3
Yorum
37
Beğeni
5,0
Puan
309
Okunma

İstanbul’un perukları dökülüyor rıhtımlara.
Yavaş yavaş çıkıyor ortaya gerçekler.
Çay bardağında boğulmuş bir kuşun
kanadından yaptığım,
Tüy kalemle yazıyorum bu mektubu sana.
Monsieur, (mösyö)
Bir derviş vardı burada eskiden,
Ayakları çıplak, dili kurşun gibiydi,
Dua okurdu sokak lambalarının altında.
Ama şimdi
Şarap lekesi gibi yayılıyor
Taksim’den Galata’ya kadar hicran.
Sarhoş bir kırlangıç vursa kapına,
Tanır mısın hâlâ kelimelerin eroinli suskunluğunu?
Rüya diye pazarlanan mezar taşlarını?
Birkaç akçeye mutluluk vadederken,
Karaköy’ün köhne fahişeleri.
Yırtılıyor karanlık,
Bir gece bekçisinin düdüğüyle.
Ve bir çocuğun dudaklarında kuruyor Fransızca dualar.
Monsieur,
Ecnebice küfrederken vapurlar,
rüzgârın cebinden düşen bir ilahi misin,
Yoksa şu İstanbul’un sırtında,
eski bir çıban mısın sen?
Biliyor musun monsieur.
Bu şehirde hiçbir martı intihar etmiyor artık.
Onlar da öğrendi hayatta kalmayı,
şiirsiz yaşayıp
banknot kokan gecelere katlanmayı.
Bir gün görürsen
Kalbi ayna gibi çatlamış o dervişi,
Söyle ona.
Sarayburnu’na gelsin yine.
Getirsin yanında
Nefsini yakan o kara tespihi
Ve unutulmuş bir azizin
Çocuklara dağıttığı,
Kan şekerlerini.
Monsieur,
sana bu mektubumu ziftle yazıyorum,
mürekkep kalmadı çünkü.
Artık kelimeleri darağaçlarına asarak konuşuyorum.
Şiirlerim ise kurşuna diziliyor.
Ve ben yok sayıyorum her mısrada
cellatlarımın parmak izini.
5.0
100% (12)