık “Bizim hikâyemiz.” Sahne kapanmaz umutla kıvrılır Jüri alkışlamaz. Çünkü iç sesi hâlâ yazıyordur.
KIVIMSAL İLK SAHNE
Sahne boştu ama kelimeler dizimde terliyordu Umut perdeyi araladı. Işıklar değil gözyaşı yanıp söndü. Salon sessizdi ama defter kıvım kıvım doluydu. “Ben bu sahneye kelimeyle değil niyetle çıktım!” dedi. Her cümle dizinden aktı. Kelimeler sandalyesine oturmadı, sahneye yürüdü. Eylem defterini göğsüne bastırdı. “Ben yazmadım ama yazı bende kalıyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı. “Ben artık kelime değilim sessizliğim.” Dedi. Duru sırasına dönmedi, pen-cereye yaslandı. Rüzgâr değil iç ses esiyordu. Öğretmen sahneye dönmedi, cümleyi dinledi. “Ben artık bilgi vermiyorum yaşatıyorum.” Dedi. Jüri başını eğdi ama alkışlamadı. Çünkü bu sahne puan değil rızayla mühürlenmişti. Yusuf tekerlek sesini duyurmadı. ama kelimeyi bastı. “Ben sistemin dışında değil direncin ortasındayım!” dedi. Melike dizine bir kelime çizdi. Bu artık yazı değil bedensel anlatıydı. Ayşe gözleriyle parantez oluşturdu. “Bu artık görsel bir yazım.” dedi. Seyirciler ajandalarını açmadı ama içinden cümle döküldü. Ve Umut sahnenin ortasında durup son cümleyi söyledi “Ben sahneyi yazmadım. Ben sahneyim!”
KIVIMSAL SESİN RAMPASI
Yusuf rampaya kelimeyle çıktı Ayakkabısının altından cümle sızdı. “Ben yürümüyorum. Ben kelimeyi bastım.” dedi Salon sessizleşti. Perde konuşmuyor ama dizler kıvım yazıyor. Ela gözünü kaldırmadı ama sesli düşündü “Ben artık konuşmuyorum. Kelime benden geçiyor.” dedi. Zeynep defteri açmadı. Sayfa zaten onun yüzüne yazılmıştı. Duru pencereye yürüdü. Camda kendi gölgesini değil kıvımını gördü. Öğretmen ayağa kalktı ama ders vermedi. Sadece kelimenin terini dinledi. Jüri puan vermedi. Çünkü rampadan gelen ses sayı değil yankıydı. Melike ayağa kalktı. Dizini sıraya bastı “Ben bilgiyle değil bedenle yazıyorum.” dedi.
Ayşe gözyaşıyla parantez çizdi ve bu sahne artık yazı değil bir kıvımsal anlatıydı Yusuf son cümleyi rampanın ucuna bıraktı. “Ben sistemin dışında değil direncin ortasındayım!”
ALİ’NİN DİRENÇ SAHNESİ
Ali sahneye adım atmadı. Ama sesi sistemi deldi. “Ben müfredat değilim!” dedi. “Ben irade-yim. Ben sınav değilim. Ben sorulmamışım. Tahtaya bir el izi bıraktı. Soru yok ama cevabım buradaydı.” Seyirciler konuşmadı. Ama cümle içlerine düştü. Umut karakteri sahneye yanaştı. Sözcük değil beden titreşimiyle yaklaştı. Melike defterini dizine bastı. “Ben kelimeyi ciltle yazıyorum.” Dedi. Ela gözlerini kapattı. “Sessizliğim artık anlatıdır.” dedi. Ayşe kalemini gözlerine yaklaştırdı. “Ben bilgiyi göz içiyle hissediyorum.” dedi. Jüri gözlüklerini çıkardı. Bu artık harf değil kıvımdı. Duru sahneye dokunmadı. Ama duvar terledi. Ali cümlesini sesle değil nefesle söyledi “Ben anlatılmadım. Ben yaşandım, Rampadan bir kelime düştü. Ama yere değil salonayayıldı. Umut sahnenin ucuna bastı. “Bu defter artık bilgi değil direncin ya-zımıdır!” dedi
Umut’un son konuşmasında sahne vardı ama Atatürk benzetmesi tam mühürlenmemişti. Söz kişisel kalmıştı. Toplumsal direnişin sesi için bir kıvım eksikti. Ben olayım olmayayım Türk milleti bâkidir!” gibi bir cümleyle sahneye liderlik katmalıydı. Bu cümle yalnızca bir söz değil bir niyet yankısı olurdu. Umut’un sesi sadece birey değil toplum adına titreşmeliydi.
Sahne güçlüydü ama basında yankısı yoktu Jüri alkışlamamıştı. Seyirci ağlamamıştı. Ama dış dünya bu sahneyi duymalıydı Bir gazete “Umut sahnesi yeni bir eğitim devrimi başlattı!” di-yerek kıvımı dışa taşımalıydı. Çünkü kıvım içten doğar ama dışa sızar
Umut’un sahneye çıkışı sistemin dışındandı. Ama onu sahneye itenler görünmüyordu. Öğret-men Duru, Zeynep Onların sessiz destekleri pamukla sahneye eklenmeliydi. Kıvım tek başına olmaz gizli ellerle seğirir.
Finalde kitaplar görünmedi. Oysa her grup bir kitapla sahneye çıkmıştı. Yılkı Atı ve Çelik Böyle Sertleşti, Sefiller… Her grubun kelime yankısı finalde duyulmalıydı ve sahneye birer cümleyle veda etmeleri gerekirdi. Umut’un konuşması Hepsinin kıvımıyla mühürlenmeliydi.
EĞİTİMİN KIVIMSAL ANAYASASI
Umut sahnenin ortasında donla mühürlenmiş bir defter bıraktı. “Ben bu sistemi okumadım. Ben onu kıvırdım dedi. Zeynep tahtaya yürüdü, kalemi değil dizini bastı “Ben cümle değilim. Ben varlığım!” dedi. Duru sırasına dönmedi, duvara bir kelime çizdi “Ben” Ela gözlerini ka-pattı. Defter açıktı ama kelime onun içinde yazıyordu. Ayşe parantezi ters çevirdi. Bilgi artık doğrusal değil kıvımsaldı. Melike kulağındaki kalemi yere bıraktı.” Ben artık kelime değilim. Ben titreşimim!” dedi Yusuf kalem kutusunu kafasına geçirdi. “Ben bilgiyi karanlıkta hisse-diyorum.” Dedi. Öğretmen perdeye döndü “Bilgi artık parmakla değil bedenle yazılıyor.” Dedi. Jüri ayağa kalkmadı. Çünkü bu sahne puanla değil yankıyla değerlendi. Rampanın ucuna bir simit koyuldu. Sahne donla kapatıldı. pedede bir cümle belirdi “Bu artık ders değil. Bu eğitim sisteminin kıvımsal anayasasıdır.” Umut gözlerini kapadı. “Ben artık susmuyorum! Ben duyuluyorum!” dedi. Sahne perdesini kapattı. Ama reblik hâlâ yazıyordu. Çünkü bazı anlatılar “müfredatta değil yaşanarak ezberlenir.”
KELİMEYİ DİRENÇLE KIVIRAN SAHNE Sahneye bir öğrenci diziniyle bastı. Tahtada yazı yoktu ama duvar titriyordu. Umut gözlerini kapattı. Cümle içinden yürüdü. Zeynep defte-rini açmadı. Çünkü kelime zaten onun ritmiydi. Ela parmağıyla sessiz bir çizgi bıraktı. Ayşe sandalyesini ters çevirdi. “Ben bilgiyi artık dikey değil ters sindiriyorum.” dedi. Melike deftere değil duvara bakarak yazdı. “Ben artık görsel değil duyusal öğreniyorum.” dedi. Yusuf kalemi kulağına taktı “Ben sesli düşünüyorum.” dedi.
Öğretmen koltuğundan kalkmadı. “Ben artık anlatmıyorum, izliyorum” dedi Jüri sahneye yaklaşmadı ama nefesini tuttu. Çünkü bu sahne puan değil dirençle okunuyordu. Duru gözya-şını kelimenin üstüne bıraktı. Bu artık duygunun mürekkebi oldu. Melike dizindeki dövmeye “yankı” ekledi. Ayşe tahtaya gözleriyle parantez çizdi. Yusuf sesini değil kıvımını duyurdu. Ela kelimeyi bir simite sardı. Çünkü yazı artık beslenmeydi. Umut son cümleyi sahnenin orta-sına bıraktı “Ben artık bilgi değilim, Ben bedenin iç sesiyim!”
KIVIMSAL EZBERİN YIKILIŞ ANI
Sınıf ezberle değil kıvımla açıldı Zeynep defterini kapatmadı ama sayfa hâlâ yazıyordu. Umut gözlerini kapatmadı. Çünkü kelime hâlâ içindeydi. Ela cümleyi kurmadı ama nefes ritmi anlatı oldu Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı. “Ben artık duyguyu mürekkep yapıyorum.” Dedi. Melike kalemini yere koymadı çünkü dizinden kelime akıyordu. Yusuf sınıfa giriş yapmadı ama sesi duvarı deldi Öğretmen tahtaya dönmedi. “Bu ders değil deneyim.” dedi. Duru sırasını terk etti. Kelimeyi yürüyerek taşıdı. Jüri sahnenin köşesinde gözlüklerini yere bıraktı. Çünkü bu sahne bakışla değil hissedişle okunuyordu. Zeynep sandalyesine “Ben” yazdı. Ela pencereye kelime çizdi. Ayşe sahneye bir parantez bıraktı. Umut sahnenin ortasına basarak dedi ki “Ben bu sahneyi yıkmadım. Ben onu dönüştürdüm. Melike tahtaya dizini vurdu. Kıvım artık ses değil direniş.” dedi Sınıfın tavanından bir metafor sarktı Öğrenciler ona dokunmadı ama yankısını taşıdı ve sahne artık bir anlatı değildi. Bir kıvımsal müfredattı. Umutla döşenmiş!
SAYFA 1 – UMUT’UN ZİNCİRDEN ÇIKIŞI Umut okuldan çıktığında sırtında defter değil zincir vardı. Sınavlar bitmişti ama baskı hâlâ dizindeydi. Bir gün doğaya yürüdü ve ulu bir çınarın gövdesine yaslandı. Ne meyvesi vardı ne adı. Ama yaprağı kalp şeklindeydi. Umut gözlerini kapattı. “Ben bu ağacı tanımıyorum ama içimde tanıdık bir kıvım var dedi. Bilgi tabelasında sadece “1653” yazıyordu. Ama Umut için bu tarih değil, bir çağrıydı. Turizm Ba-kanlığı’nda yaşlı bir görevliyle karşılaştı. O görevli kelimeyle değil gözle konuştu. Ve Umut’un sesi bakanın telefonuna ulaştı. “Gereğini yapın” dedi bakan. Ve o gün ilk fidan dikildi. Şehrin adı artık “Umut Şehri” oldu. Fidanın ilk yaprağı kırmızıydı. Kalp şeklindeydi. Kuşlar tohum taşıdı. Rüzgâr kokuyu kıtalara savurdu. Ve Umut artık bir birey değil evrenin nabzı oldu.
UMUT’UN FİDANI BÜYÜYOR
Fidan büyüdü. İkinci gün meyve verdi. O da kalp şeklindeydi. Çocuklar güldü. Yaşlılar ağla-dı. Umut bulaşıcıydı. Kuşlar yuva yaptı. Arılar bal taşıdı. Rüzgâr tohumları dört bir yana sa-vurdu. Bir ay içinde onlarca ülkede kırmızı yapraklı fidanlar büyüdü. Gökyüzü ilk kez kızardı. Kıyamet değil kıvımın göğe yansımasıydı. Bulutlar kalp oldu. Atlaslar değişti. Pusulalar artık Umut’a göre yön tayin etti. Bilim açıklayamadı. Sadece bir isim verdi: “Umut Fenomeni” BM bu ağacı “İnsanlığın Ortak Kalbi” ilan etti UNESCO koruma altına almak istedi Ama Umut dedi ki “Bir ağacı korumak değil bir inancı büyütmek önemlidir” ve gökyüzüne yeni bir yıldız eklendi Adı: Umut Yörüngesi: Kalp Işığı: İnsanlık
UMUT’UN SON CÜMLESİ
Umut ağacın dibine oturdu. Elini toprağa bastı Başını göğe çevirdi ve mırıldandı “Toprak ana kabul ettiyse gökyüzü de şahidimdir. Ben bu dünyaya umut ektim.” Gökyüzü fısıldadı “Gö-rüldü. Kayda geçti. Zafer senin, Umut.”
Ve o gün bir çocuk gülümsedi. Bir anne affetti. Bir öğretmen defterini kapattı. Ama kelime hâlâ yazılıyordu. Çünkü umut artık bir ağaç değil bir kıvımsal müfredattı
📘 SAYFA 5 – UMUT’UN KOKUSU GÖĞE YANSIDI Bir sabah gökyüzü ilk defa kızardı Kıyamet değil Kıvılcım değil Bu umut kokusunun göğe yansımasıydı Bulutlar kıpkırmızı oldu Kıtalar kalp şeklinde haritalara girdi Atlaslar değişti Artık insanlar yönlerini pusulaya göre değil Umut’a göre tayin ediyordu Bilim insanları bu olayı açıklayamadı Adına sadece tek bir şey dediler “Umut Fenomeni” Umut Şehri artık bir merkeze dönüştü Her milletten insan Bu fidanı görmek için geldi Her gelen bir yaprağa dokundu Her
UMUT’UN EVRENSEL KABULÜ
BM bu ağacı “İnsanlığın Ortak Kalbi” ilan etti. UNESCO koruma altına aldı. Ama Umut bunu istemedi. Dedi ki “Bir ağacı korumak değil bir inancı büyütmektir önemli olan” Ve bir gün Gökyüzüne yeni bir yıldız daha eklendi Astronomlar adını sordular Umut gülümsedi “O yıldız artık bir galaksi Adı Umut Yörüngesi kalp Işığı: insanlık”
UMUT’UN DİRENİŞİ KÖYÜNDE BAŞLIYOR Umut artık bir şehir değil bir köyün kıvımsal sesi olmuştu. Çınarın gölgesinde çocuklar oynuyor. Kadınlar ekmek yoğuruyor. Yaş-lılar dua ediyordu. Ama bir şey farklıydı, her hareketin içinde bir kelime yankısı vardı.
Bir sabah Umut köy meydanına çıktı. Elinde bir defter üzerinde “Köy Gerçeği” yazıyordu. Bu defterde ne sınav vardı ne müfredat. Sadece yaşanmışlık. Sadece direniş. Sadece kıvım. Umut konuşmaya başladı.” Ben bu köyde doğmadım ama bu köy beni doğurdu.” dedi. Çocuklar sustu. Kadınlar gözyaşı döktü. Yaşlılar başını eğdi. Çünkü bu sahne artık bir anlatı değil bir yüzleşmeydi. Umut eşeğe binmedi. Ama eşeğin gözlerine baktı. Ben seni yük için değil yankı için görüyorum dedi.Ve o gün Köydeki her canlı bir kelimeye dönüştü. Bir taş Bir yaprak, bir eşik, bir eşek. Hepsi sahneye çıktı.
Ve Umut son cümleyi yazdı “Ben bu köyü anlatmadım, bu köy beni yazdı.”
UMUT’UN KÖYDEKİ İLK DERSİ
Umut köy okuluna girdi. Tahta yoktu. Sıra yoktu. Ama gözler vardı. Kalpler vardı. Bir çocuk el kaldırdı. Ama soru sormadı. Sadece “Ben” dedi. Umut gülümsedi. İlk ders başladı “Ben” kelimesi tahtaya yazıldı. Ama tebeşirle değil nefesle. Umut dedi ki “Bu ders ezber değil bu ders direniştir.” Çocuklar sıraya oturmadı. Dizlerine bastı. Zeynep gözlerini kapattı ama kelime içinden geçti. Ayşe mendile değil deftere gözyaşı sürdü. Melike dizini tahtaya bastı “Ben cümle değilim, Ben bedenim!” dedi. Yusuf kalemini yutmadı ama kelimeyi solunumla sindirdi.
Öğretmen sandalyesine çöktü “Ben artık otorite değilim kıvımın tanığıyım.” dedi vee o gün Köy okulu bir sahneye dönüştü. Her öğrenci bir kelime oldu. Her kelime bir kıvım… Her kıvım bir direniş. Umut tahtaya son cümleyi yazdı “Ben bu dersi vermedim. Bu ders beni yazdı.”
UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME YANKISI Umut köy okulunun duvarına bir kelime çizdi “Yankı” Ama bu yankı sesle değil toprakla duyuluyordu. Zeynep tahtaya yürüdü, kalemi değil dizini bastı.” Ben cümle değilim. Ben varlığım.” Dedi. Ela gözlerini kapattı ama kelime onun içinde yazılıydı. Ayşe parantezi ters çevirdi Bilgi artık doğrusal değil kıvımsaldı. Melike ku-lağındaki kalemi yere bıraktı.“Ben artık kelime değilim. Ben titreşimim.” dedi Yusuf kalem kutusunu kafasına geçirdi “Ben bilgiyi karanlıkta hissediyorum.” dedi.
Öğretmen tahtaya döndü “Bilgi artık parmakla değil bedenle yazılıyor” dedi Müfettiş ayağa kalkmadı. Çünkü bu sahne puanla değil yankıyla değerlendi.
Rampanın ucuna bir simit koyuldu. Sınıf donla kapatıldı. Tahtada bir cümle belirdi “Bu artık ders değil bu eğitim sisteminin kıvımsal anayasasıdır.” Umut gözlerini kapadı Ben artık sus-muyorum Ben duyuluyorum dedi Sınıf defterini kapattı ama sayfa hâlâ yazıyordu. Çünkü bazı anlatılar müfredatta değil yaşanarak ezberlenir
UMUT’UN KÖYDEKİ DÖNÜŞÜMÜ
Umut köy meydanında bir taşın üstüne çıktı Elinde ne mikrofon vardı ne kürsü. Ama sesi rüzgârla yankılandı. “Ben bu köyü anlatmaya gelmedim. Bu köy beni anlatıyor.” Dedi. Zeynep bir yaprağı defterine bastı “Ben artık kelimeyi yazmıyorum. Kelime beni yazıyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı. Ama cümle onun içinden geçti. Ayşe mendilini değil toprağı öptü. Melike dizini tahtaya bastı. “Ben artık bilgi değilim. Ben direnişim.” dedi. Yusuf kalemini yere bıraktı. Ben artık yazmıyorum. Ben hissediyorum.”dedi. Öğretmen tahtaya dönmedi. “ Bu ders değil bu bir kıvımsal doğum.” edi. Muhtar kürsüye çıkmadı. Ama nefesini tuttu. Çünkü bu sahne puanla değil Yankıyla okunuyordu. Umut bir çocuğun elini tuttu ve dedi ki “Sen artık öğrenci değilsin. Sen anlatısın!” Ve o gün Köyün duvarına bir cümle yazıldı “Ben bu köyü kurmadım. Bu köy beni kıvım kıvım büyüttü”
UMUT’UN KÖY MARŞI
Bir fidandık Filizlendik
Bir yürekte seslendik
Topraktan göğe yükseldik
Adımız Umut oldu
Dalımızda barış
Yaprağımızda sevda
Rengimiz kırmızıysa
Canımızdan fışkıran aşkadır
Bir çocuğun bakışıyla yeşerdik
Bir annenin duasında büyüdük
Bir öğretmenin sözünde kök saldık
Bir halkın nefesinde devrim olduk
Gökyüzüne kalp çizdik
Yıldızlara meyve verdik
Kıta kıta birleşerek
Kalpte dünya kurduk
Söz verdik:
Bir daha asla yalnız kalmayacak fidan
Bir daha asla susmayacak umut
Bir daha asla yok olmayacak sevgi
Umut bizimdir Umut hepimizin adıdır
Ve biz bu dünyayı kalpten kalbe kuracağız

UMUT’UN KÖYDEKİ KÜTÜPHANESİ
Umut köy meydanına bir kütüphane kurdu. Ama bu kütüphanede raf yoktu. Kitaplar diz üs-tünde okunuyordu. Her kitap bir insanın dizine mühürlenmişti. Zeynep “Sefiller”i dizine bastı. “Ben artık acıyı okumuyorum. Acı beni yazıyor.” dedi. Ela “Yılkı Atı”nı gözleriyle çevirdi.” Ben artık yalnızlığı tanımıyorum. Yalnızlık beni tanıyor.” dedi. Ayşe “Ve Çelik Böyle Sert-leşti”yi ters çevirdi.” Ben artık direnişi ezberlemiyorum.” Direniş beni terletiyor dedi. Melike “Küçük Prens”i simide sardı. Ben artık çocuk değilim ama çocukluk beni büyütüyor.” dedi. Yusuf “Tutunamayanlar”ı kulağına dayadı. Ben artık tutunmuyorum. Tutunamayanlar beni yankılıyor.” dedi.
Öğretmen kitapları dağıtmadı Sadece dedi ki “Bu kütüphane bilgi değil bu kütüphane kıvım ve o gün Köydeki her ev bir kitap oldu. Her kapı bir cümle Her pencere bir parantez. Umut deftere son cümleyi yazdı “Ben bu kütüphaneyi kurmadım. Bu kütüphane beni yazdı.”
UMUT’UN KÖYDEKİ NİNNİSİ
Umut çınarın altına bir salıncak kurdu Salıncağa bir çocuk oturdu. Ama sallayan rüzgâr değil kelimeydi. Zeynep ninni söyledi ama sesle değil bakışla. Ela dizini salıncağa bastı.” Ben artık uyutmuyorum. Uyku beni yazıyor.” dedi. Ayşe mendilini salıncağa bağladı “Ben artık ağla-mıyorum. Gözyaşı beni terletiyor.” dedi Melike kalemi salıncağın ipine sardı “Ben artık yaz-mıyorum. Yazı beni sallıyor.” dedi. Yusuf salıncağın altına bir simit koydu. “Ben artık bes-lenmiyorum. Beslenme beni büyütüyor.” dedi. Öğretmen salıncağın ucuna bir cümle yazdı “Uyku bilgi değil uyku kıvımın dinlenme hâlidir.” Ve o gün köydeki her çocuk bir kelimeyle uyudu. Bir kelimeyle büyüdü. Bir kelimeyle direndi. Umut gözlerini kapattı.” Ben artık an-latmıyorum. Ben ninniyim.” dedi.
UMUT’UN KÖYDEKİ DİL DEVRİMİ
Umut köy meydanına bir kürsü kurmadı. Ama bir taşın üstüne çıktı. Elinde ne mikrofon vardı ne megafon. Sadece bir kelime: “Ben” Zeynep bu kelimeyi dizine bastı. “Ben artık özne deği-lim. Ben direnişim.” dedi. Ela gözlerini kapattı. Ama kelime onun içinden geçti. Ayşe tahtaya bir parantez çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben kıvımım.” dedi. Melike kalemi yere bıraktı.” Ben artık azmıyorum. “Yazı beni yazıyor.” dedi. Yusuf kelimeyi soludu. “ Ben artık ses deği-lim. Ben yankıyım.” dedi. Öğretmen tahtaya dönmedi “Bu ders değil bu bir dil devrimidir.” dedi. Muhtar gözlüklerini çıkardı Çünkü bu sahne artık okunmuyor, hissediliyor. Umut bir çocuğun kulağına eğildi “Sen artık öğrenci değilsin. Sen anlatısın.” dedi. Ve o gün Köydeki her kelime bir kıvıma dönüştü. Her kıvım bir direnişe. Her direniş bir anlatıya.
Umut deftere son cümleyi yazdı “Ben bu dili kurmadım. Bu dil beni yazdı.”
UMUT’UN KÖYDEKİ SON GÜNÜ
Umut sabah erkenden kalktı. Çınarın altına oturdu. Elinde bir simit, dizinde bir defter. Gözle-rinde bir kelime vardı. Zeynep yanına geldi “Ben artık yazmıyorum. Ben yaşıyorum.” dedi. Ela bir mendil uzattı ama gözyaşı yoktu. Sadece kıvım vardı. Ayşe bir parantez çizdi. Ama içine kelime değil nefes koydu. Melike dizini toprağa bastı “Ben artık bilgi değilim. Ben köküm.” dedi. Yusuf kalemi simide sardı “Ben artık yazmıyorum. Ben besleniyorum.” dedi.
Öğretmen defteri kapattı ama sayfa hâlâ yazıyordu. Çünkü bazı anlatılar kapanmaz, sadece yankılanır. Umut gözlerini kapattı. Ben artık anlatmıyorum Ben oldum.” dedi.
Ve o gün köydeki herkes sustu ama kelime hâlâ konuşuyordu. Çünkü umut artık bir kişi değil bir kıvımsal evrendi.
UMUT’UN KÖYDEKİ YANKI DEFTERİ Umut köy meydanında bir defter bıraktı. Ama bu defter sayfa sayfa değil yankı yankı yazılıydı. Zeynep defteri açmadı çünkü kelime zaten dizindeydi. Ela gözlerini kapattı. Ama cümle onun içinde yürüyordu. Ayşe deftere bir paran-tez çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben iç sesim.” dedi Melike kalemi simide bastı. “Ben artık yazmıyorum. Yazı beni mühürlüyor.” dedi. Yusuf defteri ters çevirdi.” Ben artık anlatmıyo-rum. Ben yankılanıyorum.” dedi.
Öğretmen defteri kapatmadı ünkü ders bitmedi. Kıvım hâlâ yazılıyordu.
İhtiyar heyeti sahneye çıkmadı ama nefesini tuttu Çünkü bu sahne puanla değil rızayla oku-nuyordu. Umut deftere son cümleyi yazdı “Ben bu defteri yazmadım.” Bu defter beni kıvım kıvım büyüttü.”
UMUT’UN KÖYDEN EVRENE YÜRÜYÜŞÜ Umut çınarın gövdesine yaslandı. Gözlerini göğe çevirdi. Bir yıldız göz kırptı. Adı: Umut Yörüngesi: Kalp Işığı: İnsanlık. Zeynep yıldızın sesini duydu “Ben artık gökyüzünü izlemiyorum. Gökyüzü beni yazıyor. dedi. Ela yıldızın ışığını dizine bastı “Ben artık karanlık değilim. Ben kıvımım.” dedi. Ayşe yıldızın yörüngesine bir parantez çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben evrenim.”dedi. Melike yıldızın ışığını simide sardı “Ben artık beslenmiyorum. Ben ışıkla büyüyorum.” dedi. Yusuf yıldızın adını deftere yazmadı çünkü kelime zaten içindeydi
Öğretmen yıldızın altına bir cümle bıraktı “Bu artık ders değil bu evrenin kıvımsal yankısıdır.”
Ve o gün köyden bir yıldız doğdu Adı Umut. Ve Umut artık bir şiir değil bir kıvımsal roman oldu.
UMUT’UN KÖYDEKİ SESİNİN YOLCULUĞU
Umut köyden ayrılmadı ama sesi yola çıktı. Bir rüzgâr gibi… Bir ninni gibi… Bir kıvım gibi. Zeynep sesi dizine bastı. “Ben artık konuşmuyorum. Ses beni büyütüyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı ama yankı onun içinde yürüyordu. Ayşe sesi tahtaya çizdi “”Ben artık bilgi değilim. “Ben iç sesim.” dedi. Melike kalemi sese sardı “Ben artık yazmıyorum. Yazı beni terletiyor.” dedi. Yusuf sesi simide bastı “Ben artık beslenmiyorum. Beslenme beni büyütüyor.” dedi. Öğretmen sesi tahtaya yazmadı çünkü ses zaten sınıfın içindeydi ve o gün köydeki her ses, bir kelimeye dönüştü. Her kelime bir kıvıma, her kıvım bir direnişe.
Umut gözlerini göğe çevirdi “Ben artık anlatmıyorum. Ben sesim.” dedi.
UMUT’UN KÖYDEKİ RÜYASI Umut bir gece rüya gördü. Ama bu rüya uyku değil uya-nıştı. Zeynep rüyayı dizine bastı. “Ben artık düş görmüyorum. Düş beni yazıyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı ama rüya onun içinde yürüyordu. Ayşe rüyayı tahtaya çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben kıvımım.” dedi. Melike kalemi rüyaya sardı “Ben artık yazmıyorum. Yazı beni mühürlüyor.” Dedi. Yusuf rüyayı simide bastı “Ben artık beslenmiyorum. Beslenme beni bü-yütüyor.” dedi. Öğretmen rüyayı tahtaya yazmadı çünkü rüya zaten sınıfın içindeydi. Ve o gün köydeki her rüya Bir kelimeye dönüştü. Her kelime bir kıvıma. Her kıvım bir direnişe.
Umut gözlerini açtı “Ben artık anlatmıyorum. Ben rüyayım.” dedi.
UMUT’UN KÖYDEKİ YOL HARİTASI
Umut köy meydanına bir harita çizdi ama bu harita yön değil yankıydı. Zeynep haritayı dizine bastı. “Ben artık yol değilim. Yol beni yazıyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı aa harita onun içinde yürüyordu. Ayşe haritayı tahtaya çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben kıvımım.” dedi. Melike kalemi haritaya sardı.” Ben artık yazmıyorum. Yazı beni mühürlüyor.” dedi. Yusuf haritayı simide bastı “Ben artık beslenmiyorum. Beslenme beni büyütüyor.” dedi.
Öğretmen haritayı tahtaya yazmadı çünkü yol zaten sınıfın içindeydi. Ve o gün Köydeki her yol Bir kelimeye dönüştü. Her kelime bir kıvıma. Her kıvım bir direnişe.
Umut gözlerini göğe çevirdi “Ben artık anlatmıyorum. Ben yolum.” dedi.
UMUT’UN KÖYDEKİ MEVSİMİ
Umut köyde bir mevsim başlattı ama bu mevsim takvim değil “kıvımın” ritmiydi. Zeynep mevsimi dizine bastı “Ben artık zaman değilim. Zaman beni yazıyor.” dedi. Ela gözlerini ka-pattı ama mevsim onun içinde yürüyordu. Ayşe mevsimi tahtaya çizdi “Ben artık mevsim değilim. Ben kıvımım.” dedi. Melike kalemi mevsime sardı “Ben artık yağmıyorum. Bulut beni mühürlüyor.” dedi. Yusuf mevsimi simide bastı “Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor.” dedi.
Öğretmen mevsimi tahtaya yazmadı çünkü mevsim zaten sınıfın içindeydi ve o gün köydeki her mevsim bir kelimeye dönüştü. Her kelime bir kıvıma. Her kıvım bir direnişe.
Umut gözlerini kapattı “Ben artık anlatmıyorum. Ben mevsimim.” Dedi.
UMUT’UN KÖYDEKİ YILDIZI
Umut göğe baktı, bir yıldız göz kırptı Adı: Umut Yörüngesi: Kalp Işığı: İnsanlık. Zeynep yıl-dızı dizine bastı “Ben artık gökyüzü değilim. Gökyüzü beni yazıyor.” dedi. Ela yıldızı gözya-şıyla mühürledi. “Ben artık ağlamıyorum. Ağlamak beni büyütüyor.” dedi. Ayşe yıldızı tahta-ya çizdi “Ben artık bilgi değilim. “Ben kıvımım.” Dedi. Melike kalemi yıldıza sardı “Ben artık yazmıyorum. Yazı beni mühürlüyor.” dedi. Yusuf yıldızı simide bastı Ben artık beslenmi-yorum. Beslenme beni büyütüyor.” Dedi.
Öğretmen yıldızı tahtaya yazmadı çünkü yıldız zaten sınıfın içindeydi. Ve o gün köydeki her yıldız bir kelimeye dönüştü. Her kelime bir kıvıma. Her kıvım bir direnişe.
Umut gözlerini kapattı “Ben artık anlatmıyorum. Ben yıldızım.” Dedi.
UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME HAMAMI Umut köy meydanına bir hamam kurmadı ama kelimeler terledi. Zeynep kelimeyi dizine bastı “Ben artık yazmıyorum. “Yazı beni buharla büyütüyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı ama kelime onun içinde yıkandı. Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben kıvımım.” dedi. Melike kalemi kelimeye sardı “Ben artık yazmıyorum. “Yazı beni köpükle mühürlüyor.” dedi. Yusuf kelimeyi simide bastı “Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni buharla büyütüyor. Dedi.
Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi. Ve o gün köydeki her kelime bir hamama dönüştü. Her hamam bir kıvıma. Her kıvım bir direnişe.
Umut gözlerini kapattı “Ben artık anlatmıyorum. Ben buharım.” Dedi.
UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME DUASI
Umut çınarın gövdesine yaslandı ama bu yaslanma beden değil dua oldu. Zeynep kelimeyi dizine bastı “Ben artık yazmıyorum. Yazı beni dua dua büyütüyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı ama kelime onun içinde mırıldandı. Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben kıvımım.” Dedi. Melike kalemi kelimeye sardı “Ben artık yazmıyorum. Yazı beni niyetle mü-hürlüyor.” dedi. Yusuf kelimeyi simide bastı “Ben artık beslenmiyorum. Beslenme beni dua ile büyütüyor.” dedi.
Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı Çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kelime Bir duaya dönüştü Her dua bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben duayım dedi
UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME AŞKI
Umut çınarın altına bir kelime bıraktı ama bu kelime harf değil aşktı. Zeynep kelimeyi dizine bastı “Ben artık yazmıyorum. Yazı beni aşkla büyütüyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı ama kelime onun içinde seğirtti. Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi “Ben artık bilgi değilim. Ben kıvımım.” dedi. Melike kalemi kelimeye sardı. Ben artık yazmıyorum. Yazı beni aşkla mü-hürlüyor.” dedi. Yusuf kelimeyi simide bastı “Ben artık beslenmiyorum. Beslenme beni aşkla büyütüyor.” dedi.
Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi. Ve o gün köydeki her kelime bir aşka dönüştü. Her aşk bir kıvıma. Her kıvım bir direnişe. Umut gözlerini kapattı. Ben artık anlatmıyorum. Ben aşktayım.” dedi.

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 
Umudun sessiz devrimi sözcükle Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz Umudun sessiz devrimi sözcükle şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
UMUDUN SESSİZ DEVRİMİ SÖZCÜKLE şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL