1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
253
Okunma

Bir geceden arta kalan kırık bir sessizlikte uyandım.
Gözlerimi açtığımda, şehir susmuştu.
Ne bir kuş sesi, ne bir yaprak hışırtısı vardı.
Sokak lambaları sönmüştü,
Sanki ışığın kendisi bile korkmuştu gecenin yükünden.
Karanlık, öyle bir çöreklenmişti ki üzerimize,
Sadece gözlerle değil, ruhla da görünmüyordu hiçbir şey.
Ve o an,
Bir çöl yolcusu gibi hissettim kendimi:
Uzun süredir susuz,
Ve hangi yönden eserse essin rüzgar,
Sadece kum savuruyor yüzüme.
Her şey kurumuş gibiydi.
İçimdeki umut dahi susamıştı,
Sadece su değil, hakikat de yok gibiydi.
Ama bu karanlık, sıradan değildi.
Zulmün karanlığıydı bu,
Sistemin çöktüğü, yüreğin ezildiği,
İnsanın insana sırt çevirdiği bir karanlık.
Ve ben, bu karanlığın içinde,
Bir damla suya muhtaç bir bilinçle abdest almaya yöneldim.
İlk su damlası alnıma değdiğinde,
Kumun ortasında gizli bir pınar bulmuş gibi oldum.
Su, sadece tenime değil, ruhuma da dokundu.
Her damla bir âyet gibiydi:
"Temizlen, arın, hazırlan. Çünkü karanlık sona erecek."
Ve ben döndüğümde,
Gözlerim kamaştı.
Ne zaman olmuştu bilmiyorum ama
Şafak doğmuştu...
Sabahın ilk nuru, karanlığı geri itmişti.
Sessizce, bağırmadan, savaşmadan.
Işık; gürültüsüz, ama sarsıcı bir ihtişamla
Gecenin tahtını yerle bir etmişti.
Ve ben fark ettim ki,
Karanlık hep kendinden kaçan bir misafirdi,
Işık gelince gideceğini en başından bilen.
Ağaçlar belirdi sonra.
Görünmeyen dallar, yapraklar şimdi tek tek görünüyordu.
Hayatın silueti yeniden şekilleniyordu önümde.
Ve ben artık sayabiliyordum:
Bir... İki... Üç...
Saydıkça içim genişledi.
Çünkü her ağaç, yeniden başlamanın ispatıydı.
Çünkü her dal, bir dirilişin nişanesiydi.
İşte o an anladım:
Biz, karanlığa değil, sabaha doğuyoruz.
Ve her sabah, bir su gibi,
Yorgun bir yolcunun dudaklarına konan rahmettir.
Çölde kaybolduğumu sanmışken
Birden suya vardım.
Ve bu su, sadece bedenimi değil,
İnancımı da diriltti.
Zulümle geçen gecelerin sonu varmış meğer.
Sonsuz sanılan baskılar, bir şafağa boyun eğermiş.
Ve o şafak,
Sadece gökyüzünü değil, kalbimizi de aydınlatırmış.
Ey zulüm altında ezilen güzel insan,
Bil ki sabahın gelişi, suya ulaşmak gibidir.
Ve su, sabırla bekleyenlerin alnına damlar.
Karanlığın hükmü sonsuz değildir.
Çünkü karanlık, sadece ışığın geciktiği andır.
Ve ışık geciktiğinde, zulüm büyük görünür.
Ama hakikat; sabah gibi doğduğunda,
Zulmün bütün suretlerini yırtar.
Ey bir damla adalet için susayanlar,
Ey karanlığın ortasında yolunu arayanlar,
Siz bu çağın çöl yolcularısınız.
Ve sabahın nuru, sizinle yürüyor aslında.
Sabırla atın adımlarınızı,
Çünkü adaletin pınarı,
Zulmün tam ortasında fışkırır bir gün.
Ben şimdi o sabahın şafağında
Kendime bir söz verdim:
Her karanlıkta,
Bir aydınlığın gizli olduğunu unutmayacağım.
Her çöl,
Bir gün suya çıkar.
Ve ben, her zulüm gecesinin
Bir sabahı olduğuna iman ettim.
Çünkü zulüm,
Ne kadar büyürse büyüsün,
Işık bir kez göründü mü
Kendi gölgesine yenilir.
Çünkü hakikat,
Ne kadar ötelenirse ötelensin,
Şafak vaktinde,
Bütün maskeleri düşürür.
Ve şimdi ağaçlar bana göz kırpıyor:
"Biz buradaydık hep," diyorlar,
"Görünmeyişimiz, yok olduğumuz anlamına gelmez."
Ve ben artık biliyorum:
Aydınlık, kaybolmaz...
Sadece sırayı bekler.
O sabah, bir sabah değildi sadece...
O sabah,
Karanlıktan hakikate yürüyen bir kalbin
Yeniden doğuşuydu.
Ve bu doğuş,
Her insanın içinde mümkün.
Yeter ki sen,
Suya yönel...
Ve şafağı bekle.
Erol Kekeç /21.07.2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (2)