0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
60
Okunma
Altın gibi parlıyordu otağın göğü,
Kök-Tanrı’nın fermanıydı her buyrukta.
Bir kıyamet yürüyüşüydü atlarımız,
Gölgemiz, düşmana zindan; dosta umut.
Bir sancak havalanırdı Gökbörüyle,
Göğün bile diz çöktüğü an vardı.
Kılıçlarımızda tarih uyurdu,
Ve her mızrakta bir çağ yandı.
Kuş kanadından hızlıydı ulaklarımız,
Zamanı bile peşinden koşturdu.
Otağdan yükselen tek bir sesle,
Altay titredi, Tuna sustu.
Altun Ordu bir gölge değil sadece,
Bir inancın, bir törenin yankısıydı.
Her nefer, yüreğinde bir kağan taşıdı,
Ve ölüm, sadece başka bir otağ kapısıydı.
Kağanın bakışıydı yıldızları titreten,
Sözleriyle dağlar eğilir, taşlar dile gelirdi.
Toyda içilen her kımızda,
Bir cihanın yükü yüreğe yerleşirdi.
Savaş narasıydı ulu bozkırın ezgisi,
Yele düşen her kan, bayrağa dönerdi.
Bir toprak işlenmezdi sadece sabanla,
İnanmış neferle mühürlenirdi.
Gölgemiz çökünce Çin sarayına,
Ejderhalar sustu, tapınaklar çöktü.
Altın kemerli kaftan değil sadece,
O kaftan, bin yıllık sabrın söktüğü düştü.
Yıldız haritaları çizerdi göçlerimiz,
Her iz, bir kavmin dirilişini taşırdı.
Otağ kurulan her dağ,
Bir milletin yeniden doğduğu beşikti.
Akıncılar geçerken Dinyester’i,
Ay yansımazdı suya korkudan.
Her yele savrulan at tüyünde,
Bir duanın, bir annenin gözyaşı saklıydı.
Ve biz...
Altun Ordu’nun gölgesinde değiliz sadece,
Biz o gölgenin kendisiyiz:
İnanmış bir avuç yüreğin
Çağlara mühür bırakan sessiz haykırışıyız.
HABİB YILDIRIM / BÂİN-İ ADLÎ / LARDES SYMPRA
(18 Temmuz 2025)
5.0
100% (1)