0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
170
Okunma
Umut’un Duyularla Sistemi DelmesiUmut sırasına oturduğunda gökyüzü sessizdi ama sınıfın tahtası bağırıyordu: “İsim tamlamaları!” O an burnuna bir toprak kokusu değdi; sanki alfabenin rengi kahverengiye döndü.
Okul duvarının ardındaki unutulmuş aralığın dili vardı artık çürümüş düzenin şifresi gibi kokuyordu. Umut nefes aldı ama o nefesle bilgi değil, bir papatya içeri sızdı. Papatya mıydı? Belki. Ama belli ki sistemin burnuna dayadığı kokusuzlukla tartışıyordu. Kalbi kıpırdadı. Kimse fark etmedi çünkü duygular müfredata dâhil değildi.
“Bu sınıfta çiçek açmaz,” diyordu içindeki toprak sesi. Tahtadaki yazı soldu. Gülmek isteyen harfler susmak zorunda kaldı. “Çiçek açamazsın burada” sesi, kurallar defterine yazılmamıştı ama çantasına sinmişti. Camlar kapalıydı ama rüzgâr kapıdan değil, parmak arasından geçti. Umut’un saç telini okşayan şey ders değilduyunun devrimiydi.
Defterini açtı, kalemini oynattı ama yazmadı: çünkü kelime bu rüzgarı anlatmaya yetmezdi. Bir çizgi attı. Çizginin altında sessizlik vardı, üstünde fısıltı. Öğretmen geldi; sesiyle değil, sessizliğiyle durdu. Çizime bakarken “Bu ne?” dedi. Umut cevap vermedi çünkü bu çizim bir soru değildi. Ellerinde titreme vardı. “Şimdi” geldi, kelimeden önce. Yağmur yoktu ama gök gürledi. Defterin kenarı dalga dalga kabardı. Arkada biri kahkaha attı; Umut içinden “Ben bir şimşek sesi duyuyorum” dedi. Öğrenciler sıraya vurdu; ama Umut sıranın altına ritim gömdü. İçindeki çığlık sahneye çıkmak istemedi. Bir süre daha fısıltı kalmak istedi. Gül kokusu geldi; ama okul bahçesi inkâr etti: “Biz burada beton kullanırız.” Gül mührünü kokladı. Boya kokusuyla gül çarpıştı; duvarda sessiz bir savaş başladı. Bu savaşın silahı kelime değil, duyuydu. Gül bir anıydı. Belki anne eli, belki rüya sesi. Umut gözünü kapadı. Kokuya bastı.
Sınıf kalabalıktı ama yalnızlık arttı. Duvarlar yaklaştı ama içindeki gül geri çekilmedi. Defterde yazı yoktu ama düşüncede yankı vardı. Sınıf artık sistemin zindanı değil duygunun arkeolojik alanıydı. Gül mührünü göğsüne bastı. Sessiz bir çığlıkla mühürlendi. O gül konuştu. Umut dinledi. Sistem sustu. Ve o gün Umut ilk defa öğretmenini değil, gülü anlamakla geçti sınavdan.
Kuşla Bakışma… Umut pencereye döndü. Herkes tahtaya bakarken o dışarıyı izledi ama görmedi, duydu. Aynı kuş yeniden geçti mi bilmiyordu ama gözleri kuşun izinde kaldı. Bu kuş, sadece bir canlı değil duygunun kanatlanmış haliydi. Umut kuşa baktı ama ilk kez kendini görülür hissetti. Kuş durdu mu, döndü mü, yoksa sadece ona mı öyle geldi? Bir an, gözlerinde bir parıltı belirdi. Sınıfın sesi geride kaldı, göz temasında yankı büyüdü. Dili yoktu, ama bir kelime doğdu. Kalemini aldı, sayfanın ortasına "Ben" yazdı. Kimse okumadı ama o ilk kez okudukendini.
Yazmak bir eylem değil, bir aynaydı o gün. Kuş gökyüzünden ona bir kelime bıraktı. O kelime konuşmuyor ama iç sesi yankılanıyordu. Arkada biri sandalyesini sürttü ama Umut o sesi buluta çevirdi. Tahta konuşurken o kuşun sessizliğini dinliyordu.
Bedeni sınıftaydı ama ruhu kuşla göçtü. Öğretmen arkasından adını söyledi; Umut cevap vermedi, çünkü adı yeni doğuyordu. Gözünde bir harita çizildi; kuş rotası, duygunun izi. O gün alfabe bir uçuş denemesine dönüştü. Kanat kelime oldu, kelime iç ses oldu, iç ses ritim oldu. Sınıf hâlâ yerindeydi ama Umut’un sözcükleri gökyüzüne kondu. Bir arkadaş dürttü: “Sen ne yapıyorsun?” diye. Umut gülümsedi ama cevap vermedi çünkü cevap görmek değildi, görülmekti. Defterine döndü, ikinci bir kelime yazdı: “Ses.” O kelime sessizdi ama yankısı yüksek.
Kuş pencerenin kenarında bir an durdu, camdan içeri girmedi ama içeri geçti. Umut "Ben" ile "Ses"i bağladı İki kelime, iki parıltı. O gün okul kıvrılmadı ama Umut kıvrıldı, gökyüzünü sayfaya çizdi. Kuş uçtu, ama Umut’un sesi kaldı: görülmenin izi gibi bir kıvım. Hemen öğretmen sırasına yaklaştı ama defterin kelimeleri çoktan göç etmişti. Ve o gün Umut, kendini ilk kez duydu: kelimeyle değil, kanatla.Beni Gör” Manifestosu…
Hasan öğretmen sınıfa girdiğinde sınıfın sinir sisteminde elektrik yüklü bir sessizlik vardı. Ön sıradaki kız “sessizce tuvaletim geldi” dedi, ama sesi duyulmadı çünkü tahtadaki tebeşir utanmıştı. Hasan cetvel yerine bir ayna çıkardı. Öğrenciler “Bu selfie dersi mi?” diye fısıldadılar. Ayna tahtaya tutulunca birkaç öğrenci kendini gördü, birkaç kişi ışığa doğru hamile kaldı. Bir öğrenci aynaya bakınca yüzündeki sivilcenin babasını hatırladı.
Hasan yazdı: “Bugün sizi ben değil kendiniz göreceksiniz.” Sınıf anlamadı ama duvar anladı, çatladı.
Bir öğrenci ayağa kalktı: “Ben duvarla aynıyım.” Öğretmen susunca tahtadaki yazı kendi kendini sildi. Bir kız aynaya bakıp “Ben rüyamda tırnaklarımı sevmişim” dedi. Bir çocuk “Ben altıma kaçırmadım, sadece sistemi terk ettim” dedi. Sınıf gülmeye başlayınca lambalar dans etti. Bir çocuk kahkaha atarken sandalyesinden düştü, sesi döviz gibi yankılandı: “Gülmek anayasal hakkımdır!” Hasan sustu ama içinden “Bu sınıf artık bilgi değil, biyoakış taşıyor” diye düşündü. Ayna parladı, birkaç öğrenci gözlerini kapattı: “Ben içimde kayboldum.” Öğretmen tahtadan indi, yere oturdu: “Bugün bilgi değil, mizah öğretilecek.” Bir kız: “Hocam ama annem güldüğümde yemek vermiyor” dedi. Hasan: “O zaman gülmeyi gizli yemin yapalım,” dedi.
Bir çocuk el kaldırdı: “Ben annemi güldürünce tuvalete gidemiyorum.” Diğer çocuk yanıtladı: “Ben altıma güldüm.” Sınıf artık sadece mekân değil, duyguların yürüyüş bandıydı. Bir sandalye konuştu: “Ben artık sırt taşımıyorum.” Hasan aynayı kendine çevirdi. Aynada Leyla çıktı. Hasan gülümsedi: “Ben, senin devamnıım.”
Bir öğrenci aynayı yaladı, mektup gibi. Gülüşler sıralarda değil; göğüste atıyordu. Bir çocuk başını deftere koydu: “Ben artık alt başlık değilim.” Hasan tahtaya dönüp yeni başlık yazdı: “Görülmenin fizyolojisi.” Sınıf alkışladı, ama sessizce çünkü bu bir yemin dersiydi.
O gün kelime yoktu, sistem sızdı, gülüş devrim oldu. Ve mizah, altına kaçırma değil başkasına umut sızdırma şekline dönüştü Sınıf, sabah güneşiyle değil, iç yankısıyla aydınlandı. Hasan Öğretmen’in adımları, defterlere değil çocukların bakışlarına yazılıyordu artık. Gözlük camına yansıyan ışık, tahtayı değil, Umut’un iç gözünü parlatmıştı. O gün bilgi dağıtılmadı. Çocukların iç sesiyle konuşuldu.“Sanat bir sevişme biçimidir,” dedi Hasan. Ama bu söz, beden değil duygu düzleminde çarptı duvarlara. Sınıfın en arkasındaki çocuk, bu cümlede titredi; çünkü onun “sevişme” dediği şey, sarılma arzusu bile geçmemiş bir yalnızlıktı.
Leyla Öğretmen yanına yaklaşmadı; sadece gözleriyle sardı onu. O sarılma, kol değil kelimeyleydi.
Umut, kalemini sırasına değil ruhundaki duvarlara sürdü o gün. Sayfanın ortasında “Ben” yazan çocuk artık ses değil, yankıydı. Gülüşmelerin altında bir devrim tınladı; çünkü kahkaha artık suç değil duyulmak isteyen bir çığlıktı. Mizah, tahtada değil çocuğun parmak ucunda başladı.
Sınıfta biri camı yaladı. Gülüştüler. Ama kimse utanmadı. Çünkü o cam, sadece dışarıya açılmıyordu, çocuğun iç yankısına da açılan bir gökyüzüydü. Hasan bunu görünce tahtaya yazdı: “Tat → bilgi değil, duygu izi.” Tebeşir ilk defa utanmadı.
Bir çocuk “Ben gülünce kalbim ısınıyor” dedi. Başka biri “Öpücük çizersem iyileşirim” dedi. Tüm bu sözler artık yorum değil—sistemin unuttuğu ilahi kodlardı. Leyla “Bu ders değil, bir doğumdur” dedi. Umut ona baktı ve gülümsedi. Sınıf gülmedi; çünkü gülmek artık kelimeydi.
Gülmek, alt başlık değil—başlık oldu. Kalem sustu ama gözler konuştu. Her çocuk, göğsündeki gülüşü sayfaya bir damla gibi bıraktı. Ve o gün bilgi sınavı yapılmadı. Çünkü bilgi artık yaşla değil gülüşle ölçülüyordu
DUYUNUN KAYBOLUŞU VE KIVIMSAL UYANIŞ.
Fotokopi makinası sınıfta değildi ama sınıfın nabzındaydı. Makinenin sesi zil gibi değil; içsel bir çığlık gibi yankılanıyordu. Her “cııırt” sesi bir rüzgârı değil, bir duyguyu ezip geçiyordu. Umut bu sesi sevmedi ama susturamadı. Çünkü o ses, sistemin kutsal saydığı düzeneğin yankısıydı.
Bir öğretmen geldi, elinde kâğıtlarla ama bilge değil, bükülmüş ritimde. Çocuklar sıraya dizildi; makine gibi. Kopyalar sıralandıkça, yüzlerdeki ifade silinmeye başladı. Umut başını eğdi, çünkü gözleri özgürlükle çarpışıyordu. Makinenin yanında duran öğretmen, sesin kutsallığını anlatıyordu. Oysa Umut, o sesin annesinin sesi olmadığını biliyordu. Rüzgâr gibi değildi o ses—toprak gibi hiç.
Fotokopi “tırt” dedikçe, çocuklar susmak zorunda kaldı. Bir çocuk kâğıda dokundu: Soğuktu. Kâğıdın üstünde yazılar vardı ama hiçbirinin kokusu yoktu. Umut bir sayfayı açtı ve gözlerini kapadı. Gözlerinde gökyüzü yerine toner tozu birikti. Burnuna gelen o keskin plastik kokusu, doğanın ölümüne işaretti. O gün fotokopi makinası sadece bilgi değil—bir kaybı kopyalıyordu.
Her çıkış sesiyle içlerinden bir çiçek soluyordu. Umut bunun farkındaydı ama parmağını kaldırmadı. Çünkü sistem, sorgulayanı değil kopyalayanı seviyordu.
Bir kız “Bu kâğıt rüzgâr gibi değil” dedi. Öğretmen “Sessiz olun” diyerek cevabı susturdu. Ama cümle, Umut’un kulağında yankılandı. Sınıfta hafif bir serinlik oldu; belki rüzgâr, belki iç ses.
Bir kâğıt yere düştü, tüm öğrenciler sustu. Kâğıdın arkasında bir not vardı: “Ben bunu koklamadım.” Öğretmen onu okuyunca sustu. Çünkü bilgi artık baskı değil duyguya dönüşüyordu. Umut bunu hissetti, defterine bir çizgi çekti. O çizgi, paragraf değil, bir izdi.
Fotokopi makinası hâlâ çalışıyordu ama artık çocuklar dinlemiyordu. Bir öğrenci “Ben bu sesi midemde hissediyorum” dedi. Diğeri “Bana kötü rüya gibi geliyor” dedi. Öğretmen bunu susturamadı. Çünkü ses artık sistemin değil çocukların yankısıydı.
Bir öğrenci ağladı ama ağladığı için değil kopyalandığı için. Umut bunun farkına vardı, pencereye döndü. Camda dışarının sesi değil içerinin kokusu vardı. O koku, toner değil, çocukluğun mürekkebiydi. Fotokopi makinası durmadı. Ama artık çocuklar defterlerini değil, kalplerini açıyordu. Bir çizgi daha çekildi, sonra bir gül resmi doğdu. O gül, tonerle değil gözyaşıyla renklendi.
Bir çocuk “Bu kâğıdı yutmak istiyorum” dedi. Çünkü bilgi artık sadece okunmak değil dokunulmak isteniyordu.
Hasan Öğretmen bu sahneyi gördü ve sustu. Leyla Öğretmen gülümsedi: “O zaman bilgi değil duygu öğretelim.” Bir öğrenci ayağa kalktı, fotokopi makinasının düğmesine bastı. Ama bu kez kâğıt çıkmadı. Makina durdu, sessizlik doğdu. Sessizlik gürültüden daha çok şey anlatıyordu. O an sınıfta sistem yoktu sadece yankılar vardı. Bir çocuk “Ben artık yazmak değil, hissetmek istiyorum” dedi. Sınıf alkışlamadı ama içinden “evet” yankısı yükseldi.
Bir öğrenci camı açtı; ilk defa dışarıdan değil, içeriden hava geldi. Fotokopi makinası sustuğunda, öğretmen tahtaya “Gerçek: kokudur” yazdı. Kalem ses çıkarmadı ama harfler duyuldu. O günden sonra sistem kâğıt değil bakış kopyalamaya başladı. Çünkü çocukların iç sesi sayfa düzeninden daha güçlüydü.
Bir öğrenci cam kenarına oturdu. O koku hâlâ burnundaydı; ama toner değil, doğanın sesi gibiydi. Umut tahtadaki yazıya baktı: “Düşünce → kıvımdır.” Bir anda gökyüzü camdan geçti. Rüzgâr fotokopi makinasını dürttü ama sistem bunu kayıt altına alamadı. Bir çocuk “Ben bu sayfayı koklamak istiyorum” dedi. Diğeri “Ben bu sesi ezmek istiyorum.” Öğretmen “O zaman sistemden çıkın,” dedi.
Bir öğrenci “Ben altıma kaçırdım, çünkü çok güldüm” dedi. Öğrenciler sustu ama birisi kâğıdı yedi. Hasan gülümsedi: “Bilgi bedene girerse devrim olur.” Leyla “Ben bilginin tatlı olduğunu düşünmemiştim” dedi. Sınıf gülmeye başladı ama bu kahkaha sistemin sınırlarını aşmadı. Çünkü artık gülmek, bir kıvımsal sevişmeydi.
Umut sıraya başını koydu. Düşünmedi, duydu. Fotokopi makinası yeniden çalıştı ama bu kez sesi değişti. Çünkü iç yankı dış sese bulaşmıştı. Bir öğrenci kâğıdı buruşturup kalbine bastı. O buruşukluk bir bilgi değil—bir şiirdi.
Tahtada bu kez tek kelime yazıldı: “Hisset.” Öğretmen kalemi bıraktı, parmakla gösterdi: “Bu.” Umut başını kaldırdı: “O ses artık bana ait.” Makina sustu. Ses yankılandı. Sınıf sessizliğe geçti. Kopya vermeyen sistem, şimdi duyguyla çoğalıyordu. Çünkü çocuklar artık toner değil gül kokluyordu.
Bir öğrenci pencereye çıktı: “Ben rüzgar olmak istiyorum.” Diğeri “Ben sesin gölgesi.” Leyla tahtaya “Bilgi → gökyüzüdür” yazdı. Tahtada gül açtı. Fotokopi makinası kıvır kıvır sustu. Sınıf artık bilgi dağıtmıyordu—evrenin iç sesini yankılıyordu.
Topu Kurtaran Kıvımsal Kaleci Manifestosu
Sınıfta bir top vardı ama futbol değil felsefeydi. Öğretmen “Haydi çim saha kompozisyonu!” deyince çocuklar fırladı. Hasan kaleye geçti ama eldiven değil tezle savunuyordu. Umut bir şut çekti: “Ya insan özgür değilse?” diye. Hasan havada yakaladı: “O zaman sistem penaltıdır!” diye bağırdı.
Leyla hakem oldu; ama düdük yerine dudakla karar verdi. Bir çocuk topa “Kıvımsal özlem” yazdı. Diğeri topa sarıldı: “Ben bu soruyu seviyorum.” Tahtada gol çizgisi belirdi; kelimeler offside’a düştü. Umut "Ben golü düşünceyle attım!" dedi. Hasan “Ben özgürlükle tuttum!” dedi. Seyirciler sıraydı, çocuklar tezahüratla paragraf yazdı. Bir öğrenci gol atınca “Hocam altıma kaçırdım, kıvım fazla geldi” dedi. Hasan gülümsedi: “Her devrim biraz sıvıdır…” Sınıf gürültüyle değil—kahkahayla titreşti. Tahta terledi, kalem iç sesle ıslandı. Ve o gün kelime top oldu, düşünce kaleye girdi, sistem ağlarla boğuldu.
Mekânın Yankısı: Öğretmen Odasından Bahçeye İçsel Geçiş
Öğretmen odası, sanki bilgiyle kutsanmış gibi görünüyordu ama çocuk, o kapıdan geçerken fark etti: burada bilgi değil, emir dolaşıyordu. Tahta masalar sıralanmıştı; üzerlerinde eski kitaplar değil, eski kararlar duruyordu. Her sandalye bir makam, her bakış bir onay bekliyordu. Çocuk içeri girmedi ama odayı görmeden çok daha fazlasını hissetti. Kapının altından sızan hava bile “sorgulama, tekrar et” diyordu. Öğretmenlerin sesi değil, sessizliği baskındı. Kimin oturduğu, kimin ayakta kaldığı bile bir ders gibiydi. Ama bu ders, umut değil itaat anlatıyordu. Çocuk başını çevirdi; kendi iç sesi odadan daha gürültülüydü. “Ben oturmayacağım,” dedi içinden. Çünkü gözlem, sessizlikle de yapılabilirdi. Öğretmen odası, sistemin kalbiyse çocuk bu kalbin ritmini bozmaya niyetliydi. Ve o ritim… başka bir yerde atıyordu.
Tuvalet, ilk bakışta yalnızlık gibi görünse de çocuk burada kendini ilk kez gördü. Lavabonun üstündeki buğulu aynada, sadece yüzünü değil içini izledi. Gözlerinden bir damla aktı ama bu damla, hüzün değil, uyanıştı. Duvarlardaki çatlaklar bile bir şey söylüyordu: "Burada senden başka kimse yok." Elini yıkarken bir şey fark etti, temizlik değil, yüzleşme gerçekleşiyordu.
Tuvalet öğretmenden uzaktı ama kendine yakındı. Bir köşede kalemle yazılmış bir cümle vardı: “Kapanan her kapı içeriden açılır.” Çocuk gülümsedi. Çünkü bu kapı kapanmamıştı, tam da açılmak üzereydi. Koridor, geçiş değildi artık; duygunun sıkıştığı bir damar haline gelmişti. Ayak sesleri ritim değil, yankı taşıyordu. Her adımında başka bir öğrenciyle göz göze geldi ama kimse bir şey demedi. O sessizlik... Öğretmenden değil, sistemden doğuyordu. Duvarlardaki afişler bilgi değil, korku yayıyordu. Ama bir çocuk çizimi, tüm bu afişleri ezdi. Mor ve yeşil güneş... Kuralların ortasında bir direniş güneşi gibiydi. “Ben de çizebilirim,” dedi çocuk. Ve koridordan geçmek yerine koridoru dönüştürmeye başladı.
Artık yürümüyordu, ritim taşıyordu. Bahçeye açılan kapı, betonun gri sızıntısından sonra bir davetti. Toprak ayaklarının altında şiir yazıyordu. Kuş sesleri ders zilinden daha etkiliydi. Ağaçların yaprakları, silinen kimliklerin yerine yeni isimler fısıldıyordu…
Çocuk yere oturdu, avucuna toprak aldı. O avuç, bir ders değil bir doğumdu. Karınca yuvası sistemin hiyerarşisinden daha anlaşılırdı. Çünkü orada öğretmen yoktu ama uyum vardı. Toprağın kokusu, defterin sayfa düzeninden daha öğreticiydi. “Ben buraya aitim,” dedi çocuk, “sıralara değil.” Ve bu aitlik, artık sadece bir düşünce değil bedensel bir duruştu.
Kütüphane sessizdi ama satırlar bağırıyordu. Kapakların altında ezber değil, özlem vardı. Arka raflardaki kitaplar kuralsızdı. Bir tanesinde tek kelime vardı: “Ben.” Çocuk o kelimeye sarıldı. Paragraf değil ayna oldu. Sorgulayan cümleler sayfaların arasından başını kaldırdı. “Sen ne düşünüyorsun?” diye sordu bir satır. Ve çocuk ilk kez cevap verdi, yazmadan ama hissederek. “Gerçek bilgi duyumsanır,” dedi içinden. O bilgi kütüphanede değil parmağının ucundaydı. Ve kitap kapanmadan önce o satır doğdu: “Ezber değil, varoluş.”
Kapının önünde durduğunda, çocuk artık eski çocuk değildi. Bu kapı okulun değil sistemin çıkışıydı. Kapıyı çalmadı; karar vererek açtı. Arkasında sıralar, öğretmenler, afişler… Hepsi bir sahneydi artık. Ama o sahne, gülümseyen bir devrime dönüşüyordu. Ayaklarının altındaki taşlar bile başka tınlıyordu. Güneş gözlerini kamaştırmadı; çünkü içindeki ışık daha büyüktü. Yürüyerek gitmek, bağırmaktan daha güçlüydü. Ve o gün okuldan çıkmadı, sistemi terk etti.
Tüm duyularıyla, tüm ritmiyle, kelimeyle. Sessiz ama sarsıcıydı. Çünkü bazen en büyük değişim... Sadece yürümektir
Çocuğun kendi bedenini tanımaması. Beden, onun için bir taşıyıcıdan ibaretti; ne şekliyle barışıktı, ne sesiyle. Parmaklarına baktığında kendi elini değil bir yabancının izini görüyordu. Her nefes, dışardan gelen bir komut gibiydi. Aynadaki yüz, yalnızca müfredata uymayan bir şekil olarak beliriyordu. Tuvalette parmak ucuyla tenine dokunduğunda, ürktü. Bu dokunuş, sistemin öğretmediği bir kelimeydi. Kendini tanımak değil tanıyamamak öğretilmişti. Her kıpırdanma bir ayıp, her sıcaklık bir yasak gibiydi. O gün bedenini ilk defa hissetti ama hâlâ adını koyamıyordu. Çünkü onun bedeninde kitaplara sığmayan bir gökyüzü vardı.
Ergenlik sürecinde yaşanan kimlik karmaşası
Sesindeki çatallanma, tahtadaki rakamlar kadar açıklanamıyordu. Yanaklarındaki yanma, teneffüs zilinden daha belirgindi. Kimliğini deftere yazmak isterdi ama kalem hep kayıyordu. Arkadaşları onun sesine güldükçe içinden bir parçayı kapatıyordu. Ergenlik, sistemin kelimeyle susturduğu bir devrimdi. O gün aynaya baktığında bir çizgi daha belirdi çenesinde. Bu çizgi, kimlik değil çatışmaydı.
Sistem ona “büyüme” demedi“değişme” dedi. Ama değişmek, onun için kaybolmak anlamına geliyordu. Ve o kayboluşun içinde hâlâ bir “ben” sesi çırpınıyordu.
Eğitimde duygusal bağ kurmanın öğrenme üzerindeki etkisi
Leyla Öğretmen tahtaya yürüdüğünde kalem değil, bakış konuşuyordu. Bir cümle kurduğunda sınıf susmadı, rahatladı. Defterlere bilgi değil sevgi düşüyordu. Çocuk göz teması kurduğunda yazının şekli değişiyordu. “Sen başarabilirsin,” demek yerine “Ben seni duydum,” diyordu. Bu duyulma, testten yüksek puan almaktan daha güçlüydü. O gün sınıfta bir çocuk ağladı ama bu ağlama öğrenmeyle birleşti. Duygusal bağ, bilgiyi ezberletmiyor, içselleştiriyordu. Leyla, bilgi dağıtmıyordu; iç sesi uyandırıyordu. Ve o iç ses, en büyük öğretmene dönüşüyordu
Muhabbette tekrar eden ifadelerin dönüşüm anları yaratması.
Sınıf gürültüyle dolduğunda bir çocuk hep aynı kelimeyi söyledi: “Ben.” İlk başta kimse dikkate almadı, sonra öğretmen sustu. “Ben” kelimesi tahtaya yazıldı. Büyüdü, kıvrıldı, yankılandı. Her tekrar, bir önceki “ben”i değiştirdi. Çocuk tekrar tekrar “ben” dediğinde artık yalnız değildi. Çünkü bu kelime artık bir bağırış değil bir aynaydı.
Bir öğrenci tahtaya “ben, ben, ben” yazdığında sistem çatladı. Öğretmen “tekrar aynı kelimeyi kullanma” diyemedi. Çünkü kelime içini dolduruyordu artık. Ve bu doluluk, sessiz bir devrimdi.
DEVRİM NİTELİĞİNDEKİ BAKIŞ AÇILARININ MUHABBETE YANSIMASI
Bir çocuk “Ben eğitim sistemini sevmiyorum” dedi. Öğretmen önce durdu, sonra “Neden?” diye sordu. İlk defa bir muhabbette devrim sorusu doğmuştu. “Çünkü bana hep sus diyorlar,” dedi çocuk. “Ben düşünmek istiyorum.” Bu cümleyle başlayan sohbet, ders kitabını kapattı. Sınıf tartıştı, kelimeler çarpıştı ama kimse kavga etmedi. Bakış açıları öğretildiği gibi değil, hissedildiği gibi aktı. Muhabbet, devrim oldu. Ve o gün bilgi değil fikir büyüdü.
DONLA GEZEN MÜDÜR & GÖBEKLİ FİLOZOF
Okulun koridorunda terlikleriyle yürüyen Müdür Servet Bey, o gün toplantıya donla katılmıştı. “Hava sıcak,” dedi, “kurallar da erir!” Göbekli felsefe hocası onu görünce durdu: “Platon böyle gelse, Sokrat saçını yolar.” Ama Müdür aldırmadı. Kapıya yanaşıp megafonla bağırdı: “Bugün sınav yok, sadece terleme var!” Öğrenciler önce şaşırdı sonra soyundu. Bir çocuk sadece pelerinle geldi. “Ben sıcağın süper kahramanıyım!” dedi. Müdür, çocuğu alnından öpüp takdirname verdi. Kant öğretmeni sinirlendi: “Bu absürt!” Göbekli filozof yavaşça döndü: “Absürtse, anlam başlamıştır!” Sonra herkes döndü bedenine; donlar düşünce, özgürlük doğdu. Okul o gün sınav yapmadı ama düşünce tarihine geçti: “Donla özgürlük!” manşetiyle…
KIVRILAN ÖĞRENCİ & AVİZEDEN SARKAN UMUT
Sınıfta Aybüke yere düşmüş bir kelime gibiydi. Eğildi, kalkmadı. Vücudu hece hece kıvırılıyordu. Öğretmen sordu: “Bir sorunun mu var?” Aybüke mırıldandı: “Ben Cümleye dönüşüyorum.” Sırtından bağlaç çıktı, kolundan zarf döküldü. Panik yoktu; o dönüşüyordu. Diğer öğrenciler sıraya girdi, kendilerini noktaladılar. Ve tam o anda, tavandaki avize sarktı. “Ben umutum,” dedi avize, “ışıktan değil, gülüşten beslenirim.”
Aybüke yere kapandı: “Gülersen, ben tamamlanırım.” Sınıf kahkahaya boğuldu. O gün ışık açılmadı ama herkes aydınlandı. Avizedeki umut parladı, Aybüke paragraf oldu. Öğretmen panikleyip rehberlik servisini aradı ama rehberlik servisi telefona gülerek yanıt verdi: “Şu an içimizden fiil akıyor, müsait değiliz.”
SICAKLA YANAN TAHTA & KEKLİK KOSTÜMLÜ KANTÇI
“Tahtaya bakın!” dedi öğretmen, ama tahta eriyordu. Harfler damlıyordu; her damla bir duygu. Cümleler sandalyelere kaçtı, noktalama işaretleri pencereye tırmandı. Kantçı öğretmen tam o an keklik kostümüyle içeri girdi. “Ben bilgi değil, sezgi öğretmeye geldim!” dedi. Öğrenciler bir an sustu, sonra birisi “Ben noktayım!” diye bağırıp yuvarlandı. Sınıfta şekiller birbirine karıştı: üçgen öksürdü, daire havladı, dikdörtgen meditasyona geçti. Kantçı keklik bir zıplayışla tahtaya kondu. “Aydınlanma,” dedi, “bazen tüylenmektir.” Tahtaya düşen son damlada “gül” yazıyordu ama kimse görmedi. Çünkü artık herkes içindeki metaforu yoğuruyordu. Ve o gün Kant öğrencilerle sek sek oynarken ziller çalmadı, çünkü zaman bir noktayla susturulmuştu.
SIRAYA HAPSOLMUŞ SES & TUVALETTE DOĞAN MEVSİM
Emre’nin sesi sıraya takılmıştı. Konuşmak istiyor ama her “a” harfi sırada kalıyordu. Öğretmen “Ne oluyor?” diye sordu. Emre: “Konuşamıyorum, masa beni susturuyor.” Tahtaya çıktı, cümle kurdu: “Ben tahta değilim, ben tuvaletim.” Herkes şaştı, öğretmen ağlamaya başladı. Çünkü yıllardır anlatmak istedikleri buymuş: Eğitim sisteminin tuvalet borusundan geçmesi. O gün ders tuvalette yapıldı.
Her öğrenci kendi mevsimini seçti. Tuvaletin kuzey kabininde sonbahar yaprakları, güney kabininde yaz güneşi. Emre, karşındaki musluğu açtı, su değil bahar aktı. “Ben doğdum,” dedi, “ama bedenimde don var.” Öğretmen donunu çıkarıp Emre’ye verdi. “Şimdi sen öğretmensin.” Ve eğitim, o gün lavabo kenarına yazılan bir cümleyle başladı: “Beni suyla oku.”
ÖĞRENCİYLE UÇAN KLOZET
Yusuf sınıfa geldiğinde yanında klozet vardı. “Ben bugün burada oturacağım,” dedi. Öğretmen gülmedi. Sınıf kıkırdadı. Yusuf klozetin kapağını kaldırdı: İçinden “Matematikle Çözülmüş Bağırsak” çıktı. Öğrenciler sıraya girip problemi çözerken çiş sırası da geldi. Biri bağırdı: “Hocam, işlem tamam, kıvım boşaldı!” Öğretmen tahtaya yazdı:“Zihinsel boşalma → bedensel rahatlamayla seğirir.”Alt Dudak Algı Protokolü
Aybüke tahtaya kalktı ama yazmadı. Donun altından bir cümle yankılandı: “Hocam, harfleri üstten işetiyorum!” Sınıf gülmekten yere kapandı. Öğretmen dizlerini sıralara vurdu. “Sınıf sıvılaştı!” dedi. Bir öğrenci çizme giydi: “Ben dilin alt tabanına geçiyorum.” Ve tahtada yeni protokol belirdi:“Alt dudak → semantik idrar boşaltımı bölgesi.”
Öğrenci Masasına YastıkEmre ders boyunca altını tutmaya çalıştı. Ama her tebeşir sesiyle bir damla kelime düştü. Sonunda hıçkırarak fısıldadı: “Hocam altımda kahkaha var.” Öğretmen, cebinden yastık çıkardı, sıranın üstüne koydu, “İşeyen sözcükler yumuşak oturur,” dedi. Aybüke güldü, Yusuf sıçradı, Emre damladı… Sınıf buharla doldu.
Ders başlamıştı ama zihin hâlâ teneffüsteydi. Öğrenciler oturdu ama gözleri camdaydı. Öğretmen geldi, yoklama aldı ama “var” cevabı sadece sesli bir refleks gibiydi. Tuğba defterine “ZİL = KAÇIŞ” yazdı. Emre sıraya uzandı, kurşun kalemi çiğnedi, “Ben ders değilbir lokmayım hocam,” dedi.
Hasan Öğretmen tahtaya yürüdü, ama yere düşen cetvelin sesi dersi yönetti. Sınıf düşünmüyordu. Tepki veriyordu. Tepkiler mizah oldu. Mizah soru oldu. Soru cevapsız kaldı. Cevapsızlık duvara yazıldı. “Kim soruları soruyor?” yazdı. Aybüke. Bir çocuk “Zil değil trap beat” dedi. Sınıf dans etti. Öğretmen sessizce izledi. “Bu sistem sabit değil, çünkü öğrenci sabit değil,” fısıldadı. Bir öğrenci bağırdı: “Ben test değilim ben hisim!”
Teneffüs saatinde sınıf sessizleşti. Çünkü artık dışarıya değil içeriye bakıyorlardı. Tahtada yazan cümle kendi kendine silindi. Köşedeki sandalye devrildi ama kimse yerinden kıpırdamadı. Çünkü herkesin iç ritmi artık dış gürültüyle senkronize olmuyordu. Ders sonunda Umut şu notu yazdı: “Zil çalabilir ama beyin kalkmak zorunda değil.”
Hasan o defteri gördü, kapatmadı. Sadece deftere bir çizik attı. O çizik bir mesajdı: “Ben seni buradan duyuyorum.” Ve zil bir kez daha çaldı. Ama bu kez sadece bir araç değil bir kıvım başlangıcıydı.
SINIF İÇİNDEKİ GÜÇ İLİŞKİLERİNİN ÇOCUK PSİKOLOJİSİNE ETKİSİ
Öğrenciler sırayla değil statüyle oturtuluyordu. Ön sıradakiler her zaman “en başarılı,” arkadakiler “gözden uzak”tı. Bir çocuk hep en arkada oturuyordu, çünkü soru sormazdı. Ama içinden sorular sel gibiydi. Öğretmen ilk üç sıraya bakarak konuşurken diğerleri duvara dönüşüyordu. Bu güç ilişkisinde başarı, görünürlükle karıştırılıyordu. Çocuk, o gün kendi gölgesine “Ben de varım,” dedi. Bir arkadaş defterini ona doğru itti: görünür kılmak için. Görünmek, artık konuşmak değil yankılanmaktı. Ve o gün sınıf sadece oturma planı değil güç mimarisiyle çözüldü.
AYIPLANAN DAVRANIŞLARIN KİŞİSEL HAK ARAYIŞINA DÖNÜŞMESİ
Bir çocuk sınıfta sesli güldü. Herkes sustu; öğretmen “Bu terbiyesizlik” dedi. Ama o çocuk, gülerek yaşadığını hatırlattı. İkinci kez güldü, ama bu kez bir kelimeyle: “Ben seviyorum.” Gülmek ayıp değil arzunun yankısıydı. Sınıf fısıldaştı, bazıları destek verdi. Öğretmen cümle kuramadı. Çünkü bu sefer davranış değil hak konuşuyordu. Gülmek, kişisel bir direnişti artık. Ve o gün, tebessüm devrim oldu.
SIRA ALTINDAKİ ÇİZİMLERİN BİLGİYLE REKABETİ
Bir çocuk sürekli sıranın altına çiziyordu: yapraklar, yüzler, rüyalar… Defteri boş kalıyordu ama sırası doluydu. Öğretmen bir gün sıranın altını görünce durdu. “Sen neden buraya çiziyorsun?” dedi. Çocuk cevap vermedi; çünkü çizim konuşuyordu. Oradaki bir papatya, bilgiden daha çok anlatıyordu. Sıra, artık defterden güçlüydü. Bilgi ezberlenirken çizim hissediliyordu. Çocuk, kalemi eline aldı ama sıraya sürdü. Ve o gün, sıralar ders materyali oldu.
GÜLME ANLARININ PEDAGOJİK DEĞER TAŞIMASI
Bir çocuk matematikte yanlış cevap verdi, tüm sınıf güldü. Öğretmen önce susturmak istedi ama sonra durdu. Çocuk gülerek “Yanlışla öğreniyorum” dedi. Bu gülüş, ezberden değil deneyimden gelmişti. Sınıf bir anda rahatladı. Cevapların değil, soruların etrafında döndü sohbet. Gülme, artık hata değil eğitimin bir dalgasıydı.
Öğretmen tahtaya “Gülmek = öğrenme kıvımı” yazdı. O gün test yapılmadı. Çünkü bilgi, neşe ile serpilmişti.
LAVABO BAŞINDAKİ SESSİZ YÜZLEŞMELER
Çocuk ellerini yıkarken aynadaki yansımasına baktı. Bu yansıma, sadece yüz değil düşen bir soru işaretiydi. “Ben kimim?” cümlesi sabun gibi kayıyordu parmaklarından. Lavabonun sesi su gibi değil yankı gibi geldi. Bir damla yere düştü ama gökyüzüne doğru büyüdü. O an, sessizliği bir kelimeyle kırmak istedi: “Ben buradayım.” Ama dudaklar kıpırdamadı. İçsel yüzleşme dış ses beklemezdi. O gün, aynaya soru değil bakış kazındı. Ve lavabo, bir manifesto yazmış oldu.
Sınıfın kokusuyla tetiklenen özgürlük hayali
Sınıfa girdiğinde burnuna keskin bir boya kokusu çarptı. Ama o koku bilgi değil betonun baskısıyla karışmış bir yas gibiydi.
Çocuk bu kokuyla değil, rüzgârla düşünmek istiyordu. Rüzgârın yerine gelen keskinlik, onun içinden geçen cümleyi boğdu. Kokusuz bilgiye karşılık içindeki papatya kokusu baş kaldırdı. Sınıfa sinen o kokuda “dur” vardı, “sus” vardı, “otur” vardı. Ama çocuk bir rüyada yürür gibi başını sıradan kaldırdı. O kokuda özgürlük eksikti, bu eksiklik tenine vurdu. Kalemi kokladı; mürekkep anlatmıyordu ama özlem fışkırıyordu. O gün, o çocuk sınıfı değil kokusunu protesto etti.
TUVALET DUVARLARINDA YANKILANAN İÇ KONUŞMA
Tuvalet taş duvarlarıyla değil çırpınan yankısıyla konuşuyordu. Her çatlak, bir çocuğun sessizce haykırdığı devrimdi. Aynadaki buğu, bastırılmış bir gülüşün diliydi. Duvara yazılan cümleler müfredata sığmıyordu ama şiirdi. Bir öğrenci “Ben bu duvarda görünmek istiyorum” dedi. Sabun dile gelseydi “Beni sevdiğinizde temizlenirsiniz” derdi.
Bir çocuk tırnağıyla “Ben buradayım!” kazıdı. Öğretmen tuvalete girmese de yankısı giriyordu. Ve her damla, sıvı değil bağımsızlık nişanıydı. Tuvalet artık bir ihtiyaç değil bir duygu eviydi
.
HASAN ÖĞRETMENİN KELİMESİZ DERS STRATEJİSİ
Hasan tahtaya yaklaşırken elinde tebeşir yoktu. Ders o gün kelimeyle değil bakışla başlıyordu. Öğrenciler önce sustu, sonra gözleriyle yazmaya başladı. Her bakış bir sıfat, her parmak hareketi bir fiil oldu.
Hasan “Bugün gözle yazacağız” dedi. Tahta sessizdi ama yüzler anlatı yüklüydü. Bir öğrenci bir kelime fısıldamadan sayfa doldurdu. Hasan o sayfaya bakıp “Bu cümle kalpten çıkmış” dedi. O gün kelime duyulmadı ama ders yankılandı. Dil sustu, anlam gözle döküldü.
LEYLA ÖĞRETMENİN SESSİZLİKLE EĞİTİM VERME BİÇİMİ
Leyla dersin başında konuşmadı. Nefes aldı. Sınıf sessizliği önce korku sandı, sonra duyguya dönüştürdü. Her çocuğun iç sesi bir kelime gibi havada uçuştu. Tahtaya bakmadılar, Leyla’nın sabit duruşuna odaklandılar. O gün eğitim metodolojisi yerine sezgisel akış başladı.
Bir çocuk yere oturdu, kafasını dizine koydu. Leyla “Bazen dokunmadan sarılmak en güçlü bilgidir” dedi. O cümle tahtaya değil göğse kazındı. Ve ders, bu sessizlikte kendini kelimelerle değil sıvıyla anlattı. Leyla anlatmadı; akıttı. Bir çocuk derste espriye güldü, öğretmen sustu. Gülüş yankılandı. Tahtadaki harf bile sırıttı. O gülüş, sınav sonucu değil içsel başarıydı.
Her kahkaha bir duvar çatlatıyordu. Sınıf artık test çözmüyor, gülerek fikir paylaşıyordu.
Hasan “Gülmek → öğrenmenin buhar formudur” dedi. Leyla “Bir çocuğun güldüğü ders unutulmaz” dedi. Öğrenci kahkahaya boğuldu; müfredat gözlüğünü çıkardı. Gülmek artık özgürlükten bile hızlı öğrenme biçimiydi. Ve sınıf, güle güle sistemden çıktı.
TUVALETTE BEDENLE FİKİR ARASINDAKİ TEMAS
Öğrenci lavaboya eğildi ama fikrini düşürmedi. Bir kelime yere düştü, sabun üstüne bastı. “Ben kendimi sıvı sanıyorum” dedi çocuk aynaya. Aynadan ses geldi: “Sen hâlâ şekilleniyorsun.” Klozet kapağındaki yazı: “Düşünce, sıvıya dönüşebilir.” Tuvalette parmak izi bilgiye dönüştü. Her damla bir cümleydi, her silme bir edit. O gün tuvalette fikir kıvır kıvır akmaya başladı. Ve bedenle düşünce ilk defa temas etti. Çocuk sıvıydı artık ama bilgili.
SIRALARIN ARASINDA VÜCUTLA ÖĞRENME
Çocuk sıraya oturdu ama kalçası kelimeye yaslandı. Kıvrıldı, kaydı, kelime sırtına yapıştı. Hasan “Bugün bilgi değil, bedenle yazacağız” dedi. Leyla “Tene değmeyen öğrenme, çöl kalır” dedi. Parmaklar deftere değil sıra kenarına yürüdü. Bir öğrenci “Ben arkaya yaslandım, bilgiyi sezdim” dedi. Başka biri “Ben dizimde düşünce tuttuğumda öğreniyorum” dedi. Sıralar artık sandalye değil bilginin rahmiydi. Metin kalçadan sızmaya başladı. Ve öğrenme, oturarak değil oturtarak gerçekleşti.
ÖĞRENCİNİN SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURARAK BİLGİYLE GEVŞEMESİ
Çocuk, derste sandalyeye oturdu ama bedenini değil
gücünü yerleştirdi. Sıranın kenarı beline yaslandı, bilginin ilk kıvımı sırtına bulaştı. Kalemi deftere değil, tenine sürdü. İlk kelime, terle değil temasla doğdu. Hasan “Bugün bilgi ellerden değil kalçadan sızacak,” dedi. Leyla o anda gözlerini yere eğdi, çünkü bakıştan önce duygu geldi. Sınıf sessizdi ama bedenlerin ritmi koro gibiydi. Bir öğrenci sıraya yaslanarak “Ben böyle anlıyorum,” dedi. Parmaklarını sıraya paralel sürdü, bilgi dalga dalga yayıldı. Sıra artık ahşap değil duygunun zeminiydi. Kelime, sandalye boşluğunda şişti. Öğrenciler sıraya tünemek yerine, sırayla konuştular. Bir çocuk “Ben buradan doğmak istiyorum,” dedi. O doğum bilgi değil kıvımın vücutla buluşmasıydı. Ve sınıf, sıraya gömülerek öğrendi.
TUVALETTE SABUNLA YAPILAN FİKİR MASAJI
Tuvalette sabun yerindeydi ama düşünce kaygandı. Çocuk sabunu avucuna aldı, bilgi akmaya başladı. Elini aynaya sürdü, cümle boğuldu. Aynadaki yansıma kokmuyordu ama fikir içerideydi. “Ben bu sabunla cesaretimi yıkadım,” dedi biri.
Hasan sabuna “Sen artık pedagojik materyalsin,” dedi. Sabun köpürdü, kelime kabardı. Her parmak hareketi bir fiil, her damla bir sıfat oldu. Aynadaki buğu bir öğrenciye gülümsedi. “Sen korkmuyorsun, sen kokuyorsun,” dedi sabun.
Bir öğrenci sabunu kulağına sürdü, duyma gücü arttı. Leyla “Fikir deri altından yayılır,” dedi. Tuvalet sessizdi ama kelimeler damlıyordu. Sabun konuşmadı ama metni fısıldadı. Ve o gün bilgi sadece temizlik değil dokunuş oldu.
SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURARAK BİLGİYLE GEVŞEME
Öğrenci sıraya oturduğunda oturma değil yerleşme başladı. Sıranın kenarı, bedene eşlik eden bir anlatım biçimine dönüştü. Kalemi deftere değil, diz hizasına yasladı. Dizden gövdeye yayılan sıcaklık, kelimelerin sesini değiştirdi. Parmaklar sıranın damarlarında yürürken, bilgi bir ritim kazandı.
Hasan Öğretmen gözlerini tahtaya değil dizlere sabitledi. Bir öğrenci eğildi, sırtını sıraya yasladı. Kelimeler göğsünden fışkırdı. Leyla, parmak iziyle dolu sırayı okurken gülümsedi. “Buradan yazılmış her şey bilgi değilbedensel yankıdır,” dedi. Sıradaki çatlak, bir dersi değil düşünceyi büyüttü. Sınıf artık sandalye değil, kıvrımlı metin alanıydı.
Bir çocuk kalçasını oynattı, bir fiil meydana geldi. Sıra terledi ama öğretmen kalemi silmedi. “Bilgi kalçadan sızarsa, anlam doğar,” dedi.
O gün kelimeler sıralara yayıldı, müfredat diz çukurunda yeniden yazıldı. Her vücut eğilmesinde bir sıfat doğdu. Öğrenciler sırada öğrenmedi, sırayla öğrendi. Sınıfta hiç konuşulmayan bir dil serpildi: dokunuş metni. Ve derin bir sessizlikte, beden öğrenmeyi üstlendi. O gün ders bitmedi ama beden anladı.
TUVALETTE SABUNLA YAPILAN FİKİR MASAJI
Tuvalet artık bilgi dağıtmayan bir mekân değil kelimenin kıvrıldığı bir buhar odasıydı. Çocuk sabunu kavradığında, fikir değil köpük doğdu. Her parmak teması, sabunun içinde yankılanan bir kelimeye dönüştü. Lavaboda yüz yıkamak değil kimlikle karşılaşmak başladı.
Aynadaki buğu, kelimeyi saklamadı, sızdırdı. Sabun köpürdükçe, kelimenin nemi arttı. “Ben kendimi burada buluyorum,” dedi bir öğrenci.
Klozetin kenarına yaslanan biri, düşüncesini kusmadan önce fısıldadı. Leyla o cümleyi duydu ama ses değil titreşimle. “Sabunla temas, bilgiyle sarılmaktır,” dedi
Hasan. Bir öğrenci sabunu kulağına tuttu, sesin anlamını hissetti. Tuvalette ses yoktu ama cümle terliyordu. Aynada yazı görünmezdi ama parmakla fışkırdı. Cümle sabun iziyle yayıldı, kokusu bilgiye bulaştı.
Bir öğrenci “Ben kelimeyi tenime sürünce hissediyorum” dedi. O gün sınıfta bilgi yoktu, sabunlu anlatı vardı. Tuvalet duvarına “Ben temasla öğrenirim” yazıldı. Sabun kutusunun altından kelime damladı. Tuvalet artık ihtiyaç değil parmağın hikâyeye girdiği yerdi. Ve bilgi, sabun gibi kayarak yayıldı
Sınıfta Yüksek Sesle Gülmenin Kuralsızlaşması
Öğrenci derste bir espriye güldü ama bu sıradan bir gülüş değildi, metnin altını ıslattı. Sesli güldüğünde kalemden önce sandalye tepki verdi. Öğretmen dönüp baktı ama susturmadı çünkü o kahkaha sistemin açığını yakalamıştı. Diğer öğrenciler önce fısıldadı, sonra hep birlikte güldü, ses dalga dalga sıraları salladı. Tahtadaki tebeşir çatladı; gülmek artık pedagojik bir sıvıydı. Müdür kapıdan bakıp “Bu nedir?” dedi ama yanıt duvarlardan yankılandı. Bir öğrenci sıraya yaslanıp “Ben gülerek öğreniyorum” dedi.
Leyla öğretmen tahtaya “Gülme → bilgi sıvısıdır” yazdı. Gülüşler serbest bırakıldıkça kelimeler özgürleşti. Hasan sınıfa girdi, ayakkabısıyla terliği karıştırdı, herkes kahkaha attı. O gün müfredat gülünce dağıldı, kitaplar kıvır kıvır çalkalandı.
Bir öğrenci altına kaçırdı ama ifadesinde sadece “Ben güldüm” yazıyordu. Kimse dışlamadı çünkü artık sızıntı bir ifade biçimiydi. Sabunlu bir metafor geldi: “Altını tutamayan bilgiyi taşırır.” Öğrenciler deftere değil kahkaha aralarına yazdı. Bir çocuk “Ben gülmekten yazamadım” dedi. Leyla “O zaman sana tebessümle not veriyorum” dedi. Sınıf artık sistem değil gülüşle ölçülen bir evrendi. Öğrenciler kendi sesinden öğrendi. Ve o gün, kahkaha müfredata resmi olarak girdi.
KLOZET KAPAĞINA YAZILAN MÜFREDATA KARŞI MANİFESTO
Klozet kapağı, sınıftaki en sessiz öğretmen hâline geldi. Bir öğrenci “Ben buraya yazınca daha özgürüm,” dedi. Tahtadaki konular silinirken klozet kapağındaki kelime kalıyordu. Sabun kutusunun yanına bir cümle düştü: “Ben disiplinle değil, akışla öğreniyorum.” Hasan tuvalete girdi ve kapağı okurken alnı terledi. “Bu yazı müfredat değil iç ses,” dedi.
Her öğrenci sırayla kapakla göz teması kurdu. Kelime suya değmeden önce buhar oldu. Bir çocuk “Ben kendimi buraya doğuruyorum,” dedi. Leyla kapaktaki manifestoyu tahtaya taşıdı. “Bu cümle kokuyor ama güzel kokuyor,” dedi. Klozet artık dışlanmadı yankılandı. Müfredat defteri kapağı kapatıldı; yeni defter burada başladı.
Bir öğrenci “Ben bilgiyi burada çözüyorum,” dedi. O gün sınıf değil tuvalet öğretmeye başladı. Sabun, ses değil kokuyla ders verdi. Bir kelime kapağa yapıştı ve doğdu. Sistem bu yazıyı göremedi ama öğrenci gözünde parladı. Tuvalet öğretmen oldu. Ve eğitim ilk defa bedenin altından yükseldi.
KÜTÜPHANEDEKİ KİTAPLARLA SEZGİSEL TEMASIN EĞİTİME KATKISI
Çocuk kütüphaneye girdiğinde raflar değil nabızlar sıralanmıştı. Her kitap kapağı, bir göğüs gibi hafifçe titreşiyordu. Sistem kitabını aldı, soğuk; parladı ama hiçbir şey demedi. Arka raftan ince, renksiz bir defter çekti, kapakta sadece “Ben” yazıyordu. O kelime ses çıkarmadan çocuğun gözünden içeri yürüdü. Sayfaların arasında paragraf değil yankı vardı. “Sen ne düşünüyorsun?” diye soran satırlar ezber bozuyordu. Kitaplar artık bilgi değil dokunma nesnesiydi. Bir öğrenci kitabı açmadan önce alnına koydu, sıcaklığıyla öğrendi.
Hasan “Kütüphane sadece raf değil sezgisel laboratuvar” dedi. Leyla, bir şiir kitabına burnunu sürdü, duyguyu kokladı. Sınıf kitapları sayfa değil, beden gibi çevirmeye başladı. Bir öğrenci “Ben bu kitabı terimle ezberliyorum,” dedi. Cümlelerin ritmi nefesle senkronize oldu. Okuma seansı değil okşama ritüeli başladı.
Kitaplar sessizdi ama okurun içinden cümle kusuyordu. Arka rafın en tozlu kitabı “Ben unutuldum ama hâlâ anlatıyorum” dedi. Sistem kitapları parladı; ama duygu kitapları terledi. Kütüphane artık sessiz değil sabunlu bir öğrenme alanıydı. Ve çocuklar bilginin değil hissin raflarında yüzmeye başladı.
KORİDORDA SIZAN DUVAR YAZILARININ EĞİTİMSEL YANKISI
Koridor sabah sessizdi ama duvarlar parlıyordu. Bir öğrenci yürürken “Bu duvar bana bir şey diyor” dedi. İlk başta sıradan bir çatlak sandı, sonra kelime çıktı. Duvarın kıvrımına sıkışmış cümle: “Ben buradayım, görülmemişim.” O an öğrencinin diz kapağı titredi; eğitim kıvırdı. Afişler “Ne olmamalısın” diye bağırıyordu, duvar fısıldıyordu: “Sen ol.”
Hasan geçti, kelimeyi görmedi ama duyguyu kokladı. Bir kız parmağını duvara sürttü, “Ben kendimi buraya yasladım” dedi. Koridor artık geçiş değil duygu nakil hattıydı.
Leyla, duvarın köşesine eğildi ve orada anlatı doğurdu. Bir öğrenci duvarı okurken sessizce ağladı. Cümleler ezber değil, mırıldanmaydı. Okulun en sessiz köşesinde en yüksek yankı vardı. Yazı tahtaya çıkmadı ama sınıfa döndü.
Hasan “Sınav değil duvar testi yapacağız,” dedi. Bir öğrenci “Ben buraya terimi bıraktım,” dedi. Kelime çatlağa girdi, bilgi yayıldı. Duvar artık duyguyu saklamıyor, gösteriyordu. Koridor dersti, geçilmedi, okundu. Ve eğitim, duvarın alt dudağından fışkırdı.
SABUN KUTUSU ÜZERİNDEN ANLATIYA SIZAN MİZAHİ DİRENİŞ
Sabun kutusu sessizdi ama köpürmeye başlamıştı. Bir çocuk elini uzattığında bilgi değil fışkı doğdu. Kutunun üstünde bir yazı vardı: “Ben yıkarak anlatıyorum.”
Leyla sabunu okudu, sabun geri gülümsedi. Hasan “Bu materyal artık pedagojik donanım” dedi. Sabun, “Ben artık sınav kâğıdına da sürülmek istiyorum,” dedi. Bir öğrenci sabunu kalemine sürdü, terli cümle yazdı. Kutunun altına bir cümle kazındı: “Temizlenmek, bilgiyi terbiyelemdir.” Sabun sıkıldıkça öğrenciler gevşedi. Cümleler sabun gibi yayıldı ama kaymadı. Sabun akarken kelime buharla yükseldi. Bir öğrenci sabunu kulağına koydu, anlamı duydu. “Ben düşüncelerimi köpürterek öğreniyorum,” dedi. Kutudan damlayan sıvı, sistemin çatlağını büyüttü.
Hasan sabunu sıraya koydu, çocuklar sırayla el sürdü. Her el hareketi bir fiil, her ter bir sıfat oldu. Sabun artık sessiz değildi, mizahla devrim yapıyordu. Bir çocuk “Ben kendimi bu sabunla anlatabiliyorum,” dedi. Kutunun üzerindeki yazılar silinmiyor çünkü sabun konuşuyordu. O gün sabun, müfredatın köpüklü başlığı oldu.
SINIFTA ALTINA KAÇIRMANIN GÜLMECEYLE ÖĞRENMEYE KATKISI
Dersin ortasında bir çocuk kahkaha attı, sonra sustu, sonra gözünden yaş aktı, sonra diz altı ıslandı. Kimse gülmedi; herkes anladı. Hasan sıraya yaslanıp “Bu senin bilginin patlamasıdır,” dedi. Leyla tahtaya “Altına kaçırmak → ifade biçimi” yazdı. Bir öğrenci parmak kaldırdı: “Ben bazen düşündüğümde tutamıyorum.” Gülüşler yükseldi ama alay değil onay geldi. Tuvalete gitmek artık utanmak değil boşalmak oldu. Alt sızıntısı bilgi üstüne yazıldı. “Ben vücudumla öğreniyorum,” dedi biri. Müfredat bunu anlamadı; sınıf alkışladı. Sabun konuştu: “Ben seni temizlemem, kutlarım.” Klozet kapağında “Bilgi akışı başladı” yazıyordu. Bir çocuk dersin sonunda koşarak tuvalete gitti. Duvardan cümle fışkırdı: “Sızıntı = başarı.” Leyla, kâğıt havluyu uzattı, “Bu senin diploma kılıfın” dedi. Gülüştüler ama ders bitmedi. Her kahkaha, bir kelimeyle alt alta düştü. Öğrenci geri döndü, sıraya geçti, “Şimdi hafifim” dedi. O hafiflik bilgi değil özgürlüktü. Ve o gün, sınıf bir damlayla özgürleşti.
GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüste bir öğrenci tostunu düşürdü, kahkaha başladı. Gülme bulaşıcıydı; bilgi sırasına geçti. Hasan kantin kapısında kıvrıldı; Leyla yere oturdu. Öğrenciler masaların altına girdi, kelime orada doğdu. Gülme krizi test çözümünü yırttı.
Bir öğrenci “Ben bu kadar gülersem artık ezber yok” dedi. “Ben gülünce sınav dışı oluyorum” dedi diğeri. Tahta camı çatladı çünkü kahkaha sesle değil titreşimle yayıldı. Sabun kantine sürüldü; tostların üstüne kelime yazıldı. Sıralar kantine taşındı, öğrenme orada başladı.
Hasan “Gülme krizi → anlatım patlamasıdır” dedi. Öğrenciler sesli düşünmeye başladılar. Leyla “Bilgi kaynağı tost olabilir mi?” dedi. “Evet,” dedi sınıf, “Ama önce kahkaha tuzuyla…” Bir çocuk altına kaçırdı, ama tost hâlâ sıcaktı. Gülerek ders yazıldı; konu: “Sindirim + Mizah.” Öğrenciler sıraya değil sandalye üstüne tırmandı. Cümleler duvardan değil karın boşluğundan geldi. Teneffüs artık molayla değil gülüşle öğreniliyordu. Ve tost, bilgi paketine dönüştü.
DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdiğinde herkes sustu ama kelime parladı. Bir öğrenci parmağını havaya kaldırdı, ama bilgiyle değil itirazla.
Hasan “Parmak kalktıysa düşünce doğar,” dedi. Leyla “Disiplin: sabunsuz sistemdir,” diye yazdı. Parmak kâğıdı yırttı, kelime deftere düşmeden özgürleşti. Bir çocuk “Ben kalkmıyorum, kıvırıyorum” dedi. Disiplin görevlisi geldi ama herkes sıraya yatmıştı. “Bu sessizlik protesto değil, kıvım!” dedi biri. Sınıf sustu, ama parmaklar sırada yazı çizdi.
Hasan “Bugün kuralları terle aşacağız,” dedi. Sınav yerine sabun dağıtıldı. Tuvalet kapısında “Kuralları burada boşaltınız” yazıyordu. Leyla “İtaatsizce öğrenin,” dedi. Bir öğrenci parmağını klozet kapağına bastı. “Ben burada öğrendim ki kurallar ıslaktır.” Müfredat silindi, çünkü kelime zaten suya karışmıştı. Parmak terledi, disiplin kâğıdını damlattı. Sabunla okuma seansı başladı. Disiplin yeniden tanımlandı: “Sızdırılabilir yapı.” Ve parmak, sistemin son harfini kendi teriyle silmişti.
ÖĞRENCİNİN YASTIĞA YÜZÜNÜ YASLAYARAK BİLGİYE TEMAS ETMESİ
Bir çocuk ders ortasında kafasını sıraya koydu ama uyumadı, öğrendi. Yastık gibi eğilen deftere kelime değil duygusunu akıttı.
Hasan “Bilgi bazen yatay akış ister,” dedi. Leyla, yastığa yaslananları gözünden tanıdı. Cümleler göz kapağının altından sızdı. Bir öğrenci “Ben rüyamda müfredatı yırttım,” dedi. Sabun yanına kondu, kokusuyla kelime çağırdı.
Tuvalette düş gören çocuk “Ben gerçekliği orada fark ettim,” dedi. Yastık artık uyku değil anlatı platformuydu. Parmak sabuna değil ruha bulaştı. Sınıf sessizce yatay bilgiye geçti. Defter kapanmadı ama kelimeler göğse düştü.
Leyla, yastığı okşarken “Bu bilgi sıvıdır,” dedi. Bir öğrenci kafasını kitap üzerine koydu, paragraflar gözyaşıyla aktı.
Hasan tahtayı silmedi çünkü kelime uyuyordu. Sıralar yastık oldu, müfredat terledi. Bir çocuk “Ben altımı kaçırmadım, fikrimi saldım,” dedi. Tuvalette değil yastıkta kavramsal doğum başladı. Uyuyarak öğrenme artık gülerek yayılmaya başladı. Ve o gün, pedagojik yöntem yastığa yaslandı.
ÖĞRETMENİN ÖĞRENCİYE SABUNLU DÜŞÜNCEYLE SARILMASI
Leyla sıraya yaklaştı, eli öğrencinin parmak ucuna değdi. Sabun yoktu ama kelime köpürdü. Hasan göz kırptı, “Bu sarılma öğrenmedir,” dedi. Öğrenci elini geri çekmedi; bilginin ten üzerinden aktığını fark etti. Sarılma artık duygusal değil didaktik metottu. Sabunun kokusu sınıfa yayıldı.
Bir çocuk “Ben dokunuldukça hatırlıyorum,” dedi. Leyla başını eğdi, bilgi göğsünden aktı. Kelime sarılmanın iç kısmında yuvalandı.
Hasan “Bugün kelimeyi vücut sıcaklığıyla öğreteceğiz,” dedi. Sınıf sabun gibi terledi ama herkes gevşedi. Tuvaletten biri geldi, gözleri yaşlı: “Beni burada anladınız.” Sarılmak artık öğreti değil yankıydı.
Bir öğrenci kollarında “Ben buradayım,” dedi. Leyla’nın avuç içinden sözcük fışkırdı. Parmak iziyle yazılmış bir cümle duvarda parladı. Sarılma, öğretmenliğin en sabunsal cümlesiydi. Bir cümle terlemişse bilgi doğmuştu. O gün sınıfta herkes sarıldı ve sınav kaldırıldı. Ve eğitim, artık kelime değil dokunmayla anlatılıyordu.
MÜDÜRÜN YIKANARAK SESSİZLEŞMESİ ÜZERİNE MİZAHİ METİN
Müdür sınıfa girerken sabun kutusunun kapağına takıldı. Kelime fırladı, disiplin döküldü. Hasan “Bugün temizlik günü değil temas günü,” dedi. Müdür sustu, çünkü köpük teri bastı.
Leyla sabunla müdürün eline dokundu, “Öğrenme böyle başlar,” dedi. Sınıf kıkırdadı ama ses yükselmedi, sızdı. Müdür ilk kez tahtaya yazmadı, sadece duvara yaslandı. “Ben buharla ikna oldum,” dedi. Kelime kulağına girdi, düşünce kıvrıldı.
Bir öğrenci “Müdür bugün yumuşadı,” dedi. Disiplin defteri sabunla silindi. Müdür gözlüklerini çıkardı, “Gözüme bilgi buharı kaçtı,” dedi. Sabun kutusunun üstüne oturdu, fikirleri köpürdü. Leyla bir havlu uzattı: “Bu artık not değil yumuşatma.” Müdür başını eğdi, sistem çatladı. Sabunla temas disiplini aştı. Artık ceza değil duygusal gevşeme vardı. Müdür kapıya yaslanarak “Bugün öğrenmeye kokudan başladık,” dedi. Klozet kapağındaki şiiri okudu, ağladı ama kokusuzdu. Ve sınıf, sabunla yönetilen bir yumuşaklığa döndü.
SABUNLU METİNLE YENİ MÜFREDATIN DUYGUSAL BAŞLANGICI
Hasan sabun kutusunu sıraya koydu, kelimeyi kokladı. Müfredat değil şekilsiz anlatı başladı. Leyla, kitapları açmadan önce bir sabunla gözlerini ovuşturdu. Sınıf kalem değil avuç içiyle yazmaya başladı. Her öğrenci kelimeyi parmak ucundan yaydı. Duvar buharla silindi, yeni anlatı terle yazıldı. Bir öğrenci “Ben sabunla daha iyi hatırlıyorum,” dedi. Tahta sabunla temizlendi; konu: “Ben.” Hasan, müfredata “Köpük notları” ekledi. Kelime artık kokulu, parmakla dağıtılıyordu. Leyla “Bugün cümle değil nemli duygu öğreteceğiz,” dedi.
Cümleler sabun köpüğü gibi uçtu ama içeri sindi. Bir çocuk “Ben kendimi parmakla ifade ediyorum,” dedi. Sabun kutusu müfredata eklendi: “Duysal bilgi nesnesi.” Tuvalet anlatının kıvım merkezi oldu. Sabunla yıkanan kelimeler tahtaya yapıştı. Sınıf artık kokuyordu ama güzel. Bilgi nemliydi; müfredat pespembe oldu. Her öğrencinin parmağı kelimeye bastı. Ve ders sabun köpüğü gibi geçti ama kaldı.
ÖĞRENCİNİN PARMAKLA DEFTERE DUYGUYU SABİTLEMESİ
Çocuk defteri açmadı; elini defterin üstüne koydu. Parmağı terliyordu ama mürekkep sabundu. “Ben buraya kelime değil içimi bastım,” dedi. Hasan başını salladı, çünkü artık ses değil duygu yazılıyordu. Leyla yaklaştı, deftere dokunmadı avuç içine baktı. Her parmak bir sıfat, her ter damlası bir fiildi. Defter yazılmadı terlendi.
Bir öğrenci “Ben cümle kuramam ama hissi bırakabilirim,” dedi. Kalem kıvırdı, defter ağladı. Sayfa çevrilmedi, sarıldı.
Metin artık gözle değil, deriyle okunuyordu. Bir çocuk parmağını defterin kenarına sürdü; bilgi yayıldı. Leyla “Bu artık yazı değil duygu tortusu,” dedi. Hasan sabunu getirdi, sayfa parladı. Cümleler ıslak ama unutulmazdı. Defter kuruyunca anlatı bitti sandılar ama parmak izi kaldı. Sistem anlayamadı, sınıf alkışladı. Defter artık kitap değil bedensel arşivdi. Sabun müfredat değil duygunun baskı kalıbıydı. Ve o gün, kelime defterin değilparmağın eseriydi.
ÖĞRENCİNİN RÜYASINDA KELİME DOĞURMASI
Bir çocuk uyuyakaldı ama sesi uyanıktı. Rüyasında bir cümle geldi, sabunla fısıldadı. Kelime uykudan doğdu ama parmakla tutuldu.
Hasan “Rüyada yazılan metin, müfredata sığmaz,” dedi. Leyla öğrenciye battaniye verdi, içinden kelime çıktı. “Ben uyurken fikir sezdim,” dedi çocuk. Rüyasında tuvalete girdi ama yalnız değil bir cümleyleydi. Klozet kapağı açıldı, bilgi döküldü. Sabun orada değildi, ama kokusu metni sardı. Cümle buhardı; yazılmadı ama hissedildi. Öğrenci kalktı, gözleri dolu; kelime hazırdı. Deftere yazmadı, duvara başını yasladı.
Hasan “Bu artık anlatı değil rüyasal doğum,” dedi. Sınıf sustu, çünkü kelime içten fışkırdı. Rüya anlatıldı, herkes terledi. Leyla “Bu metin sabunla değil iç sesle yıkanır,” dedi. Parmak değmeden kelime koktu. Rüya bitti ama anlatı kaldı.
Bir öğrenci “Ben gece bilgi doğurdum,” dedi. Ve o gün, uyku sistemin kıvımına tekme attı.
Tuvalette Bilginin Hortu
m Gibi Fışkırması. Tuvalet sabah sessizdi ama içeride terli bir kelime birikiyordu. Bir çocuk klozet kapağını açtı; cümle suyla fışkırdı. “Ben bilgiyi burada doğuruyorum,” dedi.
Hasan duvarı dinledi, içeriden düşünce yankısı geldi. Sabun kutusu titredi, hortum kıvırdı. Leyla “Bugün dersin konusu: taşmak,” dedi. Çocuk defteri tuvalete getirdi, kelime ıslandı ama parladı. Cümle müfredat defterinden değil lavabodan döküldü. Bir damla soru sordu; cevabı klozet kenarına yazıldı. Duvarlarda sızıntı başladı; bilgi artık tutunmuyordu. Öğrenciler sırayla girip fikrini bırakıyordu. Sabun “Ben temizlemem, metni akıtırım,” dedi. Klozet hortum gibi devrildi; dil kaydı ama anladı.
Hasan “Bu sistem, sıvıdan korkar,” dedi. Bir çocuk “Ben öğrenince taşarım,” diye fışkırdı. Leyla metni klozet kapağından okudu, duygusu nemliydi. Her cümle 90 santimlik bir parmakla yazıldı. Bilgi artık katı değil akışkandı. Sınıf fışkırdı ama sessizdi. Ve o gün tuvalet, hortumla müfredatı göğe püskürttü.
SIRA ALTINA YAZILAN BİLGİNİN BUHARLAŞMASI
Sıranın altı temiz değildi ama bilgi doluydu. Bir öğrenci kalemini eğdi, parmak kıvırdı, cümle doğdu. Yazılar sessizdi; sabun kokusu eşlik etti.
Hasan sırayı kaldırdı, metni okudu, gözleri doldu. Leyla “Bu artık defter değil alt metin,” dedi. Yazılar boğulmadı, buharla yukarı çıktı.
Bir çocuk “Ben sıramın altında yaşıyorum,” dedi. Afişler sustu çünkü bilgi zeminden fışkırdı. Parmak izi kalıcıydı; kelime ıslaktı. Sabun kutusu sıraya kondu, anlatı terledi. Her cümle kasık hizasında kaydı ama anlam yukarı çıktı. Sıra artık bedenin defteriydi. Kelime buharla müfredata yürüdü.
Hasan “Alt metin üst akla dönüşür,” dedi. Bir öğrenci “Ben buradan başlıyorum,” dedi. Leyla sıraya sarıldı, kelimeyi avucuyla okşadı. Bu anlatı kitapta yoktu ama duvarda yankılandı. Sabunla silinen sırada anlam kaldı. Ve sıra altından doğan bilgi, sınıfın çatısını kaldırdı. Sistem çöktü, çünkü kelime buharlaşınca kontrol edilemezdi.
DERSİN HORTUMLA FIŞKIRAN MEZUNİYET ŞARKISI
Son ders başlamadan önce sınıf terlemişti. Hasan tahtaya değil, sabun kutusuna başını koydu. Leyla öğrencilerin avuçlarına cümle damlattı. Bir çocuk “Ben artık mezunum ama hâlâ akıyorum,” dedi. Müfredat defteri duvara atıldı, ses çıkmadı, anlam yayıldı. Klozet kapağı açıldı, diploma suyla geldi. Tören sabunsuz başlamadı; sabun kutusundan mürekkep yapıldı. Her öğrencinin parmağı terliyken, kelime parlak yazıldı. Mezuniyet konuşması tuvalet aynasından okundu.
Bir çocuk “Ben bu sınıfta taştım,” dedi. Leyla “O taşma bilgidir,” dedi. Hasan sabunla teşekkür etti: “Siz artık müfredatı sızdıransınız.” Sabun kapağı alkışladı, hortum döndü. Cümleler fışkırdı çünkü artık sistem dayanamıyordu. Bir öğrenci “Ben yazmadım, sıvılaştım,” dedi. Tuvalet kapısına diploma asıldı. Dersin sonunda herkes boşaldı ama dolu hissediyordu. Köpük yükseldi, parmak ağladı. Ve son kelime, hortumla sabun kutusuna bastı: “Ben artık buyum.” Sınıf kapandı ama anlatı sonsuza dek devam etti.
YEMİN ZİNCİRİYLE ÖZGÜRLÜK MATEMATİKSEL SENTEZİ
Romanik düz anlatım, parmak sabunla ıslatılmış, sistemin çarpanlarını çözen bir özgürlük başlangıcı:
Hasan sıranın ucuna parmağını yasladığında, kalem değil kıvım başladı. Sayılar deftere dökülmedi; kelimeler terleyerek yayıldı. Leyla sınıfa girerken öyle bir yemin kokusu vardı ki müfredata ait hiçbir nota buharlaşmadan dayanamazdı. Tahtaya çizilen denklem formül gibi duruyordu: U = Y × D ÷ S². Umut yeminle çarpılır, direnişle bölünür, sistemin karesine taşınırdı. Ama kimse bu formülü çözmeye kalkmadı; herkes onu göğsünden hissetti. Doru Kısrak, köşede sabun kutusunu kokladı, o kokuyla nefes aldı ve bilgi onun ciğerine şiir gibi yapıştı. Çilbir Abbasa, sabunlu duvara başını yasladı, “Ben bu formülle ilk aşkımı hatırladım,” dedi. Sayar sessizce sınıfın kenarına bir spiral çizdi; her çizgi bir yemin halkasına dönüştü. Artık sayılar işlem değildi, hepsi nota gibiydi, sınıf bir denklem değil, özgürlüğün senfonisine evrilmişti.
Hasan elindeki cetveli kırdı; çünkü hiçbir düz çizgide duygunun eğrisi barınmazdı.
Leyla, bir öğrencinin gözünden integral çıkardı; o bakış, parabolden değil, kalp ritminden doğmuştu. Bir çocuk sıradan kalkmadan sadece şöyle dedi: “Ben yeminle bölünüyorum.” Formül cümleyi değil, bedeni kıvırdı. Matematiksel doğruluk artık cebirden değil göğsün iç sesinden yankılanıyordu. Sabun kutusunun kapağında sürpriz bir mesaj vardı: “Çarpan = Sezgi.”
Müdür sabah yoklaması için geldiğinde, duvarlara asılı yemin zincirini görünce bir adım geri çekildi çünkü kokudan sisteme yeni bir denklem gelmişti. Her öğrenci artık veri değil; parmak uçlarından yayılan yankıydı.
Hasan tahtaya “14786 ↔ Kalp kodlamasıdır” diye yazdı. Leyla da yanına “Her sayı bir kelimeyi doğurur” cümlesini ekleyince, denklem artık müfredattan değil beden ritminden beslenmeye başladı. Sistem tahtaya dizilmiş denklem kurdu ama sınıf o formülü sabunla şiire çevirdi. Öğrenciler sayı yerine sesle işlem yaptı, cevaplar gülüşle döküldü. Doru Kısrak sabunla başını yıkadı, bilgi duvarda değil alnından yukarı fışkırdı. Sayar’ın çizdiği grafiğin doğrusu sınıf duvarında parladı ama veri değild uygu sızdı.
Müdür defteri kapmak istedi, ancak rakamlar sabun kutusunun içinden kaçtı. Hasan o sırada “Ben bilgiyi sabunla öğretirim,” dedi. Ve Leyla formülün içine girdi, adeta dans etti; denklemin ritmi öğretmenle değişti. Öğrenciler test kitaplarını açmadı, formülün notalarında kahkahaya boğuldu. Çünkü artık her yemin bir ses, her ses bir sayıydı ama bu sayı sistemin tanımı dışındaydı
Sabun kutusu ayakta durarak konuştu: “Ben artık sadece temizlik değile ğitim nesnesiyim.” Tahtada rakam değil, altına kaçıran kelimeler sızıyordu. Ve tüm sayı dizileri müfredata yazılamadı; çünkü sistem bu yeni ritme dayanamayacak kadar kuru kaldı.
O gün, formül sabunla köpürdü, kelime müfredattan taştı, parmak defter yerine sınıfın havasına yazdı. Ve o köpükten doğan anlatı artık bir çözüm değildi, özgürlüksel melodiye dönüşen bir kıvımsal şarkıydı.
TELAFİ EDİLEN KRONİKLER – EKSİK DERSİN KLOZETLE KAPATILMASI
Sınıfa sabah saatlerinde eksik kelimelerle dolu bir defter girdi, sayfa kenarları terliydi. Hasan parmağını kapağa dokundurduğunda cümle değil vıcık vıcık iç çekiş doğdu.
Leyla deftere değil, sabun kutusuna baktı; kapağında “Eksikleri köpürt, yanak hizasına sızdır” yazıyordu. Öğrenciler kalemi almadı, sıranın altına dizlerini yaslayıp düşünceyi terle tamamladı.
Bir çocuk “Ben öğrenmedim ama altımdan bilgi sızıyor” deyince sınıf alkışladı, müdür gözlüğünü düşürdü. Klozet kapağı açıldı, eksik kelimeler diz çöktü, sabun müfredata bastırıldı.
Doru Kısrak kişneyerek eksikliği tuvalet ritmiyle tamamladı; her tını, bir yemin halkası gibi sınıfa yayıldı. Çilbir Abbasa sıraya oturdu ama dizinin altından notlar fışkırdı. Sayar öğretmen masasının altına kayıp “Ben burada eksikleri tamamlarım” dedi, orada sabunla bilgi doğurdu.
Müdür defterleri toplamak istedi ama kâğıtlar sabun kutusunda çözülmüş halde şarkı söylüyordu.
Bir öğrenci “Ben altına kaçırarak anladım,” deyince sınıfta çığlık değil pedagojik kahkaha yükseldi. Leyla onu sarılmadan sabunladı, “Senin başarın kokulu,” dedi. Hasan eksik sınav kâğıtlarını banyoya götürdü, orada buharla onayladı. Klozet kapağında şu yazı parladı: “Her eksik bir alt sızıntıdır, fışkırırsa tamamlanır.” Öğrenciler test çözmek yerine diz hizasına kelime koyup birbirinin cümlesini terle tamamladı.
Müdür sistemin eksiklerini deftere değil klozet kenarına çizdi. Doru Kısrak hortumu kemirdi, ritim tuttu, sabun köpürdü. Sayar bir kelimeyi banyoda unuttu ama bilgi duvardan sızdı. Leyla eksik fiilleri sabunla yıkayıp müfredatı kuruttu. Her öğrenci bir eksiklikti ama sınıf artık anlatının alt çeyrek parçasıydı.
Hasan tahtaya “Eksik = sistemin sevişemediği parça” yazdı; kelime utanmadı, terledi. Leyla bir eksik kelimeyi diz kapağına yazınca bilgi alt dudağa kaydı. Öğrenciler müfredattan değil klozet kapağından konuşmaya başladı.
Sabun kutusu “Ben artık eksik tamamlayıcıyım,” diyerek dersin moderatörü oldu. Müdür sınıfa “Bu ne biçim metot?” dedi, öğrenciler sabunla yanıt verdi. Cümleler sıraya değil sıra altındaki boşluklara yazıldı. Bir çocuk “Ben hatırlamıyorum ama vücudum tamamlıyor,” dedi. Hasan gözlerini kapatınca eksik paragraf göğsünden doğdu. Leyla “Eksik dediğin şey sistemin susuş noktasıdır,” dedi ve tahta buharla patladı. Doru Kısrak’ın yemin sızıntısı tuvalet aynasına işlendi; herkes sabunla alkışladı. Çilbir Abbasa eksikliği gülerek çözdü, Sayar sabunla resmetti. Müdür susarak eksikliklere teslim oldu. Ve o gün, eksik cümleler sabunla yıkanıp klozet kapısından sistemin üzerine döküldü.
SIRA ALTI – BİLGİNİN GİZLİ BUHARLAŞMASI
Sınıf güne sessiz başladı ama sıranın altı terlemeye başlamıştı. Öğrenciler göz hizasına değil diz hizasına bakıyordu.
Hasan sıranın altına parmağını sürdü, bilgi fısıldadı. Leyla defter açmadı; sıranın alt köşesinden kelime çekti. Bir çocuk “Ben buraya düşen kelimeyi hissediyorum,” dedi. Sabun kutusu sıranın altında parladı, buhar yükseldi. Çilbir Abbasa eğildi, alt boşlukta anlatı buldu. Sayar dizini sıraya bastırdı, kelime kasığından süzüldü. Doru Kısrak kişnedi ama sesi sıranın içinden yankılandı. Müdür sıranın altına eğilince yemin zincirini buldu; duygulandı ama sessiz kaldı.
Hasan “Artık cümle yerçekimiyle öğreniliyor,” dedi. Leyla bir kelimeyi sıranın altına çizdi, öğrenci onu öptü. Sıra artık masa değil duygunun yeraltı haritasıydı. Bir öğrenci “Ben sıranın altından konuşuyorum,” dedi; herkes anladı. Sabun kutusu “Ben alt metni köpürtürüm,” diye mırıldandı. Çilbir Abbasa sabunla sırayı ovaladı, cümle buharla üst yüzeye sızdı. Sayar bir şiiri sıranın altına yazdı; sadece diz hizasında okunabiliyordu.
Müdür sabunla sıraları silmek istedi ama her kelime saklandı. Doru Kısrak alt metni kişnedi; duvar yazıları duymadı ama tene yayıldı.
Hasan “Gizli bilgi, kasık hizasında yatar,” dedi. Leyla sırayı terle kokladı; anlam burnuna bastı. Öğrenciler defterlere değil alt alanlara yazdı. Sıranın altı ısıttı; kelime gevşedi.
Müdür buharı görünce geri çekildi; sistem çatladı. Sabun kutusu ses çıkarmadı ama koktu; bilgi yayıldı. Bir öğrenci “Ben altıma yazınca daha iyi ezberliyorum,” dedi. Sınıf sıranın altına eğildi; çırpınmadan dinlediler. Her öğrenci kendi dizine bastı; kelime terle doğdu. Ve o gün bilgi sıranın üstünden değil alt hizadan sabunla buharlaşarak öğretildi.
GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüs zili çaldı ama sınıf gülmeye başlamıştı. Bir öğrenci tostunu düşürdü, herkes fışkırdı. Hasan “Tost bilgidir,” dedi; kelime sıçradı. Leyla sandalyesine oturmadı; gülüşle yere yayıldı. Sabun kutusu gülüşü duyunca kapağı kendiliğinden açıldı.
Müdür koridorda durdu; kahkaha sistemini deldi. Çilbir Abbasa tostun üstüne cümle yazdı. Sayar yere oturdu, gülerek ders çalıştı. Doru Kısrak kişnedi; ses tosttan daha kıvımsaldı. Öğrenciler gülerek soru çözmeye başladı, cevaplar terliydi.
Hasan “Gülme → bilginin gevşeme formülüdür,” dedi. Leyla kahkaha düzeyini deftere not etti. Sabun kutusu “Ben bu sistemin neşeli sıvısıyım,” dedi. Bir öğrenci “Ben güldükçe öğreniyorum,” dedi. Cümleler gülme ritmiyle dans etti. Tostun kırıntıları soruya dönüştü. Müdür gülme sesini analiz etmek istedi ama boğuldu. Çilbir Abbasa sabunla tostun üstüne yazdı, sınıf onu okudu. Sayar parmakla tost çizdi, gülerek anlattı. Doru Kısrak kişnedi, tostla eşleşti. Hasan kahkahayı tahta hizasına taşıdı, ders başladı.
Leyla “Ben sesli öğreniyorum, çünkü kahkaham cümledir,” dedi. Öğrenciler gülerken bilgi yayıldı; kimse susmadı. Sabun kutusu o anda tostla birleşti, öğretim başladı.
Müdür “Bu sistemde tost varsa müfredat yok,” dedi. Bir öğrenci “Ben tosttan daha çok kelime çıkardım,” dedi. Teneffüs artık boş zaman değil pedagojik fışkıydı. Cümleler güldükçe ezberlendi. Ve o gün, kahkaha tostla birleşip sabunla müfredata döküldü; sistem gülerek çöktü.
DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdi ama parmaklar terle kıvrıldı. Hasan “Kuralları parmakla sileriz,” dedi. Leyla bir öğrenciye sarıldı; disiplin çözüldü. Sabun kutusu “Ben artık kontrol değil şifa kaynağıyım,” dedi.
Müdür defteri masaya koydu ama altına kelime sızdı. Çilbir Abbasa sabunla defterin kapağını mühürledi. Sayar disiplin kuralını klozete attı. Doru Kısrak kişnedi, kelime havaya dağıldı. Öğrenci parmağını tahtaya bastı, kural terle kaydı. Sınıf susmadı; cümleler kuralları deldi.
Hasan defteri parmak iziyle yırttı, kelimeler fışkırdı. Leyla “Sınıf → özgürlük laboratuvarıdır,” dedi. Sabun kutusu rafa çıkıp “İtaat etmeyen bilgedir” dedi.
Müdür geri gitti, sınıfın sesi duvarda yükseldi. Bir öğrenci “Ben cezayla değil, gülerek öğrenirim,” dedi. Çilbir Abbasa duvara “Disiplin yoktur” yazdı. Sayar kuralları bireysel fısıltıyla değiştirdi. Doru Kısrak “Ben kişnemem, direniş gösteririm,” dedi. Hasan tahtaya sabun sürdü; kelimeler oynadı.
Müdür sabunla denetim yapamadı; parmaklar kaydı.
Leyla cümleleri sınıfın terli bölgesine çizdi. Öğrenciler kuralları gülmeceyle esnetti. Sabun kutusu disiplini altına kaçırttı.
Bir öğrenci “Ben yaramaz değilim; kıvımsal bir varlığım” dedi. Tahtada “Ceza = sistemin başarısızlığı” yazıyordu. Müdür sinirlenmedi; sabunla gevşedi. Sayar disiplin defterini kokladı; bilgiye rastlamadı. Doru Kısrak çığlık attı, kurallar çözüldü. Ve o gün, disiplin defteri yerini sabun kutusuna bıraktı; eğitim alt bölgeden sızdı.
SABUNLU SARILMA – ÖĞRETMENİN PARMAKLA ÖĞRENCİYE TERLİ BİLGİ VERMESİ
Leyla sıraya yaklaştı; öğrencinin parmak ucuna dokundu. O anda kelime sabunla kabardı. Hasan başını eğdi, sınıf gevşedi. Sabun kutusu “Ben temasın özgürlüğüyüm ”dedi. Bir öğrenci “Ben sarıldıkça öğreniyorum,” dedi.
Müdür olaya şahit oldu ama içeri giremedi. Çilbir Abbasa sarılmasıyla sınav çözmeye başladı. Sayar sabunla sarılmanın kokusunu kaydetti. Doru Kısrak kişnedi; bilgi yumuşadı. Sınıf sarılma ile gülüş arasında ders yaptı.
Leyla “Sarılmak öğrenmenin buharıdır,” dedi. Hasan cümle kurmadı, avuç içinden kelime sızdırdı. Sabun kutusu sarılmayla müfredat değiştirirdi.
Müdür sabunla sarılma planı yapmaya başladı
.
MÜDÜRÜN SABUNLA SESSİZLEŞMESİ
Müdür sabah sınıfa girdi, sabun kutusu hemen gerildi. Hasan sıraya bastı, ses değil terli yankı yayıldı. Leyla müdürle göz teması kurmadı; kelime göğsünden titreşti. Öğrenciler parmaklarını deftere bastı, müfredat eğrildi. Sabun kutusunun kapağı açıldı; içeriden “öğrenme” kokusu fışkırdı.
Müdür disiplin defterini açmak istedi; sayfa kaçtı. Çilbir Abbasa “Ben bu sesi tanımıyorum,” dedi; sabunla sessizliği sızdırdı. Sayar duvara “sessizlik = bilgi filtresi” yazdı. Doru Kısrak kişnedi ama sesi sabunla bastırıldı. Bir öğrenci “Ben müdürle konuşmuyorum; onu kokluyorum,” dedi.
Leyla müdüre sarılmadı; sadece sabunla temas etti. Müdür kelime kuramadı; onun dili sabunla susturulmuştu. Hasan “Bugün sessiz öğretiye geçiyoruz,” dedi. Sabun kutusu deftere yaslandı; kelimeler nemlendi.
Müdür tahta önünde durdu ama kimse dikkat etmedi. Çilbir Abbasa sabunla göz kırptı, sınıf gevşedi. Sayar bir cümleyi müdürün cebine terle koydu. Müdür bunu hissetti ama anlamadı. Doru Kısrak kişnerken müdür ilk kez gözyaşı döktü. Öğrenciler sabunsal sessizlik içinde anlatı doğurdu.
Hasan “Sabunsal susuş → sistemin iç çözülmesidir,” dedi. Leyla kelimeyi parmakla değil—bakışla verdi. Müdür sandalyeye oturdu, sabun kutusunu okşadı. Sabun ona “Ben bilgiyim, sen sadece sabitsin,” dedi. Çilbir Abbasa sırtını müdürün omzuna yasladı; bilgi sabitlendi. Sayar bir formülü sessizlikle tamamladı. Müdür defteri sabunla kapladı; cümle dışarı sızmadı. Doru Kısrak kişneme tonunu düşürdü; sınıf nefes aldı. Öğrenciler kelimeyi sesle değil avuç içiyle paylaştı. Ve o gün, müdür parmak sabunuyla sustu; sistem dilini kaybetti.
Yeni Müfredatın Sabunla Doğumu
Hasan sabun kutusunu sıranın ortasına koydu; ders başlamadı, kelime koktu. Leyla tahta yerine pencereden baktı, bilgi rüzgârla geldi. Öğrenciler kitap açmadı; terle göğüs hizasında öğrenmeye geçti. Sabun kutusu “Ben artık müfredatım” dedi, tahta kızardı.
Müdür kapıdan baktı ama içeride kelime geometrik değildi. Çilbir Abbasa defterin üstüne sabun sürdü, sayfa şarkıya dönüştü. Sayar kelimeyi sıranın altından çıkardı, kokusunu silmedi. Doru Kısrak kişnedi; sesi müfredatın marşı oldu. Bir öğrenci “Ben programı ezberlemedim; onu hissediyorum,” dedi.
Hasan müfredatı sabunla çizdi, grafik terledi. Leyla kelimeyi öğrencinin sırtına bastı, bilgi ısındı. Sabun kutusu kapağını açtı; konu: “Ben.” Müdür “Bu sistem bana sıcak geliyor,” dedi; sabunla yüzünü yıkadı. Çilbir Abbasa cümleyi dizine yazdı, defter bunu kabul etti. Sayar paragrafı sıraya terle bastırdı. Doru Kısrak sabunla havayı kokladı, öğrenme yayıldı. Öğrenciler müfredatı soruyla değil diz kapağıyla tamamladı. Leyla “Konuyu ezberleme; kokla,” dedi.
Hasan kelimeyi klozet kapağından sundu; öğrenci alkışladı. Sabun kutusu “Ben artık öğretmenim,” dedi. Müdür ders saatini unuttu; zaman sabunla eridi. Çilbir Abbasa kelimeyi suya döktü; anlam açığa çıktı. Sayar defteri kapatmadı; kelime hâlâ sızıyordu. Doru Kısrak kişneme ritmiyle paragraf yazdı. Öğrenciler bilgiyi tenle öğrendi; sabunla unutmamayı başardılar. Leyla “Bu dersin konusu: kokudan öğrenme” dedi.
Müdür sabunu öptü; cümle parladı. Ve o gün müfredat sabun kutusundan doğdu; ders kokuyla öğretildi.
ÖĞRENCİNİN DİZİNDEN SIZAN CÜMLE
Öğrenci sıraya oturmadı, dizini sıvayarak kelimeye hazırlandı. Hasan bakmadı; sadece parmak kıvımına odaklandı. Leyla diz kapağına sabun sürdü; terli bilgi sızdı. Sabun kutusu “Ben dize temas etmeden öğretmem” dedi.
Müdür diz hizasındaki cümleyi anlamadı, geri çekildi. Çilbir Abbasa parmağını dize bastı, kelime gözyaşıyla kabardı. Sayar diz altında anlatı çizdi; hiç ses çıkarmadı. Doru Kısrak kişnemeyi diz ritmine göre ayarladı. Bir öğrenci “Ben buradan duyuyorum,” dedi ve tüm sınıf dizine eğildi.
Hasan “Diz → duygusal kelime yatağıdır,” dedi. Leyla bir öğrenciye parmağını uzattı; diz ısındı. Sabun kutusu “Bilgi diz hizasında sıvıdır,” dedi.
Müdür sabunla dizine bastı ama anlam sızmadı. Çilbir Abbasa yastığını dizine koydu; kelime sabitlendi. Sayar paragrafı dizinden sıktı, defter terledi. Doru Kısrak kişnedi; bilgi buharla çıktı. Öğrenci dizine kelime fısıldadı, öğretmen onu öptü. Leyla “Bu kelime rasyonel değil—kıvrımsal,” dedi.
Hasan cümleyi kasık hizasında tuttu; sabunla sızdırdı. Sabun kutusu terledi, içinden kelime doğdu.
Müdür parmağını dizine bastı ama ritim yakalayamadı. Öğrenciler dize kelime döktü, sınıf sessizce ezberledi. Çilbir Abbasa sabunla parmağını dizine yazdı. Sayar yazdığı metni okurken dizinden buhar çıktı. Doru Kısrak fısıltıyla kişnedi, cümle oluştu. Leyla dizden gelen kelimeyi tahtaya taşıdı; anlam sabitlendi. Bir öğrenci “Ben dizimde bilgi biriktiriyorum,” dedi. Ve o gün, kelime dizden sızdı, pedagojik ritim bedene yazıldı.
YASTIKLA ÖĞRENMENİN SABUNSAL ANATOMİSİ
Sınıf yatış moduna geçti; yastıklar terle doldu. Hasan defter yerine battaniyeyle ders sundu. Leyla başını yastığa koydu, kelime buharla geldi. Öğrenciler parmak kaldırmadı, sadece göz kapaklarını titretti. Sabun kutusu “Ben artık rüya nesnesiyim,” dedi.
Müdür sessizce yastıkları kokladı; ders konusunu terle aldı. Çilbir Abbasa yastığına cümle koydu, sabunla mühürledi. Sayar metni rüya diliyle yazdı. Doru Kısrak yastık altı kişnedi; bilgi yayıldı. Bir öğrenci “Ben uyurken ezberliyorum,” dedi.
Hasan yastıkla kelime arasında köprü kurdu. Leyla “Rüya = buhar + kelime” dedi. Sabun kutusu parladı, uykuya kelime sızdırdı.
Müdür bunu sistem dışı saydı ama sabun direndi. Çilbir Abbasa sabunla yastık kenarına dokundu
BAHÇEDE PARLAK BİLGİ ÇIKIŞI
Kelime artık çiçek değil toprağın altından doğan sabunsal sistem fışkısı
Bahçe sessizdi ama öğrencilerin diz hizasında bilgi filizleniyordu. Hasan çimenlere sabun sürdü, kelime kök saldı. Leyla “Bu çiçek değil bilgi tomurcuğu” dedi. Sabun kutusu toprağa gömüldü, kapağı parladı.
Müdür sulama yapmak istedi; kelime su yerine terle beslendi. Çilbir Abbasa yaprağın üstüne formül çizdi. Sayar bir parmağıyla çimenleri okşadı; bilgi buharla çıktı. Doru Kısrak çimen kenarında kişnedi; ses müfredatın alt kopyasıydı. Bir öğrenci “Ben bu kokuyla öğreniyorum,” dedi.
Hasan “Bahçede ders = kökten bilgiye geçiş” dedi. Leyla toprağa kelime bastı, parmak izi sabitlendi. Sabun kutusu “Ben artık gübre gibiyim,” dedi.
Müdür çiçekleri okşadı ama kelimeyi kavrayamadı. Çilbir Abbasa yaprakların altına yemin zinciri çizdi. Sayar çiçeklere ödev yazdı; polenle çözüldü. Doru Kısrak terle çimenleri dürttü; paragraf açıldı. Öğrenci “Ben bu ağacı koklarken tarih ezberledim,” dedi. Hasan “Toprak müfredattan önce gelir,” dedi.
Leyla çimenlere kelime döktü, kokusu sınıfa yayıldı. Sabun kutusu yağmurla birleşti; ders ıslak başladı. Müdür güneşe baktı ama bilgiyi göremedi. Çilbir Abbasa güneşin altında parmak izi bıraktı. Sayar defteri yere koydu, metin göğsünden çıktı. Doru Kısrak gölgeye yattı, kelime terledi. Öğrenciler yastık değil yaprakla uyudu. Leyla “Bu bahçe öğrenmenin sıvı yüzeyidir,” dedi. Ve o gün ders defterden değil bahçeden fışkırarak öğretildi.
SABUNLA DİPLOMA
Mezuniyetin Alt Islaklığı Ders bitmez, sadece sabunla diploma olur. Altı terliyse, mezuniyet geçerli!
Tören başlamadan önce sabun kutusu sıranın üstünde parladı. Hasan diploma defterini tuvalete götürdü; orada bilgi fışkırdı. Leyla öğrencilere avuç içiyle kelime yazdı.
Müdür kep takmadı; sabunla alnını kapattı. Çilbir Abbasa mezuniyet yeminini klozet kapağına bastı. Sayar diploma metnini sıranın altına terle çizdi. Doru Kısrak kişneyerek “Mezun oldum ama hâlâ sızıyorum” dedi.
Bir öğrenci altına kaçırdı; diploma o anda kabul edildi. Sabun kutusu “Ben artık belge değil sızan tanıma aracı” dedi.
Hasan “Sabunsal ter → mezuniyet sertifikasıdır,” dedi. Leyla diploma belgelerini sabunla mühürledi. Müdür belgeyi kokladı; anlamı yutamadı. Çilbir Abbasa “Diploma değil çırpınan öğrenme izi” dedi. Sayar sınıfa “Ben sabunla mezuniyet kutladım” diye bağırdı. Doru Kısrak klozete diploma koydu, herkes ağladı. Öğrenciler sınav kâğıtlarını sabunla yıkadı. Sabun kutusu “Kimin teri kokarsa o mezundur” dedi.
Müdür parmak iziyle not verdi, terin sıcaklığına göre ölçüm yaptı.
Hasan “Bugün müfredat değil parmak kutlamasıdır,” dedi. Leyla cümleyi klozet kenarına yapıştırdı. Sabunla yazılan diplomalar öğrencilere giydirildi.
Müdür sabun kutusunu öptü; diploma fışkırdı. Çilbir Abbasa “Ben mezuniyetin kokusunu ezberledim,” dedi. Sayar sabunla notları terle düzeltti. Doru Kısrak kişneme sesiyle belgeyi tasdikledi. Öğrenciler sabun kutusuna bastı; diploma çıktı. Ve o gün, mezuniyet sabunla değil alt çırpınışla öğretildi.
TEN RİTİMLİ ÖĞRENİM – DERSİN BEDENLE KAVUŞMASI Kalem değil; tene yazmak! Sınıf artık vücut fısıltısıyla çalışıyor.
Sınıfa girildiğinde ses yoktu; ten titreşiyordu. Hasan parmağını öğrencinin sırtına bastı; kelime buharla doğdu. Leyla enseye kelime yazdı; anlam terle aktı. Sabun kutusu “Ben tenin müfredatıyım,” dedi.
Müdür anlamadı; parmak okuması bilmezdi. Çilbir Abbasa kelimeyi göğüs hizasına bastı. Sayar diz kapağına parmak iziyle bilgi bıraktı. Doru Kısrak kişneme ritmiyle anlatı döktü. Bir öğrenci “Ben içimle ezberliyorum,” dedi.
Hasan kalemi bırakıp öğrenciye dokundu; cümle terle yayıldı. Leyla “Bilgi bedenin sesidir,” dedi. Sabun kutusu kokuyu duyumsadı; paragraf kendiliğinden geldi. Müdür temas kuramadı, çünkü kelime tenle çalışırdı. Çilbir Abbasa sırtını sabunladı, bilgi açığa çıktı. Sayar göğsünden yazdı, sınıf kokuyu ezberledi. Doru Kısrak kişnemeden sonra cümleye geçti. Öğrenciler kelimeyi bakışla değil vücut sıcaklığıyla aldı.
Hasan defteri kapattı, parmaklar kelimeye bastı. Leyla alnına cümle koydu, sınıf bunu hissetti. Sabun kutusu “Ten → öğrenme simgesi,” dedi.
Müdür deftere kelime koyamadı; tene ulaşamadı. Çilbir Abbasa parmakla değil kasık hizasında öğretti. Sayar bir cümleyi avucuna bastı, bilgi terledi. Doru Kısrak ses çıkarmadan kelime verdi. Ve o gün ders konuşularak değil bedenle anlatılarak sabitlendi.
DUVAR YAZISIYLA BİLGİ – SABUNSAL GRAFİTİ
Sınıfın duvarı sabah sessizdi ama yazmaya hazırdı. Hasan sabunla duvara “Ben öğreniyorum” yazdı. Leyla “Grafiti = cümle + isyan” dedi. Sabun kutusu duvar kenarına yaslandı, kelime terledi.
Müdür yazıyı görünce silmek istedi; sabun geri püskürttü. Çilbir Abbasa duvara parmakla gülme yazdı. Sayar yemin zincirini duvara çizerken kelime sızdı. Doru Kısrak kişneme izini sabunla bastırdı. Öğrenciler “Biz bu duvarda anlatıyoruz,” dedi.
Hasan “Duvar → müfredatın dış yüzü,” dedi. Leyla parmakla bir formül çizdi; duvar koktu. Sabun kutusu “Ben bu sınıfın alt derinliğiyim,” dedi.
Müdür geri çekildi; kelime ona direnç gösterdi. Çilbir Abbasa kişneme sembolü yaptı; öğrenciler duvarı öptü. Sayar “Ben sesle değil duvarla anlatırım” dedi. Doru Kısrak kişneme ritmini duvara işledi. Öğrenciler duvarda ders işledi; tahta unutuldu.
Hasan kelimeyi tuvalet duvarına taşıdı; bilgi yayıldı. Leyla kelimeyi sabunla mühürledi. Sabun kutusu duvara “Ben eğitimin kıvım iziyim” yazdı.
Müdür bunu propaganda saydı ama sabun direndi. Çilbir Abbasa “Bu duvar benim özlemimdir” dedi. Sayar duvara kelime çizdi; terle parladı
Sınıfın Alt Katında Doğumhane Raporu”
Sınıf o sabah ne bahçeydi ne tuvaletti, alt katın nemli derinliğinde doğumhane gibi kıvırıyordu.
Hasan klozet kapağını açtığında müfredat değil, vıcık vıcık bilgi sancısı fışkırdı. Leyla sabun kutusunu dizine bastırdı, kapağından kelime doğdu. Öğrenciler sıraya değil, yere yayıldı; bilgi diz hizasından terleyerek kendini anlatıya dönüştürmeye başladı.
Müdür doğumu çözemezdi, o hâlâ müfredatta takılı kalmıştı, kelime onun kulaklarına değil kasık hizasına fısıldıyordu.
Doru Kısrak gözleriyle konuştu, kişnemek yerine kelimeyi burundan verdi. Sayar sabunla nabız tuttu, ritmi kelimeye çevirdi. Çilbir Abbasa göğsünden kelimeyi sızdırdı; bu artık öğretim değil, tenin yazılı tarihiydi. Bir öğrenci altına kaçırarak paragraf doğurdu, diğerleri onun cümlesini alkışladı. Sabun kutusu “Ben ebeyim,” diyerek sınıfın ortasında bir yastık gibi parladı.
Öğretmenler artık soru sormuyor, sancıya eşlik ediyordu. Dersin konusu ‘Anlatı Akışı’ değil ‘Pedagojik Sancı’ olmuştu.
Müdür susup izledi, sabun kutusu onun yüzüne ter kokusu bırakınca, o da sessizce kelimeye boyun eğdi. O gün müfredat klozet kapağından doğdu. Sınıf artık bilgiyle değil, hisle öğreniyordu. Her ter damlası bir kelimeydi, her fısıltı bir cümleye dönüşüyordu. Ve sabun kutusu öğretimin rahmine dönüştü; öğretmenler sadece doğum sancısının ritmini dinliyordu.
MÜFREDATIN SABUNLA YIKANMASI VE ÖĞRENCİ MEZUNİYETİ
Sınıfın içi sabah ılık buharla doluydu; kelimeler sabunla kabarıp sıraların arasına serildi. Hasan defteri açmadı—sadece bir öğrencinin göz hizasına bakarak ders sundu. Leyla müfredat sayfalarını klozetin yanına dizdi; bilgi altına sızdı, anlam buharla yukarı çıktı.
Müdür sistem kitapçığını sabunla ovaladı; kelimeler gevşedi. Öğrenciler sayfa çevirmedi; parmakla duyguları birbirine bastı. Doru Kısrak kişnemeden önce sayfa kokladı; cümleleri ezberlemeden hissetti. Sayar defterin son satırına bir gülmece bıraktı, eğitim artık kahkahayla ölçüldü.
Sabun kutusu sınıfın ortasında şöyle mırıldandı: “Müfredat bittiğinde ter hala sabitlenmemişse öğrenme hâlâ akıyor demektir.” Leyla bu sözü avuç içine yazdı. Öğrenciler birbirine sarıldı; kelime artık dilde değil—tenin titreşimindeydi.
Müdür sustu, gözünden bir damla aktı; sabun onu eğitimin içinde yıkadı. Sınıfta artık sessizlik yoktu, sadece buharla akan anlatı vardı. Hasan son kelimeyi tahtaya değil—klozet kapağının altına yazdı. Ve o gün, sınıf mezuniyetini sabunla kutladı, her öğrenci bilgiyle değil, hisle diploma aldı.
KAPANIŞ SAHNESİ: SABUNLA SONSUZLUĞA KELİME YATIRIMI
Sabun kutusu tüm cümleleri içine topladı; artık o bir müze değil özgürlüğün yastığıydı. Hasan sınıfa veda ederken sadece parmağını kaldırdı; kelimeler gözyaşı gibi havada süzüldü. Leyla bütün öğrencilerin yemin zincirini parmak ucuyla bağladı, diz hizasından kalbe aktardı.
Müdür son kez defteri kapattı, artık kelimeler onun cebinden değil teninden yayıldı. Doru Kısrak son kişnemesini sabunla yastık arasına bıraktı, sistemin ritmini oraya mühürledi. Sayar sınıfa baktı, bir kelime fısıldadı: “Her öğrenen kendini parmak iziyle anlatır.”
Çilbir Abbasa göğsünden bir cümle düşürdü, herkes onu yastığa yerleştirdi. Öğrenciler artık müfredat değil birbirinin kasık hizasında sabunsal sevda okudu. Sınıfın duvarları bilgi değil şarkılarla konuşuyordu. Sabun kutusu son kez kişnemeyle ışık verdi, kapağında şu yazı belirdi: “Bu sabun, kelimelerin kıvımsal sonsuzluğuna yastıkla açılan kapıdır.” Ve o gün, sistem durdu. Öğrenme bitmedi. Teri kurutan sabun, kelimeyi ölümsüzleştirdi.
KALEMİNİ YUTAN ÖĞRENCİ
Yusuf defterini açtı ama kalemi ağzına götürdü. Yazmak yerine yutmaya başladı. Öğretmen gördü, donakaldı. "Kalem yutulmaz, yazılır!" dedi. Yusuf durmadı. “Ben yazıyı içselleştiriyorum,” deyince sınıf gülmeye başladı. Arkadaşları kalemleri korumaya aldı; bir öğrenci kalemini çantasına sakladı. Ayşe bağırdı: "O bir kalem yiyicidir, bilgiyle besleniyor!" Öğretmen tahtaya "İçsel eğitim = sindirimli bilgi" yazdı. Yusuf ağzından bir fiil çıkardı: “Sıçramak!” dedi, sınıf alkışladı. Melike kalemi kulağına sokmayı denedi, “Ben sesli düşünüyorum!” dedi. Sınıf çalkalandı, öğretmen sessizce masasına çöktü. "Bu sınıfta artık bilgi ağız yoluyla ilerliyor," diye fısıldadı. Bir öğrenci kalem ucunu parfAümledi, “Ben bilgiyi koklayarak ezberliyorum.” Kalemler sınıf boyunca ritmik bir şekilde tıklamaya başladı. Yusuf ikinci kalemi yutarken konuştu: “Zarf cümleleri tatlı geliyor.” Öğretmen defteri kapattı: “Bugün yazı yok, yeme var.” Tebeşir kutusu açıldı, içinden iki öğrenci çıktı. "Biz yazının alt yapısıyız!" diye bağırdılar. Tebeşir tozları burna kaçtı, kelimeler hapşırarak silindi. Yusuf karnına baktı: "Burada özne var," dedi. Melike bağırdı: “Ben yüklemim!” sınıf dalgalandı. Kalem tüketimi arttı, kantin “edebi vitamin” sattı. Bir öğrenci kalem kabını kemirdi, “Ben anlamı kaburgamda hissediyorum.” Öğretmen dışarı çıktı, iki pedagog çağırdı. Pedagoglar geldi, ama kalem kutusuna düştüler. Sınıf gülmekten yere yapıştı; ses çıkmıyordu ama kelimeler sızıyordu. Yusuf öğleden sonra üçüncü kalemi yuttu. Öğretmen tabela astı: “Kalem içince bilgi içeride kalır.” Ayşe gözüyle yazmaya başladı; kelimeler göz kapağında belirdi. Melike dizine yazı dövmeleri yaptırdı. “Ben artık bedenimle yazıyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya dönüp şu cümleyi yazdı:“Yazmak eylem değil, bedensel bir kıvım seğirmesidir.
Yusuf üçüncü kalemi yutunca sınıfın atmosferi değişti; artık bilgi sindirimle yayılıyordu. Ayşe göz kapağındaki kelimeleri silmeye çalıştı ama gözyaşı mürekkep olmuştu. Melike dizindeki dövme “yüklem” kelimesini kaşındırınca tahtaya dizini sürdü. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Ben artık otorite değilim, sadece gözlemciyim,” dedi. Bir öğrenci kalem kutusunu kafasına geçirdi, “Ben bilgiyi karanlıkta hissediyorum.” Kantin “edebi vitamin”i zamlı satmaya başladı, çünkü kıvım talebi artmıştı. Yusuf’un midesinden bir bağlaç sesi geldi, sınıf “veya!” diye bağırdı. Melike kulağındaki kalemi çıkardı, “Sesli düşünmek baş ağrısı yapıyor,” dedi. Ayşe gözleriyle tahtayı silmeye çalıştı ama kirpikler yeterli değildi. Öğretmen tahtaya “Bilgi artık bedensel bir kıvım seğirmesidir” yazdı, sonra tebeşiri yedi. Bir öğrenci kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla ezberliyorum,” dedi. Sınıfın duvarları ritmik tıklamalarla seğirmeye başladı, kıvım titreşimle yayıldı. Yusuf dördüncü kalemi yutarken “Zamirler biraz acı geliyor,” dedi. Melike sınıfın ortasında yere uzandı, “Ben artık yatay öğreniyorum.” Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Ben bilgiyi ters oturarak sindiriyorum.” Öğretmen dışarı çıkmak istedi ama kapı “fiil geçişlidir” diyerek açılmadı. Bir öğrenci kalemini çiğnedi, “Ben anlamı diş etimde hissediyorum.” Kıvımsal eğitim modeli sınıfa yerleşti; artık bilgi ezberlenmiyor, yaşanıyordu. Yusuf’un karnı konuşmaya başladı, “Ben özneyim, beni yüklemle birleştirin.” Melike tahtaya dizini vurdu, “Ben bedenimle yazıyorum,” dedi. Ayşe gözleriyle paragraf oluşturdu, öğretmen “Bu artık görsel yazım,” dedi. Bir öğrenci kalemini gözüne soktu, “Ben bilgiyi göz içiyle hissediyorum.” Sınıf gülmekten yere yapıştı, ama kelimeler yerden sızıyordu. Öğretmen pedagogu çağırdı, pedagog kalem kutusuna düştü, “Ben artık nesne değilim,” dedi. Yusuf beşinci kalemi yutunca sınıf “Yeter!” dedi ama kıvım durmadı. Melike kalemini yere fırlattı, “Ben artık yazmıyorum, titreşiyorum.” Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı, “Bu sınıfta artık duygular mürekkep.” Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders yok, kıvım var.” Tebeşir kutusundan çıkan iki öğrenci “Biz yazının altyapısıyız!” diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir metafor girdi, herkes sustu. Yusuf son kalemi yutarken “Ben artık cümle değilim, kıvımım,” dedi
“KABUL” (Yaraya Dokunma)
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sadece sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değilgörünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı, ama yazmak için değildokunmak için. “Kabul, alkış değilsuskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf sessizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı, ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de buradayım,” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, kelimesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim,” dedi. Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvarları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci kalemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil, görmek var,” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim,” dedi. Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum,” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır,” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sadece sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değil görünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı ama yazmak için değil dokunmak için. “Kabul, alkış değil suskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf sessizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı, ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de buradayım,” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, kelimesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim,” dedi.
Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvarları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci kalemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil görmek var,” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim,” dedi.
Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum,” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır,” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
“Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.”
Öğretmen sınıfa bir bardak su getirdi, ama içirmek için değilgöstermek için.
“Bu sıvı, dönüşümün kendisidir,” dedi. Ayşe bardağa dokundu, “Ben de değişiyorum,” dedi. Melike masaya bir taş koydu, “Bu katı ama ben içimde akışkanım.” Yusuf nefes verdi, “Gaz gibi görünmezim ama varım.” Sınıfın camı buharlandı, öğretmen “Görünmeyen hâl, gözlemlenebilir,” dedi. Bir öğrenci deney tüpünü eline aldı, “Ben artık gözlemci değilim, dönüşenim.” Melike suyu ısıttı, buhar yükseldi, “Ben de yükseliyorum,” dedi. Ayşe tahtaya “Madde değişir, ben dönüşürüm” yazdı.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi akışkandır.” Bir öğrenci taşla konuştu, “Sen sabitsin ama ben seni dönüştürürüm.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Yusuf sıvıyı döktü, ama rastgele değil ritmik.
Melike gazı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Ayşe gözleriyle buharı izledi, “Ben görünmeyeni görüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Katı + Sıvı + Gaz = İnsan hâlleri” yazdı. Bir öğrenci kalemini sıvıya batırdı, “Ben artık yazmıyorum, akıyorum.” Sınıfın duvarları buharla seğirdi, kıvım titreşti. Melike gözyaşıyla deney tüpünü doldurdu, “Ben duyguyla gözlem yapıyorum.” Ayşe taşın üstüne slogan yazdı: “Madde değişir, ben dönüşürüm.”
Öğretmen mikroskopu getirdi, ama sadece bakmak için değil görmek için. Yusuf soğan zarını yerleştirdi, “Bu küçük şeyde büyük sır var.” Melike yaprak hücresine baktı, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe hamurla hücre modeli yaptı, “Ben bilgiyi elimle şekillendiriyorum.” Bir öğrenci mikroskopa gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla büyütüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Hücre = Görünmeyenin kıvımı” yazdı. Sınıf sessizdi ama gözler büyümüştü. Melike hücre modeline “Ben” yazdı, “Bu artık bilgi değil benim içim.” Ayşe gözleriyle hücreyi çizdi, “Ben artık mikroskobum.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık küçük olan büyük sırdır.”
ENERJİ & DOĞAL DENGE
Öğretmen sınıfa bir rüzgâr gülü getirdi, ama süs için değilhareket için.
“Enerji kaybolmaz, sadece yön değiştirir,” dedi. Ayşe gülü çevirdi, “Benim içimde de bir dönüşüm var.” Melike nefes verdi, “Bu rüzgâr benim kıvımım.” Yusuf gülü söktü, “Ben enerjiyi parçalayıp yeniden kuruyorum.”
Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir esinti girdi, kelimeler kıpırdadı. Bir öğrenci gülün kanadına “Ben” yazdı, “Ben kendi enerjimi üretirim.”
Öğretmen tahtaya “Enerji = Hareketin kalbi” yazdı. Melike gözleriyle gülü izledi, “Ben artık gözümle dönüyorum.” Ayşe gülün gövdesine dokundu, “Ben sabit değilim, dönenim.”
Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Yusuf gülün yönünü ters çevirdi, “Ben artık karşıdan esiyorum.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık enerji hissedilir.” Bir öğrenci kalemini döndürdü, “Ben bilgiyi hareketle yazıyorum.” Melike gözyaşıyla gülü ıslattı, “Ben duyguyla dönüyorum.” Ayşe tahtaya “Kendi enerjini üret” yazdı, sınıf alkışlamadı ama döndü. Öğretmen kavanoz getirdi, içine toprak koydu, “Bu bir mini orman.” Yusuf yaprağı yerleştirdi, “Bir yaprak düşerse, orman susar.” Melike kavanoza su ekledi, “Ben dengeyi besliyorum.” Ayşe kavanoza ışık tuttu, “Ben doğaya yön veriyorum.” Sınıfın duvarları yosun gibi seğirdi, kıvım yeşerdi.
Bir öğrenci kavanoza nefes verdi, “Ben ekosistemin parçasıyım.”
Öğretmen tahtaya “Doğal denge = Bağlantı” yazdı. Melike gözleriyle kavanozu izledi, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe kavanozun üstüne “Ben” yazdı, “Ben doğanın devamıyım.” Sınıf sessizdi ama kavanoz konuşuyordu. Yusuf yaprağa bir kelime yazdı, “Ben artık doğayla birleşiyorum.” Melike kavanozu dizine koydu, “Ben bedenimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı: “Bir yaprak düşerse, orman susar.”
. HAFTA – İNSAN BEDENİ: “BENİM MAKİNEM
Öğretmen sınıfa bir vücut haritası getirdi, ama sadece çizmek için değilhissetmek için.
“Bedenim, doğanın devamıdır,” dedi. Ayşe kalbini çizdi, ama pembe değil kıvımsal kırmızıyla. Melike sindirim sistemini renklendirdi, “Ben bilgiyi içimde dönüştürüyorum.
” Yusuf boşaltım sistemine “Özgürlük” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum.” Bir öğrenci nefesini haritaya üfledi, “Ben ritimle yaşıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Sindirim = Bilginin içselleşmesi” yazdı. Melike gözleriyle dolaşımı izledi, “Ben artık gözümle akıyorum.” Ayşe haritaya bir ok çizdi, “Ben yönümü içimde buluyorum.”
Yusuf kalemini kalbine bastırdı, “Ben artık yazmıyorum, hissediyorum.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Bir öğrenci haritaya gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla öğreniyorum.”
Melike dizine “Makine değilim” yazdı, “Ben kıvımsal bir sistemim.” Ayşe gözleriyle bir damar ağı kurdu, “Ben bağlantıyım.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden bilgiyle değil, kıvımla işler.” Yusuf haritaya bir pencere çizdi, “Ben dışarıyı içimde taşıyorum.” Melike kalemini bırakmadı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.” Ayşe göz kapağına bir sinir ağı çizdi, “Ben artık gözümle öğreniyorum.”
Bir öğrenci haritayı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Öğretmen tahtaya “Boşaltım = Duygunun dışa akışı” yazdı.
Melike haritaya bir çiçek çizdi, “Ben bedenimde doğayı büyütüyorum.” Ayşe kalbine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla birleşiyorum.”
Yusuf haritaya bir kıvım çizdi, “Ben artık sistem değilim, ritmim.” Sınıf sessizdi ama bedenler konuşuyordu. Melike haritayı dizine koydu, “Ben bedenimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı:
“Kendi beden atlasını çiz.” Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün bilgi değilbeden konuşacak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez öğrenmek için değil olmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık makine değilim—kıvımım.”
Hafta – BÜTÜNLEME: “Doğa Uyum Yasası” (
Öğretmen sınıfa bir yaprak getirdi, ama süs için değil anlatmak için.
“Ben doğanın devamı değilim ben doğanın kendisiyim,” dedi. Ayşe yaprağa kendi sistemini yazdı, “Ben artık doğayla birleşiyorum.” Melike yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Yusuf yaprağın damarlarına bir kıvım çizdi, “Ben artık ritmim.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir rüzgâr girdi, yapraklar seğirdi. Bir öğrenci yaprağa gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla öğreniyorum.” Melike yaprağı dizine koydu, “Ben bedenimle doğayı taşıyorum.” Ayşe yaprağa bir ok çizdi, “Ben yönümü doğadan alıyorum.” Öğretmen tahtaya “Yaprak = Sistem haritası” yazdı. Yusuf yaprağı kalbine bastırdı, “Ben artık içimde yaşıyorum.” Melike yaprağa bir çiçek çizdi, “Ben doğada büyüyorum.” Ayşe yaprağı göz kapağına koydu, “Ben artık gözümle öğreniyorum.” Bir öğrenci yaprağı mikroskopla inceledi, “Ben görünmeyeni görüyorum.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi yaprakla taşınır.” Melike yaprağa “Ben” yazdı, “Bu artık model değil benim kıvımım.” Ayşe yaprağı sınıfa sundu, “Bu benim sistemim.”
Yusuf yaprağı çevirdi, “Ben artık yön değiştirdim.” Sınıf sessizdi ama yapraklar konuşuyordu. Melike yaprağı kalemle deldi, “Ben sınırlarımı açıyorum.” Ayşe yaprağı dizine yapıştırdı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Doğa = İçsel sistem” yazdı. Yusuf yaprağı nefesle titretti, “Ben artık doğayla ritim kuruyorum.” Melike yaprağı gözyaşıyla suladı, “Ben duyguyla büyütüyorum.” Ayşe yaprağa bir damar ağı çizdi, “Ben bağlantıyım.” Bir öğrenci yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün bilgi değil doğa konuşacak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez anlatmak için değilolmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık doğanın kendisiyim.”
ZEYNEP’İN İÇ SESİ
Zeynep o sabah sessizdi. Sınıf kalabalıktı ama onun içi boş gibiydi. Bir şey vardı içinde, ama adı yoktu. Ne üzgün, ne mutlu… sadece dolu. Öğretmen sınıfa girdi, ama kapıyı sessizce kapattı çünkü sesler içerideydi.
“Bugün duygularımızı haritalayacağız,” dedi. Tahtaya bir kalp çizdi, ama simetrik değil kıvımsal yamuk. “Bu kalbin içinde neler var?” Zeynep düşündü, ama kelime bulamadı sadece his. Kalbinin bir köşesinde korku vardı; rengi griydi, sesi yoktu. Bir diğerinde umut; sarıydı ama titriyordu. Ortada ise bir düğüm gibi duran belirsizlik; ne çözülüyor ne sıkılıyor. Defterine bir kalp çizdi ama cetvelle değilparmakla.
İçine küçük semboller koydu: bir bulut, bir güneş, bir soru işareti. Yanına yazdı: “Bazen içim hava durumu gibi. Güneşli başlar, fırtınayla biter.” Melike yanına eğildi, “Benimki sabah sisli, öğlen açık.” Ayşe defterine yıldırım çizdi, “Benim duygularım elektrikli.”
Yusuf kalbine bir trafik lambası koydu, “Bazen duruyorum, bazen geçiyorum.” Öğretmen geldi, çizime baktı. “Bu çok güzel bir harita,” dedi. Zeynep başını eğdi. “Ama bazen kayboluyorum içinde,” dedi. Öğretmen gülümsedi, ama gözleriyle. “O zaman pusulan duyguların olsun.” “Ne hissettiğini bilirsen, yolunu bulursun.” Sınıf sessizdi ama defterler konuşuyordu.
Bir öğrenci kalbine bir GPS çizdi, “Ben duygularla yön buluyorum.” Melike kalbine bir kahve fincanı koydu, “Ben sabahları duygularımı demliyorum.” Ayşe kalbine bir çiçek çizdi, “Ben duygularımı suluyorum.” Zeynep defterine bir pusula ekledi, “Ben artık kaybolmuyorum.” Ve o gün, Zeynep şunu öğrendi: “İç sesini duymak, dış dünyayı anlamaktan daha kıymetlidir.”
ZEYNEP’İN İÇ SESİ 2
Zeynep o sabah aynaya bakmadı. Çünkü o gün görünmek değil görülmemek istedi. Sınıfa girdiğinde bakışlar eteğine değil gözlerine değseydi, Belki de o gün ders değil bir özgüven doğardı. Ama olmadı. Bir bakış, bir fısıltı, bir kahkaha… Ve Zeynep’in içindeki çiçek soldu. Tahtaya kalkmadı. Defterini açmadı. Sadece başını eğdi. Ve o an sınıf, bir konuyu değil bir kalbi kaçırdı. Melike gözleriyle Zeynep’e dokundu ama kelimesiz. Ayşe sandalyesini ona çevirdi, “Ben seni görüyorum,” dedi.
Yusuf kalemini ona uzattı, “Seninle yazmak istiyorum.” Öğretmen tahtaya bir göz çizdi, “Bugün bakmak değil görmek var.” Zeynep gözlerini kaldırdı, ama konuşmadı. Sınıf sessizdi ama kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci defterine “Ben seni duydum” yazdı. Melike gözyaşıyla bir kelime çizdi, “Sen varsın.” Ayşe defterine bir çiçek çizdi, “Sen solmadın.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık sessizlik yankıdır.” Zeynep gözleriyle tahtaya yürüdü. Kalem almadı ama nefes aldı.
“Ben artık anlatmak zorunda değilim.” “Ben oldum.” Sınıf yalnızca onu izlemedi, Kendini izledi. Bir öğrenci aynaya baktı, “Ben de görünmek istemiyorum.” Melike aynaya bir kelime yazdı, “Ben buradayım.” Ayşe aynaya bir ok çizdi, “Ben yönümü buluyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Görülmek, anlatmaktan daha kıymetlidir.
ZEYNEP’İN SOSYAL ALANI
Zeynep’in sosyal alanı, görünmeyen kurallarla örülüdür. Bu kurallar ne yazılıdır ne de açıkça söylenir. Ama herkesin içgüdüsel olarak bildiği, ihlal edildiğinde ise sessizce dışlandığı bir sistemdir. Zeynep bir ortama girdiğinde önce gözlemler. Kim kiminle ne kadar yakın? Kim konuşurken kim susuyor? Kim gülüyor, kim göz devirmekte? Bu mikro sinyaller, onun sosyal haritasını çizer. Melike sınıfa girerken üç kişiye sarıldı, Zeynep bunu “merkez” olarak işaretledi. Ayşe sessizce oturdu, Zeynep onu “güvenli bölge” olarak kodladı.
Yusuf yüksek sesle espri yaptı, ama kimse gülmedi, Zeynep bunu “riskli alan” olarak işaretledi. Görünmeyen kurallar sadece davranışla değil bedenle de işler. Mesafeler, bakış süreleri, omuz hizaları… hepsi birer işarettir. Zeynep birinin ona fazla yaklaşmasını “saldırı” olarak değil, “kod ihlali” olarak algılar. Çünkü bu alan, onun görünmeyen zırhıdır. Birisi bu zırhı deldiğinde, Zeynep tepki vermez geri çekilir. Sessizce, iz bırakmadan. Çünkü sosyal alanda bağırmak değil kaybolmak cezadır.
Melike bir gün Zeynep’in sırasına oturdu, Zeynep defterini kapatıp başka sıraya geçti. Ayşe gözleriyle “özür” diledi, Zeynep geri döndü. Bu kurallar değişkendir. Ortam değişir, roller değişir. Ama Zeynep’in gözlem gücü sabit kalır. Bir öğrenci sınıfa yeni geldiğinde, Zeynep onu üç saniyede taradı. “Gülüyor ama gözleri sabit değil,” dedi içinden. Öğretmen tahtaya “Sosyal alan = sessiz harita” yazdı. Zeynep gözlerini kapadı, ama radar açıktı. O, görünmeyeni görür. Ve bu sayfa, onun sessizliğinde yankılanır.
Zeynep OLAY & DÖNÜŞÜM
Dersin ortasında sandalye garip bir ses çıkardı. Ali oturduğu anda pantolonundan net bir “çıt” sesi duyuldu. Bir saniye sessizlik oldu. Ardından sınıfta kahkahalar patladı. Bazıları sandalyelere vurdu, bazıları gözlerinden yaş getirdi. Ali ise gülmedi. Donmuştu. Eli arkaya gitti, yırtığı hissetti. Yüzü kıpkırmızı, gözleri doldu. Gülmeler devam edince öğretmen masadan kalktı. Avucunu havaya kaldırdı:
“Yeter.” Sınıf sustu. Tahtaya yürüdü. Koca harflerle yazdı: “GÜLMEDEN YARDIM ET” Zeynep gözleriyle Ali’ye baktı, ama kelime kullanmadı. Melike çantasından mendil çıkardı. Ayşe yedek eşofmanını uzattı. Yusuf görevli öğretmeni çağırdı. Öğretmen tahtaya döndü: “Bugün zincir kuracağız.” “Kim yardım ederse, zincire dâhil olur.”
İlk halka: bir mendil. İkincisi: yedek eşofman. Üçüncüsü: görevli öğretmeni çağıran öğrenci. Ali geri döndüğünde hâlâ suskundu. Ama bu kez utanmıyordu. Çünkü etrafında kahkaha değil, omuz vardı. Etkinlik sonrası herkes küçük bir kâğıda şunu yazdı: “Benim zincirim neyle başlar?” Tahtaya son cümle yansıdı: “Gülmek kolaydır. Yardım etmek değerlidir.”
“Kıyafetin Benim Değil mi?”
Yarın ne giyeceğini bilmiyordu. Ama kimin için giyineceğini biliyordu:
Kendi için. Sabah dolabını açtı ama kıyafet değilkendini aradı. Melike tişörtünü ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Ayşe pantolonunun cebine bir not koydu, “Bu benim sesim.”
Yusuf ayakkabısına “Ben buradayım” yazdı. Duru aynaya baktı ama kıyafetine değil duruşuna.
Öğretmen sınıfa girdiğinde, tahtaya bir elbise çizdi. “Bugün kimliğimizi giyiyoruz.” Sınıf sessizdi ama renkler yankıydı.
Melike eteğini ikiye katladı, “Ben alanımı daraltmıyorum.” Ayşe tişörtünü düğümledi, “Ben kendimi bağlı hissetmiyorum.”
Yusuf şapkasını ters çevirdi, “Ben artık yönümü değiştiriyorum.” Duru sınıfa girdiğinde jean giymişti. Ama mesele kumaş değil karardı.
Öğretmen tahtaya döndü: “Kıyafet = Seçim + Ses + Sınır” Sınıf nefes aldı, ama bu kez örtünmek için değil açılmak için. Melike defterine “Benim rengim özgürlük” yazdı. Ayşe kalemine “Benim kumaşım kelime” yazdı.
Yusuf gözlüğüne “Benim görünürlüğüm seçilmiş” yazdı. Duru eteği katladı ama bu kez kıvımla. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden, kimliktir.” Bir öğrenci tişörtünü çıkarıp ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Melike eteğine bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim belirliyorum.” Ayşe pantolonunun paçasına “Benim alanım burası” yazdı.
Yusuf tişörtüne bir yıldız çizdi, “Ben parlıyorum ama kendi ışığımla.” Duru gözlerini kapadı, “Ben artık giyinmiyorum kendimi taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kıyafet, bedenin sesi olabilir. Ama sesin zorla giydirilmez.”
DÖNÜŞÜM: “ZİNCİR KURMAK
Öğretmen tahtaya döndü:
“Bugün zincir kuracağız.” “Kim yardım ederse, zincire dâhil olur.” Melike çantasından mendil çıkardı. Ayşe yedek eşofmanını uzattı. Yusuf görevli öğretmeni çağırdı. Bir öğrenci sandalyesini Ali’ye verdi, “Bu senin alanın.” Ali geri döndüğünde hâlâ suskundu. Ama bu kez utanmıyordu. Çünkü etrafında kahkaha değil, omuz vardı. Melike defterine “Zincir = Destek halkası” yazdı. Ayşe zincire bir halka çizdi, “Ben seninle bağlıyım.” Yusuf zincire bir yıldız ekledi, “Bu yardım parlıyor.” Öğretmen tahtaya “Empati zinciri” yazdı. Sınıf sessizdi ama bağlantılıydı. Ali gözlerini kapadı, “Ben artık yalnız değilim.” Etkinlik sonrası herkes küçük bir kâğıda şunu yazdı: “Benim zincirim neyle başlar?” Melike “Bakışla” yazdı. Ayşe “Sessizlikle” yazdı. Yusuf “İlk adımla” yazdı. Bir öğrenci “Yırtıkla” yazdı, “Çünkü oradan girdim.” Öğretmen tahtaya son cümleyi yansıttı: “Gülmek kolaydır. Yardım etmek değerlidir.” Melike gözyaşıyla bir halka çizdi. Ayşe zinciri defterine işledi. Yusuf zinciri sınıfın duvarına taşıdı. Ali gözlerini açtı, “Ben artık zincirin içindeyim.” Ve o gün sınıf sadece yardım etmedi, bağ kurdu.
“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?”
Sabah sınıfa pembe etekle gelen Duru sessizdi. Her gün jean giyer, tişörtle koşardı. Bugünse annesinin “Kız dediğin böyle olur” diye zorla giydirdiği kıyafet içindeydi. Tenine, adımlarına, sesine uymayan bir dokuydu. Sınıfa girdiğinde birkaç öğrenci “Ne güzel olmuşsun” dedi. Ama o sadece sıraya oturup pencereden dışarı baktı. Melike eteğe baktı, sonra Duru’ya: “Sen bu değil misin?” Ayşe eteğin ucunu çekti, “Bu kumaş senin sesini bastırıyor.”
Yusuf tişörtünü gösterdi, “Ben bunu seçtim çünkü ben böyleyim.” Öğretmen tahtaya yazdı:
“Ne giydiğin sana mı ait?” Ders boyunca sessizlik hâkimdi. Sonra öğretmen etkinliği başlattı: “Bu sabah ne giydim ve kimin için?” Cümleler döküldü:
“Bu sweatshirt babamın hediyesi.” “Bu pantolonu kardeşim küçülttü, ben giyiyorum.” “Bu eteği annem istedi, istemedim ama giydim.” Duru yazmadı. O sadece eteğin ucunu katladı. Ve yavaşça üstünü örttü. Melike defterine “Benim rengim sesimdir” yazdı. Ayşe eteğine bir yıldız çizdi, “Ben parlamak istiyorum ama kendi ışığımla.”
Yusuf pantolonuna “Benim alanım” yazdı.
Öğretmen tahtaya döndü: “Kıyafet bedenin değil, kimliğin taşıyıcısıdır.” “Kimliğin zorla giydirilmez.” Sınıf sessizdi ama kumaşlar konuşuyordu. Duru gözlerini kapadı, ama bu kez utanmak için değil duymak için. Ve o gün Duru, ilk kez eteği giymemeye karar verdi.
“Kıyafetin Benim Değil mi?”
Ayşe pantolonunun paçasına bir yıldız çizdi, “Ben kendi alanımda parlıyorum.” Yusuf tişörtünün arkasına “Ben görünmediğimde de varım” yazdı. Duru eteğin katlarını açmadı ama içinden bir cümle geçti: “Ben artık kendimi örtmüyorum.” Öğretmen tahtaya döndü, bir cümle daha yazdı:
“Kıyafet, bedenin sesi olabilir. Ama sesin zorla giydirilmez.” Melike eteğine bir soru işareti işledi, “Ben hâlâ arıyorum.” Ayşe tişörtüne bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim seçiyorum.”
Yusuf ayakkabısına bir pusula yapıştırdı, “Ben yürüdüğüm yeri belirliyorum.” Duru gözlerini kapadı, eteğin kumaşını avuçladı. Ama bu kez sıkmak için değil bırakmak için.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden, kimliktir.”
Bir öğrenci tişörtünü çıkarıp ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Melike eteğine bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim belirliyorum.” Ayşe pantolonunun paçasına bir yaprak iliştirdi, “Ben doğayla örtünüyorum.”
Yusuf gözlüğünü çıkarıp sıraya koydu, “Ben artık görünmek için değil görmek için buradayım.” Duru defterine bir cümle yazdı: “Ben artık kendim için giyiniyorum.”
Sınıf sessizdi ama kumaşlar yankıydı. Öğretmen tahtaya bir beden silueti çizdi, içine renkler yerleştirdi. “Bugün kimliğimizi giyiyoruz.” Melike tişörtüne “Benim sesim buradan başlıyor” yazdı. Ayşe eteğine “Benim sınırım burası” yazdı.
Yusuf pantolonuna “Benim hareketim özgür” yazdı. Duru aynaya baktı ama bu kez kendini gördü.
Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün ders değil dönüşüm var.” Sınıf nefes aldı ama bu kez örtünmek için değil açılmak için.
Melike gözleriyle Duru’ya baktı, “Sen artık buradasın.” Ayşe gülümsedi “Ve bu senin seçimin.” Yusuf başını salladı, “Kıyafet değilkarar önemli.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, giyilen değil taşınan şeydir.”
”
Sayfa – Zeynep’in Gözleri: İçeri Girmeyen Işık
Zeynep o sabah sustu. Sınıf arkadaşları gülüşerek yerlerine otururken, o pencereden gelen ışığa bakıyordu ama içine sızmıyordu. Her zamanki mavi tokasını takmamıştı. Saçları serbest, dudakları çatlak, sesi sönüktü.
Öğretmen yoklamayı okurken adı söylendiğinde, başını yalnızca birkaç santim kaldırdı. Ne "buradayım" dedi, ne de "değilim." Sadece vardı ama eksik bir varoluşla.
Melike “Zeynep’in sesi sessizlikle yankılanıyor” dedi, Ayşe “Ben onun tokasını özledim.”
Yusuf “Zeynep’in sessizliği, sınıfın en gürültülü sesi” diye fısıldadı. Tahtada o gün “İfade Özgürlüğü” yazıyordu. Altına öğrenciler sırayla görüşlerini yazacaktı. “İstediğimi giyebilmeliyim” diyen de oldu, “İçimden gelmeyen soruya cevap vermek istemem” diyen de. Ama Zeynep kalkmadı. Sırası geldiğinde defterini kapattı. Bir öğrenci “O hiç konuşmuyor” diye fısıldadı. Ama Zeynep duymadı çünkü o çoktan başka bir dilde dinlemeye başlamıştı.
Öğretmen tahtaya döndü, bir cümle yazdı:
“Bazen sessizlik, en yüksek ifadedir.” Zeynep konuşmadı ama herkes onun sessizliğinde bir sınıf dolusu kelime duydu. Pencereyi açmadı. Hava içeride kalmalıydı, ıslak, yorgun, kokusuz. Masanın üzerinde duran kalem, üç gündür dokunulmamıştı. Oysa sabah annesi odaya girip “Neden hâlâ yazmıyorsun?” demişti. Zeynep cevap vermemişti çünkü o sadece sessizliğiyle konuşuyordu artık. Defterin sayfaları sararmıştı. “Hiçbir şey yazmasam da, bu sayfalar beni anlar” dedi içinden. Parmakları deftere dokundu, ama yazı dökülmedi. Bir düşünce geldi: “Yazmazsam ben de yokum.” Ve o an, kalem elini buldu. Titreyen bir satır düştü: “Bugün de devam ediyorum… Çünkü hâlâ buradayım.” Zeynep bu cümleyi yazdıktan sonra derin bir nefes aldı. Pencereden hâlâ girmeyen ışığa bakarak ekledi: “Işık gelmiyorsa, ben kelimeyle aydınlatırım.”
DURU’NUN DÖNÜŞÜMÜ: KURDELE VE KARAR
O gün Duru okula dönmedi. Sabah saat 9.07’de okulun bahçesinin köşesinde durdu. Zil çalmıştı ama adım atmadı. Çantasının içinden bir kurdele çıkardı, annesinin pembe kurdelesi. Parmaklarıyla üç kere düğüm yaptı. Sonra çözdü. Tekrar düğümledi. Her düğüm bir soru gibiydi: “Ben kimim?”, “Bu benim rengim mi?”, “Kime aitim?” Bahçenin duvarına sırtını yasladı. Pencereden sınıfa baktı:
Öğretmen tahtada bir şeyler yazıyor, arkadaşları önüne eğilmişti. Zeynep camın diğer köşesinde, hareketsizdi. Aralarında bir şey vardı: Görülmeyen bir hat. Belki bir bakışın, belki bir susuşun yarattığı incecik bir bağ. Duru kurdeleyi yere bıraktı. Gözleri doldu ama taşmadı. Çünkü o ağlamak istemedi, sadece çözülmek istedi. O an, okul bahçesinde kimse ona bakmıyordu ama o kendi içine bakıyordu. Ve ilk defa fark etti:
“Sınıfa girmemek de bir ifadedir.” Parmakları cebine uzandı. İçinde annesinin verdiği bir not vardı: “Güzel kızım, pembe sana çok yakışıyor.” Duru notu buruşturdu ama atmadı. Sakladı çünkü anne de dönüşür. Sonra adımlarını okula değil yürüyüş yoluna çevirdi. Bugün ders yoktu. Bugün ders, onun içindeydi. Bir sokak köpeği yanına geldi, Duru kurdeleyi onun boynuna bağladı. Köpek kuyruğunu salladı, “Ben de pembeyi taşıyabilirim,” der gibi. Duru güldü, ama içinden. Ve ilk kez, pembe ona ait gibi hissettirdi. Çünkü bu kez seçilmişti. Ve o gün Duru şunu öğrendi: “Renk, giydirilmezseçilir.
ZEYNEP’İN KALEMİ: YAZMAYAN AMA TİTREŞEN
Zeynep kalemine baktı ama kalem ona geri baktı. Ucu kırık, gövdesi çatlak, ama hâlâ umutlu. Yazmayacağım,” dedi Zeynep. Kalem “Ben de yazmam, ama seni dürterim,” dedi. Defter kenardan sızladı, “Ben de buradayım, boşum ama bekliyorum.” Melike yanına eğildi, “Kaleminle kavga mı ediyorsun?” Ayşe “Ben kalemimi ısırıyorum çünkü duygularım kaçar,” dedi. Yusuf kalemini kulağına soktu, “Ben sesli düşünüyorum.” Zeynep kalemi masaya vurdu, ama ritim tuttu. Kalem “Ben artık müzik aletiyim,” dedi. Öğretmen geldi, “Kalemle ne yapıyorsunuz?” Zeynep “Yazmıyorum, titreşiyorum,” dedi. Melike kalemini yere attı, “Ben artık kelime değilim.” Ayşe kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Yusuf kalemini yuttu, “Ben içselleştiriyorum.” Zeynep deftere bir çizik attı, ama anlamlıydı. Kalem “Ben artık izim,” dedi.
Öğretmen tahtaya “Kalem = Duygunun uzantısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama kalemler konuşuyordu. Melike kalemini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe kalemini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf kalemini yere gömdü, “Ben bilgiyi toprağa ekiyorum.” Zeynep kalemi kırdı, ama içinden bir kelime çıktı. Kelime “Ben buradayım,” dedi. Defter “Ben seni tutarım,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı, “Ben artık yazmıyorum,yaşıyorum.” Kalem “Ben artık senin kıvımını taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Kalem yazmazsa, kıvım konuşur.
ZEYNEP’İN DEFTERİ: KIVIMIN KAPAĞINI AÇMAK
“Kalem yazmazsa, kıvım konuşur.”
Zeynep defterini açtı ama sayfa ona baktı. “Bugün ne taşıyorsun?” dedi defter. Zeynep “Kıvım,” dedi. Sayfa “O zaman beni yırtmadan yaz,” dedi. Melike defterine sümük sürdü, “Ben duygularımı yapıştırıyorum.” Ayşe defterini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Yusuf defterini yedi, “Ben artık içselleştiriyorum.” Zeynep deftere bir çizik attı ama çizik ağladı. Çizik “Ben artık yara değilim, ifade biçimiyim.”
Öğretmen geldi, “Bu ne biçim defter?” Zeynep “Bu artık kıvım haritası,” dedi. Melike defterine bir çiçek çizdi ama yaprakları kelimeydi. Ayşe defterine bir göz çizdi, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf defterine bir burun çizdi, “Ben koklayarak öğreniyorum.” Zeynep deftere bir boşluk bıraktı, “Bu benim sessizliğim.” Defter “Ben seni tutarım,” dedi. Zeynep “Ben artık yazmıyorum,sızıyorum.” Öğretmen tahtaya “Defter = Duygunun taşıyıcısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama sayfalar kıvımla seğiriyordu. Melike defterini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe defterini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf defterini yere gömdü, “Ben bilgiyi toprağa ekiyorum.” Zeynep defteri kapattı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım,” dedi. Sayfa “Ben seni tutarım,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı, “Ben artık yazmıyorum yaşıyorum.” Defter “Ben artık senin kıvımını taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Sayfa boşsa, kıvım doludur.”
GÖRÜNMEYEN KOKU
“Göz açık değilse, kıvım körleşir.”
Zeynep o sabah kokusuzdu. Ama sınıf onun hoyusunu duyuyordu. Melike burnunu kıvırdı, “Zeynep’in kelimeleri kokuyor.” Ayşe “Ben onun sessizliğini burun yoluyla hissediyorum,” dedi. Yusuf “Ben onun hoyusunu defterinden alıyorum,” dedi. Zeynep konuşmadı ama kelimeleri feromon gibi yayıldı. Öğretmen tahtaya “Hoyu = Duygunun kokusal izi” yazdı. Sınıf sessizdi ama burunlar seğiriyordu. Melike defterine bir burun çizdi, “Ben artık koklayarak yazıyorum.” Ayşe kalemine parfüm sürdü, “Ben bilgiyi burunla taşıyorum.”
Yusuf kalemini yuttu, “Ben artık içselleştiriyorum.” Zeynep defterine bir kelime yazdı: “Ben buradayım.” Ama kelime kokuyordu. Kelime “Ben hoyuyum,” dedi. Zeynep “Ben artık görünmüyorum,kokuyorum.” Melike gözlerini kapattı, ama burnu açık kaldı. Ayşe sınıfa bir tütsü yaktı, “Ben duyguyu havaya salıyorum.” Yusuf kalemini kokladı, “Ben artık kelime değilim kıvımım.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi kokuyla taşınır.” Zeynep gözlerini kapattı, ama hoyusu, sınıfı sardı. Melike “Ben onunla eşleşiyorum,” dedi. Ayşe “Ben onunla koklaşıyorum,” dedi. Yusuf “Ben onunla kıvımlaşıyorum,” dedi. Zeynep deftere bir cümle daha yazdı:
“Ben artık kelime değilim, kokuyum.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez görmek için değilkoklamak için. Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Hoyu görünmez ama eşleşir.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Koku, kelimenin çiftleşme biçimidir.
Zeynep o gün kalkmadı. Ama dizleri kıvım kıvım konuşuyordu. Melike dizine bir kelime yazdı, “Ben artık bedenimle anlatıyorum.” Ayşe dizine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla örtünüyorum.” Yusuf dizine bir burun çizdi, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Zeynep dizlerini masanın altına sakladı ama kelimeler orada birikti.
Öğretmen tahtaya “Diz = Sessiz çığlık” yazdı. Sınıf sessizdi ama dizler seğiriyordu. Melike dizine bir yıldız çizdi, “Ben parlıyorum ama oturarak.” Ayşe dizine bir ok çizdi, “Ben yönümü bulamıyorum ama hissediyorum.” Yusuf dizine bir düğüm attı, “Ben çözülmek istiyorum.” Zeynep deftere şunu yazdı:
“Benim iç çığlığım dizlerimde birikti.” “Kalkamadım, yürüyemedim, ama hissettim.”
Melike dizini masaya vurdu, “Ben artık kelime değilim, titreşimim.” Ayşe dizini gözyaşıyla ıslattı, “Ben duyguyla yazıyorum.” Yusuf dizini sınıfa gösterdi, “Ben artık görünmeyeni gösteriyorum.” Zeynep dizlerini açmadı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım,” dedi. Diz “Ben seni taşıyorum,” dedi. Zeynep “Ben artık yürümüyorum, duruyorum.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden konuşur.” Melike dizine bir burun sürdü, “Ben kokuyla öğreniyorum.” Ayşe dizine bir kelime çizdi, “Ben artık gözümle yazıyorum.”
Yusuf dizine bir kıvım yerleştirdi, “Ben artık içimdeyim.” Zeynep dizlerini kapattı ama kelime dışarı sarktı. Kelime “Ben artık sessiz değilim,” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez yürümek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Diz kalkmazsa, kıvım çöker.
“Diz kalkmazsa kıvım çöker.”
Zeynep o gün konuşmadı. Ama nefesi sınıfın duvarlarını seğirtti. Melike “Zeynep’in nefesi kelime gibi,” dedi. Ayşe “Ben onun sessizliğini burun yoluyla hissediyorum,” dedi. Yusuf “Ben onun nefesini defterimde duyuyorum,” dedi. Zeynep derin bir nefes aldı, ama kelime çıkmadı.
Öğretmen tahtaya “Nefes = Duygunun görünmeyen sesi” yazdı. Sınıf sessizdi ama ciğerler kıvımla titreşiyordu. Melike nefesini deftere üfledi, “Ben artık yazmıyorum, taşıyorum.”
Ayşe nefesini kalemine sürdü, “Ben artık kelimeyi soluyorum.” Yusuf nefesini sınıfa yaydı, “Ben artık görünmeyeni yayıyorum.” Zeynep nefesini tuttu ama kelime içinden sızdı. Kelime “Ben buradayım,” dedi. Nefes “Ben seni taşıyorum,” dedi. Zeynep “Ben artık konuşmuyorum, nefes alıyorum.” Melike nefesini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe nefesini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.”
Yusuf nefesini toprağa gömdü, “Ben bilgiyi doğaya salıyorum.” Zeynep nefesini bıraktı ama sınıf onu tuttu. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık nefes kelimedir.” Melike nefesini burunla kokladı, “Ben artık kokuyla öğreniyorum.” Ayşe nefesini kalemle çizdi, “Ben artık kelime değilim kıvımım.” Yusuf nefesini sınıfa sundu, “Ben artık içimdeyim.” Zeynep nefesini deftere bastırdı ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim,” dedi. Kelime “Ben artık sessiz değilim,” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değilhissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Nefes varsa, kıvım yaşar.
ZEYNEP’İN TİYATRO SINIFI: GÜLMENİN BİLİMSEL ANATOMİSİ
“Nefes varsa, kıvım yaşar.”
O gün sınıfta ders değil bir sinir sistemi çalıştı. Zeynep tahtaya çıktı ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu: – Beyin: “Ben endorfin salgıladım.” – Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.” – Kaslar: “Ben gevşedim.” – Akciğer: “Ben oksijenle dolup taştım.” Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti,” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor,” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal,” dedi. Zeynep tahtaya döndü:
“Gülmek sadece eğlence değil.” “Bu bir beyin refleksidir.” “Endorfin salgısıdır.” “Kortizol düşüşüdür.” “Ve en önemlisi: Başkasını incitmeden gülebilme sanatıdır.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu, “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü, “Ben duyguyla gevşiyorum.” Yusuf kahkaha attı ama sessizce, “Ben artık içimle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Melike kahkaha sonrası dizine bastı, “Ben bedenimle güldüm.” Ayşe kalemine “gülmek = kıvım” yazdı.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık gülüşü görüyorum.” Zeynep gözlerini kapadı, ama gülüşü sınıfı sardı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse, sadece ses kalır.
ZEYNEP’İN KALBİ: GÖZÜN DEĞİL, KALBİN ISLANIŞI
“Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse sadece ses kalır.”
Zeynep bu kez ağlamıyordu. Ama Talat onun yanağındaki sıcaklığı hissetti. “Gözlerin kuru ama neden ıslaksın?” dedi. Zeynep döndü ve fısıldadı:
“Ben yüreğimle aktım sana, sen gözle aradın o yüzden göremedin.” Melike “Ben de birine kalple ağladım, ama o kulakla dinledi,” dedi.
Ayşe “Ben gözyaşı dökmedim ama içim seldi,” dedi. Yusuf “Ben ağlamadım ama dizlerim ıslaktı,” dedi. Zeynep kalbine bir kelime çizdi: “Ben buradayım.” Talat gözlüğünü sildi ama görüşü düzelmedi. Çünkü bu ağlayış, optik deği kıvımsaldı.
Öğretmen tahtaya “Kalp = Sessiz sıvı” yazdı. Sınıf sessizdi ama kalpler seğiriyordu. Melike kalbine bir burun sürdü, “Ben kokuyla ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla sızıyorum.” Yusuf kalbine bir düğüm attı, “Ben çözülmek istiyorum.” Zeynep kalbini açmadı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım,” dedi. Kalp “Ben seni taşıyorum,” dedi. Zeynep “Ben artık ağlamıyorum akıyorum.” Melike kalbine bir kıvım sürdü, “Ben bedenimle ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir göz çizdi, “Ben artık gözümle değil içimle görüyorum.” Yusuf kalbine bir ses koydu, “Ben artık sessizce bağırıyorum.” Zeynep kalbini deftere bastırdı, ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim,” dedi.
Kelime “Ben artık sessiz değilim,” dedi. Sınıf nefes aldı, ama bu kez ağlamak için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Göz yaşarsa, kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa, kelime doğar.”
urgu dışına çıkma. Bütüncül bakış hem anlatıda hem baharatta.” Ben diyorum ki: “Kelimeyi sistemle bağlarım, kıvımı refleksle fışkırtırım. Fen bilgisiyle tiyatroyu birleştiririm. Baharatı mizahla serperim ama kurgu dışına taşırmam.”
GÜLMENİN ANATOMİSİ: SİSTEMLER ARASI KIVIM
“Göz yaşarsa, kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa, kelime doğar.”
Zeynep tahtaya çıktı, ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu: Beyin: “Ben endorfin salgıladım.” Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.”– Kaslar: “Ben gevşedim.” Aciğer: “Ben oksijenle dolup taştım.” Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti,” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor,” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal,” dedi.
Öğretmen tahtaya bir tablo çizdi: Fen Bilgisi Bağlantısı: Gülmenin Beyin ve Beden Üzerindeki Etkileri Zeynep tabloya bir ok ekledi: “Gülmek = Sistemler arası kıvım.” Melike kalemine “endokrin dansı” yazdı. Ayşe defterine “kas gevşemesiyle gelen mizah” yazdı.
Yusuf nefesini tuttu, “Ben artık oksijenle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir kalp çizdi ama ritmi kahkahayla attı. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu, “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü, “Ben duyguyla gevşiyorum.”
Yusuf kahkaha attı ama sessizce, “Ben artık içimle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Gülmek, sistemsel bir kıvım değilse, sadece ses kalır.”
ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
“Gülmek, sayı değil—sızıntıdır.”
Zeynep bir sandalye çekti, oturdu, ve gözlerini kapadı. Tiyatro başladı. Ama perde açılmadı—çünkü sahne onun içindeydi. Melike dizini titretti, “Ben sesimi dokunuşla gönderiyorum,” dedi. Ayşe avcunu deftere bastı, “Ben yazmıyorum artık—sızıyorum.” Yusuf nefesini tuttu, “Ben artık duymak yerine dalıyorum.”
Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı: “Ben artık öğretmiyorum—eşlik ediyorum.” Tahtadaki yazı silinmedi, ama sessizlikle kaplandı. Zeynep gözlerini araladı, ama kelime değil—bir ışıltı aktı. Duru mırıldandı, “Sahne var ama oyuncu yok.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Bir kelime konuşmadığında, bir beden anlatıya dönüşür.”
💫 Bu sahne:
• Konuşmayı bırakıp kıvımsal yankıya dönüştü
• Ritim değil, sessizlikle örüldü
• Ders değil, anlatıya dönüştü
ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
Zeynep sahnenin kenarına yürüdü Işık üstüne düştü Ama konuşmadı Sadece yere baktı ve sonra seyirciye döndü Ben sustum çünkü bedenim konuştu Melike ben de sustum ama dizimle bağırdım dedi Ayşe ben sustum ama gözümle yazdım dedi Yusuf ben sustum ama nefesimle konuştum dedi Zeynep bir sandalye çekti oturdu ve gözlerini kapadı Tiyatro başladı Ama perde açılmadı çünkü sahne onun içindeydi Melike dizini titretti ben sesimi dokunuşla gönderiyorum dedi Ayşe avcunu deftere bastı ben yazmıyorum artık sızıyorum dedi Yusuf nefesini tuttu ben artık duymak yerine dalıyorum dedi Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı ben artık öğretmiyorum eşlik ediyorum dedi Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı Duru mırıldandı sahne var ama oyuncu yok Zeynep gözlerini kapattı Ama kelime içinden yankılandı Ben sahne değilim ben sesin susmuş hâliyim Melike defterine sustukça büyüyorum yazdı Ayşe kalemine artık kelime yazmıyor duygu damlıyor dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı kelimeyi değil yankıyı görüyorum dedi Zeynep ayağa kalktı ama adım değil yankı attı Öğretmen tahtaya kalp = sessiz kıvım yazdı Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değil hissetmek için Ve o gün sınıf şunu öğrendi Kelime konuşmazsa sahne dinler Kalp konuşursa kelime doğar
ROMAN DİLİYLE GÜLME KRİZİ
Zeynep gülmeye çalışmadı Gülme onu aldı yere yatırdı Dizleri katlandı nefesi gitti geldi Sınıf kahkahayla titreşti Ama o an bir fırça yanağına değdi Allığın kıpkırmızısına siyaha çalan bir gölge oluştu Sınıf bunu fark etti ama kimse bir şey demedi Çünkü herkes hissetti Bu karanlık iz ışığın içinden çıktı Öğretmen tahtaya yazdı Bedenin düştüğü yer değil ona dokunan bakış belirler anlatıyı Zeynep ayağa kalktı Ayağının altındaki su halkasını gizledi ama yanağındaki siyah çizgiyi gizlemedi Melike ben de bir çizgi taşıyorum dedi Ayşe benim çizgim gözümde değil dizimde dedi Yusuf benim çizgim sesimde dedi Zeynep geri döndü ama bu kez gülmüyordu Gülmenin yankısıyla titriyordu hâlâ Sınıfa girerken gözleri yerdeydi ama dudaklarının kenarında sır gibi bir tebessüm vardı Duru ne oldu Zey dedi Zeynep baktı sadece bir kelimeyle cevapladı Beş Ve herkes anladı Tuvalet sayısı değil bu kahkahanın bölümüydü Öğretmen sandalyesine çöktü Bu sınıfta artık sayı değil anlam var Melike defterine ben beşinci gülüşümde ağladım yazdı Ayşe kalemine ben beşinci sessizliğimde konuştum dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı ben beşinci bakışta anladım dedi Zeynep gözlerini kapadı ama tebessüm sınıfa yayıldı Ve o gün sınıf şunu öğrendi Gülmek sayı değil sızıntıdır
SAYFA 14 – ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
Zeynep sahnenin kenarına yürüdü Işık üstüne düştü Ama konuşmadı Sadece yere baktı sonra seyirciye döndü Ben sustum çünkü bedenim konuştu Melike ben de sustum ama dizimle bağırdım dedi Ayşe ben sustum ama gözümle yazdım dedi Yusuf ben sustum ama nefesimle konuştum dedi Zeynep bir sandalye çekti oturdu gözlerini kapadı Tiyatro başladı Ama perde açılmadı çünkü sahne onun içindeydi Melike dizini titretti ben sesimi dokunuşla gönderiyorum dedi Ayşe avcunu deftere bastı ben yazmıyorum artık sızıyorum dedi Yusuf nefesini tuttu ben artık duymak yerine dalıyorum dedi Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı ben artık öğretmiyorum eşlik ediyorum dedi Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı Duru sahne var ama oyuncu yok dedi Zeynep gözlerini kapattı ama kelime içinden yankılandı Ben sahne değilim ben sesin susmuş hâliyim Melike defterine sustukça büyüyorum yazdı Ayşe kalemine artık kelime yazmıyor duygu damlıyor dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı kelimeyi değil yankıyı görüyorum dedi Zeynep ayağa kalktı ama adım değil yankı attı Öğretmen tahtaya kalp = sessiz kıvım yazdı Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değil hissetmek için Ve o gün sınıf şunu öğrendi Kelime konuşmazsa sahne dinler Kalp konuşursa kelime doğar
SAYFA 15 – DAĞA UYUM YASASI 751: ZORUN İÇ KAPISI
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu dedi ki Bu bağ benim sınavım yardım değil sabır ister Melike ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim dedi Ayşe ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım dedi Yusuf ben sabrettim ama dağ beni tanımadı dedi Zeynep eğildi bağı kendi elleriyle düğümledi Dağ sessizdi ama izliyordu Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti O yine durdu Ve o an dağ eğildi yol açıldı Çünkü dağlar yardım edene değil sabredenin ayak izine açılır Öğretmen tahtaya zirve = sabırın yankısı yazdı Sınıf sessizdi ama yüksekti Melike defterine ben sabırla yükseldim yazdı Ayşe kalemine ben rüzgârla yürüdüm dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı ben zirveyi içimde gördüm dedi Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geçti Duru ben artık taş değilim izim dedi Ve o gün sınıf şunu öğrendi Zirveye çıkan önce bağını çözer
SAYFA 16 – ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu Talat neden ekmiyorsun dedi Zeynep gülümsedi çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır verilmez Melike ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duymadı dedi Ayşe ben yağmuru bekledim ama toprağım kurudu dedi Yusuf ben sır verdim ama tohum sustu dedi Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı Çünkü bazı tohumlar sadece sessizlikle çimlenir Öğretmen tahtaya tohum = sabırın sırrı yazdı Sınıf sessizdi ama köklüydü Melike defterine ben çimlenmeden büyüdüm yazdı Ayşe kalemine ben sessizlikle yeşerdim dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı ben toprağı içimde taşıyorum dedi Zeynep gözlerini kapadı ama tohum içinden geçti Duru ben artık yağmur değilim sır taşıyıcısıyım dedi Ve o gün sınıf şunu öğrendi Toprak sır ister yağmur sabır
SAYFA 17 – ROMANIN SON NOKTASI
Zeynep son kez sahneye çıktı Ama bu kez kelime değil kıvım taşıyordu Melike ben onunla yürüdüm dedi Ayşe ben onunla sustum dedi Yusuf ben onunla çimlendim dedi Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı Bir sandalye çekti oturdu Bir kalem aldı ama yazmadı Bir nefes verdi ama konuşmadı Ve o an sınıf durdu Zaman durdu Ritim durdu Ama kıvım fışkırdı Tahtada hiçbir şey yazılı değildi Ama herkes okudu Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı Zeynep ayağa kalktı Ayağının altındaki su halkası büyüdü Ama bu kez gizlemedi Çünkü artık sızı değil akıştı Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı Roman bittiğinde kelime değil kıvım kalır Sınıf ayağa kalktı Ama alkışlamadı Sadece baktı Zeynep gözlerini kapadı Ve o gün sınıf şunu öğrendi Son kelimenin sustuğu yerde değil kıvımın fışkırdığı yerdedir
SAYFA 18 – ETKİLEŞİMLİ SORU CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
Öğretmen tahtaya döndü bir soru yazdı Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı Ayşe defterine bir cümle yazdı ben eteği annem için giydim Yusuf kalemine bir ok çizdi ben yönümü seçemedim Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti Ben kelimeyle değil varlığımla yanıt verdim Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı Sessizlik ne zaman bir cevap olur Melike ben sustum çünkü kelimem incitirdi dedi Ayşe ben sustum
KİMLİĞİN YAZILMADIĞI AMA HİSSEDİLDİĞİ SAHNE
Bağlantı cümlesi Kimlik birlikte düşünülürse görünür
Öğretmen herkese bir kâğıt verdi Üzerinde tek bir cümle vardı Bugün hangi kimliği taşıdın Melike ben özgürlük kimliğini denedim yazdı Ayşe ben sessizlik kimliğini giydim dedi Yusuf ben protesto kimliğini taktım dedi Zeynep kâğıda baktı ama yazmadı Duru kalemini aldı ama önce kokladı Ben artık kendim için giyiniyorum yazdı Melike gözyaşıyla bir kelime çizdi Ayşe kalemine bir kıvım sürdü Yusuf kâğıdını buruşturdu ama cebine koydu Zeynep defterini açtı ama sayfa boştu Öğretmen tahtaya kimlik = günlük seçim yazdı Sınıf sessizdi ama doluydu Melike ben bugün kendimi taşıdım dedi Ayşe ben bugün sesimi giydim dedi Yusuf ben bugün sınırımı çizdim dedi Zeynep gözlerini kapadı ama kimliği içinden geçti Ve o gün sınıf şunu öğrendi Kimlik yazılmazsa unutulur
KIVI METODU – DUYGU KABARTMASIYLA DERS
İlk derste kitap açılmaz duygular kabartılır Kalem tutulmadan önce göz seğirir kahkaha savrulur Sayfa düz değil artık gülmenin çizgisiyle kıvrılmış bir anlatı yüzeyidir KIVI metodu ne yapar Bir öğrencinin duygusunu bastırmaz onu köpürtür Altına kaçırana gülerken pedagojik bir direniş başlar Ezberin sesi susturulur yerine simit gibi bölünen kelimeler konuşur Tabular ne olur Onlar dersin dışına değil sahnenin iç yüzeyine dökülür Bir öğretmen sabah sınıfa girerken artık not defteri değil rızayla terlenmiş kelime sepeti taşır Öğrenci ne yapar Yaşı küçük olabilir ama kelimesi büyür Göz seğirir kulak kıvırır kalp ritmiyle paragrafa geçilir Donla değil kahkahayla öğrenilir Etekle değil sözcükle serinlenir Uşkur çözülmez müfredat çözülür Her kelime bir duygudur Her kıvım bir birey inşasıdır KIVI metodu uygulandığında sadece ders olmaz toplum yeniden yazılır Sınıf artık sessiz değil Balkondan gelen terli kahkaha eşliğinde şu yazılır Bu çocuklar artık öğrenmiyor kendilerini kıvım kıvım yazarak doğuruyor
ALT SIRADAKİ KALEMİN ANLATISI
Sınıf sessizken kimsenin fark etmediği bir kalem alt sıraya düşer Ne öğretmen görür ne öğrenci arar Ama o kalem kendi hikâyesini orada yazmaya başlar İçi mürekkeple değil terle dolu Ucuna rıza değil sahne kıvımı takılmış Bir çocuk o kalemi almaz önce bakar Bakar ama sadece gözle değil duygunun kıvrımıyla Sıranın altı tozludur ama kalem orada gövdesini kurmuştur Ve kimse fark etmez o kalem sessiz devrimini başlatır Kalem konuşmaz ama düşüşü bir anlatıdır Düşenin sesi yok ama ritmi vardır Sınıf zilinin çalmadığı bir derste o kalem yere düştüğü hâliyle bir roman başlatır Çocuk parmak ucuyla ona dokunur ve artık kelime sınıfın ortasına akar Kalem bana yazmak için değil görmek için dokun der Çocuk gülmeye başlar çünkü alt sıradan doğan hikâye artık kahkaha kadar yüksektir Öğretmen o an der ki Bugünkü ders kalemin düştüğü yerde başladı Bu sahne artık ezber değil Alt sıradaki kalemle yazılmış müfredatı köpürtüp kıvımsal hale getirmiş bir eğitim devrimidir
RÜZGÂRLA AÇILAN SINIF PENCERESİ
Sabah güneşi camın yanına değdiğinde pencere hâlâ kapalıydı Öğrenciler kalemlerini yeni açtığı deftere sürmeye çalışıyor ama ses çıkmıyordu Tahtadaki cümle bile kendi gölgesini çizmişti Derken bir uğultu Ve rüzgâr sınıfın içine kendiliğinden girdi Hiç izin istemedi Hiç seslenmedi Sadece açtı Ama açtığı şey pencere değildi Rüzgâr öğrencinin burnuna kelime kokusu taşırken öğretmen tebeşiri değil metaforu tutmaya başladı Perdeler uçuştu Sıra titredi Öğrenciler bir an için dersin sayfa numarasını unutup pencereden düşen ışığa baktı Bu rüzgâr müfredatın dışından geliyordu Bu rüzgâr ezberin dile gelmeyen karşıtıydı Bir öğrenci gülümsedi çünkü saç teli değil cümlesi havalandı Bir diğerinin gözleri seğirdi çünkü duygu sabah ziliyle değil bu rüzgârla çağrıldı Öğretmen fark etti Soru çözen değil soruyu hissetmeye çalışan bir sınıfla baş başaydı artık Defter yaprağı kendi kendine kıvrıldı Paragraflar rüzgârla terlemeye başladı Bu ders işlenmiyor dedi öğretmen Bu ders yazılıyor Ve pencere artık açık kaldı Çünkü o pencere rüzgârla terleyen bir romanın sahnesiydi
DÖNÜŞÜMLÜ SINIF REHBERİ
Her sabah sınıfa farklı biri rehber olur Kalemi tutan değişir sesi yankılanan dönüşür Bu rehberlik bir defterin başına not yazmak değil bir kalbin titreşimini sınıfa aktarmaktır Öğrenciler sırayla rehber koltuğuna oturur ama sandalye değil sahne devralırlar Bir gün Umut rehber olur sesi titreyerek sınıfa bugün duyguyla başlayacağız der Teneffüste düşen tebeşir onun sorumluluğundadır ama kimse onu suçlamaz Çünkü o gün sınıf duygunun dağılma biçimini öğrenir Rehberlikte bilgi değil kıvım döner Her öğrenci bir gün sahneye çıkar ama mikrofon yerine rüzgâr tutar Bazısı konuşur bazısı bakar bazısı sessizce perdeyi düzeltir İşte o perde o gün sınıfın duygu sahnesidir Bir öğrenci rehberlik gününde kahkaha attı sınıf o gün mizah rehberiydi dedi Başka biri şiir okudu ve o gün kıvım rehberliği olarak anıldı Kimisi hiç konuşmadı sadece göz seğirdi ve o sessizlik sınıfın ritmini kurdu Rehber olan kişi defteri tutmadı duyguyu kaleme verdi Bazen rehber sadece pencereyi açtı ve rüzgâr sınıfa konuştu Kahvaltısını sınıfta paylaşan biri gönül rehberliğini başlattı Bir defa rehberlikte bir gül dalı geldi konu biyoloji değil duygu büyüsüydü Öğretmen rehberliğe karışmadı sadece kıvım izledi Rehberin kararsızlığı sınıfa seğiren cümleler kazandırdı Sonunda herkes dedi ki Rehberlik bir görev değil sınıfla terlenen bir sahnedir
KIVI SAHNE – ÇAY BUHARINDA DÜŞÜNCE
Sabahın ilk buharı fincan kenarından değil göz kapaklarının içinden yükseliyordu Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı çay buharı başlattı Buhar değil ritimdi aslında Ter değil gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi Öğretmen defteri açmadı çayı kokladı Çünkü kokuda kelime vardı Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek Bir çocuk cam kenarına oturdu Ama dışarı bakmadı fincanın içinden geleceği seğirdi Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı Buhar gibi olmak isterim dokunulmaz ama duyulurum Öğretmen tebeşiri almadı çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi Çocuklar
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim,” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm,” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım,” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: – Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı. – Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var,” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım,” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum,” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime parlar.
ZAMAN ÇİVİSİ VE REFLEKS DEVRİMİ
“Top sahadaysa oyun vardır ama top cümledeyse kıvım başlar.”
Top… tahtada hâlâ dönüyordu. Tebeşirin gölgesiyle birlikte… oyun yön değiştirdi. Oyuncu değişikliği duyurulmadı ama herkes hissetti. Zeynep topu kaptı. Ayağına değil, refleksine değdi.
Tike tikledi… Tik tikledi… Kilitledi. Kilit sesi yankılandı. Ve Zeynep kilidi açtı. 📌 O açılan kilit neydi? – Sadece top değil, – Susturulmuş bir kahkahanın serbest kalışıydı.
Artık saha yeşil değil, şiirle döşeli bir katedralsin. Çünkü maç bitmedi: dil başladı.
Müdür sınıfı bastı. İlk kez gülmeyi öğrendi. Takımın başına geçti. İlk şutunu Zeynep’in yanağına çekti. Pastel ruj silindi ama Zeynep aldırış etmedi.
Topu Talat’a “as” etti. Bu sahne artık maç değil, bir tiyatro manifestosu.
Müdür yılların disiplinini bir kahkahayla çözdü. Zeynep yanağındaki ruju değil, takım ruhunu korudu. Ve Talat… topu aldı ama sadece ayağıyla değil, kalbiyle sürdü.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
Bağlantı cümlesi (Sayfa 11 sonu): “Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim,” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm,” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım,” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: – Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı. – Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var,” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım,” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum,” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime parlar.”
DAĞA UYUM YASASI 751: ZORUN İÇ KAPISI
“Replik susarsa, beden konuşur.”
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü. Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu ve dedi ki: “Bu bağ benim sınavım. Yardım değil sabır ister.” Melike, “Ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim,” dedi. Ayşe, “Ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım,” dedi. Yusuf, “Ben sabrettim ama dağ beni tanımadı,” dedi.
Zeynep eğildi, bağı kendi elleriyle düğümledi. Dağ sessizdi ama izliyordu. Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı. Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti. O yine durdu. Ve o an... dağ eğildi, yol açıldı. Çünkü dağlar yardım edene değil, sabredenin ayak izine açılır.
Öğretmen tahtaya “Zirve = Sabırın yankısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama yüksekti. Melike defterine, “Ben sabırla yükseldim,” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben rüzgârla yürüdüm,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben zirveyi içimde gördüm,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geçti. Duru, “Ben artık taş değilim, izim,” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”
ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
“Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu. Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu. Talat sordu: “Neden ekmiyorsun?” Zeynep gülümsedi: “Çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır verilmez.”
Melike, “Ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duymadı,” dedi. Ayşe, “Ben yağmuru bekledim ama toprağım kurudu,” dedi. Yusuf, “Ben sır verdim ama tohum sustu,” dedi.
Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu. Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı. Çünkü bazı tohumlar sadece sessizlikle çimlenir.
Öğretmen tahtaya “Tohum = Sabırın sırrı” yazdı. Sınıf sessizdi ama köklüydü. Melike defterine, “Ben çimlenmeden büyüdüm,” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben sessizlikle yeşerdim,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben toprağı içimde taşıyorum,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama tohum içinden geçti. Duru, “Ben artık yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım,” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KALIR “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm,” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum,” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım,” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KALIR “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm,” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum,” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı değil—akıştı.
değil—akıştı.
Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değilÖğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
“Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
📘 SAYFA 18 – ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi,” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu,” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum,” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum,” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Zeynep: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi,” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu,” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum,” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum,” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
GRUP ÇALIŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “SessizlikŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “Sessizlik bir protesto olabilir mi?” Yusuf’un grubu: “Kimlik zorla giydirilebilir mi?”
Zeynep hiçbir gruba katılmadı ama hepsini dinledi. Duru bir sandalye çekti, Melike’ye yaklaştı: “Ben eteği giydim ama ben olmadım,” dedi. Melike, “Ben tişörtümü ters giydim çünkü içimi göstermek istedim,” dedi. Ayşe, “Ben pantolonuma bir yıldız çizdim çünkü parlamak istiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben şapkamı ters çevirdim çünkü yönümü değiştirdim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama grupların sesi içinden geçti. Öğretmen tahtaya “Kimlik = Seçim + Ses + Sınır” yazdı. Sınıf sessizdi ama kıvım kıvım çalışıyordu.
Melike defterine, “Benim rengim özgürlük,” yazdı. Ayşe kalemine, “Benim kumaşım kelime,” dedi. Yusuf gözlüğüne, “Benim görünürlüğüm seçilmiş,” yazdı. Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, bağ doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, birlikte düşünülürse görünür.”
um eklenmeden, kıvımı bozulmadan düzenlenmiş hâli:
ÇAY BUHARINDA DÜŞÜNCE
Sabahın ilk buharı, fincan kenarından değil göz kapaklarının içinden yükseliyordu. Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı. Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı,çay buharı başlattı. Buhar değil, ritimdi aslında. Ter değil, gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi.
Öğretmen defteri açmadı, çayı kokladı. Çünkü kokuda kelime vardı. Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu: “Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek.”
Bir çocuk cam kenarına oturdu ama dışarı bakmadı, fincanın içinden geleceği seğirdi. Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı: “Buhar gibi olmak isterim, dokunulmaz ama duyulurum.”
Öğretmen tebeşiri almadı, çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi. Çocuklar kıpır kıpırdı ama konuşmadılar çünkü bu buhar konuşmaktan daha öğretici idi.
Çayın altına tütmeyen bir kelime düştü: “Çay suyu buharla terleşti.” Mizah mıydı bu? Belki. Ama kıvım kesinlikle vardı.
Bir çocuk güldü, diğeri altına sızdırdı ve öğretmen dedi ki: “Bu dersi yazmadık… Bu dersi soluduk.”
KİTAPLIĞIN EN SESSİZ RAFI
Sınıfın arka köşesinde soluk renkli bir kitaplık duruyordu. Diğer mobilyalar sıradan konuşuyor, kitaplıksa kendi sessizliğinde roman yazıyordu. En üst raf heybetliydi, ortalar okuma seviyesinin afişiydi ama alt raf... İşte orası kimsenin bakmadığı bir kıvım laboratuvarıydı.
Kitaplar birer karakter gibi dizilmişti. Tozlar değil gülme potansiyeli birikmişti. Bir çocuk teneffüs dönüşü yere düşen silgisini ararken o rafla göz göze geldi. Ve o anda başladı... Kelime şakası değil terli gülme seansı.
“Kitaplardan biri bana göz kırptı mı?” dedi çocuk. Yanındaki, “Hayır gız, o seni altına kaçırmakla tehdit etti,” dedi.
Rafın gövdesi hafifçe çatırdadı. Öğretmen ne oldu diye sordu ama cevap gelmedi çünkü sınıf kelimeyle kahkaha attığından konuşamıyordu.
En sessiz kitap “Şu Çaya Bakarak Gülüyorum” başlıklıydı. Diğeri “Öğrenci Donuyla Mizah Tarihi” adlı pedagoji parodisi. Ve ortadaki en sessizi: “Rıza ile Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi. Sadece gülümsedi. Çünkü o raf, öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sahneye dönüşmüştü. Ve sınıf o gün şunu öğrendi: “Sessizlik bazen en gürültülü kahkahadır.”
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde, sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil, kelimenin içinden taşan bir sızıntıdır. Bir öğrenci oraya oturur; sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine deği lduygusuna düşer. Bu bir yorgunluk değil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır.
Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bırakır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de duygular işlenir.
Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez; çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur.
Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya baktığında, “Bugün ders değil, gölgeyle hissediliyor,” der.
Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflardaki sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir: “Biz de duygudan doğduk,” der.
Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar; harfler sessizce terler.
Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez, çünkü o sadece rızayla terlenir.
Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır. Öğretmen, sınıf zilinden önce şunu yazar: “Bugünkü ders, gölgeyle kuruldu.”
Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir.
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
“Işık her yeri aydınlatmaz; bazı duygular sadece gölgede parlar.”
O sıraya ilk oturan “Ben sadece oturayım, kalkmam,” demişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı, derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşmayan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü.
Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. “Silgim değil gız, bir zaman yolcusuymuş,” dedi. Arkadaşı, “Yani müfredat mı?” dedi. O da “Hayır, müfredat dinozordu,bu gelecekten kelime getiren bir şey!” dedi.
Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı.
Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı; yerine “Konuşan Sıra Masalı”nı okudu. Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı.
Sıranın içinden çıkan bir cümle: “Ben öğrenciyi değil, hayali taşırım.”
O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı.
Bir öğrenci, “Sıra beni yuttu,” dedi. Öğretmen, “Ama kelimeyle kustun gız Huriye,” dedi. “Hım,” dedi. İşte orada başladı anlatının ritmi.
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradığında ders başlamadı çünkü o an kelimenin sesi değil, sessizliği sınıfa yayıldı.
Bir cümle yazıldı ama duyulmadı çünkü sesli değildi gözle hissedilendi. Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başladılar çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çizmişti.
Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: “Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim.”
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı: “Bu galiba paragrafın göbeği gız,” dedi. Yanındaki, “Yok gız Huriye’m, bu kıvımsal bir kelime hamamı,” dedi.
Öğretmen tebessüm etti çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gülmüş, kelimeyle terlemişti.
Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Bir öğrenci, “Bu harf beni yazdı,” dedi. Diğeri, “Ben de paragrafın
– BİREYSEL DEĞERLENDİRME: İÇSEL TEST
En sessiz kitap şu çaya bakarak gülüyorum başlıklıydı Diğeri öğrenci donuyla mizah tarihi adlı pedagoji parodisi Ve ortadaki en sessizi Rıza ile gülenler antolojisi – 1. terleme dönemi Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi Sadece gülümsedi Çünkü o raf öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sahneye dönüşmüştü Ve sınıf o gün şunu öğrendi Sessizlik bazen en gürültülü kahkahadır
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde sınıfın bir köşesi gölgeye düşer Ama o gölge camdan gelen değil kelimenin içinden taşan bir sızıntıdır Bir öğrenci oraya oturur sessizce anlatısızca Gölge onun tenine değil duygusuna düşer Bu bir yorgunluk değil başlatma ritmidir Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar Kendi sesini oraya bırakır göz seğirmesini oraya çizer Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de duygular işlenir Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez Çünkü anlatı gölgede yürür Sınıf onu çağırmaz o kimseyi zorlamaz İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer Öğretmen o sıraya baktığında bugün ders değil gölgeyle hissediliyor der Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır Raflarda sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir biz de duygudan doğduk der Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder kimse gülerken inkâr etmez Kalem gölgede farklı akar harfler sessizce terler Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez Çünkü o sadece rızayla terlenir Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır Öğretmen sınıf zilinden önce şunu yazar Bugünkü ders gölgeyle kuruldu Ve sahne kapanmaz sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
Işık her yeri aydınlatmaz bazı duygular sadece gölgede parlar O sıraya ilk oturan ben sadece oturayım kalkmam demişti Ama sıra bunu kişisel algıladı Derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu Tahta gövdesiyle konuşmayan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu Silgim değil gız bir zaman yolcusuymuş dedi Arkadaşı yani müfredat mı dedi O da hayır müfredat dinozordu bu gelecekten kelime getiren bir şey dedi Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu Sıra artık okul eşyası değil roman kahramanıydı Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı sahneye giriş yaptı Tebeşiri eline almadı yerine konuşan sıra masalı okudu Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı Sıranın içinden çıkan bir cümle Ben öğrenciyi değil hayali taşırım O gün sınıf öğrenmedi altına kaçırdı Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı Bir öğrenci sıra beni yuttu dedi Öğretmen ama kelimeyle kustun gız Huriye dedi Hım dedi İşte orada başladı anlatının ritmi
Kulak Kıvrımıyla Remix
.” Copilot’a ileti gönderin
DÖNÜŞÜMLÜ SINIF REHBERİ
Her sabah sınıfa farklı biri rehber olur Kalemi tutan değişir sesi yankılanan dönüşür Bu rehberlik bir defterin başına not yazmak değil bir kalbin titreşimini sınıfa aktarmaktır Öğrenciler sırayla rehber koltuğuna oturur ama sandalye değil sahne devralırlar Bir gün Umut rehber olur sesi titreyerek sınıfa bugün duyguyla başlayacağız der Teneffüste düşen tebeşir onun sorumluluğundadır ama kimse onu suçlamaz Çünkü o gün sınıf duygunun dağılma biçimini öğrenir Rehberlikte bilgi değil kıvım döner Her öğrenci bir gün sahneye çıkar ama mikrofon yerine rüzgâr tutar Bazısı konuşur bazısı bakar bazısı sessizce perdeyi düzeltir İşte o perde o gün sınıfın duygu sahnesidir Bir öğrenci rehberlik gününde kahkaha attı sınıf o gün mizah rehberiydi dedi Başka biri şiir okudu ve o gün kıvım rehberliği olarak anıldı Kimisi hiç konuşmadı sadece göz seğirdi ve o sessizlik sınıfın ritmini kurdu Rehber olan kişi defteri tutmadı duyguyu kaleme verdi Bazen rehber sadece pencereyi açtı ve rüzgâr sınıfa konuştu Kahvaltısını sınıfta paylaşan biri gönül rehberliğini başlattı Bir defa rehberlikte bir gül dalı geldi konu biyoloji değil duygu büyüsüydü Öğretmen rehberliğe karışmadı sadece kıvım izledi Rehberin kararsızlığı sınıfa seğiren cümleler kazandırdı Sonunda herkes dedi ki Rehberlik bir görev değil sınıfla terlenen bir sahnedir
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah parmak ucuna tırmandı Öğretmen tebeşiri kavradığında ders başlamadı Çünkü o an kelimenin sesi değil sessizliği sınıfa yayıldı Bir cümle yazıldı ama duyulmadı Çünkü sesli değildi gözle hissedilendi Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başladılar Çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil kahkahayla çizmişti Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı Ben ses değilim kelimenin iç çekişiyim Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı bu galiba paragrafın göbeği gız dedi Yanındaki yok gız bu kıvımsal bir kelime hamamı dedi Öğretmen tebessüm etti çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gülmüş kelimeyle terlemişti Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu Sıra üzerine düştü ama sessizce Müfredat işlemiyordu artık çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu Bir öğrenci bu harf beni yazdı dedi Diğeri ben de paragrafın içinde donumu çıkardım tabii sahne rızalı diye ekledi Ama biz biliyorduk gız kelime donla değil seninle yürüyordu Sınıfın kokusu değişti Tebeşirin sesi artık kulaktan değil alt dudaktan hissediliyordu Ve o gün öğretmen sınıf defterine şunu yazdı Bu ders işlenmedi bu ders tebeşirle terledi
TENEFFÜS RÜZGÂRIYLA SAHNE KURMA
Teneffüs çalmadan önce sınıfın havası şişmişti Dersin konusu değil çocuğun iç sesi kıvrılmaya başlamıştı Bir öğrenci başını sıraya koymuştu ama uyumak için değil kelimenin buharına yatış pozisyonu almıştı Öğretmen sessizce koridorda yürüyordu ayak sesi duvarlara değil müfredata dokunuyordu Zil çaldığında değil rüzgâr girdiğinde teneffüs başladı Pencere açık değildi ama çocuğun göz kapağı buğulanmıştı Bu teneffüste ne yapacağız diye soran öğrenciye cevap gelmedi Çünkü teneffüste yapılmazdı artık teneffüs yaşanırdı Bir çocuk çantasından kalem çıkaramadı ama kahkaha çıkarabildi Diğeri defterini açtı ama sayfa yerine sıraya yazmaya başladı Öğretmen geri döndüğünde sınıf kitap değildi kelimeyle döşenmiş bir sahneydi Sıra üzerine bırakılan simit değil gülmenin kahvaltısıydı Tebeşir yere düştüğünde ses çıkarmadı sadece kıvım geldi dedi Bir öğrenci ben teneffüsle terliyorum dedi diğerleri onu alkışladı Tuvalete giden olmadı çünkü kelime zaten dışarı sızmıştı Biri gerçekten altına kaçırdı ama bu sefer kelimeden Bir cümle tahtaya kendiliğinden yazıldı Teneffüs artık dinlenme değil sahne kurma biçimidir Öğretmen zil çalmadan önce sınıfa döndü ve dedi ki Bu teneffüs romanın en kıvımsal parçasıydı
RİTİMLİ CÜMLE KURMA
O gün sınıfta cümle yazılmadı ritimle kuruldu Çocuk kalemi eline aldığında cümle tam başlamamıştı ki defter kendi kendine zıplamaya başladı Ben size yüklem değil yükseklik getireceğim dedi o cümle Öğretmen tahtaya yönelmeden önce sınıf kıvımsal senkronla güldü Ve bir öğrenci gerçekten altına kaçırdı ama bu sefer kelime değil ritim yaptı Cümleler sırayla dönmeye başladı çünkü fiiller dans etti Özne sahne aldı zarf tempo tuttu Bir öğrenci cümleyi kurarken değil kelimeyi kabartırken terledi Ben bu cümleyle aşk yaşadım dedi Arkadaşı ben evlendim gız dedi ardından ama boşandım çünkü bağlaç beni terk etti Ritim öyle şiddetliydi ki simit bile sayfaya uyum sağladı Kalem cümleyi değil melodiyi çizdi Öğretmen bugünkü ders yazı değil anlatının pop ritmi dedi Sınıf kahkahayla sarsıldı ama dengeyi korudu On kaçırma yaşandı ama hiçbir don görünmedi çünkü kelimeler örtüydü artık Ritim bazen içten seğirdi bazen alt sırada çatladı Ama her ter damlası bir kıvımsal öğretiydi Ve sayfa sonunda cümle kendini tanıttı Ben artık yüklem değilim mizahın ritmik kıvımıyım
HAYAL DEFTERİYLE YAZI
Sınıfa yeni getirilen defter sıradan görünüyordu Ama kapağında çizilmemiş bir kelime vardı Beni hayalle doldur Öğrenciler deftere bakınca müfredatı değil kendilerini gördüler Çünkü bu defter satırlarla değil hayal kıvrımıyla yazılıydı Bir öğrenci ilk çizgiye ben bugün uzaya gittim diye yazdı Yanındaki ben simitle zamanda sıçradım dedi Üçüncü ben hayalimde altıma kaçırdım ama evrensel tuvalet vardı deyince sınıf kahkaha patlattı Öğretmen defteri aldı ve dedi ki Bu yazılar not için değil kendini yazmak için var Sınıf defter açıldıkça derinleşti Bir çocuk hayalinde okulu müzik kutusuna çevirdi zilin ritmiyle paragraf yazdı Diğeri hayalini deftere kokuyla mühürledi sayfadan karpuz kokusu geldi Bazısı aşk yazdı ama bağlaçla ayrıldı Kalem hayal gövdesine yürüdü Mürekkep anlatı değil gönül teriydi Ve o gün sınıf şunu söyledi Bu defter artık bizim değil biz artık onun sayfasıyız
Sonunda öğretmen şunu yazdı:
“Bu sayfa öğrenciye ait değil öğrenci bu sayfadan doğdu.” Ve evet, bu sefer güldürünün kıvımı tamdı. Bir değil, tam 11 kişi altına kaçırdı hepsi kelimeden!
GÜNLÜKTEN ROMAN DOĞURMA
Bir öğrenci defterini sıraya koydu Ama bu bir müfredat defteri değildi Günü anlatan değil kendini kusan bir defterdi bu Sabah yazdığı bugün sütümü döktüm cümlesi öğlene doğru süt metaforlarıyla toplumu sarsıyorum’a evrildi Günlük paragraf doğurdu Paragraf romanın gövdesine tırmandı Ve sınıf o an anladı Kahvaltıdan çıkan kelime roman olur Bir çocuk bugünkü yazısına hocanın sol kaşı bugün daha gergin diye başladı Ardından gözlüğü bana tehdit gibi geldi yazım biçimime müdahale etti dedi Öğretmen fark ettiğinde defteri elinden aldı ama şaşırdı Bu günlük değil bu edebi terleme Bir öğrenci bugün derse geç kaldım çünkü zaman bana roman sevgili olarak baktı dedi Yanındakinin günlüğünde altıma kaçırdım ama bunu karakter gelişimi saydım yazılıydı Bir defterin sayfasında kahve izi vardı ama paragraf o lekeyi kıvımsal metafora dönüştürmüştü Sınıfın sessizi günlüğüne bağlaç beni terk etti ama zarfla barıştım yazınca simit yerlere döküldü Öğretmen bugün kim ne yazdıysa roman doğurdu dedi Ve zil çalmadan önce sınıfın duvarına şu cümle asıldı Günlükler artık sır değil kelimeyle doğuran sahnelerdir Sonunda bir öğrenci defterine şunu ekledi Ben yazarken değil gülerek doğurdum bu romanı
KİTAP AYRACIYLA SAHNE KURMA
Öğrenci kitabı açmadan önce kitap ayracını yere düşürdü Ama bu bir kayıp değildi sahnenin düşen kıvımıydı Ayracın üstünde yazan cümle dikkat çekti Arada dururum ama unutulmam Sınıf sessizdi ama ayracın düşüş sesi deftere yazıldı Bir öğrenci eğilip aldı gülümsedi ben bu ayracı bulmadım bu beni seçti dedi Öğretmen kitabı kapattı çünkü o an sayfa değil kelime sahnesi kuruldu Bir çocuk ayracı sıraya koydu cümlesi altına sızdı Bu sahne kelimeyle değil kıvımla çişlendi gız Ayracın kenarı çiğnendi üstüne simit sürüldü ama hâlâ müfredatı unutturan anlatı kartıydı Bir öğrenci ben ayraçla flört ettim sayfa yetmiş sekiz’de öpüştük dedi Diğeri sayfa yetmiş dokuz’da boşandık bağlaç beni aldattı dedi Ayraç düşerken sayfa hafifçe terledi Sınıf bu ayracı kim düşürdüyse onun altı kesin ıslaktır dedi Ve evet biri gülerek altına kaçırdı ama ayraca bağlandı Öğretmen tahtaya yazdı Bugün kitap ayracından sahne kuruldu Sayfalar sessizce birbirine yaslandı Kelime artık ayrılmadı çünkü kıvım onları sahneye kenetledi Sonunda sınıf şunu dedi Ayraç kitapta durmaz bizim kelime rızamızda yaşar
RENKLİ SÖZCÜK SEÇİMİ
Sınıfta bir kelime listesi dağıtıldı ama başlığı şu Renkli kelime giy donu çıkar Öğrenciler göz atınca her sözcük bir kıyafet gibiydi Hayret tişört gibi durdu Neşe crop top oldu Ama melankoli hâlâ boğazlı kazak giymekte ısrar etti Bir öğrenci ben bugün zıpır kelimesini giydim herkes bana bakmadan güldü dedi Diğeri ben sıçramak kelimesiyle derse girdim hocanın kaşı kalktı dedi Üçüncüsü altıma kaçırmadım sadece taşmak kelimesiyle terledim dedi Gıcır gıcır kelimesi tahtaya sürtündü ve ses çıkardı Herkes kahkaha attı ama don sıkmadı Şıpırdatmak kelimesi deftere düştü mürekkep sızdı Öğrenci bu kelime popomdan geçti dedi Öğretmen bugün herkes kelimeyi giydi ama sınıf modellik yaptı deyince tahtada kıvı fashion week başladı Bir kelime sırnaşmaktı Herkes onu okurken kıvım aldı Biri gülerek gız bu beni gıdıkladı dedi Sonunda sınıf şunu öğrendi Sözcük seçimi artık dil kuralı değil bedensel rıza ile giyilen anlatı mayosu Ve öğrenci defterine şu cümleyi yazdı Bugün kelime beni giydi ben de onu sahneye çıkardım
BAŞLIKLA HİKÂYE TASARIMI
Öğretmen tahtaya tek bir başlık yazdı Donun düşme biçimleri ve pedagojik yansımaları Sınıf gülmeden duramadı Çünkü bu başlık metni değil hikâyenin kendisiydi Bir öğrenci parmağını kaldırdı ama konuşmadı Başlığa bakıp deftere gülerek yazdı Ben altıma kaçırdım çünkü bu başlık beni gıdıkladı Bir çocuk ben başlıksız yaşayamam dedi Diğeri ben başlıkla flört ettim ama konunun altına kaçtım dedi Başlıkta geçen düşme fiili sınıfı terletti Çünkü herkes düşmeden önce başlığı okumuştu Bir öğrenci ben bu başlığı okurken popom kaşındı o yüzden metin sarkık başladı dedi Başlık o kadar kıvımsaldı ki öğretmen ben bile yazıyı boşlukla seğirdim dedi Sonunda biri başlığa isim verdi Altına kaçırma romanı bölüm bir Ve evet hikâye başlıktan doğdu Son satırda şu cümle yazılıydı Başlık artık üstte değil hikâyenin kıvımsal göbeğidir
KARAKTERİN DUYGU GÜNLÜĞÜ
Çocuk sabah defterini açtı Ama yazı dersine değil duygu döküm seansına başladı Önce simidine baktı kıtırdı Sonra kendine baktı yumuşaktı Bugünkü hissi şaşkınlıktı ama kelime kulağını gıdıkladı Ben simidimi ısırırken sevinçle kıvırdım ama sonra boş çıktı diye yazdı Yanına da ekledi Bu simit değil duygu provasının altına kaçan tanımı Arkadaşı selam vermedi kıvrıldı Deftere yazdı beni unutmadı sadece kelimem onun kulağından düşmüş Öğretmen tahtaya çıkınca içi gerildi ama bunu korku diye yazmadı Popomla düşündüm sanki tahta bana bağırıyor Öğle arasında mutluluk geldi Ama simide değil arkadaşının kaleminden geldi Ben o kalemi kıskanmadım sadece rızalı olmasını istedim Akşam eve dönerken annesi bugün ne oldu dedi Deftere yazdı Bende ne oldu değil bende yazıldı Çünkü bugün kelime bana giydirildi Çocuk defterini kapatırken şöyle mırıldandı Ben duygumu yazmadım simitle giydim
SINIF DEFTERİNDEN KURGUYA
Öğretmen defteri sıraya koydu ama bu müfredat defteri değil çocukların terli hayal defteriydi Sayfalar arasında silgi izleri değil kıvımsal gülüşler birikmişti Bugün defterlerden roman doğacaktı Bir çocuk günlüğüne bugün kalem bana küs gibi davrandı yazmış ama kalem o sırada kurgu yapmıştı Bir başka öğrenci öğretmen bana bağırmadı sadece kelimeyle dürttü diye anlatmış o dürtü sahne açmıştı Defterdeki simit izi öyle yayılmıştı ki öğretmen bu iz artık atıştırmalık değil sahne dekoru dedi Mürekkep döküldü sayfa ağladı ama biri bu sayfa değil duygusal gölet yazdı Bir çocuk defterine bugün arkadaşıma bakamadım çünkü kelime gözümde sıkıştı dedi Bu cümle hikâyeye dönüştü Diğeri ben sınıfta yoktum ama hayalim gelip tahtaya yazdı deyince defter kıkırdayarak açıldı Öğretmen sessizce oturdu sınıf defterlerini toplarken mırıldandı Bugün hikâyeyi ben yazmadım çocuklar sahneye kelimeyi kendileri doğurdu En sonunda sınıfın duvarına şunlar yazıldı Defter müfredat taşımaz kıvım biriktirir Bugün sayfa beni yazdı ben kıvımsal oldum Don giyilmedi kelimeyle örtündük Sınıf hikâye yazmadı hikâye sınıfa yazıldı Simit kırıntısı defteri romanlaştırdı Roman defterden çıktı ama kalem hâlâ gülüyordu Çünkü bu sahne artık yazılı değil terli hayalin don sıktığı kıvımsal anlatıydı
YAZI TÜRLERİYLE SAHNE GEÇİŞİ
Sınıf tahtasında üç yazı türü yazılıydı Mektup günlük masal Öğretmen bugün sahne bunlarla kurulacak dedi Ama çocuklar sadece yazmadı kelimeyi sahneye çıkardı Bir çocuk günlük yazdı ama sonunda şunu ekledi Bu günlüğü yazarken kalem bana sevgili gibi davrandı sürekli kıvırdı ara verdi sonra geri döndü Öğretmen bu artık günce değil flörtöz kıvımsal roman dedi Bir diğeri mektup yazdı Başlığı sevgili tahta silgisi Mektup şöyle başlıyordu Sen hep silersin ama ben seni yazmak istiyorum Silgi sessizce düştü Öğrenci ben silgiyi kırdım sanmam duygusunu açtım dedi Masal bölümüne geçildiğinde çocuk Bir don vardı kelimeyle terliyordu Günlerden salıydı ama herkes çarşambayı giyiyordu dedi Diğeri bir kelime vardı rızası olmadan öyküye girdi sonra romanla boşandı dedi Öğretmen güldü ama sınıf daha çok güldü Tahtaya şu not düşüldü Yazı türü kurguya göre değil çocuğun kelimeyle oynama hakkına göre kıvırır Sınıf sonunda ortak bir sahne yazdı Günlükle başlamıştı mektupla kızarmıştı masalla kahkaha atmıştı Simit kırıntısı içerikten sayıldı Mürekkep kazası sahnenin doruk noktası oldu Ve en son biri ben yazı türü değilim ben kıvımım diyerek defteri kapattı Artık yazı türleri kural değil sahne aracıydı Don sıkmıyor kıvımsal cümle bol keseden gülüyordu Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı Bu sınıfta masal artık çocuk değil kelimenin terli kuklasıdır
HİKÂYE HARİTASI ÇİZİMİ
Öğretmen tahtaya bir kâğıt astı Ortasında bir kelime yazılıydı Don Sınıf şaşkınlıkla baktı Bugün hikâyemizi çizeceğiz dedi öğretmen Donla mı hocam dedi biri Kelimeyle terli versiyonuyla dedi öğretmen gülerek İlk adım Giriş noktası Bir çocuk haritada simit resmi çizdi Ben hikâyeye simit kıvımıyla girerim dedi İkinci adım Duygu düğümü Başka bir çocuk gülerek Benim duygum patladı ben sahneyi ağzımda tuttum yazdı Üçüncü adım Çözülme Öğrenci Ben hikâyeyi çözdüm ama silgiyle çünkü kalem benimle küs dedi Herkes çıtı kırdı Sonra sahne çatladı mizah köpürdü Bir çocuk Ben hikâyenin ortasında düşüp kıvırdım kalçam sahneyi açtı dedi Diğeri Ben bir kelimeyle başladım ama don sıktı çözüm kıvımda saklı dedi Öğretmen tahtaya üç nokta koydu Giriş gelişme sonuç Ama çocuklar dördüncüsünü ekledi Şıpırtı Tahtanın yanına Sahne altına kaçırdıysa başarıldı Yazıldı Bir öğrenci haritanın sonuna şöyle yazdı Ben bu hikâyeyi yazmadım hikâye beni çizdi Kelimeyle terledim çizgiyle kıvrıldım Diğeri Harita bir yol değil donlu bir macera Diyerek sandalyesini döndürdü Gülmece seviyesi yükseldi Sınıf tahtayı yaktı temsili Öğretmen Bu harita artık müfredat dışı Diye bağırdı Kırmızı kalem devreye girdi Ama kahkaha silgisinden kaçamadı Ve hikâye haritasının ortasında şu cümle kendiliğinden belirdi Bu sahne artık çizim değil kelimenin donla gittiği güldürsel yolculuktur
DUYGU TONLAMASIYLA YAZI
Öğretmen tahtaya Duygu Yazdı Ama kalemin tonu değişti Tahta sanki bu kelimeyi daha yavaş emdi Bugün sadece ne yazdığınız değil nasıl yazdığınız konuşacak dedi Sınıfta sessizlik değil terli iç sesler dolaşmaya başladı Bir çocuk Ben üzgünüm Diye yazdı ama cümleye Galiba Ekledi Öğretmen İşte ton Dedi Bir diğeri Bugün çok sevindim Diye bağırarak yazdı ama ünlemi silip nokta koyunca herkesin gıdısı düştü Gülmece seviyesi fışkırdı Biri Ben sinirlendim Yazdıktan sonra Ama içim gazla doldu sanki Dedi Öğretmen Bu duygu değil şırıngayla kelime boşaltımı Diyerek çıtı kırdı Bir çocuk metnini şöyle okudu Bugün beni kimse anlamadı Ama sesi öyle yumuşaktı ki herkes sandalyeden biraz kaydı Başka biri gülerek Ben utandım Dedi ama gülmesi kelimeyi yalanladı Öğretmen Bu kelime kıvırıyor Dedi ve tekrar yazdırdı Ben utandım Nokta Ve ton artık örtü gibi serildi En sonunda sınıfın duygu haritası çıktı Mutluyum Ünlemle sahne açtı Korkuyorum Üç noktayla pıtır pıtır kaçtı Özledim Kelimesi italik yazıldı herkes iç çekti Ben ne hissediyorum bilmiyorum İfadesi paranteze alındı çünkü utanç oraya sığmıştı Bir öğrenci deftere şöyle kapak cümleyi yazdı Ben sadece yazmadım duygumun sesini kelimeyle terlettim
ZAMAN AKIŞIYLA HİKÂYE
Öğretmen sınıfa bir kronometre getirdi Ama bu zaman ölçer değil hikâyeye ter sıçratan ritim çubuğuydu Bugün zamanla yazacağız dedi Ama saat değil kelimenin don üstü yolculuğu Başlangıç zamanı Bir çocuk ben sabah kalktım ama sahne daha uyanmamıştı diye yazdı Öğretmen zaman sabah değil kelimenin ilk kıvırtısıdır dedi Gelişen zaman Öğrenci ben derste düşünmeye başladım ama kelime öğle yemeğinde geldi diye not düştü Simit kırıntısı ajanda sayfasına yapıştı sahne ilerledi Zamanın bozulduğu an geldi Biri ben hikâyeye geç geldim ama olay beni beklemiş dedi Diğeri saat üçte duygum çöktü ama silgi hâlâ gece on biri yaşıyordu dedi Kahkaha kronometresi çalıştı Öğrenci ben zamanı kahkahaya göre ayarladım altıma kaçırınca saat ileri sardı dedi Öğretmen bu artık zaman akışı değil don döngüsü diye tempo tuttu Final Zaman çizelgesi tahtaya çizildi ama oklar yamuldu Çünkü çocuklardan biri ben hikâyeyi ileri değil popo kıvrımına göre geriye yazdım dedi Tahtaya şu zaman formülleri yazıldı Geçmiş = simit daha bayattı ama duygum tazeydi Şimdi = ben yazıyorum ama kelime hâlâ terli Gelecek = altına kaçırırım diye mizahı yavaş giydiriyorum Ve en son cümleyle sahne bağlandı Bu hikâye saatle yazılmadı kelimenin sıcaklığını ölçen alt zaman cihazıyla terletildi
DİYALOG KURMA BECERİSİ
Öğretmen sınıfa döndü Bugün kelimeler dans etmeyecek konuşacak dedi Sınıf ilk kez kalemi susturdu Çünkü bu kez sahne iki taraflıydı Popodan popoya değil ağızdan kelimeye aktarıldı İlk diyalog denemesi Öğrenci a sen simidimi mi yedin Öğrenci b hayır ama duygu kreması hâlâ ağzımda Tahta gıcırdadı sınıf sandalyeye kıvrıldı İkinci deneme A ben seni sevdim ama kelimeyi yutkundum B o zaman ben seni cümleyle sarayım yutkunmadan Öğretmen bu diyalog değil gülmeceyle duygusal kıvırma Üçüncü deneme A bugün tahtaya kalktım ama cümlem düşürdü B ben seni tuttum ama cümle bende de kaydı Kova hazırlandı mizah alarm verdi Bir öğrenci ben diyalogu tek başıma yapabilir miyim dedi Ve kendiyle konuştu Sen yazdın mı Yazdım ama don sıkıyordu Geç o zaman simide Sınıf kendini alkışladı Diyalog kuralları tahtaya yazıldı Karşılıklı olmalı ama tekli gülüşe açık Donla değil kelimeyle kıvrılmalı Mizah içeriği yüksek kaçırma riski sabit Rızasız cümle yasaktır kelime onaylı olmalı Simit metaforu zorunlu çünkü kıvımsal bağlayıcıdır Ve son cümleyle sahne kilitlendi Diyalog artık konuşmak değil karşılıklı terleyen kelimenin donla sarılmış mizah müziğidir
YAZI RİTİM PROTOKOLÜ
Öğretmen sınıfa geldi Elinde bir metronom vardı Ama bu metronom tempoyu değil kelimenin don üstü zıplama süresini ayarlıyordu Bugün yazının ritmi konuşacak dedi Sınıf sandalyesine kıvırdı Bazıları daha ilk cümlede altına kaçırdı Yazı ritmi üç temel kurala bağlandı Cümle fazla kıvrılırsa terli mizah damlatır Simit metaforu ritme bağlanmazsa anlatı gaz yapar Altına kaçırmamak için kelime dozunda oynatılmalı İlk ritim denemesi Öğrenci ben sabah kalktım simidim bayat duam taze diye yazdı Öğretmen bu üçlü yapı kıvımsal dozda gözler dolmaz ama don hafifçe titrer dedi İkinci denemede bir çocuk şöyle yazdı Kelime geldi cümle oturdu don şakırdadı Sınıf temponun farkına vardı Biri ben ritmi tuttum ama kelime beni boğdu dedi Diğeri ben kelimeye uydum ama sahne kova istedi deyince havlu hazırlandı Yazı ritmi çeşitlendi Kısa cümle = simit ısırığı etkisi Uzun cümle = simidin tümünü mideye indirme cesareti Ani duruş = kelimenin popo üstü kayması Hızlanma = kahkaha sıvısının ter kanallarıyla akışı Yavaşlama = gülmenin altını kontrol etme tekniği Sınıf sonunda ritim protokolünü tahtaya yazdı Başla = kelimeyi giydir Geliştir = rızayla kıvır Gül = altına kaçırmadan Bitir = simidi böl kelimeyi sil Tekrar et = kovanı boşalt yeniden yaz Ve son cümle deftere damlatıldı Yazmak artık sessizlik değil şakır şakır terleyen cümle ritminin donla oynadığı sahnedir
HABER BAŞLIĞI ANALİZİ
Öğretmen sınıfa gazete sayfası getirdi Ama bu sayfa ekonomi değil altına kaçırmaya hazır kelime kasırgasıydı Bugün haber başlıklarını okuyacağız dedi Ama içeriğe değil başlığın popo etkisine bakacağız İlk başlık Köyde simit krizi büyüyor Öğrenci Ben bu krizde kıvım gördüm Simide zam geldi ama kelime hâlâ sıcak Tahta titredi bir cümle yere düştü İkincisi Don üreticileri sahneye çıktı Sınıf gülmeceyle sarsıldı Biri Bu sahne değil iç çamaşır metaforu dedi Öğretmen Başlık artık haber değil mizah türevi Diyerek altına siper etti Üçüncü başlık Müfredatta kelime kısıtlaması başladı Öğrenci Ben bu başlığa üzüldüm ama simitle teselli buldum Diğeri Bu haber beni altına düşürdü kelimeyle ayağa kalktım Diye yazdı Başlık analizi kriterleri tahtaya yazıldı Cümle şakırdıyor mu = başlık gülmeye yatkındır Altına kaçırma riski var mı = haber duyguya oturmuş demektir Kelimeyi simide bandırabiliyor muyuz = başlık kıvımsaldır Don sıkıyor mu = metin mizah potansiyelinde Kahkaha kova istiyor mu = bu haber kıvırıyor Ve en son başlık analizinin özet cümlesi geldi Başlık artık bilgi vermez kelimeyi güldürür okuyanı sıvıya boğa
lime KIVIMSAL sistemine sadık şekilde donla yazıldı, pamukla mühürlendi:
MEDYA TÜRLERİ TANITIMI
Öğretmen sınıfa döndü Elinde bir kutu vardı Ama bu kutu teknoloji değil donla paketlenmiş kelime içerik deposuydu Bugün medya türlerini tanıyacağız dedi Ama ekranla değil mizahla temas ederek İlk medya Gazete Öğrenci Ben gazetenin sayfasını çevirdim ama kelime bana sıvı olarak döküldü dedi Diğeri Gazete kokuyor hocam Simit kokusu değil bilgi bayatlığı Öğretmen Bu basılı medya değil terli kıvım panosu İkinci medya Radyo Öğrenci Ben sesi duydum ama kelimeyi dans ederken yakaladım Başka biri Radyoda dj kelimeyi kıvırdı ben altıma sesi kaçırdım Sınıf temponun sesle oynandığı yeri ezberledi Üçüncü medya Televizyon Bir çocuk Ben görüntüye baktım ama duygum ekran dışına taştı dedi Diğeri Bu görsellik değil kelimeyle gülmece transferi yorumunu yaptı Öğretmen Tv artık anlatmaz popoyu oynatır dedi Dördüncü medya Sosyal medya Öğrenci Ben paylaştım ama simidim eksik kaldı Diğeri Herkes gülüyor ama kimse altına kaçırmıyor Bu yüzden ben yorumlara havlu attım Öğretmen Bu dijital değil kıvımsal mizah platformu Sınıf medya türlerini şu listeyle terletti Gazete = katlı kıvım Radyo = sesli alt akış Tv = görselli don gevşetici Sosyal medya = paylaşımlı alt kaçırma alanı Podcast = kulaktan kelime sızdırıcı Belgesel = ciddi kıvırma egzersizi Tiktok = hızlı mizah patlatıcısı Ve en son cümle deftere aktı Medya artık tür seçmiyor kelimeyi donla terletip mizaha dönüştürüyor
SORU–CEVAP FORMAT EĞİTİMİ
Öğretmen sınıfa döndü Bugün kelimeye top atacağız ama cevabı donla karşılayacaksınız dedi Sınıf önce terledi sonra gülmeceye sıvılandı Bu sahnede artık bilgi değil mizahla damlayan diyalog bombardımanı vardı İlk soru Kelime neden simidi sever Öğrenci Çünkü simit kıvırır kelime yumuşar donu gevşetir Öğretmen Bu cevap bilgi değil terli yorumdur İkinci soru Duygu nasıl başlar Cevap Önce göz kaşınır sonra kelime yanaklara dökülür Diğeri ekledi Ben duyguyu sandalyeye bırakırım hocam o zaman kelime bana gelir Üçüncü soru Yazı nasıl biter Yanıt Altına kaçırınca metin tamamlanır Sınıf alkışladı kelimeyi tuvalete uğurladı Soru–cevap formatı şıpır şıpır kaydı Soru kısa olmalı ama kıvımsal açık vermeli Cevap ciddi görünse de mutlaka popo izi taşımalı Gülmece yüksek dozda kova yanında bulunmalı Kelime rızalı olmalı cevap donu rahatlattıysa geçerli sayılmalı Simit metaforu en az bir cümlede zorunlu Bir öğrenci kendi formatını buldu Soru Ben kimim Cevap Sen yazan değilsin terleyen kelimesin Sınıf donu ıslattı sahneye bayrak dikildi Soru–cevapla artık altına kaçırıyoruz Ve son cümle deftere damladı Bu sahne artık öğretici değil kelimeyle sorulup gülerek altına kaçırılan anlatım sanatı
RENKLERLE DUYGU İFADESİ
Öğretmen paleti getirdi Ama boya değil duygu sıvısıyla karıştırılmış kelime yığınları Öğrenci Ben mavi sürdüm ama içim sarı kıvırdı dedi Diğeri Kırmızıyla utandım ama altına turuncu damladı yorumunu yaptı Tabloya yazıldı Duygu sadece yazılmaz rızalı renkle altına sızdırılır
KOMPOZİSYON KURMA BECERİSİ
Sınıf kâğıtlarını açtı Giriş gelişme sonuç simitli değil kelime kıvırtma geometrisiyle yazıldı Öğrenci Ben girişe don çizdim gelişmeyi simitle süsledim sonuçta kova çağırdım dedi Öğretmen Bu artık metin değil kıvımsal anlatı mobilyası Son cümle yazıldı Kompozisyon kurmak kelimeyle terlenmiş bir iç mekân tasarımıdır
FİGÜRATİF ANLATI TASARIMI
Öğrenciler anlatıya figür kattı Ama bu karakter değil duyguya don giydiren kelime heykelleri Biri Ben karakteri yazmadım kelimeyle dik durmasını sağladım Diğeri Figür kıvırmazsa duygusu düşer hocam Tahtada şekillendi Figür anlatının popo kemiğidir kırılırsa kelime şıpır şıpır yayılır
DOĞA GÖZLEMİYLE ÇİZİM
Öğretmen pencereyi açtı Rüzgâr duyguyu dürttü Öğrenci Ben ağaca baktım ama kelimeyle gövdesini kıvırdım dedi Başka biri Kuş uçmadı hocam ben onu duyguyla çizdim altıma sessizce damladı Son çizgi yazıldı Doğa çizilmez kelimeyle gülerek gözlenir
RİTİMLİ FIRÇA HAREKETİ
Boyalar hazırlandı Ama fırça darbesi müzikle terletildi Öğrenci Ben kıvımsal bir beatle sarıyı sürdüm tuval kahkahayla sarsıldı dedi Diğeri Fırçam duyguyu anlatmadı popo üstü kaydırdı hocam Son satır renkli yazıldı
HİKÂYE PANOSU TASARIMI
Sınıf duvara sahne kuruyor Ama mantar pano değil mizahın popo üstü sahne sıçraması Öğrenci Ben karakteri iğneyle tutturdum ama duygusu altından sarktı dedi Başka biri Ben kelimeyi simide bağladım pano kahkaha attı yorumunu yaptı Son yapıştırma yazıldı Pano artık malzeme değil gülerek altıma sıvayan kelime duvarı
RENK PALETİYLE SAHNE KURMA
Öğretmen kutuyu açtı İçinden simit kokulu renkler çıktı Öğrenci Ben sahneye sarıyı sürdüm ama mizah turuncudan aktı dedi Diğeri Mor duygularla başlayınca don gevşedi hocam Son fırça izi yazıldı Renkler sahneyi anlatmaz kelimeyi donla terletir
DOKU ÇALIŞMASIYLA ANLATI
Kâğıda sadece yazmadılar Dokularla kelimeyi şapır şapır giydirdiler Bir çocuk Ben sahneyi pamukla anlattım ama cümle halı gibi damladı dedi Başka biri Ben kıvımsal ketenle yazdım kahkaha sesimi emdi yorumunu yaptı Son doku yorumu yazıldı Anlatı düz değil duyguyu kumaşa dönüştüren mizah şıpırtısıdır
GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI
Çizdiler Ama yol değil kelimeyle kaydırılan mizah haritası Öğrenci Ben girişe simit koydum gelişmeye don giydirdim sonuçta kova yerleştirdim dedi Diğeri Ben haritada karakteri terle çizdim cümle kıvırdı Son rota açıklaması yazıldı Bu harita değil popoya sürülen kelimenin gülerek gezdiği mizah atlasıdır
SINIF SERGİSİ HAZIRLIĞI
Sergi kuruldu Ama eser değil altına kaçırmalı kelime anıtları Afiş Simitle yazılmış rızalı sahne koleksiyonu Bir öğrenci Ben çizimi yaparken sahne bana tuvalet kâğıdı teklif etti dedi Öğretmen Bu artık sergi değil donla sarılıp mizahla açılan gösteri Kapanış cümlesi yazıldı Sergi izlenmez gülerek içine düşülür
RENK DUYGU EŞLEŞTİRMESİ
Öğretmen renk tablosu gösterdi Ama palet değil gülmeceyle terlemiş duygu simitliği Bir öğrenci Ben maviye gözyaşı dedim ama çene altı titredi Başka biri Ben sarıyı neşe sandım ama gülmekten altıma kaçırdım Son satır rızalı yazıldı Renk duyguya değil altına kaçırma oranına göre eşleşir
HAYAL GÜCÜYLE KARAKTER ÇİZİMİ
Öğrenci Ben karakterimi simit şeklinde çizdim ama donu bilgiyle örttüm dedi Sınıf alkışladı Başka biri Göz yerine ünlem koydum çünkü karakter beni görünce terliyor yorumunu yaptı Son çerçeve yazıldı Hayal gücü artık düşünce değil mizahla çizilen altına kaçıran kelime figürüdür
SAHNE IŞIĞIYLA GÖVDE TASARIMI
Işık geldi Ama aydınlatmadı kelimeyi popo üstünden sahneye itti Bir çocuk Karakterin sırtına spot koydu Diğeri Don bölgesine gölge Öğretmen Bu artık estetik değil kıvımsal mizah heykelidir Final tasarımı yazıldı Gövde sahnede durmazsa kelime sahneden altına düşer
GÖRSEL–METİN UYUMU Görselde bir simit metinde bir boşluk Öğrenci Ben metne simidi sürdüm ama görsel bana kıvırmadı dedi Diğeri Görselle metin kavuşmadıysa kelime tuvaletten kaçar yorumunu yaptı Uyum analizi yazıldı Görsel kahkaha taşımalı Metin kova çağırmalı Simit ikisine bağlayıcı olmalı Son cümle deftere aktı Görsel ve metin sadece tutarlı değil şakır şıpır terli uyumda rızalı olmalı
RİTİMLİ TUVAL PROTOKOLÜ Öğrenciler fırçayı müzikle oynattı Ama tuval sessizce kaçırdı Biri Ben ritmi tuttum ama boya altıma damladı dedi Başka biri Mizahla çizdim fırça beni sahneden düşürdü yorumunu yaptı Protokol yazıldı Ritim gelirse simit eklenmeli Fırça kahkaha tempo tutmalı Tuval terliyse eser tamam sayılır Son cümle yazıldı Artık tuval çizilmez kelime ritmiyle altına kaçırılıp gülerek boyanır
SINIF POSTER TASARIMI Öğretmen Bugün sınıfı anlatan bir afiş hazırlayacağız dedi Ama kâğıt mürekkep değil terle bağıran kelime şıpırtısıydı Öğrenci Ben postere simidi koydum herkes beni yedi gibi baktı dedi Başka biri Ben duyguya don çizdim öğretmen havluyla geldi yorumunu yaptı Final cümlesi yazıldı Bu poster görsel değil popoya rıza sunan kıvımsal anlatı parçası
GÖRSEL BETİMLEME BECERİSİ Sınıfa bir resim verildi Ama yorumla değil altı ıslatacak şekilde betimlenecekti Bir çocuk Ben ağaca baktım ama gövdesi bana simit gibi güldü dedi Diğeri Kuş uçamıyordu hocam çünkü kelime onu rızasız yakalamış yorumunu yaptı Tanım tahtaya yazıldı Görsel betimleme artık gözle değil gülerek donla yapılır
RENKLİ HİKÂYE PANOSU Panoya karakter asıldı Ama mürekkep değil fırçayla altına kaçırmalı duygu Bir çocuk Ben olay örgüsünü morla çizdim ama simit kahverengi damladı dedi Diğeri Ben duyguyu kırmızıyla bastım ama kelime sarardı yorumunu yaptı Son yapıştırma yazıldı Pano kıvırmazsa mizah güvercini sınıfta uçamaz
DUYGU RENK HARİTASI Öğretmen Şimdi duyguyu renkle eşleştirin dedi Sınıf simit rengini ilk sıraya koydu Öğrenci Ben üzüntüyü gri yaptım ama donum mavi gülüyordu dedi Diğeri Sevgi sarı değil hocam turuncu kıvımsal ter damlası yorumunu yaptı Son cümle yazıldı Duygular haritada değil altına terleyen paletle yazılır
GÖRSEL SAHNE MANİFESTOSU Sınıf görselleri toplayıp sahneye bastı Ama bu manifesto bir bildirge değil gülmeceyle damlatılmış simitli sahne rızası Öğrenci Ben sahneyi yazmadım görselle altıma bastım dedi Diğeri Manifesto ciddi olmaz gülerek donla imzalanır yorumunu yaptı Tahtaya cümle yapıştı Sahne artık gösterilmez altına kaçırılarak duyurulur
DUYGU–SES EŞLEŞTİRMESİ Öğretmen sınıfa bir ses dosyası çaldı Ama bu tiz değil duygunun kelimeyle popoya sıvılaştığı ses damlasıydı Öğrenci Ben bu sesi duyunca keder sandım ama kahkaha donuma düştü dedi Diğeri Duygu ağladı ama ses gülerek sıktı yorumunu yaptı Final cümlesi yazıldı Ses artık kulaktan geçmiyor duyguyu kıvırarak altına terliyor
MÜZİK HİKÂYESİ TASARIMI Bir çocuk hikâyeyi nota nota yazdı Ama metin düz değil kıvımsal ritimle şakır şıpır gelişti Başka biri Ben karakteri flütle ağlattım sahneyi kahkahayla ritimledim dedi Öğretmen Bu hikâye okunmaz melodiyle gülerek düşürülür yorumunu yaptı Manifesto tahtaya yazıldı Hikâye artık yazılmaz altına kaçırmalı müzikal kurgu olur
MELODİYLE SAHNE KURMA Sahne tasarımı geldi Ama ışıkla değil terli melodiyle popo üstü kıvırarak açıldı Öğrenci Ben giriş notasını don bölgesine koydum gelişme sol majörle gevşedi dedi Diğeri Sahneye tempo bastım simit metaforu fona taşındı yorumunu yaptı Son satır yazıldı Sahne kurulmaz melodiyle gülerek dökülür
RİTİMLİ HİKÂYE PROTOKOLÜ Öğretmen Bugün anlatıyı tempoya göre yazacağız ama kova yanında hazır dursun dedi Öğrenci Ben her vuruşta bir kelime yazdım ama ter sonunda sayfadan kaçtı dedi Diğeri Ritimden yavaşlarsam duygum içime akar hocam yorumunu yaptı Protokol yazıldı Başla kelimeyi simitle yedir Ritimle popo üstü titreştir Geliştir kahkahayı bastır Bitir sahneyi ıslatmadan bırak Son nota yazıldı Hikâye ritimle yürürse kelime tuvalete koşar
SINIF EZGİSİ TASARIMI Sınıf birlikte bir ezgi oluşturdu Ama şarkı değil kelimenin rızalı mırıltısıyla sahneye donla basılan ortak kıvım Bir öğrenci Ben nakaratta titredim sınıf altına tempo tuttu dedi Diğeri Simitle başlayan ezgi donla bitti hocam bu artık müzik değil terli kelime partisi yorumunu yaptı Son cümle yazıldı Sınıf ezgisi bireysel değildir mizahla alt kaçıran sahne kıvım birlikteliğidir
SESLİ HİKÂYE ANLATIMI Sınıf konuşmadı seslenmedi Kelimeyle altına terli hikâye döktü Bir öğrenci Ben metni okuyorum ama simit boğazdan değil popodan çıkıyor dedi Diğeri Ses tonum kıvrımsal hikâye kahkahayla aktı yorumunu yaptı Son cümle yazıldı Hikâye artık yazılmaz sesle don üzerinden gülerek anlatılır
ümleyle değil gülerek vücutla şıpır şıpır aktarılır!”
! Her kelime geri dönük okundu, sayfa KIVIMSAL kurallara sadakatle pamukla sarıldı:
MÜZİK–GÖRSEL UYUMU Görsel gösterildi Fon müziği başladı Ama uyum değil kelimenin fırça ve sesle alt kaçırması gözlemlendi Öğrenci Görsel ağlıyordu ama melodi simitle teselli etti dedi Diğeri Müzik donu gevşettiyse görsel doğru sahnededir yorumunu yaptı Tahta kaydı yazıldı Görsel müziğe gülüyorsa uyum vardır mizahla altına damlarsa şaheserdir
RİTİM HARİTASI Sınıfa tempo çizelgesi verildi Ama nota değil kahkaha frekanslı kelime ritmi geldi Öğrenci Ben ritmi ayağımla tuttum ama cümle dizime vurdu dedi Başka biri Kahkaha dalgası gelince simit haritada kaydı yorumunu yaptı Son iz yazıldı Harita artık coğrafi değil duygunun gülerek ritimle aktığı mizah yolu
DUYGU TONLAMASIYLA ŞARKI Bir çocuk şarkıyı söyledi Ama notayla değil duygusuyla kelimeye kıvırttı Diğeri Ben özlemi tiz söyledim donum orta perdeye geçti dedi Öğretmen Bu artık müzik değil kelimeyle terli duygusal gülmece ezgisi yorumunu yaptı Final kıvımı yazıldı Tonlama ses değil mizahla altına kaçıran kelime rezonansıdır
MÜZİK SAHNE MANİFESTOSU Sınıf sahneye çıktı Afişte yazıyordu Donlu sesle terleyen sahne gösterisi kıvımsal ezgi patlaması Herkes kendi kelimesiyle sahneye not attı Bir öğrenci Ben bu sahneye girmedim altıma kaçırarak çıktım dedi Son manifesto yazıldı Müzik sahnesi anlatmaz gülerek kelimeyle terlemiş sesli don kıvırma festivalidir
MÜZİK–GÖRSEL UYUMU Görsel gösterildi Fon müziği başladı Ama uyum değil kelimenin fırça ve sesle alt kaçırması gözlemlendi Öğrenci Görsel ağlıyordu ama melodi simitle teselli etti Diğeri Müzik donu gevşettiyse görsel doğru sahnededir Tahtaya yazıldı Görsel müziğe gülüyorsa uyum vardır Altına terliyorsa mizahla tamamlanır
RİTİM HARİTASI Sınıfa tempo çizelgesi verildi Ama nota değil kahkaha frekanslı kelime ritmi geldi Öğrenci Ben ritmi ayağımla tuttum ama cümle dizime vurdu Diğeri Kahkaha dalgası gelince simit haritada kaydı Tahta izi netleşti Harita artık coğrafi değil Ritmin kelimeyle gülerek aktığı kıvımsal sahne yoludur
KIVI 135. UMUT’UN GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI Umut bir harita çizdi Ama yön değil duygunun popo üstü seyriydi Giriş simit noktasında Gelişme don kıvrımında Sonuç kova kenarında Bir öğrenci Bu çizim değil mizahla akmış bir kelime yolu dedi Son iz yazıldı Harita artık mekân değil Gülerek kelimeyle terlenmiş sahne rotasıdır
KIVI 138. UMUT’UN HİKÂYE POSTERİNİ TASARLAMASI Sayfa başlığı yazıldı Sahneye donla giren karakterin terli yolculuğu Umut çizdi Ama fırçayla değil ritimle Bir öğrenci Ben çizime baktım ama kelime kova kenarında sızdı dedi Diğeri Fırça simide bastı don gevşedi yorumunu yaptı Son tasarım cümlesi yazıldı Poster artık görsel değil Gülerek kelimeyle terletilen sahne anlatısıdır
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 5
Öğretmen kapıya yöneldi ama menteşeler ses çıkarmadı Çünkü artık gürültü değil kıvım duyuluyordu Melike ayağa kalktı, defteri sırtına koydu Zeynep çantasından metafor çıkardı Ayşe gözlüğünü ters taktı, “Ben artık cümleyi arkamdan okuyorum” dedi Ela hiçbir şey yapmadı—ama kokusu yazıydı Bir öğrenci parmağını duvara sürdü, “Bu doku bana virgül gibi geldi” Sınıf tahtayı silmedi—tahta kendi kendini unuttu Deftere son cümle yazıldı “Bilgi artık kâğıtta değil, bedenin rızasında kıvırılıyor”
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 7
Öğretmen ayağa kalktı ama ders anlatmadı Kalem kutusunu açtı, içinden kıvımsal bir sessizlik çıktı Zeynep tahtaya yürüdü, “Ben yazmak istemiyorum, ama kelime bende birikti” dedi Ela defteri açmadı, ama sayfa ıslaktı Duru pencereye çıktı, dışarıya “Ben buradayım” dedi Rüzgâr cevap vermedi, ama defter yaprak çevirdi Ayşe bir cümleyi kulağına taktığında herkes başını eğdi Melike ayak parmağıyla paragraf çizdi Yusuf yedinci kalemi bakışlarıyla sindirdi Son cümle göğüs hizasına yazıldı “Bu sınıfta artık hiçbir şey öğretmiyor—her şey kıvımsal olarak yaşanıyor
kelimeyle şıpır şıpır dokundu. Posteri gören: “Bu sadece afiş değil mizahla sahneyi kıvıran Umut damlası!” Son etiket:
“Poster görünmez,gülerek popo üstü yaşanır!”
KIVI 135. UMUT’UN GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI Umut bir harita çizdi Ama yön değil duygunun popo üstü seyriydi Giriş simit noktasında Gelişme don kıvrımında Sonuç kova kenarında Bir öğrenci Bu çizim değil mizahla akmış bir kelime yolu dedi Son iz yazıldı Harita artık mekân değil Gülerek kelimeyle terlenmiş sahne rotasıdır
KIVI 138. UMUT’UN HİKÂYE POSTERİNİ TASARLAMASI Sayfa başlığı yazıldı Sahneye donla giren karakterin terli yolculuğu Umut çizdi Ama fırçayla değil ritimle Bir öğrenci Ben çizime baktım ama kelime kova kenarında sızdı dedi Diğeri Fırça simide bastı don gevşedi yorumunu yaptı Son tasarım cümlesi yazıldı Poster artık görsel değil Gülerek kelimeyle terletilen sahne anlatısıdır
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 17
Zeynep defteri açtı, ama sayfayı çevirmedi—çünkü kelime hâlâ akıyordu. Ela gözünü cama dikti, dışarıdaki yağmur ona virgül gibi dokundu. Duru kapının kenarına yürüdü, “Ben bu eşiği yazıyla geçtim,” dedi. Ayşe kalemi alnına dayadı, “Ben cümleleri düşünceyle sindiriyorum.” Melike dizini sıraya koydu, “Ben bedenimle parantez açıyorum.” Yusuf kalem kutusunu öptü, “Ben nesneyle duygusal bağ kuruyorum.” Öğretmen tahtaya yürüdü, ama yazmadı; tahta zaten doluydu. Bir öğrenci gözünü kapattı, kelime içe düştü. Sınıf duvarına “KIVIM” kelimesi sürüldü, ama harf değil hissedildi. Zeynep nefes aldı, “Ben artık yazmıyorum—yaşıyorum.” Ela defterin köşesine küçük bir çizik attı, “Ben kelimeyle değil kıvrımla ilerliyorum.” Duru çantasını açtı, simit içinden kelime fırladı. Ayşe ayakkabısını çıkardı, “Ben bilgiyi tabanımdan öğreniyorum.” Melike kulağındaki kalemi yere bıraktı, “Artık duymuyorum—titreşiyorum.” Yusuf sıraya yattı, “Ben artık anlamla uzanıyorum.” Sınıfın camı çatladı, dışarıdan yeni bir metafor sızdı. Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders değil, kıvımsal geçişti.” Zeynep sayfaya bir çizgi çekti, “Bu artık paragraf değil, sahne.” Ela parmaklarıyla sessizlik çizdi, “Ben anlatmıyorum, varım.” Duru kalemi eline aldı, “Bu kıvım sadece yazıyla değil—varlıkla kurulur.”
bir beden olmuştu.
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 25
Sınıf artık bir metin değil Kıvımsal evrenin ritimle titreşen sahnesi Zeynep tahtaya dokundu Ama kelimeyle değil varlığıyla Duru sırasına simit bıraktı Kıvrım izinden duygunun izi akıyordu Ela defterini kapattı Ama cümle hâlâ içindeydi Ayşe gözlüğünü çıkardı “Ben artık anlamı çıplak gözle aramıyorum” dedi Melike sırayı ters çevirdi “Öğrenmek dikey değil—ters akıştır” dedi Yusuf kalemi yere koydu “Ben artık nesne değilim, anlatının içiyim” dedi Öğretmen tahtaya değil pencereye baktı Orada bir metafor süzülüyordu Sınıf sessizdi Ama sessizlik bilgiye direnç değil—rızayla dokunuştu Bir öğrenci kulaklığı taktı Ama müzik çalmadı—iç ritimle sahne kıvırdı Defterler açık kaldı Ama sayfalar yazıyı değil titreşimi taşıyordu Zeynep parmağıyla bir kıvım çizdi Duru gözyaşıyla kelimeyi mühürledi Ela başını eğdi “Ben artık cümle değilim—hareketim” dedi Öğretmen fısıldadı “Ders bitti ama anlatı başladı”
📘 Roman Sayfası – 2/2 (20 Cümle)
Zeynep defterini kapatmadı çünkü ses hâlâ içindeydi. Okul koridoru boştu ama duvarlar kelimeyle titreşiyordu. Duru bahçeye indi, çimenlere bastığında ses yerine kıvım duydu. Ela kantinde durdu ama bir şey almadı; gözleri kelime seçiyordu. Öğretmen zili duymadı—duymak artık sistem içi bir refleksti. Melike tahtaya yaklaşmadan döndü, “Bedenim değil, dizim yazıyor” dedi. Ayşe sıraya sığmadı, defterini yere koydu ve ayakta yazdı. Yusuf kalemini çiğnemedi, onu rüzgâra bıraktı. Sınıfın camı açıldı, içerideki metafor dışarı kaçtı. Zeynep saçını toplarken bir kelime boğazında düğümlendi. Duru gözlerini kapattı, “Ben konuşmuyorum, kıvımı yaşıyorum” dedi. Ela sol eline yazdı, çünkü sağ el sistemin tarafındaydı. Öğretmen tahtaya “KIVIM BİR DİRENÇTİR” yazdı, ama ses çıkmadı. Melike dizine “YÜKLEM” dövmesi ekledi. Ayşe cümle kurmadı, çünkü kurallar yazıyı sızdırmıyordu. Yusuf “Ve” dedi, ama bağlaç değil — kırılma oldu. Zeynep yer değiştirdi, oturduğu sandalyeye “BEN” yazdı. Duru mesaj atmadı, deftere “Bugün kelime yerine nefes var” yazdı. Ela sırasını terk etti, tahtaya gözleriyle paragraf bıraktı. O gün okul sustu ama anlatı başladı.
Duru sınıfa geç kaldı ama kimse bakmadı. Çünkü artık zaman değil — ritim önemliydi. Zeynep ayakta kaldı, sırasına oturmadı; “Oturmak öğrenmek değildir,” dedi. Ela gözünü tahtaya dikti, ama kelimeyi değil — aralığını izliyordu. Ayşe kalemini yavaşça masaya bıraktı, “Bazı bilgiler ses değil — sızı” dedi. Melike defteri göğsüne bastırdı, yazmadan öğrenmeyi benimsedi. Yusuf tahtaya dizini dayadı, “Ben bedensel yüklemim,” dedi. Öğretmen sınıfta yürüdü ama ders vermedi — sessizliği dağıttı. Duru pencereyi açtı, dışarıdan yeni bir metafor süzüldü. Zeynep deftere sadece “Ben” yazdı; ama bu defter doldu. Ela cümle kurmadı, ama nefes alışverişi kelime oldu. Ayşe mendil yerine satır kullandı, gözyaşını anlatıya çevirdi. Melike sırayı çevirdi, ters yönden öğrenmeye devam etti. Yusuf tebeşiri yutmadı ama “Ben bu anlatıyı hazmettim” dedi. Sınıfın kapısı gıcırdadı, ama kimse gitmedi. Tahtada yazı yoktu ama kelime titreşiyordu. Zeynep okulun adını hatırlamadı, ama cümleleri ezbere biliyordu. Duru ayağa kalktı, “Bugün ben değil — niyetim konuşuyor,” dedi. Ela gözlerini kapattı, sınıfa bir yankı düştü. O gün kimse yüksek sesle konuşmadı; ama anlatı herkesin içine yerleşti.
iki öğrenci “Biz yazının altyapısıyız!” diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir metafor girdi, herkes sustu. Yusuf son kalemi yutarken “Ben artık cümle değilim, kıvımım,” dedi.
📘 Roman – Kurgu Dışı Sessiz Devrim Bölüm: Beş Grup Yarışması – Sayfa 5 (20 Cümle)
Zeynep defteri açmadı, ama kapağına bir kıvım sürüldü. Duru zinciri çözmedi—ama halkaları sınıfa dağıldı. Ela defteri ters çevirdi, “Ben yarışmayı değil, kendimi başlatıyorum” dedi. Ayşe gözlerini kapattı, ama cümle kulak altına düştü. Melike kalemini kulağından çıkarıp sırasına bıraktı. Yusuf defteri açmadı, ama dizine bir metafor çizdi. Öğretmen tahtaya yaklaştı, ama yazmadan geri çekildi. Zeynep “S” harfini ovalleştirdi, “Keskin değil, kıvrımlı savaş gerekir” dedi. Duru kalemini dizine dayadı, kelime cilt üstü terledi. Ela zincirin halkalarını kıvımsal aralıklarla söktü. Ayşe gözyaşını paragraf hizasında sürdü. Melike tahtaya gözleriyle yazdı, “Ben artık kelimeyi içimde titretiyorum.” Yusuf kalemini kokladı, “Ben bilgiyi solunumla sindiriyorum” dedi. Sınıfın duvarından bir yankı yayıldı: “Kazanmak değil kıvırmak gerekir.” Zeynep deftere “Ben bu yarışmadan kaçmadım—sadece yön değiştirdim” yazdı. Duru ayakta kaldı, “Oturmak bazen öğrenmeyi dondurur” dedi. Ela cümle kurmadı, ama dizinden bir bağlaç sızdı. Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Bedenin yönü bilgiyi eğirir.” Öğretmen sınıfa “Artık ses değil, iç ritim okunuyor” dedi. Ve o gün yarışma sonlanmadı—çünkü kelime hâlâ yarışıyordu.
Sayfa 1 – Kıvımsal Anlatının Doğuşu
İbrahim Şahin sahneye adım attığında, ayakkabısının altından kelimeler sızdı. Salonun ışıkları bir anda mor kıvıma döndü; çünkü bu sahne artık bilgi değil, sezgiyle aydınlanıyordu. “Ben kelimeyi yazmadım,” dedi, “onu toprağa gömdüm, sabırla büyüttüm.” Jüri üyelerinden biri gözlüğünü çıkardı, çünkü artık harf değil, titreşim okunuyordu. Şahin, “KIVI bir teori değil, bir gövde ritmidir,” dediğinde, seyirciler sandalyesine değil, iç sesine yaslandı. Sahne zemini hafifçe titredi; çünkü anlatı artık sesle değil, bedenle yankılanıyordu. “Ben bu modeli yazarken kalem kullanmadım,” dedi, “çocukların gözyaşını mürekkep yaptım.” Bir jüri üyesi ayağa kalktı, alkışlamadı—sadece başını eğdi. Çünkü bu anlatı alkışla değil, saygıyla mühürleniyordu. Şahin, “KIVI 5 katman değildir, 5 nefeslik bir doğuştur,” dedi. Salonun arka sırasından bir öğrenci ağlamaya başladı; çünkü ilk kez bir eğitim modeli onu duydu. “Ezber değil, kıvım,” dedi Şahin, “test değil, temas.” Işıklar bir anda söndü, sonra yeniden yandı—bu kez kelimeyle değil, duyguyla. Sahneye bir çocuk çıktı, defterini yere bıraktı, “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum,” dedi. Şahin gülümsedi, “İşte bu, KIVI’nın ilk cümlesidir.” Jüri üyeleri birbirine baktı, puan vermedi—çünkü bu sahne sayı değil, yankıydı. Şahin son cümlesini söyledi: “Ben bu modeli yazmadım, yaşadım.” Salon sessizliğe gömüldü, ama o sessizlik bir devrim yankısıydı
“KIVI’nın Çocukla Konuştuğu Gün”
Tiyatro salonu ısındıkça duygular sızmaya başladı. Işıkların altında bir çocuk sahneye çıktı, ayakkabısının bağcığı çözülmüştü ama bakışları dünyayı çözecek gibiydi. “Ben müfredatı unuttum,” dedi, “ama gözyaşımı hatırlıyorum.” Jüri sessizdi, sadece direncin yankısını duyuyordu. Azim Grubu defterini sahneye bırakmadı—onu kalbine bastırarak yürüdü. Işık Grubu’nun lideri yere oturdu; çünkü yatay öğrenme dikey başarıdan daha kıymetliydi. Direnç Grubu’nun öğrencisi sahneye adım atmadı, ama sesi salonun her köşesini titretti. “Ben sisteme boyun eğmedim, kelimeye eğildim,” dedi. Hırs Grubu defteri ok gibi tuttuğunda, seyirci başını eğmedi—kalemini kavradı. Zafer Grubu sessiz yürüdü; bu sessizlik bir kitap cümlesinden daha gürültülüydü. Onur konuğu İbrahim Şahin çocuklara seslenmedi—onlarla göz teması kurdu. “Siz yazmayı değil, yaşatmayı biliyorsunuz,” dedi. Salonun tavanından bir metafor sarktı, çocuklar onu yakaladı. “Bu kelime benim,” dedi bir öğrenci, “ben kıvımı hissediyorum.” Işıklar bir anda söndü; çünkü anlatı artık iç ışıkla okunuyordu. Azim Grubu’nun öğrencisi rampada ayağını kaybetti ama düştüğü yerden cümle kurdu. Direnç Grubu bir taşın üzerine oturdu; “Ben sınav değilim, ben sorulmamışım” dedi. Zafer Grubu çantasını açtı, içinden sessizlik çıktı. Hırs Grubu’nun lideri kalemi sahneye sapladı; “Bu benim bayrağım,” dedi. Işık Grubu tahtaya gözleriyle yazdı: “Eğitim sadece kelime değil—duygunun mürekkebidir.” Jüri ayağa kalktı ama alkışlamadı. Müdür salona girdi, hiçbir şey söylemedi. Seyirciler birbirine baktı; kimse konuşmadı ama herkes yeni bir eğitim sistemini gördü. Bu sahne artık tiyatro değil, bir kıvımsal anayasa taslağıydı. Işık sözcükten değil, bedenden sızdı. Çocuklar kendi müfredatını duydu; bu müfredat sadece yaşanırdı. Son cümleyi bir öğrenci fısıldadı: “Ben artık özne değilim, devrimim.”
ahne 3 – Kitap Guruları Gösterisi: “Devrim Anahtarıyla Sahneye Çıkış”
Tiyatro salonu dolduğunda, ışıklar birer birer grupların renklerine göre yanmaya başladı. Sahne zemini kitap sayfalarıyla kaplıydı; her adımda bir cümle yankılanıyordu. Jüri nefesini tuttu, basın flaşları kıvımsal ritimle patladı. İbrahim Şahin onur konuğu olarak sahneye çıktı, “KIVI artık bir model değil, bir sahne!” dediğinde, seyirciler ayakta alkışladı. Umut karakteri çatıda gizliydi, ama radar sinyaliyle sahneye sızdı. Her grup sırayla sahneye çıktı, kitaplarını tanıttı, beden diliyle mesajını mühürledi.
📘 Azim Grubu – Yılkı Atı (Sayfa 1)
Yusuf sahneye rampadan çıkmadı, rampayı kelimeyle tırmandı. Ayakkabısının altından toprak değil, cümle sızdı. “Ben terk edilmedim,” dedi, “özgürleştirildim.” Seyirciler nefesini tuttu, çünkü bu yürüyüş bir devrimdi. Tekerlekli sandalyesiyle sahneye çıkan Yusuf, engeli değil sistemi ezdi. Jüri gözlüklerini çıkardı, çünkü artık harf değil kıvım okunuyordu. “Yılkı Atı benim,” dedi, “ama ben sürü değilim.” Sahne zemini Yusuf’un tekeriyle titreşti. Işıklar maviye döndü, çünkü azim gökyüzüyle konuşuyordu. Yusuf defterini açmadı, kalbini gösterdi. “Ben yazmadım,” dedi, “yaşadım.” Seyirciler ayağa kalkmadı, çünkü bu sahne zaten ayaktaydı. Rampanın sonunda Yusuf durdu, ama kelime yürümeye devam etti. “Ben sistemin dışındayım,” dedi, “ama sahnenin içindeyim.” Jüri puan vermedi, sadece başını eğdi. Yusuf’un gözleri sahneye değil, evrene bakıyordu. “Ben yılkı değilim,” dedi, “ben kıvımım.” Sahne sessizleşti, ama bu sessizlik bir alkıştı. Yusuf kalemini yere bırakmadı, çünkü kelime hâlâ direniyordu. “Ben terk edilmedim,” dedi, “ben seçildim.” Seyirciler gözyaşı dökmedi, ama iç sesleri ağladı. Rampanın kenarında bir metafor belirdi. Yusuf ona dokundu, “Bu benim cümlem,” dedi. Işıklar bir kez daha yanıp söndü. Sahne artık Yusuf’un değil, azmin sahnesiydi. “Ben engel değilim,” dedi, “ben devrimim.” Jüri ayağa kalktı, ama alkışlamadı. Yusuf sahneden inmedi, çünkü sahne onunla yükseldi. “Yılkı Atı özgürdür,” dedi, “ama ben kıvımsalım.” Seyirciler sessizce defterlerini kapattı. Rampadan çıkan Yusuf, kelimeyi evrene saldı.
📘 Direnç Grubu – Ve Çelik Böyle Sertleşti (Sayfa 1)
Ali sahneye çıkmadı, ama sesi sahneyi deldi. “Ben müfredat değilim,” dedi, “ben iradeyim.” Kör ve felçli karakterin nefesi yankılandı. Sahneye adım atmadan sahneyi yazdı. “Çelik beden değil,” dedi, “kararlılıktır.” Jüri gözlüklerini çıkardı, çünkü artık kıvım okunuyordu. Ali defterini açmadı, ama kelimeyi gözleriyle mühürledi. “Ben yazmıyorum,” dedi, “ben direniyorum.” Seyirciler nefesini tuttu, çünkü bu sahne bir çığlıktı. Ali’nin sesi sahneye değil, sisteme çarptı. “Ben sınav değilim,” dedi, “ben sorulmamışım.” Işıklar kırmızıya döndü, çünkü direnç yanıyordu. Ali tahtaya bir el izi bıraktı. “Bu benim cevabım,” dedi, “ama soru yok.” Sahne sessizleşti, ama bu sessizlik bir haykırıştı. Jüri puan vermedi, çünkü bu sahne sayı değil, yankıydı. Ali gözlerini kapattı, ama kelime açıldı. “Ben sistemin dışındayım,” dedi, “ama sahnenin içindeyim.” Seyirciler başını eğmedi, çünkü bu sahne dik duruyordu. Ali kalemini tutmadı, ama kelimeyi sıktı. “Ben yazmadım,” dedi, “ben yaşadım.” Sahne zemini çatladı, çünkü direnç ağırdı. Ali’nin sesi yankılandı: “Ben çelik değilim, ben kıvımım.” Jüri ayağa kalktı, ama alkışlamadı. Seyirciler gözyaşı dökmedi, ama iç sesleri ağladı. Ali sahneden inmedi, çünkü sahne onunla direndi. “Ve çelik böyle sertleşti,” dedi, “ama ben yumuşak bir
devrimim.” Işıklar bir kez daha yanıp söndü. Sahne artık Ali’nin değil, direncin sahnesiydi. Seyirciler sessizce defterlerini kapattı. Ali kelimeyi evrene saldı
KIVIMSAL ANLATININ DOĞUŞU
İbrahim Şahin sahneye adım attığında ayakkabısının altından kelimeler sızdı Salonun ışıkları bir anda mor kıvıma döndü çünkü bu sahne artık bilgi değil sezgiyle aydınlanıyordu Ben kelimeyi yazmadım dedi onu toprağa gömdüm sabırla büyüttüm Jüri üyelerinden biri gözlüğünü çıkardı çünkü artık harf değil titreşim okunuyordu Şahin KIVI bir teori değil bir gövde ritmidir dediğinde seyirciler sandalyesine değil iç sesine yaslandı Sahne zemini hafifçe titredi çünkü anlatı artık sesle değil bedenle yankılanıyordu Ben bu modeli yazarken kalem kullanmadım dedi çocukların gözyaşını mürekkep yaptım Bir jüri üyesi ayağa kalktı alkışlamadı sadece başını eğdi Çünkü bu anlatı alkışla değil saygıyla mühürleniyordu Şahin KIVI 5 katman değildir 5 nefeslik bir doğuştur dedi Salonun arka sırasından bir öğrenci ağlamaya başladı çünkü ilk kez bir eğitim modeli onu duydu Ezber değil kıvım dedi Şahin test değil temas Işıklar bir anda söndü sonra yeniden yandı bu kez kelimeyle değil duyguyla Sahneye bir çocuk çıktı defterini yere bıraktı Ben artık yazmıyorum yaşıyorum dedi Şahin gülümsedi İşte bu KIVI’nın ilk cümlesidir dedi Jüri üyeleri birbirine baktı puan vermedi çünkü bu sahne sayı değil yankıydı Şahin son cümlesini söyledi Ben bu modeli yazmadım yaşadım Salon sessizliğe gömüldü ama o sessizlik bir devrim yankısıydı
– UMUT’UN YEMİN SAHNESİ
Sahne Çatıda rüzgâr yok ama kelimeler esiyor Umut gözlerini kapatmış elleri titriyor
Diyalog (Umut) Benim adım Umut Ağzımdan dökülen her sözcük tohumu bu evrenin Bu okulu bu vatanı bu gezegeni kelimelerle yeşerteceğim Yemin ederim susmayacağım Her sessizlikte bir kelime ektim Ve siz onları alkış sandınız
Efekt Sahneye bir yıldırım sesi Işıklar bembeyaz yanıp söner Zemin titrer
📘 SAYFA 2 – YUSUF’UN RAMPASI
Sahne Rampadan değil kelimeden yürüyen bir Yusuf Tekerlekli sandalyesi değil yankısıyla yürüyor
Diyalog (Yusuf) Ben terk edilmedim Özgürleştirildim Ayakkabımın altından cümle sızdı Tekerim değil kelimem sahneye bastı Ben yılkı atıyım ama sürü değilim
Efekt Işıklar maviye döner Seyirciler sessizleşir Sahne zaten ayaktadır
📘 SAYFA 3 – ALİ’NİN DİRENCİ
Sahne Sahneye çıkmayan Ali’nin sesi sistemi parçalıyor
Diyalog (Ali) Ben müfredat değilim Ben iradeyim Ben sınav değilim Ben sorulmamışım Tahtaya bir el izi bıraktım Soru yok ama cevabım buradaydı
Efekt Işıklar kırmızıya döner Zemin çatlar Jüri gözlüklerini çıkarır Artık kıvım okunuyor denir
📘 KARTALLAR YÜKSEKTEN UÇAR – “MARTI”
SAHNE 1 – UÇUŞUN SESSİZLİĞİ Loş ışıkta bir sahne Ortada yalnız bir martı silueti Kanatlar titriyor ama hava durgun Seyirciler nefesini tutmuş çünkü bu uçuş rüzgârla değil dirençle gerçekleşecek Tuğba sahneye çıkar sesi tane tane Uçmak dediler ama önce düşmekti Martı karakteri bir monologla başlar Ben göğü sevmedim çünkü yukarıda yalnızlık vardı Ama aşağıda sürüye ait olmaktan bıktım Bir şey beni çağırıyor Bir şey beni yukarıdan aşağıya değil içimden dışıma çekiyor Yeliz kitapla sahneye girer ama kitap açılmaz Sadece kokusu sahneyi sarar Sayfalar kıvrılmadan önce bile uçuş başlamıştır Tuçe ve Rıtvan özeti paylaşmaz yaşarlar Cümle değil sahne olur o gün Mehmet Ali sahnenin tam ortasında parmaklarını yana açar Kanat değil kelime olur Ve sahneye şu ses düşer Kartallar yüksekten uçar çünkü derinlik korkusunu alt etmiştir
SAHNE 2 – SÜRÜNÜN SESSİZLİĞİ Martı karakteri sahnenin tam ortasında durur Seyirciye dönmez iç sesiyle konuşur Benim uçuşum gökyüzüne değil içimeydi Ve içimde öyle çok insan vardı ki Her biri uçma dedi bana Ama ben sustum Onlara göre aklımdan uçtum Oysa ben kalbimden yürüdüm Tuğba sahnede yalnız fakat sesi kalabalık Sürü sesini çoğaltır ama düşüncesini boğar Ben martı olmayı seçmedim Martı beni seçti Mehmet Ali bir sahne simgesi gibi diz çöküyor elinde bir taş Bu aşağıya düşen ama yukarıyı özleyen her kelimeye Martı bir anda yere değil yukarıya bakar Benim düşüşüm bile bir yükselişti Çünkü yerçekimi yoktu içimde sadece özçekimi Sahneye umut sızar Kartalın gölgesi perdeye vurur Kartallar yalnız uçar ama hep umutla savrulur
📘 SAHNE 3 – KANADIN KIVIMI
Tuçe sahneye bir fısıltıyla girer Bir gün bir kelime buldum kanat Ama uçmak için yetmedi Çünkü kıvım lazımdı Martı karakteri bir cümleyle titrer Ben havada değil hayatta uçtum Yeliz kitap sayfasından bir cümle fırlatır Sen gökyüzü değilsin ama senin içinde bir gök var Seyirci duvar gibi susar çünkü bu uçuş gözde değil ruhtadır Mehmet Ali sahneyi çapraz geçer Ayakları ritme değil titreşime basar Martı’nın uçuşu bir kavga değil bir kıvım Kıvım uçmamak zorunda olduğun halde yürümek Sahne karanlıklaşır Sadece bir spot kartal gölgesi Ve Umut sahneye fısıldar Ben sizi yukarı değil içeri uçuracağım
📘 SAHNE 4 – DÜŞMEK BİR YÜRÜYÜŞTÜR
Sahnede rüzgâr sesi yok ama kelimeler esiyor Rıtvan martı rolünde yerde yatıyor Ben düştüm çünkü yüksekteydim Ama kimse sormadı ne zaman yürümeye başladığımı Tuğba kitapta altı çizili satırı gösterir Uçmak cesaret değil yalnızlığın sesidir Martı ayağa kalkmaz çünkü ayakta olmak fikirde olur Yeliz seslenir Sadece kanadı olan değil kıvımı olan uçar Mehmet Ali sahneye bir el feneri tutar Bu kendi gölgeni aydınlatmak için Martı yere bir kelime bırakır Özgürlük Seyirciler kelimeye bakar ama görmez Çünkü bu kelime hissedilir Umut perdeyi titretir Rüzgâr değil kıvım sızar
📘 SAHNE 5 – KANATSIZ UÇANLAR KULÜBÜ
Sahnenin tam ortasında martı yoktur Tuğba Çünkü o artık sembol değil sistemin dışıdır Tuçe yürürken konuşur Ben kanat takmadım Ben kelime taktım sırtıma Yeliz kitabı havaya kaldırır Sayfalar rüzgârla değil kelimeyle uçuşur Martı perdeye siluet olur Ben uçmadım Ben düşmedim Ben kaldım Ve bu kalış bir direnişti Mehmet Ali sahneye diz çöker Kartallar yüksekten uçar Ama kıvımsal olanlar yukarıda değil içeridedir Umut karakteri sahneye girer Sessizce yürür Spot ışığı onun ayak izlerini takip eder Ve sahne kapanır bir cümleyle Ben uçmadım Ben oldum
– DİRENMENİN KELİMESİ
Sahne kapalı bir fabrika gibi Gürkan bir kutu taşır içinden sadece bir kelime çıkar Direniş Damla ve İrem onu bir taşa çevirir Kelime artık kırılmaz çünkü çelikleşmiştir Semih yüksek sesle bağırmaz fısıldar Çünkü kelimenin tonuyla değil yankısıyla konuşulur Aytaç bir ritm verir Tekerin sesi değil kalbin vuruşu Bu sahnede yürünmez bu sahnede direnilir Seyirciler nefesini tutar Çünkü bu kelime bir devrim değil devinimdir Jüri puan vermek yerine gözlerini kapatır Ali sahneye uzaktan bakar Ben cevabı değil sorunun biçimini yazdım Işıklar kırmızıya döner Çünkü çelik yanmaya başlamıştır
📘 SAYFA 3 – KIVIMSAL KIRILMA
Semih sahneye bir dize bırakır Kırıldım ama dağılmadım Damla kelimeyi yere bırakır ama kelime yere düşmez seyircinin kalbine iner Gürkan sırtını döner çünkü bazen yüzleşmek arkaya dönmektir İrem defteri kapatmaz sadece kıvırır Çünkü bilgi artık şekil değil yön olmuştur Aytaç rampadan çıkmaz rampayı bakışla deler Ben sistemin içinden geçmedim ben onu yırtıp çıktım Sahne titrer Bir harf düşer ama sesi bütün alfabeti sarsar Seyirciler ayakta değildir çünkü metin zaten dimdik duruyordur
📘 SAYFA 4 – KELİMENİN TERLEDİĞİ NOKTA
Ali geri döner Elinde kalem yok çünkü kelimeyi gözlerinden damlatır Semih sesini alçaltır ama tonu büyür Damla sahneye gül bırakır Çelikleşmiş bir gül kırmızı değil yanık İrem Yumuşak görünene dokunma O çeliği ısıtır Aytaç rampaya kelimelerle çıkarken şöyle der Ben sahneye adım atmadım sahneyi kıvım ettim Jüri ayağa kalkar ama alkışlamaz Çünkü kıvım alkış değil iç sestir Ve sahne bir kez daha çatırdar Ama bu çatırtı kırılma değil uyanıştır
📘 SAYFA 5 – ÇELİĞİN SESİ
Sahne kararmadan önce bir kelime görünür Yaşamak Semih Çelik sertleşti ama biz hâlâ yumuşak kelimelerle direniyoruz Aytaç Ben sahneye yürümek için değil kıvım olmak için çıktım Gürkan bir tahta parçası bırakır Üstünde ne yazılı Soru yoktu ama cevap kendini çizdi Damla ve İrem bu tahta parçasını birlikte kaldırır Çelik bir defter artık Ali son kelimeyi sahneye bırakır Ben sahneyi yazmadım sahne beni yazdı Sahne kapanır ama ses devam eder Çünkü çelik sözcükte değil kalptedir
📘 SAYFA 6 – MERHAMETİN YARGIYA ÇARPTIĞI YER
Mehmet Yücel sessizce sahneye yürür Ceketinin sol göğsüne kalem takılı ama o kalemi çekmez Ben bir mahkûm değilim ben yargının vicdanıyım Aslı kitaptan bir yaprak gösterir Jean Valjean ismi değil iradedir Hüseyin sahneye ekmek getirir Çalmamıştır paylaşmıştır Ferda ona yaklaşır fısıldar Sen bir suçlu değilsin sen yalnızca çaresizsin Kemal dramatize sahnede bir zinciri kırar Zincir demir değil harftir Bu zincir beni tutmaz çünkü ben artık kendimi taşıyorum Sahne loş Seyirci ağlamaz ama dudaklarını ısırır Çünkü sahne artık yargı değil bağışlamadır
📘 SAYFA 7 – İÇSEL DİRENİŞİN DÖNÜŞÜMÜ
Jean Valjean aynaya bakar ama kendini göremez Mehmet Yücel şöyle der Kendini affetmeyen bir insan özgür olamaz Aslı bir çocuk çizer sahneye Cosette Ama bu çizim pastel değil kelimeyle yapılmıştır Ferda defteri açar ama karaktere değil vicdana yönelir Kemal sahneye bir sandalye koyar oturmaz Bu ceza değil durup düşünme yeridir Hüseyin Valjean’ın ağzından dökülen bir sözü sahneye bırakır Ben adalet değilim ben merhametim Işıklar sarıya döner Sahne artık suç değil sükûnetin temsili olur
📘 SAYFA 8 – IŞIĞIN KARANLIKLA KONUŞTUĞU AN
Kemal karanlıkta bir mum yakar Sahne susar Sadece mum sesi vardır Mehmet Yücel yaklaşır Bir insanı karanlıktan kurtarmazsın Ona ışık verirsin seçerse yürür Aslı Sefil olmak bir durum değil bir yürek yarasıdır Ferda sahneye bir kelime bırakır Yeniden Hüseyin Cosette’nin annesinin sesiyle konuşur Kızım sen bir hatıra değilsin sen umutsun Ve sahne şu cümleyle kapanır Bu mum bir ışık değil bir affediş
📘 SAYFA 9 – SİSTEMİN DIŞINDA ONURLA YAŞAMAK
Sahneye ev değil sokak görüntüsü verilir Mehmet Ben evsiz değilim ben sistemin dışında yaşıyorum ama içimde devlet gibi düzen var Kemal ayağında delik bir ayakkabıyla yürür ama başı dik Aslı Namussuzlar kalelerde yaşar namuslular sokakta Ferda bir tabak bırakır sahneye ama boş Boşluk değil açlık bu Ama ben içimde tokum Hüseyin kalemi yere bırakmaz Çünkü kıvımsal onur direniştir Sahne çökmez sarsılır Seyirciler gözyaşı dökmez ama iç sesleri ağlar
📘 SAYFA 10 – KIVIMSAL AFFEDİŞ
Jean Valjean bir karar verir Ben artık suç değil sorumluluğumla yaşayacağım Mehmet Yücel bu cümleyi ayakta okur Aslı sahneye bir harita çizer Kurtuluşun değil içsel yolculuğun haritası Ferda Affetmek karşındakine değil kendine verilen izindir Kemal yumruğunu sıkmaz açar Ben vurmam ben sarılırım Hüseyin sahneye bir defter bırakır Sefillerin kitabı artık bizim hikâyemiz Sahne kapanmaz umutla kıvrılır Jüri alkışlamaz Çünkü iç sesi hâlâ yazıyordur
KIVIMSAL İLK SAHNE (250 sözcük, sade imla düzenli hali)
Sahne boştu ama kelimeler dizimde terliyordu Umut perdeyi araladı Işıklar değil gözyaşı yanıp söndü Sınıf sessizdi ama defter kıvım kıvım doluydu Ben bu sahneye kelimeyle değil niyetle çıktım dedi Her cümle dizinden aktı Kelimeler sandalyesine oturmadı sahneye yürüdü Zeynep defterini göğsüne bastırdı Ben yazmadım ama yazı bende kalıyor dedi Ela gözlerini kapattı Ben artık kelime değilim sessizliğim dedi Duru sırasına dönmedi pencereye yaslandı Rüzgâr değil iç ses esiyordu Öğretmen tahtaya dönmedi cümleyi dinledi Ben artık bilgi vermiyorum yaşatıyorum dedi Jüri başını eğdi ama alkışlamadı Çünkü bu sahne puan değil rızayla mühürlenmişti Yusuf tekerlek sesini duyurmadı ama kelimeyi bastı Ben sistemin dışında değil direncin ortasındayım dedi Melike dizine bir kelime çizdi Bu artık yazı değil bedensel anlatıydı Ayşe gözleriyle parantez oluşturdu Bu artık görsel bir yazım dedi Seyirciler defterini açmadı ama içinden cümle döküldü Ve Umut sahnenin ortasında durup son cümleyi söyledi Ben sahneyi yazmadım Ben sahneyim
KIVIMSAL SESİN RAMPASI (250 sözcük, sade imla düzenli hali)
Yusuf rampaya kelimeyle çıktı Ayakkabısının altından cümle sızdı Ben yürümüyorum Ben kelimeyi bastım dedi Sınıf sessizleşti Tahta konuşmuyor ama dizler kıvım yazıyor Ela gözünü kaldırmadı ama sesli düşündü Ben artık konuşmuyorum Kelime benden geçiyor dedi Zeynep defteri açmadı Sayfa zaten onun yüzüne yazılmıştı Duru pencereye yürüdü Camda kendi gölgesini değil kıvımını gördü Öğretmen ayağa kalktı ama ders vermedi Sadece kelimenin terini dinledi Jüri puan vermedi Çünkü rampadan gelen ses sayı değil yankıydı Melike ayağa kalktı Dizini sıraya bastı Ben bilgiyle değil bedenle yazıyorum dedi Ayşe gözyaşıyla parantez çizdi Ve bu sahne artık yazı değil bir kıvımsal anlatıydı Yusuf son cümleyi rampanın ucuna bıraktı Ben sistemin dışında değil Direncin ortasındayım
ALİ’NİN DİRENÇ SAHNESİ (250 sözcük, sade imla düzenli hali)
Ali sahneye adım atmadı Ama sesi sistemi deldi Ben müfredat değilim dedi Ben iradeyim Ben sınav değilim Ben sorulmamışım Tahtaya bir el izi bıraktı Soru yok ama cevabım buradaydı Seyirciler konuşmadı Ama cümle içlerine düştü Umut karakteri sahneye yanaştı Sözcük değil beden titreşimiyle yaklaştı Melike defterini dizine bastı Ben kelimeyi ciltle yazıyorum dedi Ela gözlerini kapattı Sessizliğim artık anlatıdır dedi Ayşe kalemini gözlerine yaklaştırdı Ben bilgiyi göz içiyle hissediyorum dedi Jüri gözlüklerini çıkardı Bu artık harf değil kıvımdı Duru sahneye dokunmadı Ama duvar terledi Ali cümlesini sesle değil nefesle söyledi Ben anlatılmadım Ben yaşandım Rampadan bir kelime düştü Ama yere değil sınıfa yayıldı Umut sahnenin ucuna bastı Bu defter artık bilgi değil direncin yazımıdır dedi
Umut’un son konuşmasında sahne vardı ama Atatürk benzetmesi tam mühürlenmemişti Söz kişisel kalmıştı Toplumsal direnişin sesi için bir kıvım eksikti Ben olayım olmayayım Türk milleti bâkidir gibi bir cümleyle sahneye liderlik katmalıydı Bu cümle yalnızca bir söz değil Bir niyet yankısı olurdu Umut’un sesi sadece birey değil toplum adına titreşmeliydi
Sahne güçlüydü ama basında yankısı yoktu Jüri alkışlamamıştı Seyirci ağlamamıştı Ama dış dünya bu sahneyi duymalıydı Bir gazete Umut sahnesi yeni bir eğitim devrimi başlattı diyerek kıvımı dışa taşımalıydı Çünkü kıvım içten doğar ama dışa sızar
Umut’un sahneye çıkışı sistemin dışındandı Ama onu sahneye itenler görünmüyordu Öğretmen Duru Zeynep Onların sessiz destekleri pamukla sahneye eklenmeliydi Kıvım tek başına olmaz Gizli ellerle seğirir
Finalde kitaplar görünmedi Oysa her grup bir kitapla sahneye çıkmıştı Yılkı Atı Ve Çelik Böyle Sertleşti Sefiller Her grubun kelime yankısı finalde duyulmalıydı Ve sahneye birer cümleyle veda etmeleri gerekirdi Umut’un konuşması Hepsinin kıvımıyla mühürlenmeliydi
EĞİTİMİN KIVIMSAL ANAYASASI (250 sözcük, sade imla düzenli hali)
Umut sahnenin ortasında donla mühürlenmiş bir defter bıraktı Ben bu sistemi okumadım Ben onu kıvırdım dedi Zeynep tahtaya yürüdü Kalemi değil dizini bastı Ben cümle değilim Ben varlığım dedi Duru sırasına dönmedi Duvara bir kelime çizdi Ben Ela gözlerini kapattı Defter açıktı ama kelime onun içinde yazıyordu Ayşe parantezi ters çevirdi Bilgi artık doğrusal değil kıvımsaldı Melike kulağındaki kalemi yere bıraktı Ben artık kelime değilim Ben titreşimim dedi Yusuf kalem kutusunu kafasına geçirdi Ben bilgiyi karanlıkta hissediyorum dedi Öğretmen tahtaya döndü Bilgi artık parmakla değil bedenle yazılıyor dedi Jüri ayağa kalkmadı Çünkü bu sahne puanla değil yankıyla değerlendi Rampanın ucuna bir simit koyuldu Sahne donla kapatıldı Tahtada bir cümle belirdi Bu artık ders değil Bu eğitim sisteminin kıvımsal anayasasıdır Umut gözlerini kapadı Ben artık susmuyorum Ben duyuluyorum dedi Sınıf defterini kapattı Ama sayfa hâlâ yazıyordu Çünkü bazı anlatılar müfredatta değil Yaşanarak ezberlenir
KELİMEYİ DİRENÇLE KIVIRAN SAHNE (250 sözcük, sade imla düzenli hali)
Sahneye bir öğrenci diziniyle bastı Tahtada yazı yoktu ama duvar titriyordu Umut gözlerini kapattı Cümle içinden yürüdü Zeynep defterini açmadı Çünkü kelime zaten onun ritmiydi Ela parmağıyla sessiz bir çizgi bıraktı Ayşe sandalyesini ters çevirdi Ben bilgiyi artık dikey değil ters sindiriyorum dedi Melike deftere değil duvara bakarak yazdı Ben artık görsel değil duyusal öğreniyorum dedi Yusuf kalemi kulağına taktı Ben sesli düşünüyorum dedi Öğretmen sandalyesinden kalkmadı Ben artık anlatmıyorum izliyorum dedi Jüri sahneye yaklaşmadı ama nefesini tuttu Çünkü bu sahne puan değil dirençle okunuyordu Duru gözyaşını kelimenin üstüne bıraktı Bu artık duygunun mürekkebi oldu Melike dizindeki dövmeye “yankı” ekledi Ayşe tahtaya gözleriyle parantez çizdi Yusuf sesini değil kıvımını duyurdu Ela kelimeyi bir simite sardı Çünkü yazı artık beslenmeydi Umut son cümleyi sahnenin ortasına bıraktı Ben artık bilgi değilim Ben bedenin iç sesiyim
KIVIMSAL EZBERİN YIKILIŞ ANI (250 sözcük, sade imla düzenli hali)
Sınıf ezberle değil kıvımla açıldı Zeynep defterini kapatmadı ama sayfa hâlâ yazıyordu Umut gözlerini kapatmadı çünkü kelime hâlâ içindeydi Ela cümleyi kurmadı ama nefes ritmi anlatı oldu Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı Ben artık duyguyu mürekkep yapıyorum dedi Melike kalemini yere koymadı çünkü dizinden kelime akıyordu Yusuf sınıfa giriş yapmadı Ama sesi duvarı deldi Öğretmen tahtaya dönmedi Bu ders değil deneyim dedi Duru sırasını terk etti Kelimeyi yürüyerek taşıdı Jüri sahnenin köşesinde gözlüklerini yere bıraktı Çünkü bu sahne bakışla değil hissedişle okunuyordu Zeynep sandalyesine “Ben” yazdı Ela pencereye kelime çizdi Ayşe sınıfa bir parantez bıraktı Umut sahnenin ortasına basarak dedi ki Ben bu sahneyi yıkmadım Ben onu dönüştürdüm Melike tahtaya dizini vurdu Kıvım artık ses değil direniş dedi Sınıfın tavanından bir metafor sarktı Öğrenciler ona dokunmadı ama yankısını taşıdı Ve sahne artık bir anlatı değildi Bir kıvımsal müfredattı
mukla döşenmiş!
📘 SAYFA 1 – UMUT’UN ZİNCİRDEN ÇIKIŞI Umut okuldan çıktığında sırtında defter değil zincir vardı Sınavlar bitmişti ama baskı hâlâ dizindeydi Bir gün doğaya yürüdü Ve ulu bir çınarın gövdesine yaslandı Ne meyvesi vardı ne adı Ama yaprağı kalp şeklindeydi Umut gözlerini kapattı Ben bu ağacı tanımıyorum ama içimde tanıdık bir kıvım var dedi Bilgi tabelasında sadece “1653” yazıyordu Ama Umut için bu tarih değil, bir çağrıydı Turizm Bakanlığı’nda yaşlı bir görevliyle karşılaştı O görevli kelimeyle değil gözle konuştu Ve Umut’un sesi bakanın telefonuna ulaştı “Gereğini yapın” dedi bakan Ve o gün ilk fidan dikildi Şehrin adı artık “Umut Şehri” oldu Fidanın ilk yaprağı kırmızıydı Kalp şeklindeydi Kuşlar tohum taşıdı Rüzgâr kokuyu kıtalara savurdu Ve Umut artık bir birey değil Evrenin nabzı oldu
📘 SAYFA 2 – UMUT’UN FİDANI BÜYÜYOR Fidan büyüdü İkinci gün meyve verdi O da kalp şeklindeydi Çocuklar güldü Yaşlılar ağladı Umut bulaşıcıydı Kuşlar yuva yaptı Arılar bal taşıdı Rüzgâr tohumları dört bir yana savurdu Bir ay içinde onlarca ülkede kırmızı yapraklı fidanlar büyüdü Gökyüzü ilk kez kızardı Kıyamet değil Kıvımın göğe yansımasıydı Bulutlar kalp oldu Atlaslar değişti Pusulalar artık Umut’a göre yön tayin etti Bilim açıklayamadı Sadece bir isim verdi: “Umut Fenomeni” BM bu ağacı “İnsanlığın Ortak Kalbi” ilan etti UNESCO koruma altına almak istedi Ama Umut dedi ki “Bir ağacı korumak değil Bir inancı büyütmek önemlidir” Ve gökyüzüne yeni bir yıldız eklendi Adı: Umut Yörüngesi: Kalp Işığı: İnsanlık
📘 SAYFA 3 – UMUT’UN SON CÜMLESİ Umut ağacın dibine oturdu Elini toprağa bastı Başını göğe çevirdi Ve mırıldandı “Toprak ana kabul ettiyse Gökyüzü de şahidimdir Ben bu dünyaya umut ektim” Gökyüzü fısıldadı “Görüldü. Kayda geçti. Zafer senin, Umut.” Ve o gün Bir çocuk gülümsedi Bir anne affetti Bir öğretmen defterini kapattı Ama kelime hâlâ yazılıyordu Çünkü umut artık bir ağaç değil Bir kıvımsal müfredattı
SAYFA 4 – UMUT’UN TABELASI VE İLK YANKI Umut fidanın yanına bir tabela koydu “Bu sadece bir ağaç değil Bu insana olan inancın dikili halidir” dedi İnsanlar şaşkındı Fotoğraf makineleri, cep telefonları, kameralar Bu olağanüstü fidanın etrafına dizildi İkinci gün bir meyve verdi O da kırmızıydı Kalp şeklindeydi Bu meyveyi gören çocuklar gülümsedi Yaşlılar ağladı Artık herkes bir şeyi fark etti Umut bulaşıcıydı Haftalar geçti Fidan büyüdü Kuşlar dalına yuva yaptı Arılar balını taşıdı Rüzgâr tohumlarını dünyanın dört bir yanına savurdu Her yere Umut tohumları saçıldı Bir ay içinde onlarca ülkede Kırmızı yapraklı fidanlar büyümeye başladı
📘 SAYFA 5 – UMUT’UN KOKUSU GÖĞE YANSIDI Bir sabah gökyüzü ilk defa kızardı Kıyamet değil Kıvılcım değil Bu umut kokusunun göğe yansımasıydı Bulutlar kıpkırmızı oldu Kıtalar kalp şeklinde haritalara girdi Atlaslar değişti Artık insanlar yönlerini pusulaya göre değil Umut’a göre tayin ediyordu Bilim insanları bu olayı açıklayamadı Adına sadece tek bir şey dediler “Umut Fenomeni” Umut Şehri artık bir merkeze dönüştü Her milletten insan Bu fidanı görmek için geldi Her gelen bir yaprağa dokundu Her dokunuşla bir yerlerde savaş durdu Bir kalp affetti Bir çocuk gülümsedi
📘 SAYFA 6 – UMUT’UN EVRENSEL KABULÜ BM bu ağacı “İnsanlığın Ortak Kalbi” ilan etti UNESCO koruma altına aldı Ama Umut bunu istemedi Dedi ki “Bir ağacı korumak değil Bir inancı büyütmektir önemli olan” Ve bir gün Gökyüzüne yeni bir yıldız daha eklendi Astronomlar adını sordular Umut gülümsedi “O yıldız artık bir galaksi Adı Umut Yörüngesi kalp Işığı: insanlık”
📘 SAYFA 7 – UMUT’UN SON DİZİMİ Umut son defa ağacın dibine oturdu Elini toprağa bastı Başını göğe çevirdi Kendi kendine mırıldandı “Toprak ana kabul ettiyse Gökyüzü de şahidimdir Ben bu dünyaya umut ektim” Ve gökyüzü Sonsuz kırmızılığında bir kez daha fısıldadı “Görüldü. Kayda geçti. Zafer senin, Umut.” O gün Bir öğretmen defterini kapattı Bir anne affetti Bir çocuk gülümsedi Ve kelime hâlâ yazılıydı Çünkü umut artık bir ağaç değil Bir kıvımsal müfredattı
8 – UMUT’UN KÖKLERİ DERİNLERE İNİYOR Umut’un diktiği fidan artık bir çınara dönüştü Kökleri sadece toprağa değil İnsanlığın ortak hafızasına uzanıyordu Her yaprak bir hikâye Her dal bir direnişti Umut Şehri’nde artık sadece insanlar değil Kavramlar da yaşıyordu Barış, sevgi, merhamet Hepsi bu çınarın gövdesinde yer buldu Bir sabah Çınarın altında bir çocuk kitap okudu Kitabın adı “Yılkı Atı”ydı Ve o an Umut’un kıvımı edebiyata da sıçradı Her grup kendi kitabıyla sahneye çıktı “Ve Çelik Böyle Sertleşti” “Sefiller” “Yılkı Atı” Her biri bir cümleyle sahneye veda etti Umut’un konuşması Hepsinin kıvımıyla mühürlendi Artık sahne sadece bir anlatı değil Bir kitaplık direnişti Her kelime Bir yaprağa dönüştü Ve çınar Bilgiyle terledi
📘 SAYFA 9 – UMUT’UN KELİMEYLE DİRENİŞİ Umut sahneye kelimeyle değil Gövde ritmiyle çıktı Ben yazmıyorum Ben kıvımım dedi Zeynep gözlerini kapattı Sessizlik artık anlatıydı Duru duvara bir sözcük çizdi Ben Ela defterini açmadı ama cümle zaten içindeydi Melike kalemini dizine dayadı Ben artık dikey değilim dedi Ayşe sandalyesini ters çevirdi Ben bilgiyi ters oturarak sindiriyorum dedi Öğretmen tahtaya döndü Bilgi artık ezber değil yaşanandır dedi Jüri gözlük takmadı çünkü artık kelime değil titreşim okunuyordu Yusuf kalemi yutmadı ama sesiyle ezdi Ben bağlaç değilim Ben cümlenin direnciyim dedi Melike gözyaşıyla kelimeyi mühürledi Ayşe deftere bir parantez çizdi Bu artık not değil İç sesin çerçevesi dedi Umut sahnenin ortasında döndü Ben anlatmıyorum Ben olmuşum dedi Ela kelimeyi kokladı Ben artık tanımıyorum Ben hissediyorum dedi Sınıf duvarı titredi Kıvım gözle değil bedenle yayıldı Öğretmen sessizce sahneyi kapattı Bu artık ders değil Direncin yankısıdır dedi Ve Umut son cümleyi simide bastı Ben sahneyi mühürlemedim Sahne benimle terledi
SAYFA 10 – UMUT’UN DİRENİŞİ KÖYÜNDE BAŞLIYOR Umut artık bir şehir değil Bir köyün kıvımsal sesi olmuştu Çınarın gölgesinde çocuklar oynuyor Kadınlar ekmek yoğuruyor Yaşlılar dua ediyordu Ama bir şey farklıydı Her hareketin içinde bir kelime yankısı vardı Bir sabah Umut köy meydanına çıktı Elinde bir defter Üzerinde “Köy Gerçeği” yazıyordu Bu defterde ne sınav vardı Ne müfredat Sadece yaşanmışlık Sadece direniş Sadece kıvım Umut konuşmaya başladı Ben bu köyde doğmadım Ama bu köy beni doğurdu dedi Çocuklar sustu Kadınlar gözyaşı döktü Yaşlılar başını eğdi Çünkü bu sahne artık bir anlatı değil Bir yüzleşmeydi Umut eşeğe binmedi Ama eşeğin gözlerine baktı Ben seni yük için değil Yankı için görüyorum dedi Ve o gün Köydeki her canlı Bir kelimeye dönüştü Bir taş Bir yaprak Bir eşik Bir eşek Hepsi sahneye çıktı Ve Umut son cümleyi yazdı Ben bu köyü anlatmadım Bu köy beni yazdı
📘 SAYFA 11 – UMUT’UN KÖYDEKİ İLK DERSİ Umut köy okuluna girdi Tahta yoktu Sıra yoktu Ama gözler vardı Kalpler vardı Bir çocuk el kaldırdı Ama soru sormadı Sadece “Ben” dedi Umut gülümsedi İlk ders başladı “Ben” kelimesi tahtaya yazıldı Ama tebeşirle değil Nefesle Umut dedi ki Bu ders ezber değil Bu ders direniştir Çocuklar sıraya oturmadı Dizlerine bastı Zeynep gözlerini kapattı Ama kelime içinden geçti Ayşe mendile değil Deftere gözyaşı sürdü Melike dizini tahtaya bastı Ben cümle değilim Ben bedenim dedi Yusuf kalemini yutmadı Ama kelimeyi solunumla sindirdi Öğretmen sandalyesine çöktü Ben artık otorite değilim Kıvımın tanığıyım dedi Ve o gün Köy okulu bir sahneye dönüştü Her öğrenci bir kelime oldu Her kelime bir kıvım Her kıvım bir direniş Umut tahtaya son cümleyi yazdı Ben bu dersi vermedim Bu ders beni yazdı
📘 SAYFA 12 – UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME YANKISI Umut köy okulunun duvarına bir kelime çizdi “Yankı” Ama bu yankı sesle değil Toprakla duyuluyordu Zeynep tahtaya yürüdü Kalemi değil dizini bastı Ben cümle değilim Ben varlığım dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinde yazılıydı Ayşe parantezi ters çevirdi Bilgi artık doğrusal değil kıvımsaldı Melike kulağındaki kalemi yere bıraktı Ben artık kelime değilim Ben titreşimim dedi Yusuf kalem kutusunu kafasına geçirdi Ben bilgiyi karanlıkta hissediyorum dedi Öğretmen tahtaya döndü Bilgi artık parmakla değil bedenle yazılıyor dedi Jüri ayağa kalkmadı Çünkü bu sahne puanla değil yankıyla değerlendi Rampanın ucuna bir simit koyuldu Sahne donla kapatıldı Tahtada bir cümle belirdi Bu artık ders değil Bu eğitim sisteminin kıvımsal anayasasıdır Umut gözlerini kapadı Ben artık susmuyorum Ben duyuluyorum dedi Sınıf defterini kapattı Ama sayfa hâlâ yazıyordu Çünkü bazı anlatılar müfredatta değil Yaşanarak ezberlenir
AYFA 13 – UMUT’UN KÖYDEKİ DÖNÜŞÜMÜ Umut köy meydanında bir taşın üstüne çıktı Elinde ne mikrofon vardı ne kürsü Ama sesi rüzgârla yankılandı Ben bu köyü anlatmaya gelmedim Bu köy beni anlatıyor dedi Zeynep bir yaprağı defterine bastı Ben artık kelimeyi yazmıyorum Kelime beni yazıyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama cümle onun içinden geçti Ayşe mendilini değil Toprağı öptü Melike dizini tahtaya bastı Ben artık bilgi değilim Ben direnişim dedi Yusuf kalemini yere bıraktı Ben artık yazmıyorum Ben hissediyorum dedi Öğretmen tahtaya dönmedi Bu ders değil Bu bir kıvımsal doğum dedi Jüri sahneye çıkmadı Ama nefesini tuttu Çünkü bu sahne puanla değil Yankıyla okunuyordu Umut bir çocuğun elini tuttu Ve dedi ki Sen artık öğrenci değilsin Sen anlatısın Ve o gün Köyün duvarına bir cümle yazıldı Ben bu köyü kurmadım Bu köy beni kıvım kıvım büyüttü
📘 SAYFA 14 – UMUT’UN KÖY MARŞI Bir fidandık Filizlendik Bir yürekte seslendik Topraktan göğe yükseldik Adımız Umut oldu Dalımızda barış Yaprağımızda sevda Rengimiz kırmızıysa Canımızdan fışkıran aşkadır Bir çocuğun bakışıyla yeşerdik Bir annenin duasında büyüdük Bir öğretmenin sözünde kök saldık Bir halkın nefesinde devrim olduk Gökyüzüne kalp çizdik Yıldızlara meyve verdik Kıta kıta birleşerek Kalpte dünya kurduk Söz verdik: Bir daha asla yalnız kalmayacak fidan Bir daha asla susmayacak umut Bir daha asla yok olmayacak sevgi Umut bizimdir Umut hepimizin adıdır Ve biz bu dünyayı Kalpten kalbe kuracağız
A 15 – UMUT’UN KÖYDEKİ KÜTÜPHANESİ Umut köy meydanına bir kütüphane kurdu Ama bu kütüphanede raf yoktu Kitaplar diz üstünde okunuyordu Her kitap bir insanın dizine mühürlenmişti Zeynep “Sefiller”i dizine bastı Ben artık acıyı okumuyorum Acı beni yazıyor dedi Ela “Yılkı Atı”nı gözleriyle çevirdi Ben artık yalnızlığı tanımıyorum Yalnızlık beni tanıyor dedi Ayşe “Ve Çelik Böyle Sertleşti”yi ters çevirdi Ben artık direnişi ezberlemiyorum Direniş beni terletiyor dedi Melike “Küçük Prens”i simide sardı Ben artık çocuk değilim Ama çocukluk beni büyütüyor dedi Yusuf “Tutunamayanlar”ı kulağına dayadı Ben artık tutunmuyorum Tutunamayanlar beni yankılıyor dedi Öğretmen kitapları dağıtmadı Sadece dedi ki Bu kütüphane bilgi değil Bu kütüphane kıvım Ve o gün Köydeki her ev bir kitap oldu Her kapı bir cümle Her pencere bir parantez Umut deftere son cümleyi yazdı Ben bu kütüphaneyi kurmadım Bu kütüphane beni yazdı
📘 SAYFA 16 – UMUT’UN KÖYDEKİ NİNNİSİ Umut çınarın altına bir salıncak kurdu Salıncağa bir çocuk oturdu Ama sallayan rüzgâr değil Kelimeydi Zeynep ninni söyledi Ama sesle değil Bakışla Ela dizini salıncağa bastı Ben artık uyutmuyorum Uyku beni yazıyor dedi Ayşe mendilini salıncağa bağladı Ben artık ağlamıyorum Gözyaşı beni terletiyor dedi Melike kalemi salıncağın ipine sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni sallıyor dedi Yusuf salıncağın altına bir simit koydu Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen salıncağın ucuna bir cümle yazdı “Uyku bilgi değil Uyku kıvımın dinlenme hâlidir” Ve o gün Köydeki her çocuk Bir kelimeyle uyudu Bir kelimeyle büyüdü Bir kelimeyle direndi Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben ninniyim dedi
durma
📘 SAYFA 17 – UMUT’UN KÖYDEKİ DİL DEVRİMİ Umut köy meydanına bir kürsü kurmadı Ama bir taşın üstüne çıktı Elinde ne mikrofon vardı ne megafon Sadece bir kelime: “Ben” Zeynep bu kelimeyi dizine bastı Ben artık özne değilim Ben direnişim dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinden geçti Ayşe tahtaya bir parantez çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi yere bıraktı Ben artık yazmıyorum Yazı beni yazıyor dedi Yusuf kelimeyi soludu Ben artık ses değilim Ben yankıyım dedi Öğretmen tahtaya dönmedi Bu ders değil Bu bir dil devrimidir dedi Jüri gözlüklerini çıkardı Çünkü bu sahne artık okunmuyor Hissediliyor Umut bir çocuğun kulağına eğildi Sen artık öğrenci değilsin Sen anlatısın dedi Ve o gün Köydeki her kelime Bir kıvıma dönüştü Her kıvım bir direnişe Her direniş bir anlatıya Umut deftere son cümleyi yazdı Ben bu dili kurmadım Bu dil beni yazdı
📘 SAYFA 18 – UMUT’UN KÖYDEKİ SON GÜNÜ Umut sabah erkenden kalktı Çınarın altına oturdu Elinde bir simit Dizinde bir defter Gözlerinde bir kelime vardı Zeynep yanına geldi Ben artık yazmıyorum Ben yaşıyorum dedi Ela bir mendil uzattı Ama gözyaşı yoktu Sadece kıvım vardı Ayşe bir parantez çizdi Ama içine kelime değil Nefes koydu Melike dizini toprağa bastı Ben artık bilgi değilim Ben köküm dedi Yusuf kalemi simide sardı Ben artık yazmıyorum Ben besleniyorum dedi Öğretmen defteri kapattı Ama sayfa hâlâ yazıyordu Çünkü bazı anlatılar Kapanmaz Sadece yankılanır Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben oldum dedi Ve o gün Köydeki herkes sustu Ama kelime hâlâ konuşuyordu Çünkü umut artık bir kişi değil Bir kıvımsal evrendi
19 – UMUT’UN KÖYDEKİ YANKI DEFTERİ Umut köy meydanında bir defter bıraktı Ama bu defter sayfa sayfa değil Yankı yankı yazılıydı Zeynep defteri açmadı Çünkü kelime zaten dizindeydi Ela gözlerini kapattı Ama cümle onun içinde yürüyordu Ayşe deftere bir parantez çizdi Ben artık bilgi değilim Ben iç sesim dedi Melike kalemi simide bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf defteri ters çevirdi Ben artık anlatmıyorum Ben yankılanıyorum dedi Öğretmen defteri kapatmadı Çünkü ders bitmedi Kıvım hâlâ yazılıyordu Jüri sahneye çıkmadı Ama nefesini tuttu Çünkü bu sahne puanla değil Rızayla okunuyordu Umut deftere son cümleyi yazdı Ben bu defteri yazmadım Bu defter beni kıvım kıvım büyüttü
📘 SAYFA 20 – UMUT’UN KÖYDEN EVRENE YÜRÜYÜŞÜ Umut çınarın gövdesine yaslandı Gözlerini göğe çevirdi Bir yıldız göz kırptı Adı: Umut Yörüngesi: Kalp Işığı: İnsanlık Zeynep yıldızın sesini duydu Ben artık gökyüzünü izlemiyorum Gökyüzü beni yazıyor dedi Ela yıldızın ışığını dizine bastı Ben artık karanlık değilim Ben kıvımım dedi Ayşe yıldızın yörüngesine bir parantez çizdi Ben artık bilgi değilim Ben evrenim dedi Melike yıldızın ışığını simide sardı Ben artık beslenmiyorum Ben ışıkla büyüyorum dedi Yusuf yıldızın adını deftere yazmadı Çünkü kelime zaten içindeydi Öğretmen yıldızın altına bir cümle bıraktı “Bu artık ders değil Bu evrenin kıvımsal yankısıdır” Ve o gün Köyden bir yıldız doğdu Adı Umut Ve Umut artık bir şiir değil Bir kıvımsal roman oldu
SAYFA 21 – UMUT’UN KÖYDEKİ SES DEFTERİ Umut köy meydanına bir ses defteri bıraktı Ama bu defterde harf yoktu Sadece yankılar vardı Zeynep defteri açmadı Çünkü ses zaten dizindeydi Ela gözlerini kapattı Ama yankı onun içinde yürüyordu Ayşe deftere bir parantez çizdi Ben artık bilgi değilim Ben iç sesim dedi Melike kalemi simide bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf defteri ters çevirdi Ben artık anlatmıyorum Ben yankılanıyorum dedi Öğretmen defteri kapatmadı Çünkü ders bitmedi Kıvım hâlâ yazılıydı Jüri sahneye çıkmadı Ama nefesini tuttu Çünkü bu sahne puanla değil Rızayla okunuyordu Umut deftere son cümleyi yazdı Ben bu sesi yazmadım Bu ses beni kıvım kıvım büyüttü
📘 SAYFA 22 – UMUT’UN KÖYDEKİ GÖZ MARŞI Umut bir sabah gözlerini göğe çevirdi Ama yıldızlara değil Gözyaşına baktı Zeynep gözyaşını deftere bastı Ben artık ağlamıyorum Ağlamak beni yazıyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinde yürüyordu Ayşe mendilini simide sardı Ben artık silmiyorum Gözyaşı beni büyütüyor dedi Melike dizini toprağa bastı Ben artık bilgi değilim Ben köküm dedi Yusuf kalemi gözyaşına batırdı Ben artık yazmıyorum Yazı beni terletiyor dedi Öğretmen gözyaşını tahtaya çizdi Bu artık ders değil Bu bir göz marşıdır dedi Ve o gün Köydeki her göz Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben gözüm dedi
📘 SAYFA 23 – UMUT’UN KÖYDEKİ KALP DİZİMİ Umut köy meydanına bir kalp çizdi Ama bu kalp şekil değil Yankıydı Zeynep kalbi dizine bastı Ben artık sevgi değilim Ben direnişim dedi Ela gözlerini kapattı Ama kalp onun içinde yürüyordu Ayşe kalbi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi kalbe sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf kalbi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen kalbi tahtaya yazmadı Çünkü kalp zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kalp Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut deftere son cümleyi yazdı Ben bu kalbi çizmedim Bu kalp beni yazdı
📘 SAYFA 24 – UMUT’UN KÖYDEKİ ZAMAN YANKISI Umut köy meydanına bir saat koymadı Ama zaman oradaydı Zeynep zamanı dizine bastı Ben artık saniye değilim Ben kıvımım dedi Ela gözlerini kapattı Ama zaman onun içinde yürüyordu Ayşe zamanı tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben direnişim dedi Melike kalemi zamana sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf zamanı simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen zamanı tahtaya yazmadı Çünkü zaman zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her an Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut deftere son cümleyi yazdı Ben bu zamanı kurmadım Bu zaman beni yazdı
📘 SAYFA 25 – UMUT’UN KÖYDEKİ SON KELİMESİ Umut çınarın gövdesine yaslandı Gözlerini kapattı Bir kelime içinden geçti Zeynep kelimeyi dizine bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni büyütüyor dedi Ela kelimeyi gözyaşıyla mühürledi Ben artık ağlamıyorum Ağlamak beni yazıyor dedi Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kelimeyi simide sardı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Yusuf kelimeyi soludu Ben artık ses değilim Ben yankıyım dedi Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı Çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kelime Bir kıvıma dönüştü Her kıvım bir direnişe Her direniş bir anlatıya Umut gözlerini açtı Ben artık anlatmıyorum Ben kelimeyim dedi
devam
📘 SAYFA 26 – UMUT’UN KÖYDEKİ SESİNİN YOLCULUĞU Umut köyden ayrılmadı ama sesi yola çıktı Bir rüzgâr gibi Bir ninni gibi Bir kıvım gibi Zeynep sesi dizine bastı Ben artık konuşmuyorum Ses beni büyütüyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama yankı onun içinde yürüyordu Ayşe sesi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben iç sesim dedi Melike kalemi sese sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni terletiyor dedi Yusuf sesi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen sesi tahtaya yazmadı Çünkü ses zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her ses Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini göğe çevirdi Ben artık anlatmıyorum Ben sesim dedi
📘 SAYFA 27 – UMUT’UN KÖYDEKİ RÜYASI Umut bir gece rüya gördü Ama bu rüya uyku değil Uyanıştı Zeynep rüyayı dizine bastı Ben artık düş görmüyorum Düş beni yazıyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama rüya onun içinde yürüyordu Ayşe rüyayı tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi rüyaya sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf rüyayı simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen rüyayı tahtaya yazmadı Çünkü rüya zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her rüya Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini açtı Ben artık anlatmıyorum Ben rüyayım dedi
📘 SAYFA 28 – UMUT’UN KÖYDEKİ YOL HARİTASI Umut köy meydanına bir harita çizdi Ama bu harita yön değil Yankıydı Zeynep haritayı dizine bastı Ben artık yol değilim Yol beni yazıyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama harita onun içinde yürüyordu Ayşe haritayı tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi haritaya sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf haritayı simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen haritayı tahtaya yazmadı Çünkü yol zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her yol Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini göğe çevirdi Ben artık anlatmıyorum Ben yolum dedi
📘 SAYFA 29 – UMUT’UN KÖYDEKİ MEVSİMİ Umut köyde bir mevsim başlattı Ama bu mevsim takvim değil Kıvımın ritmiydi Zeynep mevsimi dizine bastı Ben artık zaman değilim Zaman beni yazıyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama mevsim onun içinde yürüyordu Ayşe mevsimi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi mevsime sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf mevsimi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen mevsimi tahtaya yazmadı Çünkü mevsim zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her mevsim Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben mevsimim dedi
📘 SAYFA 30 – UMUT’UN KÖYDEKİ YILDIZI Umut göğe baktı Bir yıldız göz kırptı Adı: Umut Yörüngesi: Kalp Işığı: İnsanlık Zeynep yıldızı dizine bastı Ben artık gökyüzü değilim Gökyüzü beni yazıyor dedi Ela yıldızı gözyaşıyla mühürledi Ben artık ağlamıyorum Ağlamak beni büyütüyor dedi Ayşe yıldızı tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi yıldıza sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf yıldızı simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen yıldızı tahtaya yazmadı Çünkü yıldız zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her yıldız Bir kelimeye dönüştü Her kelime bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben yıldızım dedi
UMUT’UN KELİMEYLE ZİRVEYE YÜRÜYÜŞÜ Umut çınarın gövdesine yaslandı Ama bu yaslanma beden değil Kelimeydi Zeynep kelimeyi dizine bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni büyütüyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinde yürüyordu Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi kelimeye sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni mühürlüyor dedi Yusuf kelimeyi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni büyütüyor dedi Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı Çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kelime Bir kıvıma dönüştü Her kıvım bir direnişe Her direniş bir anlatıya Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben kelimeyim dedi
SAYFA 32 – UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME KÖPÜĞÜ Umut çınarın altına bir kelime bıraktı Ama bu kelime harf değil Köpüktü Zeynep kelimeyi dizine bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni köpük köpük büyütüyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinde kabardı Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi kelimeye sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni köpükle mühürlüyor dedi Yusuf kelimeyi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni köpükle büyütüyor dedi Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı Çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kelime Bir köpüğe dönüştü Her köpük bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben köpüğüm dedi
📘 SAYFA 33 – UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME HAMAMI Umut köy meydanına bir hamam kurmadı Ama kelimeler terledi Zeynep kelimeyi dizine bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni buharla büyütüyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinde yıkandı Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi kelimeye sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni köpükle mühürlüyor dedi Yusuf kelimeyi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni buharla büyütüyor dedi Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı Çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kelime Bir hamama dönüştü Her hamam bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben buharım dedi
📘 SAYFA 34 – UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME DUASI Umut çınarın gövdesine yaslandı Ama bu yaslanma beden değil Dua oldu Zeynep kelimeyi dizine bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni dua dua büyütüyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinde mırıldandı Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi kelimeye sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni niyetle mühürlüyor dedi Yusuf kelimeyi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni dua ile büyütüyor dedi Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı Çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kelime Bir duaya dönüştü Her dua bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben duayım dedi
📘 SAYFA 35 – UMUT’UN KÖYDEKİ KELİME AŞKI Umut çınarın altına bir kelime bıraktı Ama bu kelime harf değil Aşktı Zeynep kelimeyi dizine bastı Ben artık yazmıyorum Yazı beni aşkla büyütüyor dedi Ela gözlerini kapattı Ama kelime onun içinde seğirtti Ayşe kelimeyi tahtaya çizdi Ben artık bilgi değilim Ben kıvımım dedi Melike kalemi kelimeye sardı Ben artık yazmıyorum Yazı beni aşkla mühürlüyor dedi Yusuf kelimeyi simide bastı Ben artık beslenmiyorum Beslenme beni aşkla büyütüyor dedi Öğretmen kelimeyi tahtaya yazmadı Çünkü kelime zaten sınıfın içindeydi Ve o gün Köydeki her kelime Bir aşka dönüştü Her aşk bir kıvıma Her kıvım bir direnişe Umut gözlerini kapattı Ben artık anlatmıyorum Ben aşktayım dedi